loading
close
SON DAKİKALAR

AKP kongresinde yeni olan nedir?

Prof. Dr. Ahmet Özer
Tarih: 03.10.2012

Prof. Dr. Ahmet Özer yazdı, ''AKP'nin ikinci bir on yılı olmayacaktır. 2011 seçimlerinden itibaren Türkiye yeni arayışlara girmiştir...''

Yeni söylem boş çıktı

AKP yeni söylem, yeni katılım ve yeni eylem vaatleri ile yeni bir kongre yaptı. Öncelikle çıtası önceden yükseltilen söylemle başlayalım. Söylemde yeni birşey ortaya konulmadı. Erdoğan'ın konuşmasında yeni demokratik hedefler, Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiyenin birikmiş kronik sorunlarına yönelik çözümler ortaya konulması beklenirken, bu babda büyük dağ küçük fare doğurdu denebilir. Doğrusu bu kadar beklentinin yükseltildiği, içinde reformasyon, restorasyon, vizyon vs laflarının sıkça geçtiği kongre öncesi propogandalardan sonra ortaya çıkan tam bir fiyaskodur. Gelelim eyleme. Eylem içinse 2023 ylını baz alan 63 maddelik hedefler silsilesi ortaya konuldu. Bunun olup olmayacağı için zamana ihtiyaç var. Üstelik bunlar, herhalde Cumhurbaşkanı seçimi öncesinde seçmeni ürkütmeyelim endişesiyle, Erdoğan'ın ağzından söylenmedi, genel çoğunluğun ulaşamayacağı, ulaşmak gibi bir derdinin de olmadığı bir broşür vasıtasıyla aktarıldı. Bunların içinde önemli tespitler olduğunu söyleyebiliriz. Ama seçmeni on yıllık bir gelecekle bağlayan bu vaatlerin ne kadar hayata geçeceği belli değil. Üstelik bu konuda AKP’nin sicili pek parlak da değil. Geçmişte de pek çok sorunun adını koydular, ama iş onları çözmeye gelince yapmadılar, hep sürümcemede bıraktılar. Başta Kürt sorunu, Alevi sorunu olmak üzre vesayetçilik, 12 eylül yasaları, dokunmazlık, YÖK, yargı vs gibi onlarca sorun sayılabilir. Ya çözmediler ya da kendi çıkarları doğrultularında “çözdüler”, tabi bu çözümse eğer.

Yeni katılımlar makyajdır

Gelelim bu yazının konusu olan üçüncü kısmın konusuna, yani yeni katılımlara. Has Parti eski Genel Başkanı Numan Kurtulmuş başta olmak üzere dışardan bilinen üç isim daha katıldı. Eski DP başkanı S. Soylu, eski rapörtör O. Can ve sosyolog akademisyen meslektaşımız Y. Aktay. Öyle bir propoganda yaptılar ki sanırsınız bütün Türkiye oraya koşuyor. Oysa görüldüğü gibi hiç de öyle bir şey yok. Sonuçta AKP çizgisinde olan iki politikacı iki de akademisyen katıldı. Numan Kurtulmuşu ele alalım. Daha bir süre öncesine kadar sadece dış politika ve Kürt sorunu konusunda değil birçok alanda AKP’nin politikalarını çarpıcı biçimde eleştiren aynı kişi değilmiydi? Yoksa biz mi yanlış hatırlıyoruz? Daha iki üç ay önce Kurtulmuş AKP yöneticilerini Firavunluk ve Karunlukla suçluyordu; şimdi soruyoruz: 

“Ne değişti de bu kadar eleştiri yönelttiğiniz AKP’ye katıldınız?” Yoksa iktidarın vaat ettiği nimetleri herkesi inandırdığınız ideallerinize ağır mı bastı. Çünkü gerçekten değişen bir şey yok, aksine AKP, ilk yıllardaki değişimci dinamiğini çoktan kaybetti, şimdi statükocu bir parti görünümü sergiliyor. Örnek mi istiyorsunuz: 12 Eylül Anayasası, yasaları, kurumları olduğu gibi duruyor. AKP, Mehmet Bekaroğlu'nun deyimiyle, tüm vesayet kurumlarına Ahmetler yerine kendi Mehmetlerini yerleştirdi. Şimdi sadece iktidar değil, aynı zamanda muktedir oldu. Meclis, hükümet, belediyeler, HSYK, mahkemeler, Emniyet, MİT, YÖK, üniversiteler, ordu, MGK hepsi şimdi ellerinde veya denetimlerinde.. Medya ele geçirildi, kendi sendikaları, STK’ları, sermaye grupları, iş adamları, holdingleri oluştu. 

Müthiş bir iktidar, sarsılmaz bir güç elde ettiler, bu doğru. Peki, ne değişti? Türkiye daha mı demokratik oldu, daha mı şeffaf, daha mı adil yönetiliyor?

Devlet demokratikleştirilmedi

Maalesef, böyle bir şey yok; sadece makamları, statüleri, imkânları, ihaleleri paylaştılar; zengin oldular, mal-mülk edindiler, devlet bizim, biz devletiz diyorlar. Bu devlet hâlâ bir sürü yanlışlık yapıyor: Uludere’de sivilleri öldürdüler, Akdeniz’de uçağımız düşürüldü, Afyon’da 25 asker havaya uçtu, Esenyurt’ta insanlar çadırın içinde, Urfa’da cezaevinde yandı, Pozantı Cezaevi’nde çocuklara tecavüz edildi, Samsun’da TOKİ konutlarının bodrum katında çocuklar boğuldu. Oysa aslolan devleti ele geçirmek değil devleti demokratikleştirmektir. Devlet demokratikleşmeyince hiçbir şey tam aydınlanmıyor. Hiçbir açıklama yapmıyorlar, asla hesap vermeye yanaşmıyorlar. Oysa demokratik devleti bürokratik devletten ayıran şey hesap verilebilirliktir. Yoksa biz demokratız demekle demokrat olunmuyor, biz ülkeye ileri demokrasiyi getirdik demkle bırakın ilerisini en vasatından bile demokrasi olmuyor. Sıradan insanlar artık sormaya başladı: Kendilerinden evvelkilerden ne farkları var diye. Bir fark yok, çünkü değiştirmek vaadiyle geldikleri yeri, ele geçirdikten sonra kendileri değişip ona benzediler. Vesayetçi rejimi kaldırdık deyip kendi vesayetlerini kurdular, statükoyu kırdık deyip kendi statükolarını oluşturdular. Onlar da aynen öncekiler gibi kibirli ve hesap sorulamaz oldular. Sorunları tespit edip çözüyormuş gibi yaptılar ama çözmediler. Herşey meydanda: Akan kan durmadı, Kürt sorunu, Alevilerin sorunları yerinde duruyor. Üniversitelerde sorunlar çözülmedi, eğitim ve sağlıktaki kargaşa büyüyor, ülke hâlâ doğru dürüst memur sınavı bile yapamıyor. Yolsuzluklar, kendi zenginini yaratma, köşe dönme bu dönemden sıradan işlere dönüştü. Muhalefetin buna yönelik eleştirileri AKP’nin kemikleşmiş tabanını çok etkilemiyor. CHP, “yolsuzluk yapıyorsunuz” diye eleştirdiğinde bunu tabana ötekinin/düşmanın saldırısı” olarak anlatıyorlar. Ama içerden yükselen bir ses biz “hırsız Müslüman istemiyoruz” dediğinde bundan çok rahatsız oluyorlar. İşte bu nedenle Kurtulmuşun HAS Parti başkanıyken yaptığı eleştiriler epey rahatsız ediyordu. Ayrıca sağdan soldan yeni katılımlarla cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi “hepimiz burada toplanıyoruz” havasını vermeye çalışıyorlar. Tabi bu durum aynı zamanda ülkeyi yeniden cephelere ayrıştırmaya götürüyor.

Projenin sonuna gelindi

Kritik soru şu AKP bunu daha ne kadar götürecek? Erdoğan kendi için 2023’ü, AKP’li gençlere ise 2071’i hedef gösteriyor. Bu hedeflerin gerçekleşebilirliği var mı? Şunu söylemek mümkün; artık AKP projesinin sonuna gelindi. İç ve dış konjonktürün sunduğu imkânlar bitti, AKP rolünü tamamladı. İçerde İdris Şahin’in, şahin politikaları, dışarda Davutoğlu'nun sıfır problemli dış politikası sıfırı tüketti. Ayrıca bir lider partisi olan AKP’yi taşıyan Erdoğan cumhurbaşkanı olmak istiyor, yani bir şekilde devreden çıkıyor. AKP’nin bu arayışı, yeni yeni insanlar katmaya çalışması, ikinci bir dönemi kurtarmaya yöneliktir. Bu, AKP’yi taşıyan muhafazakâr/mütedeyyin seçmen kitlesi için de gerekliydi ki Erdoğan bunu yaptı. İktidarın nimetlerinin tadına varanlar bunun devam etmesini istiyor elbette. AKP’nin bu dönemini kurtaracak olan en önemli imkân bu istektir. Muhalefetin bunu çok iyi görmesi ve ona göre politika üretmesi lazım. Önce şunu görmek gerekir; AKP bu dönemde devleti birikim ve tahakküm aracı olarak kullanmaya devam edecek. Sunduğu imkânları kaybetmek istemedikleri için devleti asla değiştirmeyecekler. Ama ikinci bir dönem için bir makyaja ihtiyacı da açıktı, bu yeni katılımlar biraz da buna yönelikti.

Çözüm yeni bir siyasetedir

Toplum sürekli propogandayla bundan sonraki on yılın da AKP iktidarında geçeçeği, bundan sonraki başkanın (ya da yarı başkanın veya partili cumhurbaşkanın) kesinkes Erdoğan olacağı şeklinde bir empozeye ve güç gösterisine tabi tutuluyor. Çünkü bizim gibi toplumlarda doğru her zaman doğrudan yana değil çoğu zaman doğru güçten yana bir meyil içindedir. AKP’liler bu taktiği iyi kullanıyorlar. Alternatifimiz yok söyleminde de bu taktik kullanılıyor. Ama kanımca AKP’nin ikinci bir on yılı olmayacaktır. Haziran 2011 seçimlerinden itibaren Türkiye yeni arayışlara girmiştir. Türkiye’nin önündeki soru, vesayet sisteminin sahiplerinin kim olacağı değil, vesayet sisteminin nasıl ortadan kalkacağı, gerçek anlamda bir demokrasinin nasıl inşa edileceğidir. Bunun için önümüzdeki en önemli sorun, Kürt meselesidir. Türkiye, Türklerin ve Kürtlerin (elbette diğerlerinin de) birlikte eşit ortaklar olarak nasıl yaşayacakları sorusuna cevap bulmak zorundadır. Türkiye’nin bu soruya cevap bulacak olan siyasi yapılara, yeni siyasetlere ihtiyacı vardır. Burada en büyük görev demokrasinin gereği olarak ana muhalefete düşüyor. Ana muhalefet topluma böyle bir umut ve geleceğe dair bir güvence vermekle mükelleftir. Bunu yapmazsa siyaset boşluk tanımaz mutlaka bu boşluk şu yada bu şekilde dolar.

Prof. Dr. Ahmet Özer

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları