loading
close
SON DAKİKALAR

Felaket Yollarında bir Cambaz

Mehveş Evin
Tarih: 20.03.2012

Çağlayan Merkez’den bildiriyorum. Şehir içi bu mu, pek emin değilim...

Gazetemiz, birkaç hafta önce Çağlayan’a taşındı. Böylece Milliyet, yıllardır alıştığı Bağcılar’daki binasını terk edip ‘şehir içi’ne transfer oldu. Karşımızda Adalet Sarayı, önümüzde E-5, arkamızda Çağlayan’ın Çin Mahallesi’ni andıran sıkışık nizam evleri, sağlı sollu yükselen gökdelenlerle, İstanbul’un bambaşka bir noktasına geldik.

Benim için Bağcılar’a gidip gelmek, başlı başına bir yolculuk olduğu için gazetenin artık şehrin merkezinde olmasından memnunum. Fakat ‘merkez’in ne olduğuna dair şüpheler kafamda dolaşmıyor değil.

Mesela ‘dalış tüneli’nin nemenem bir şey olduğunu şimdi anlıyorum. Çağlayan’da yapılan yol düzenlemesiyle trafiğin bir kısmı yeraltına alındı. Şoförlere sorarsanız bir şey değişmedi. Yayalar içinse A noktasından B noktasına ulaşmak her zamankinden daha zor.

Kaldırım değil şerit

Şoförlü arabanızla veya taksiyle gelip kapının önünde inmiyorsanız-ki bunu Çağlayan, Mecidiyeköy trafiğinde yapabilmek de başka bir eziyet-yani toplu taşıma araçlarını kullanıyorsanız bildiğiniz cambaz olmanız lazım.
Gazeteden metro durağı, 10 dakikalık yürüme mesafesinde. Fakat tabii, yürüyecek bir kaldırım bulabilirseniz! Kaldırım olarak tasarlandığını düşündüğüm şeritler, maksimum iki insanın yürüyebileceği genişlikte. Birdenbire daralıp, tek kişinin zar zor yürüyebileceği en çok 50 santimetre genişliğinde tuhaf bir çıkıntının üzerinde buluyorsunuz kendinizi.
Geçen gün böyle oldu, elimdeki çantam ve bendeniz bir kaldırıma sığamadık. Arabalar çarpmasın diye karşı kaldırıma geçtim. O kaldırım birden genişleyince sevindim, meğer otobüs durağı cebine girmişim!

Her şey araç için...

Bu anlattıklarım, kilometre kare başına en az 600 insanın düştüğü Mecidiyeköy’de oluyor. 80’lerde, 90’larda değil, çok kısa zaman önce düzenlenmiş, dalış tünelleriyle ‘Avrupa’nın en büyük’ adalet binasına giden yollar bunlar. Tam bir şehircilik skandalı, tam bir keşmekeş.

Bir kez daha anladım ki İstanbul kadar yayayı hesaba katmayan, hatta eziyet çektirmek için özellikle düzenlenmiş bir şehir olamaz.

Her şey araç trafiğine göre düşünüldüğü için yollar da buna göre yapılıyor. Ha, araçlar rahatça ilerleyebilse, anlayacağım. O da yok. Hep sıkışık. Taksim’e planlanan o ucube proje de korkarım buna benzeyecek.
Toplu taşıma koyuyorsun, ama insanların durağa ulaşması bir mucize! İnsan selinin arasında, kaldırımsız çukurlu yollarda, insan selinin arasında bir boşluk bulup yürümek yürek istiyor. Egzos gazını ve mütemadiyen çalan kornalara eşlik eden analı avratlı küfürlere hiç girmeyeyim!

Belediye başkanı olsam, bir gün makam arabamdan inip, korumalarımı bırakıp Mecidiyeköy’de akşam 18.30’da yürürüm. Bu deneyimin sonunda herhalde utanıp istifa ederdim.

* Bu yazıyı İstanbul-İzmir uçağında yazdım. Hayır efendim, yolcululuk sırasında değil, uçağa bindikten sonra, kalkış için geçen sürede!

* Zaten rötarlı bindik. 11’de kalkması gereken uçağın içinde, yarım saat bekledik. Pilot, kalkış için 25’inci sırada olduğumuzu duyurdu.

* Evet, İstanbul Atatürk Havalimanı’na hoşgeldiniz! Şaşıracak bir şey yok, çünkü uzun zamandır buradan uçmak veya buraya inmek, size artı iki saat olarak iade oluyor.

* Kendi zaman kaybıma, toplantı kaçırmama üzülmeyi geçtim. Zaten atmosferi feci kirleten uçakların, saatlerce motorları çalışarak bekletilmesi feci bir israf, gerçek bir ekonomik ziyan.

* Madem havaalanı bu kadar çok uçağı kaldıramıyor, o zaman buna göre düzenleme yapılsın. THY büyüdü iyi hoş ama bu kadarını kaldıracak altyapı yok demek ki!
* Benim gibi Avrupa yakasında oturanlara sesleniyorum: iç hatlar uçuşu için Sabiha Gökçen’den şaşmayın!

Mehveş Emin, Milliyet.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları