loading
close
SON DAKİKALAR

Bazen gerçeği söylemenin çok acı sonuçları olabilir

Can Ataklı
Tarih: 22.02.2023
Köşe: Günlük Yazılar
Kaynak: Can Ataklı - Korkusuz

Can Ataklı; Artık “Yeni Türkiye” yok “Yepyeni bir Türkiye” var.

ANALİZ

Artık “Yeni Türkiye” yok “Yepyeni bir Türkiye” var

Depremin yaralarını sarmayı umut ederken Hatay’da bir korkutucu deprem daha meydana geldi.

Gerçi deprem uzmanları, “Bölgede hareketlilik bitmedi, yeni depremler yaşanması büyük olasılıktır” değerlendirmeleri yapıyor birkaç gündür.

Bu depreme rağmen uyarılar hâlâ sürüyor.

Bu koşullar altında hızla enkazı kaldırmak ve bir yıl içinde bitecek yeni binalar yapmaya kalkmak ne kadar akıllıca bilmiyorum.

Ancak iktidarın bütün hevesi, depremdeki olumsuz koşulları lehine çevirmek.

Bu uğurda belli ki yapmayacakları şey yok.

Buna karşı toplumdaki ciddi öfkeyi mutlaka görüyorlardır artık.

Yakın bir zamanda durumu tersine çevirebilirler mi?

Şu an kestirmek kolay değil, ama hiçbir şeyi eskiye çevirmek pek mümkün değil artık.

Açıkçası 6 Şubat bir milat oldu.

Hiçbir şey 6 Şubat’tan önceki gibi olmayacaktır.

İktidar istediği kadar çırpınsın, elindeki devlet gücünü hunharca kullansın akan suyu geri çevirmeleri artık zordur.

Bu iktidar eskiyi kötülemek için yıllardır bir “Eski Türkiye-Yeni Türkiye” çığırtkanlığı yapıyor.

İktidar ve destekçilerine göre eski Türkiye hiçbir şeyin olmadığı, demokrasi ve hukukun asla işlemediği, laik Atatürkçü bir azınlığın adeta diktatörlük yaptığı bir dönemdi.

Öyle ki cumhuriyetin ilanından bu yana ülkeye çivi bile çakılmamıştı.

Fırından buzdolabına, otomobilden telefona her şeyi Türkiye’ye Erdoğan getirmişti.

Eskiden yol yoktu, demiryolu yoktu, köprü ve barajlar yapılmamıştı.

Ne bir tünel açılmıştı ne bir otoyol yapılmıştı eskiden, hepsini Erdoğan’a borçluyduk.

İktidar sıkıştıkça “Eski Türkiye” safsatasını ortaya atıp “Artık yeni Türkiye var, alışın” propagandası yaptı.

Yeni Türkiye dedikleri aslında her türlü haksızlığın, hukuksuzluğun yaşandığı, demokrasinin askıya alındığı, özgürlüklerin alabildiğine kısıtlandığı, görgüsüz bir inşaat hamlesinin yapıldığı, halk yararına koruyucu hiçbir önlemin alınmadığı, ekonominin saray ve çevresini zenginleştirmekten öte bir işlevinin olmadığı bir Türkiye aslında.

İşte milat olan 6 Şubat’ta yaratılmak istenen bu algı da çöktü.

Evet siyasal İslamcıların çarpık bakış açısına göre eski Türkiye yok artık.

Çünkü artık “yepyeni bir Türkiye” var.

AKP iktidarı ve saray yönetimi depremi bahane edip bütün primleri kendinde toplamaya çalıştı ama nafile.

Bu depremle birlikte topluma dayatılan ve vazgeçilmez gibi anlatılan kavramların çoğu çöktü.

Örneğin din istismarı ve din üzerinden siyaset çöktü.

Depremi bile dine bağlayıp zeytinyağı gibi üste çıkma çabası dindar olan olmayan herkesin tepkisini çekti gözünü açtı.

Depremle ilgili saçma sapan dini yorumlar getirmeye çalışanlar “kör gözün parmağına” örneğindeki gibi toplumun sinir uçlarıyla oynamaya kalktı, sonuç hüsran oldu.

Bu depremle birlikte devlet kavramının iktidar için kullanıldığı anlaşıldı, devletin yüceliği üzerinden yapılan beyin yıkama operasyonları çöktü.

Yine bu depremle birlikte kaynakların sadece belli kesimler için kullanıldığı, yardımların bile bir şova dönüştürülerek istismar edildiği görüldü.

Sonuçta, AKP ve saray da artık şu gerçeği görmek zorunda.

Türkiye gerçekten değişti.

Yepyeni bir Türkiye var artık.

“Eski Türkiye” safsatası ve karalaması çöktü, iktidarı da altına aldığını söylemek yanlış olmaz.

BUNU YAZMAK GEREK

Bazen gerçeği söylemenin çok acı sonuçları olabilir

Daha önceden bildiğim Arthur Schopenhauer’e ait olduğu bilinen bir fıkra/hazin öykü deprem günleri sırasında sosyal medyada dolaşmaya başladı.

Okumayanlar için aktarayım;

Üç kişi giyotinle idama mahkum olur. Bunlardan biri papaz, biri hakim, biri de fizikçi

İdam sehpasına ilk papaz çıkarılır. Başını giyotinin altına yerleştirir ve sorarlar:

– Son sözün nedir?

Der ki:

– Ben Allah’a inanıyorum, O beni kurtaracaktır. Allah… Allah… Allah…

Giyotini indirdiklerinde boynuna birkaç santim kala giyotin durur. Halk şaşırır ve hep bir ağızdan bağırır:

– Onu serbest bırakın, Allah sözünü söylemiş ve onu korumuştur.

Böylece papaz idam edilmekten kurtulur…

Sıra hakime gelir, ona da sorarlar:

– Demek istediğin en son söz nedir?

Der ki:

– Ben papaz gibi Allah’a inanmıyorum. Ama adalete güveniyorum. Adalet… Adalet… Adalet…

Giyotini indirirler, giyotin hakimin de boynuna birkaç santim kala durur…

Bunun üzerine insanlar tekrar şaşırır ve bağırırlar:

– Adalet sözünü söyledi, onu serbest bırakın.

Böylece hakim de boynunun kesilmesinden kurtulur…

Sıra fizikçiye gelir. Ona da “Son sözün nedir?” diye sorarlar

Der ki:

– Ben ne Allah’a inanan bir papazım ne de adalete güvenen bir hakim. Bildiğim tek şey şudur: Giyotinin ipinde bir düğüm var ve o düğüm giyotinin tam inmesine engel oluyor.

Görevliler giyotini kontrol edince gerçekten de bir düğüm olduğunu görürler. Düğümü açıp tekrar bırakırlar, böylece fizikçinin başı bedeninden kopar.

Toplumdaki “düğümler” ve sorunlara işaret edip gerçekleri söylemenin acı sonuçları olabilir!…

Gerçeğe talip olanlar, bedel ödemeyi göze almalıdır.

BAŞIMDAN GEÇENLER

Okul bahane, villalar şahane

Beylerbeyi’den Burhaniye’ye çıkan yolu sıklıkla kullanırım.

Bir süredir Burhaniye’nin en görünür tepelerinden birindeki hummalı çalışma dikkatimi çekiyor.

Dikkatimi çeken yapılan inşaat değildi.

“Artık alıştığımız gibi bir AKP’li yine Boğaz öngörünüm bölgesinde kendine şahane ev yapıyordur” diye düşündüm.

Bunlara karşı bir şey yapılamıyor, para sahibi AKP’li olsun yeter, gerisi kolay, engel de olamıyorsunuz.

Benim dikkatimi çeken yukarıda kayaların kırılması ve bunların dik yokuştan aşağı doğru atılmasıydı.

kayalar yola inerse ne olur düşünün.

Hep gittiğim Semtin Kahvesi’nde sohbet ederken “Yahu şu Burhaniye’deki garip hafriyat neyin nesi bilen var mı?” diye sordum.

O mahallede oturan biri “Sormayın Can Bey ne zamandır mücadele ediyoruz, okul inşaatı diye başladılar, okulu bitirdiler, şimdi okulun bahçesine üç tane süper lük villa inşaatına başladılar” dedi.

Bunun üzerine kalktık “olay yerine” gittik.

İki delme makinası büyük gürültü ile çalışıyor.

Çevre sakinleri “Zemin kaya olduğu için kırıcılarla kırıyorlar, gecenin geç saatlerine kadar sürüyor bu çalışma, uyku uyuyamadığımız gibi evlerimiz de sallanıyor” dediler.

Biraz soruşturunca işin aslını da öğrendim.

SA-FA İnşaat Şirketi yıkım kararı alınan okulun yerine 4 katlı eskisine oranla daha sağlam ve modern bir okul binası inşa etmiş.

Karşılığında ise okulun önündeki araziye üç lüks villa yapmak istediğini söylemiş.

Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen de bu şirkete üç villa yapma izni vermiş.

Çevre halkı mahkemeye başvurmuş.

Bilirkişiler inşaat için ruhsat alınmadığını, çevre binalara bir hasar verilip verilmeyeceğine ilişkin inceleme yapılmadığını saptamışlar.

İnşaat şirketi sadece komşu binaların kot farkından oluşan temellerini sağlama almak için bir istinat duvarı yapmışlar o kadar.

Peki mahkeme ne karar vermiş?

Daha vermemiş.

Kolay değil, inşaatı yapanlar AKP’li, izni veren AKP’li, muhtemelen sözlü izin de daha yukarılardan gelmiştir, mahkeme ne yapsın?

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları