loading
close
SON DAKİKALAR

Fazlası olan bir varlık: İnsan

Prof. Dr. Ahmet Özer
Tarih: 15.03.2017

İnsan fazlası ve eksiği olan bir varlık. Fazlalıkları sanatla yontarak atıyoruz, eksiklikleri de okuyarak, bilinçlenerek gidermeye çalışıyoruz.

Ünlü Fransız heykeltıraş Rodin’e sormuşlar; “Bu kadar güzel insan heykeli nasıl yapıyorsun?” diye. Cevabı kısa ve çarpıcı olmuş; “Çok basit, taşın fazlasını atıyorum, geriye insan kalıyor” demiş. Evet, insan fazlası ve eksiği olan bir varlık. Fazlalıkları sanatla yontarak atıyoruz, eksiklikleri de okuyarak, bilinçlenerek gidermeye çalışıyoruz. Burada özellikle sanatın gücünün ve etkisinin altını çizmem gerekiyor.

Ayrıca insan sadece iyilikten müteşekkil bir varlık da değil. İnsan iyilik ile kötülüğün toplamı bir varlıktır. Kötülüğü aşağı ittiğimizde iyilik ortaya çıkar, iyiliği aşağıya itersek bu kez de kötülük öne çıkar. Bileşik kap sistemi gibi... Peki, amaç iyilikse, iyiliği ortaya çıkarmaksa, kim, nasıl yapacak bunu? Bence bunun en güzel cevabı sanattır, edebiyattır.

Sanat ve Resim

Ressam’a sordum nasıl bu kadar güzel resim yapıyorsun diye? “Emek, yürek, hayal gücü ve çalışmak çok çalışmak” dedi. Kendini resmine adamış bir adam duruyordu karşımda. O an düşündüm, kendi kendime hayal ettim, ne olabilir başka, nasıl olabilir diye? Bir kaşık ümit, bir büyük porsiyon yardımlaşma ve çok miktarda alçak gönüllülük gerek büyük bir ressam için. Yetmez. Resmi kuvvetlendirmek için bir kaşık güvene ihtiyaç var. Ressam resime bakana güvenmeli. Topluma, sanatseverlere güvenle birlikte umut aşılamalı. Sonra bir ölçü inanç önemli diye düşündüm. Çünkü inanamayan yapamaz. Ressam topluma inanmalı, sevmeli, yapıtı estetik duygusuyla birlikte başka duygular da uyandırmalı. Tabi duyguların yanında ona yön veren akıl gerekli. Aklı selimin yanında birkaç damla hoşgörüyü azar azar katarak sevgi ile boyasını karıştırmalı. Bir kaşık sabır eklemeli bu gökkuşağı renklere, en sonunda bir tutam övgüyü haketmeli.. 
 
Marifet iltifata tabidir çünkü. İnsanlar, merifet göstermede cimri davranır genellikle. Çok yazık. Oysa cömert olmalılar sanatla hemhal olduklarında. O zaman onda iyileştirici şeyi bulacaklardır mutlaka. Çünkü resmin, sanatın şifa verici bir yanı var her zaman bilen için.. İşte Ressam bütün bunları şevkle hiç durmadan karıştırıyor, yorulmak nedir bilmeden sevgi ile yoğuruyor, inançla yapıyor ve saygıyla sunuyor resmini..

Yaşamın Özü, Anlam Arayışı

İki büyük sorundan birine derman oluyor Nietzsche’nin dediği gibi. Adaletsizliği gidermek için hukukla nasıl derman olmaya çalışıyorsa, anlamsızlığı gidermek için sanatı dermanlaştırmış bu yolda insanoğlu. Ne ki ne o hukuka ne de sanat tam olarak ona ulaşabilmiş. Süreç devam ediyor. İyi ki de devam ediyor. Ya süreç bitseydi o zaman ne yapardık? Umut da bitmez miydi o zaman? Fazlalıkları atma, eksiklikleri tamamlama çabası da bitmez miydi? Kötü de bittiği için iyinin kıymeti harbiyesi de kalmazdı, değil mi? İyiyi bulma ortaya çıkarma çabası değil mi sonunda hepsi de? Eğitimin, öğretmenlerin, bilim insanlarının, dinlerin, kutsal kitapların, peygamberlerin de amacı bu değil mi? İnsandaki iyi yanları ortaya çıkarmak, kötülüğü aşağıya itmek.. 
 
Bu araçların en önemlilerinden biri sanat ise eğer neden ona hem bireysel hem toplumsal olarak gerekli önemi vermiyoruz. Neden ona yaşamda yeterince yer ve değer verilmiyor? Sanat, insanı insan yapan, insanın kendini gerçekleştirmesini sağlayan, insanın iyi yanlarını ortaya çıkaran önemli bir etkinlikse eğer neden bu yapılmıyor? Birincisi sanırım bilincimiz yeterince gelişmemiş, zevklerimiz yeterince rafine olmamış da ondan. Çünkü herkes sonunda dünyayı ancak kendi bilinci kadar algılar. Diğer bir husus da kendimizi geliştirmenin olanakları yeterince sunulmamış olmasıdır. Bu da yanlış yönetilmekten ötürüdür. Ayrıca sanat için önemli bir husus olan kentleşme ve kentlileşmemiz de yeterince gelişmemiş. Çürük dişler gibi dizilmiş binalar, eğri büğrü yollar, açılmamış hava koridorları, yapılmamış park ve bahçeler, dikilmemiş ağaçlar neyin ifadesi.. Neyin göstergesi? Gelişmemişliğin elbette.. ya da çarpık gelişmişliğin..! Unutmamalı sanat, edebiyat ve bilim kendisine değer verilen yerde yeşerir, eskilerin deyimi ile neşrü nema bulur. Kendisine yeterince yer ve değer verilmeyen yerden ise göç eder gider..

Kentlileşme ve Sanat

Kentleilişme için sanat mühim, ama sanat için de kentleşme aynı derecede mühim.. Fonksiyonel bir etkileşim var aralarında.. Daha doğrusu sanat kentlileşmeye giden yolun en önemli unsurlarından biridir. Bu yüzden ben derim ki; sadece para ve fabrikalar değil, sanat, sanat etkinlikleri ve sanat kurumlarıdır, bir kenti kent yapan temel yapı taşları. Ona göre bakmalı, ona göre davranmalıyız. Sanatçı doğup büyüdüğü kente bir kadirşinaslık örneğiyle bir sergi açacak, kent de sanatı sanatçıyı bağrına basacak. Örneğin bir ressamımız 50 sanatçıyı da doğunun yıldızı Van’a getirerek, sergiler açacak dediklerinde çok sevinmiş şu sözümü hatırlamıştım. Ey iş adamları İstanbul'da katınız, Antalya'da yatınız olsun, ama içinden çıktığınız şehre karşı şükran borcunuzu da unutmayın, orada da bir imalathaneniz bir atölyeniz olsun. Şimdi bunu sanata teşmil etmek istiyorum. Köklerinizin olduğu ve beslendiğiniz kentlerde bir serginiz, bir imza gününüz, kütüphaneniz, sempozyumunuz, panelinizi, konferansınız, gösteriniz olsun.. Bu liste duruma göre uzatılabilir.. Önemli olan niyettir, Nitekim o tarihlerde Yüzüncü Yıl Üniversitesinin “Aşiretler” üzerine bir sempozyumu var. Ben de konuşmacıyım. Bir yanı sözel bir yanı görsel iki şöleni bir arada yaşayacağız, 4-6 Mayıs tarihlerinde başlayıp devam eden. Sesler sözler, çizgiler ve renklere dair..

Sanatın Dört Töz’ü

Değerli sanatseverler; bir filozof yaşamın dört temel taşı olduğunu söyler. Tabi hemen aklınıza toprak, su, hava ve ateş gelecektir. Ama bunlar değil kastettiğim; çizgiler, renkler, sesler ve kokulardır. Sanatın hem özü hem de tözleri bunlardır..
Çizgilerdir resmi, mimariyi, estetiği, güzeli oluşturan. Binaları, yolları, otomobilleri oluşturan. Dikey ve yatay çizgiler. Bu saydıklarım çizgilerin eğilip bükülmesinden meydana gelir her birşey. Tıpkı Ressam’ın dünayayı aktarırken kullandığı kalınlaştırılmış dalgalı, çivilerle sökülüp yapılmış renkli çizgiler gibi.
Seslerle kavram üretir, konuşur, anlaşır, müzik yapar aktarım yaparız. Buna dil aracılık eder. Boşuna insanı gösteren dilidir, konuş ki seni göreyim denmemiştir. Renkler, dünyayı renklendirir. Dünyadaki nesneleri renklerle birbirinden ayırır, ya da renklerle resimlerimizi yapar, bahçelerimizi süsleriz. Tıpkı yeşil, sarı, turuncu, ille de yeşil ağrlıklı, sarıya komşu, kırmızıya selam duran renkler gibi.. Tabi kokusuz bir hayat düşünülemez. Bunların karşılığı duyularımızda var, duyu verileri de bu olgulardan oluşur. İşte bu çizgilerin, renklerin, seslerin en yüce yaratıları somut eserlerde dile gelir. Biz dünyayı onlarla tanırız, onlarla anlamlandırırız.
Bazı sanatları bunları tek başına bazıları hepsini bir arada kullanır. Sözgelimi resim, çizgileri, renkleri ve de kokuları kullanır. Edebiyat yazıyı.. Müzik sözü vs.. Sinema mesela.. Sinemacı, kamerayı yazarın kalemini kullandığı gibi kullanır. Bu yüzden kamerayı, çağımızın en güçlü kalemi sayabiliriz. Yalnızca edebiyatı kullanmaz sinemacı, resmi, müziği, ışığı, görüntüyü, yontuyu, tiyatroyu, operayı ve teknolojiyi de kullanır. O, bütün sanat dallarından modern bir bileşimidir bu yüzden. Sinemada söz görüntünün, resmin uysal bir kızı olur çıkar. Çünkü sinema bir görüntü, resim ve ışık dinidir.

Dilin Önemi

Son olarak belirtmeliyim ki; bütün bunlar bir elin, bir dilin ve bir muhayilenin ürünüdür. İnsan, tahayyül eden bir varlık, bu varlığın aklının dışarıya iki uzantısından biri el, diğeri de dildir. Yarattığı bütün maddi kültür öğeleri mutlaka bir elin ürünüdür. Maddi olamayanlar da bir dilin.. Bilimi, dini, edebiyatı, felsefeyi, kuşaktan kuşağa dil ile aktarırız... O halde insan son tahlilde bunların toplamıdır diyebiliriz. Yaratıcı kişi elini ve dilini en iyi kullanma hünerine sahip kişidir. Bu nedenle insanlaşmanın (humanization) en üst seviyesine ulaşır.

Prof. Dr. Ahmet Özer

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları