loading
close
SON DAKİKALAR

Temelli: İktidar elinde tuttuğu şiddet tekeliyle topluma savaş açmıştır

Temelli: İktidar elinde tuttuğu şiddet tekeliyle topluma savaş açmıştır
Tarih: 24.12.2019 - 13:29
Kategori: Siyaset

HDP Parti Meclisi (PM), güncel gelişmeleri değerlendirmek ve 2020’de yapılacak HDP 4’üncü Büyük Olağan Kongresinin hazırlıklarını gözden geçirmek üzere yılın son toplantısı için HDP Genel Merkezi'nde bir araya geldi.

Toplantının açılış konuşmasını yapan HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, şunları söyledi:  

Bir dönemi tamamladığımız son PM  toplantımızı yapıyoruz. 4’üncü Büyük Kongremize hazırlık çalışmalarını bugünden itibaren önümüzdeki iki ay boyunca sürdüreceğiz. Öncelikle Ocak ayı sonunda büyük konferansımızı gerçekleştireceğiz. Bu konferansa giderken hem bu iki yılın değerlendirilmesi hem de HDK’den bugüne yolculuğumuzu ele alacağız. Önümüzdeki dönemin yol haritasını bu değerlendirme ışığında hep beraber oluşturacağız. 

HDP Türkiye halkları için yegane iktidar seçeneği olacak

Evet, düne göre çok daha güçlendik, çok daha büyüdük. Türkiye’de iktidarın karşısında muhalefet olma gücümüzü ortaya koyduk ve bir seçenek ortaya koyduk. Şimdi bu seçeneği örme ve bir iktidar seçeneğine dönüştürme zamanı gelmiştir. Bu inançla, bu kararlılıkla bu mücadele azmi ile önümüzdeki dönemi yan yana, omuz omuza var edeceğiz. İnanıyorum ki önümüzdeki dönemde HDP, Türkiye halkları,emekçiler, kadınlar için yegane seçenek olacak, iktidar seçeneği olacaktır. Türkiye’yi, Ortadoğu’yu değiştirecektir. Özlemini duyduğumuz o onurlu barışı, demokratik cumhuriyeti var edecek en büyük güç olacaktır. 

Bu iktidar geçmişteki katliamları örnek alıyor

En büyük güç olacaktır çünkü Türkiye tıkanmıştır, Ortadoğu tıkanmıştır, siyaset tıkanmıştır. Ciddi anlamda bir çürüme ve felaketle karşı karşıyayız. Bu hafta Maraş Katliamı'nın yıl dönümüydü. Maraş’ta yitirdiklerimizi hep beraber andık, yine bu hafta içinde Hayata Dönüş Operasyonu denilerek aslında cezaevlerinde hayatı sonlandıran operasyonun da yıl dönümüydü, yine orada yitirdiklerimizi andık. Önümüzdeki hafta Roboski’de yitirdiğimiz 34 canı anacağız. Ama katliamlar bitmiyor. Dönüp baktığımızda bir katliamlar coğrafyasında yaşıyoruz, her güne bir katliam sığdırmış bir zihniyetle karşı karşıyayız. O yüzden bir yüzleşmeye ihtiyacımız var, o yüzden o hakikatlerle karşı karşıya gelme ihtiyacımız var. Yüzleşme tarihten cımbızla belli vakıaların çekilmesiyle olacak bir şey değildir. Bütün tarihin değerlendirilmesi gerekiyor, işte bu iktidar tarihte cımbızla çektiklerinin ötesinde kalan katliamları kendisine örnek alıyor. O halklara, o kadına düşmanlığı, emeğe düşmanlığı kendisine örnek alıyor, tarihi tekerrür etme peşinde koşuyor. 

Halk düşmanlığından, Kürt düşmanlığından beslenen bir sistem var

Bu sisteme, bu iktidara son verme zamanı gelmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen bu sistem sürdürülebilir değildir. Bu sistemi sonlandırmak gerekiyor. Bu sistem Türkiye halklarının, Türkiye toplumunun bu kadim coğrafyanın, kadim topluluklarının kültürüne tarihine bir arada yaşama iradesine aykırıdır, tezattır. Bu sistem toplumları ayrıştıran halk düşmanlığından, Kürt düşmanlığından beslenen bir sistemdir. 

Kabinenin bütün üyeleri halka, topluma savaş açmış durumda

Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi dediğimiz bu sisteme dönüp baktığımızda geride bıraktığımız bir buçuk yıl içinde ne toplumsal ne siyasi ne iktisadi barış kaldı. 'Zaten yoktu' diyeceksiniz ama olma umudunu, kırıntılarını yok etmiş ve toplumsal barışı dinamitleyen bir sistem olmuştur. Kabineye dönüp bakın, buna hükümet mi denir? Kabinenin bütün üyeleri halka, topluma savaş açmış durumda. 

Bu iktidar işkenceye değil işkenceciye sıfır tolerans tanıyor

Bir İçişleri Bakanı var ki evlere şenlik; topluma sürekli şiddet empoze eden, toplumları, halkları ayrıştıran bir bakan. Bakan demeye bin şahit lazım. Kendi suçlarını örtbas etmek için iftira atan, milletvekillerimizi suçlayan, örgütümüze savaş açan, her gün HDP’yi düşmanlaştıran, o saldırgan üslubuyla toplumu düşmanlaştıran bir kabine üyesidir. Sadece bununla da kalmıyor. Dünkü konuşmasında diyor ki 'biz işkenceye sıfır tolerans tanırız'. İşkenceye değil işkenceciye sıfır tolerans tanıyorsunuz. 

İşkence sistematik hale geldi

Ülkede adeta 12 Eylül’ü yeniden hortlattılar, 90’ları yeniden hortlattılar, her yerde işkence var. Daha geçenlerde Mezopotamya Ajansı'ndan Ruken Demir, Jinnews'ten Melike Aydın Şakran Cezaevine girerken ciddi bir işkenceye maruz kaldı. Daha birkaç gün önce. 'İşkenceye sıfır tolerans' diyen bu bakana hatırlatmak istiyorum. İstanbul Gençlik Meclisi üyelerimiz gözaltına alındığında orada yaşananların belgeleri hala canlılığını koruyor. Çıplak aramadan, şiddete, dövülmeye, her türlü darbeye dair belgeler ortadadır. Yine hatırlatayım Van'da Şahin ailesi. O ailenin yaşadıklarına dair fotoğraflar hala hafızalarımızda canlılığını koruyor. Gevaş’ta mantar toplayan köylülere yapılan işkence. Halfeti’de 54 insana yapılan işkence. Bunlar aklımıza gelen birkaç tane işkence vakıası. İşkence neredeyse iktidarın son döneminde sistematik hale gelmiştir. Artık her türlü işkence ile toplum yüz yüzedir. 

İktidar elinde tuttuğu şiddet tekeliyle topluma savaş açmıştır

Yönetemiyorlar. Bu iktidar yönetemediği için de şiddeti yegane araç haline getiriliyor. Devlet şiddet tekelini elinde tutar. Bugünkü iktidar elinde tuttuğu bu şiddet tekeliyle topluma savaş açmıştır. Kürtlere, kadınlara, emekçilere, doğaya savaş açmıştır. Saldırganlıkta sınır tanımayan bir şiddet girdabının içine bütün Türkiye’yi sürüklemektedir. Ortada şiddeti sürdürülebilir kılmak adına bir hukuksuzluğun da var edildiğini görüyoruz. 

Hukuksuzluğun en temel referansı, kuşkusuz tecrittir. Tecrit var olduğu sürece hukuksuzluk kaynağını buradan alarak yoluna devam edecektir. Öyle de oluyor. Tecrit ve sonrasında gelen mutlak tecrit dönemiyle beraber Türkiye paralel hukuk var etmiştir. Hukuk devleti adına anayasal devlet adına hiçbir şey kalmamıştır, tüm bunlar ortadayken hukuksuzluğu adeta genel geçer bir yönetim biçimi haline getiren bu iktidar sıkıştıkça da Kürtlere saldırmaya HDP’ye saldırmaya, Türkiye’deki sosyalistlere, devrimcilere, emekçilere saldırmaya devam ediyor. 

FETÖ'cü arıyorsan çok uzağa bakma yanına bak

İftira atıyorlar, iftirayı o kadar rahat atıyorlar, yalanı o kadar rahat söylüyorlar ki. FETÖ’cülükle insanları suçluyorlar. FETÖ'cü arıyorsan çok uzağa bakma yanına bak. Orada bol miktarda FETÖ'cü göreceksin zaten. Hani siyasi ayak deniyor ya o siyasi ayağı bizatihi içinde, hatta senin de bir ayağının içinde olduğu bir yapıda çok rahat bulacaksın.  

İşkencenin üzeri örtülüyor, işkenceciler korunuyor

İşte bu iftira ve yalanlara en iyi yanıtı hem işkenceler hem de kötü muamele konusunda Ankara Barosu raporunda görmek mümkün. İşkenceler konusunda bir çok rapor var Türkiye’de ama bütün bunların üzeri örtülüyor, işkenceciler korunmaya devam ediliyor. İşkencenin belki de en yoğun yaşandığı yerlerden biri cezaevleri. Cezaevlerine baktığımızda işkence sistematik hale gelmiş durumda, her türlü hak ihlali cezaevinde yaşanıyor.  Hele hele hasta tutsakların hali katlanılamaz durumda. En son Emine Aslan’ı yitirdik. 65 yaşındaydı, hastaydı hiçbir suçu olmamasına rağmen tutsaktı ve maalesef yitirdik. Şimdi Elif Kısa, haksız hukuksuz yere cezaevinde tutuluyor; oysa hiçbir suçu yok, hiçbir arkadaşımızın bir suçu yok. Bu zihniyet kendi meşruiyetini bu düşmanlıktan alıyor. Elif Kısa’nın bugün serbest bırakılması gerekiyor. Tıpkı haksız yere tutuklu bulunan diğer arkadaşlarımız gibi. 

Anayasa 38 kez ihlal edildi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısını göreve davet ediyorum

Tecritten referansını alan bu hukuksuzluk sınır tanımıyor, dur durak bilmiyor. Kayyım rejimi başlı başına hukuksuzluk rejimi. Kayyım rejimi başlı başına hukuksuzluk. Çünkü anayasa ihlali. Ve 'anayasayı bir kere ihlal etmekle bir şey olmaz' diyen bu zihniyet, kendini o denli yeniden yeniden üretti ki sadece kayyım rejimi döneminde anayasa, kayyım atamalarıyla 38 kez ihlal edildi. TCK  309 maddesi çok açık bu konuda. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı neden res'en harekete geçmiyor, o da bizim açımızdan merak konusu. Anayasanın bu denli açık ihlal edildiği kayyım atamalarında, 38 kez açığa çıkmış durum ortadayken, TCK’de amir hüküm de çok açıkken Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı harekete geçmiyor. Buradan çağrı yapıyorum, bu suç durumunu teşhir ediyorum harekete geçmesi için de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısını göreve davet ediyorum. 

Bu rantçı, bu yıkımcı zihniyet Sur'a da kayyım atadı

En son Sur ilçesinde Belediye Eşbaşkanlarımız tutuklandı. Sur’a da kayyım atandı. Sur’u biliyoruz, Sur’un nasıl yıkıma tabii tutulduğu orada nasıl bir katliam yapıldığı, Sur ile ilgili nasıl projeleri olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu rantçı, bu yıkımcı zihniyet Sur'a da kayyım atadı. Sur ve Suriçi tarihsel öneme sahip tam bir tarih merkezi. Orada TOKİ aklıyla rantçı akılla oraya saldırıları başlatmışlar. Hatta Sur'un 6 mahallesine giriş yasağı vardı. Şimdi Sur'a kayyım atadılar, bunun yegane neden işte bu zihniyettir. 

Utanmazlıklarının göstergesi Hasankeyf'te taşıdıkları binalar

Bu zihniyet kent yıkıcıdır, tarih yıkıcıdır doğa talancıdır. Tıpkı Hasankeyf’e yaptıkları gibi. Utanmadan o tarihi binaların taşınmasını bir marifet gibi anlatıyorlar. Yani sadece 30-40 yıl enerji üretecek bir hidroelektrik santral uğruna tarih yıkımı devam ediyor. Utanmazlıklarının göstergesi taşıdıkları binalardır. 

O denli sıkışmış durumdalar ki ülkeyi parsel parsel pazarlıyorlar

Şimdi aynı felaketi,  Sur bekliyor, İstanbul bekliyor. Kanal İstanbul bekliyor. Kanal İstanbul dedikleri proje, rant projesidir. O denli sıkışmış durumdalar ki ülkeyi parsel parsel pazarlıyorlar. Yok Katar’a pazarlıyorlar, yok Çin'e pazarlıyorlar. Bu pazarlamanın yegane yolu da büyük projelerden geçiyor. Bunu öyle kayyımların hırsızlığı gibi fıstıkla yapacak halleri yok o denli büyük projeye ihtiyacınız var. Nedir bu büyük projeler? İşte Osmangazi Köprüsü. Üçüncü Köprü, Üçüncü Havalimanı, şimdi de Kanal İstanbul. Başlangıç fiyatı 25 milyar dolar, ötesinde 50-60 milyar dolara kadar çıkabilecek bir rant alanından bahsediyoruz. Bunu pazarlamak bugünü kurtarmak ama sonrasında doğa talanına, kentsel yıkıma yol açacak bir projeden bahsediyorlar. 

İstanbul'un yok olması, Marmara'nın yok olması umurlarında değil

Bunu vicdanlarına sığdırıyorlar, çünkü hayata bakışları böyle. Hayatı sadece kendi ömürleriyle sınırlı kabul ediyorlar. Yaşama bakışları böyle. Kendilerinden sonrası tufanmış, umurlarında değil. İstanbul’un yok olması, Marmara’nın yok olması, ya da doğa felaketiyle karşı karşıya kalacak olması umurlarında değil. Böyle bir ekolojik  kavram bunlarda mevcut değil. Bunlar da böyle bir anlayış yok. 

Sipariş verdikleri bilim insanları dışında Kanal İstanbul'a olumlu yaklaşan bilim insanı yok 

Bir ÇED  raporu yaptırmışlar, 13 bin sayfaymış. 200 bilim insanı çalışmış diyorlar. Hiçbir bilim insanı siparişle çalışmaz. Bilim insanına siparişle rapor yaptırıyorsanız orada bilim yoktur. Eğer bilim insanlarına kulak vermek istiyorsanız işte Türkiye’de bağımsız, toplumun, doğanın hakkını savunan  bilim insanları var, gider onlara sorarsınız; hiçbirisi bunu savunmuyor. Hiç mi şüphelenmiyorsunuz? Kendi sipariş verdikleri bilim insanları dışında bu kanala olumlu yaklaşan kimse yokken hiç mi şüphelenmiyorsunuz? Ama dert başka, dert günü kurtarmak, iktidarda kalabilmek ve suçlarını örtbas edebilmek. Ama örtbas edemiyorlar hangi yola başvururlarsa başvursunlar kral çıplak.  

Kriz sarmalı devam ediyor

İşte ekonomik kriz. Kabinedeki iktisadi şiddeti körükleyen bir bakan da Ekonomi Bakanı. Ne diyordu? 'Dolar düşüyor, normal seviyelerine gerileyecek, 5 liranın altına düşecek'. Ama ne oldu? 6’nın üzerine çıkıyor. O denli müdahale etmelerine, halkın toplumun kaynaklarını o denli çarçur etmelerine rağmen döviz yükselmeye devam ediyor. Bir kriz döngüsü içindeyiz. Döviz krizi, peşinden finansal kriz, peşinden toplumsal kriz. Şimdi tekrar döndük, döviz krizi aşamasına. Kriz sarmalı devam ediyor. Krizden çıkabilecek bir çözüm üretemiyorlar, bu çözümü üretecek akla da sahip değiller. 

Yaptıkları müteahhit bütçesi, savaş bütçesi 

Bu anlayışla bir bütçe yaptılar. Bütçeye dönüp baktığınızda krizleri aşmaya dönük değil, tam tersine bu krizleri derinleştirecek, yıkımı derinleştirecek bir bütçe. Ne bütçesidir? Müteahhit bütçesidir. Ne bütçesidir, savaş bütçesidir. İşin kolayını bulmuşlar Kürd'e savaş, Türkiye halklarına şiddet ve bunu sağlayabilecek bir iktisadi rant çarkı. Bu çarkın içinde kim var? Müteahhitler var silah tüccarları var bununla kendi devirlerini saadet devrine dönüştürme peşindeler. Bu böyle gitmez, bunun böyle gitmeyeceği artık tüm çıplaklığı ile ortada. 

Suriye'den ders almamış iktidar şimdi aynı senaryoyu Libya için önümüze getiriyor

O denli siyaseten tükenmişlik hali var ki bunun son örneği Libya. Suriye meselesinden hiç ders alamamış bir iktidar şimdi de aynı senaryoyu Libya için önümüze getiriyor. İşte İdlib’de yaşananlar. Cumhurbaşkanının biliyorsunuz çok şapkası var. Cumhurbaşkanı şapkası var, hükümet başı şapkası var, AKP genel başkanı şapkası var. Maharet şapkaları zamanında doğru kullanmak, ama böyle bir maharet yok, habire şapkaları karıştırıyor. Şimdi kalkmış diyor ki, 'Libya bizim için vazgeçemeyeceğimiz bir müdahale alanıdır'. Suriye konusunda zerre kadar ders almamışlar, şimdi İdlib’den gelecek olan 80 bin kişi dünyayı tehdit ediyor. Bu İdlib nasıl ortaya çıktı? Ya da Suriye'de IŞİD ve sonrasında gelişen çeteler, ÖSO’su, SMO'su kimin marifetiyle bu hale geldi? 'Suriye’nin toprak bütünlüğü' diyor. Bu toprak bütünlüğüne saygı göstermeyen yegane unsur sizsiniz. Aynı şey yarın Libya'da da karşımıza çıkacak. Tüm bunları durdurabilmek adına bu sistem den kurtulmalıyız. 

Erken seçim çağrımız sadece bir seçim talebi değil, sistem değişikliğine ihtiyaç var

Erken seçim çağrısı yaptık, ne kadar çabuk kurturulursak o kadar iyi diye. Tüm Türkiye’ye bu çağrıyı yaparken bunun sadece bir seçim talebi olmadığını anlatmaya çalıştık. Bir sistem değişikliğine yeniden ihtiyacımız var. Eskiye öykünerek bunu söylemiyoruz, evet sistem değişmeli ama eskiyi tekrar etmek adına değil. Türkiye halklarının bir arada yaşama iradesine, demokratik cumhuriyeti var edebilecek bir anlayışa uygun bir sistemi var etmeliyiz. 

Seçim onların siyasi hayatlarının sonu olacak 

Bu sistemi ancak demokratik bir anayasa ile var edebiliriz. Demokratik anayasa sadece bir anayasa yapım süreci değildir, bir arada yaşamayı sağlayacak bir demokratik zemini, bir toplumsal mutabakatı var etme çabası gayretidir. Bunu yapabilmek adına 'erken seçim' dedik. Bunu yapabilmek adına Türkiye’nin önünü açabilecek bir adım attık. Erken seçimden ya da seçimden kaçmaya devam edecekler. Biliyorlar ki bu seçim onların siyasi hayatlarının sonu olacaktır. Bu, tükenmişliklerinin sandıkta belgelenmesi olacak. 

Erken seçime kadar yapacaklarımız var

Erken seçim kaçınılmaz ama erken seçime kadar yapacaklarımız var. Erken seçime kadar demokratik anayasa, demokratik zemin süreçlerinin var edilmesi, demokrasi ittifakı çerçevesinde örülmesi, var edilmesi, politik toplumsal örgütlenme ayaklarının inşa edilmesi önemli görevlerimizden biridir. Konferanslara gidiyoruz, büyük kongremize gidiyoruz; ama bu sadece HDP’’nin kendi içine dönük, HDP’nin kendisini örgütleme arayışı olmayacaktır. Bunun çok daha ötesinde büyüyen, genişleyen, toplumu örgütleyen, hep birlikte Türkiye’yi, Ortadoğu’yu dönüştüren demokratik toplum anlayışıyla demokratik cumhuriyeti, var eden ve tabi ki onurlu bir barışı var edebilecek bir dönüşüm süreci olacaktır. Erken seçime giden yolu örmek, örgütlemek ve erken seçim sonrası da bir dönüşüm, değişim programı olarak, bir geçiş programı olarak o demokratik rejimi var etmek, çoğulcu laik bir demokratik parlamenter sistemi var edecek bir dönüşüm sağlamak gerekiyor. 

 

 

Kaynak : Vişne Haber Ajansı-www.istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları