loading
close
SON DAKİKALAR

Analiz: Kuzu kuzu geleceksiniz derken kuzu kuzu kendi gitti

Can Ataklı
Tarih: 22.10.2015
Köşe: Günlük Yazılar

Can Ataklı; Bu imparatorluğu çok yakında hep birlikte yerle bir edeceğiz.

Saraydaki kişi “tarafsız” cumhurbaşkanı ya Kıbrıs’ta esip gürlemişti cumartesi günü. “Bu muhalefet var ya bu muhalefet, kafayı takmış saraya, kaçak saray diyor, o saray kadar başınıza taş düşsün. Ama göreceksiniz kuzu kuzu gelecekler.”

Muhalefet “kuzu kuzu” gelecekse ne için gelecek?

Herhalde ev ziyaretine değil.

1 Kasım’dan sonra çıkacak tabloya göre muhtemelen hükümeti kurma işi muhalefete düşecek.

Saraydaki aslında bunun farkında. Öfkeye kapılıp muhalefete çakayım derken kendi kendini ele veriyor.
Belli ki yandaş medyadaki “AKP yükseliyor, yine tek başına iktidara geliyor” yayınların doğru olmadığını ve asıl gerçeğin AKP’nin daha da eriyeceğini kendisi de biliyor.

Geçelim, gelmek istediğim konu şu “kuzu kuzu” meselesi.

Alman Başbakanı Merkel bir günlüğüne Türkiye ziyareti yaptı. Merkel önce Başbakan’la sonra da saraydaki ile görüştü.

Bu görüşmelerden biri Dolmabahçe Sarayı’nda diğeri de Yıldız Sarayı’ndaki Mabeyn Köşkü’nde gerçekleşti.
Türkiye’nin başkenti Ankara. Ancak Avrupa’nın en güçlü liderini İstanbul’da karşılayıp ağırladık.

Yabancı devlet adamlarıyla resmi görüşmeler ilk kez İstanbul’da yapılmıyor. Öyle olmasına öyle de zaten İstanbul’da yapılması önceden planlanmış uluslar arası toplantılar dışında bir devlet adına yapılan resmi ziyaretler mutlaka Ankara’da başlar, İstanbul ise sosyal amaçlı ikinci durak olarak kullanılır.

Ama ilk kez bir yabancı başbakan “Ankara’daki sarayda görüntü vermek istemiyorum, bu nedenle Ankara’ya hiç gidilmesin, görüşmeler İstanbul’da yapılsın” diyor.

Bu bilgi Almanya kaynaklarından geldi ve Türk dışişleri hiçbir yalanlama yapmadı.

Bu durumda saraydaki kişi muhalefeti aşağılamak için “kuzu kuzu geleceksiniz” diye esip gürlerken, Alman Başbakanı’nın dayatması sonucu kendisi “kuzu kuzu” İstanbul’a gitmiş duruma düştü.

Ama hep böyle değil mi? İçerde sanki tüm dünyaya kafa tutuluyormuş mesajı verilirken dışarıda her isteğe boyun eğilmiyor mu yıllardır?

--ŞAŞIRDIM—

O ne koltuk öyle

Saraydakinin Alman Başbakanı’nı ağırlarken Mabeyn Köşkü’nde oturttuğu koltuğu gördünüz değil mi?

O ne koltuk öyle. Koltuktan çok tahta benziyor ki, zaten Sultan Abdülhamit’in oturduğu koltuklarmış onlar. Yani zaten bir anlamda taht.

Merkel’in “Sarayda görüntü vermek istemiyorum, Ankara’da görüşmeyelim” demesine karşılık saraydaki kişi “nazire yapmak” istedi galiba.

Bizimkiler Arap şeyhlerini andıran şatafatlı gösterilerin yabancıları çok etkilediğini ve böylelikle Türkiye’ye “büyük ülke, güçlü ülke, süper ülke” muamelesi yaptıklarına inanıyorlar.

Oysa tam tersi. Özellikle batılı ülkelerde bu tür gösterişlere “görgüsüzlük” olarak bakılıyor.

Göreceksiniz, önümüzdeki günlerde batı medyasında Merkel’in oturduğu koltukla ilgili pek çok “alaycı” yazı çıkacaktır.

Bu arada, ben de bilmiyorum, o şatafatlı koltuklar orijinal mi yoksa tıpkısının aynısı olarak yeni mi yapılmış.
İkisi de olsa facia. Eğer orijinalse, onların tarihi değeri vardır ve müzede korunması gerekirken günlük işlerde kullanılması en azından tarihe saygısızlıktır. Yok eğer tıpkısının aynısı yapıldıysa o da demokratik bir hukuk devletinde “padişah dönemine özlem duyulması” gibi bir garabet çıkaracaktır ortaya ki, bu da bizi yönetenlerin kalitesini ortaya koyması açısından ibret vericidir.

--BUNU YAZMAK GEREK---

Çok özledim

Yazılı basındaki son yazım 23 Nisan 2013’te yayınlandı. Vatan Gazetesi’ndeydim, Genel Yayın Müdürü “Patron bir süre izin yapmanı istiyor” dedi.

Durum ortadaydı. İktidarı rahatsız eden muhalif yazılar yazıyordum, patron zor durumda kalıyordu. “Belki biraz idare ederim” diye beni zorunlu izne çıkarmıştı.

İznin süresi belli değildi. Bir ay geçti. Kızım Peri dünyaya geldi. Aynı sırada Gezi olayları patladı. “Artık yazarım” diyordum ki, bir ay daha geçti. Derken bir ay daha.

Sonunda 19 Temmuz günü yine Genel Yayın Müdürü aradı ve “yollarımızı ayırmak zorundayız artık” dedi.
Bugün 20 Ekim. Bir yılı aşkın süredir sizlerden ayrıyım.

Gerçi pek çok televizyon kanalında, internet sayfalarında, bazı panel ve konferanslarda birlikte olduk ama bir gazetede yazmanın tadı da keyfi de başka.

Bugün yepyeni bir gazetede, çok genç bir gazetede yine sizlerleyim. Galiba şu anda gazetenin tek yazarı da benim.
Ama biliyorum ki sizlerin katkılarıyla bu gazete her geçen gün daha da büyüyecek, sevdiğiniz, özlediğiniz pek çok yazar hak ettikleri yeri alacaklar.

Korkusuz adı gibi korkusuz bir gazete.

Korkusuz’un korkusuz okurları bu ülkede korku imparatorluğu kurmaya kalkanların en büyük kâbusu.

Bu imparatorluğu çok yakında hep birlikte yerle bir edeceğiz.

Yazmayı da sizleri de çok özlemişim.

Bir daha ayrılmamak dileğiyle.

-----KOMİK---

Hiç utanma olmayınca

Eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek sabah sabah ekranda. İsmail Küçükkaya’nın sorularına cevap veriyor. 

Küçükkaya çok basit bir soru soruyor; “7 Haziran’dan önce CHP asgari ücreti 1500 lira yapacaklarını söyleyince siz karşı çıkıp kaynak bulamayacaklarını söylemiştiniz. Şimdi siz 1300 lira diyorsunuz. Ne değişti, kaynak nereden bulunacak?”

Şimşek “Yok öyle değil” dedi. Meğer AKP’nin bütün vaadlerinin toplamı 19 milyar lira tutuyormuş bu da milli gelirin yüzde biriymiş. Oysa CHP’nin vaadi 130 milyarı aşıyormuş, bu da bütçe açığının defalarca katlarmış.

İnsanda hiç utanma olmayınca demek ki böyle oluyor. Düne kadar “ülkeyi batırır” dedikleri bütün projeler aradan üç ay bile geçmeden AKP’nin seçim vaadi haline gelmiş, eski bakana da halkı buna inandırmak düşmüş.

Oysa bu bakan “bunu başarsınlar ben de oyumu CHP’ye vereceğim” diye güya alay etmişti. 1 Kasım’dan sonra sanırım “alay edilmeyi” bile mumla arayacaklar.

---ÖFKELİ ADAM---

Helal olsun Adana polisine nasıl da şıp diye yakaladı

Mehmet Faraç sert muhalif yazarlardan biliyorsunuz.

Önceki gün Adana’ya gidiyor. Yine kendisi gibi muhalif yazarlardan Ümit Zileli ile birlikteler.

Çukurova Belediyesi’nin düzenlediği “Türkiye nereye gidiyor?” başlıklı panelde konuşacaklar.

Adana’nın her tarafında panelin afişleri asılmış. Gören her göz Mehmet Faraç’ın Adana’da olduğu biliyor yani.

Ama ne var ki Faraç’ın 1.5 yıl önce yazdığı bir yazı nedeniyle ifadesinin alınması gerekiyormuş, polis bu nedenle arama! bülteni çıkarmış. Adana polisi de o kadar cevval ki, Faraç’ın kaldığı oteli öğrenip sabahın 5’inde odasını basmış.

Elbette şimdi Adana emniyeti “Efendim, GBT’ye uyuyoruz, kanun böyle, uygulama böyle” falan filan gibi bahanelerin arkasına sığınacaktır.

Ama kardeşim, göz var izan var, kanunda bile yeri olan “maruf kişi” gibi bilinen bir kural var. Mehmet Faraç kamuoyunun tanıdığı bildiği yani “maruf” bir kişi. Evi belli, çalıştığı gazete belli, çıktığı televizyon belli, ne zaman nereye gidip geldiği bile belli.

İstanbul polisi buna rağmen Faraç’a ulaşamamış ama Adana polisi şıp diye bulup yakalamış, adalete teslim etmiş.
Yemeyin bizi Allahaşkına, buna kanunu uygulamak değil düpedüz “sarayın ve avanesinin gözüne girmek için yapılan işgüzarlık” denir.

O cevval Adana polisi sokaklardaki afişlere baksa bile Mehmet Faraç’ın kaçta nerede olacağını bilirdi.

Can Ataklı - Korkusuz

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları