loading
close
SON DAKİKALAR

TÜRKEVİ

Atay Sözer
Tarih: 25.09.2021
Kaynak: wwww.istanbulgercegi.com

Atay Sözer; Gökdelene hasret New York’u en büyük binayı dikerek hasetinden çatlatacaktık, heyetimizdeki babayiğit müteahhitlerden biri gökdelene bakarak iç geçirdi: “Ula pu binayı ha buraya diktuk ama acaba üstüne bir de çekma kat çikayduk daha iyi mi olurdu?” diye biraz hayıflandı.

Şanslı bir gazeteci olarak pek muhterem liderimizin büyük lütufları sonucu Amerika’daki Türkevi açılışına katılmak için gidecek heyete seçilme şerefini yaşıyorum.

O dev gibi uçağa binerken daha uçak kalkmadan mutluktan uçmaya başlamıştım çoktan, yanımdaki diğer Yaladaş (Yalaka-yandaş) arkadaşlarımdan biri;

“Bu ilk seferin mi?” diye sordu.

“Evet, heyecandan öleceğim neredeyse…”

“İlk seferde hep olur bu, sonraki seferlerde giderek alışırsın ama yandaşlık ve yalakalıktan sonra bir de yalama olabilirsin benim gibi. Ama bu işin fıtratında var bu…”

“Peki beyefendiyle tanışıp konuşma şerefine nail olabilecek miyiz acaba?”

“Onu Eşref bilir…”

“Eşref Bey kim, beyefendinin yeni baş danışmanı mı?”

“Yok, beyefendinin eşref saatinden söz ediyorum; eşref saati yerindeyse şöyle beş on dakikalık yüzünü gösterebilir…”

“Peki soru sorma imkânımız olacak mı?”

“Onun için çekiliş yapılıyor, kurada kazanan sorabiliyor tabii kazananlar da ayrıca bir kuraya daha giriyor.”

“O ne kurası?”

“Soracağın soruyu çekiyorsun, herhalde beyefendiye kendi kafandan soru sormayacaksın; kurada hangi soru çıkmışsa onu soracaksın. Ne kadar ulvi bir kişi ki seni soru düşünmek zahmetinden kurtarıyor.”

Bu arada iletişim başkanı bütün heyete beyefendinin yeni çıkan Daha Adil Bir Dünya Mümkün kitabından birer tane verdi.

“Yol boyunca bu kitabı iyice belleyin, New York’a geldiğimizde imtihan edeceğim kaybeden dönüş uçağına binemez haberiniz olsun…”

Yalnız bana verilen İngilizce diye gösterilip aslında Fransızca olan baskısıydı, gene de ezberlemek için elimden geleni yapacaktım… Un monde plus juste est possible, Un monde plus juste est possible, Un monde plus juste est possible; diyerek hemen bellemeye başladım.

Beni o halde gören diyanet işleri başkanı, “Uçaktan korktuğun için dua mı ediyorsun evladım?” diye sordu.

“Hayır efendim beyefendinin kitabını belliyorum…” dedim.

“Tövbe estağfurullah” diye başını çevirdi, galiba söylediğimi yanlış anladı.

Ne yazık ki Eşref Bey gelmediği için, beyefendiyle görüşme şerefine nail olamadık çünkü Amerika’ya gitmişken Başkan Biden’le de bir görüşme yapmak için gerekli ayarlamalar yapmakla meşgulmüş.

Kulağımıza gelen dedikodulara göre Beyaz sarayla bizimkiler arasında şöyle bir konuşma geçmiş.

“Sayın Başkan biz geliyoruz birazdan…”

“Siz kimsiniz?”

“Türk heyeti, Türkevini açacağız… Hani var sizin oradaki en büyük gökdelen…”

“Anladım başkasınınkini görmeyen kendininkini gökdelen sanırmış; e ne vardı?”

“Bir maniniz yoksa gelmişken size de uğramak isteriz…”

“Niye ki?”

“Bir kahvenizi içerdik…”

“New York’ta adım başı kafe var gidin istediğinize işte…”

“Şöyle bir kapıdan uğrasaydık bari; gelmişken bir de imzalı kitabımızı bırakırdık…”

“Zahmet etmeyin kitabı kargoyla yollayın, zaten kitabın özetini çıkarttırıp sonradan okuyacağım nasılsa…”

“Bari kapıda bir selfi çekineydik…”

“Evde yokuz kardeşim…”

“O zaman şöyle yapalım, şimdi biz oraya gelelim, siz camdan el sallayın….”

“Aloooo… sesiniz gelmiyoooo… Alooo… Hay Allah hat gitti galibaaa… Çaaat..”

“Aaaaa suratımıza kapattı resmen…”

New York’a gelmiştik buradan hemen Türkevi’nin açılışına katılacaktık.

Gökdelene hasret New York’u en büyük binayı dikerek hasetinden çatlatacaktık, heyetimizdeki babayiğit müteahhitlerden biri gökdelene bakarak iç geçirdi: “Ula pu binayı ha buraya diktuk ama acaba üstüne bir de çekma kat çikayduk daha iyi mi olurdu?” diye biraz hayıflandı.

Gerçekten de tarihimizin en büyük olaylarından birini yaşıyorduk resmen tarihe tanıklık ediyorduk. En uzun, en büyük binayı dikerek Bizans surlarına bayrak diken Ulubatlı’nın torunları olduğumuzu kanıtlamıştık. Ama açılış için gelen kimse yoktu ya biz çok erken gelmiştik ya da onlar yanlış yere gitmişlerdi.

“Nerede izleyiciler?” diye sordum.

“İzleyiciler bizleriz, bizim öyle toplama kalabalıkla işimiz olmaz, izleyicimizi de memleketten getiririz böyle. Yoksa ne diye o kadar masraf yapıp getirsinler sizi buraya kadar.”

Bu binada öğrencilerimiz gelip kalabilecekti; bizim orada yurt bulamıyoruz bahanesiyle sırf hükümetimizi küçük düşürmek için parklarda yatan vatan hainleri olduğunu duyuyoruz. Alın size mis gibi yurt, üstelik Amerika’da; gelin kalın işte. Buradan gidip gelirsiz okulunuza. Ha diyeceksiniz, “Yol uzun, gidiş geliş masraflı ne yapalım?” diye eh siz de her şeyi devletten bekliyorsunuz canım, onu da siz halledin. Gerekiyorsa biraz erken çıkıp yürürsünüz, karşınıza Okyanus çıkınca da yüzersiniz, spor olur.

Burasıyla ilgili pek çok öneri gelmeye başladı; bu binanın bir kısmını müşteri garantili otel olarak satarsak ne iyi olurdu. Gelmeyen müşterinin parasını da gene milletten toplardık ne güzel, zarar etme şartı sıfır.

Beyefendinin yaptığı muhteşem konuşmadan sonra diyanet dişleri reisimizin duaları eşliğinde kurdele kesme merasimine geçildi, hepimize birer makas verildi, heyecan içindeydim bir yandan da “Un monde plus juste est possible” diye kafamın içinden bellemeye devam ediyordum; birden biri kafamın üzerine tok tok ok diye vurmaya başladı ve:
“Van minut… Alooo ne oluyoruuuz!” diye bir ses duydum meğer dalgınlıkta kurdeleyi vaktinden evvel kesmişim. Dolayısıyla da beyefendi bana çok kızmış. Ceza olarak dönüş uçağına almadılar orada bıraktılar.

Bari gelmişken biraz Türkevine misafir olayım dedim oraya da sokmadılar, şimdi bizim öğrenciler gibi parkta yatıyorum, neyse ki oradaki polisler “Burada uyumak yasak” diye insanın başına dikilmiyor….

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları