loading
close
SON DAKİKALAR

İktidar Cemaat Çatışmasında Heder Olan Demokrasi

Prof. Dr. Ahmet Özer
Tarih: 24.12.2014

Prof. Dr. Ahmet Özer; Peki işin aslı nedir ve biz iki taraftan birinin yanında yer almak zorunda mıyız?

Yeni operasyon eski tartışma

Hükümetin 14 Aralıkta Cemaate yönelik yaptığı operasyonun bir amacı cemaati sindirmek, ortaya çıkardığı yolsuzlukların intikamını almaksa; diğer amacı da bizatihi bu haftaya denk gelen yolsuzlukların üstünü örtmek, gündem değiştirerek unuturmak olarak değerlendirilebilir. Fakat silah ters tepti; Cemaat ilk defa hükümetin operasyonlarına kitlesel ve yüksek sesle karşı çıkarken, yolsuzluklar bu sürede daha çok konuşulur oldu. Hükümet hala parelel yapı, daerbecilik, şeytanlaştırma ile safını tahkim ederken, karşı taraf da hükümeti baskı kurmak, özgür basını susturmak, dikta uygulamalarla suçluyor. Peki işin aslı nedir ve biz iki taraftan birinin yanında yer almak zorunda mıyız?

Vesayete geri dönüş mü?

Hatırlayalım. AKP 2002 yılında iç ve dış könjonktürün katkısıyla iktidara geldi, dış dinamikleri iyi kullanarak içerdeki meşruiyetini güçlendirdi, sermaye kesimlerinden, liberallerden ve geniş halk kesimlerinden destek aldı, üç defa üst üste genel seçim kazanarak 12 yıldır iktidarını sürdürüyor. Milli görüş gömlediğini çıkardığını, demokrasiyi bir araç değil bir amaç olarak gördüğünü söyledi, oysa görülüyorki bunları ilkesel anlamda evrensel bir perspektifle değil, günü kurtarmaya, kendine oy devşirmeye dönük pragmatik kaygılarla yapmış. Vesayet rejimini gerilettiğini iddia ederek, bir çok generali ABD’nin de zimmi desteği ile içeri attı. Fakat birlikte iş tuttuğu gayri resmi ortağı cemaatle çıkar ve iktidar kavgasına tutuşunca bu darbeci ve vesayetçi dediği güçlerle itifak arayışına girdi. Demek ki AKP ilkesel nedenlerle ve gerçekten demokrasiyi savunduğu ve istediği için değil daha ziyade pragmatik ve kişisel nedenlerle bu hamleleri yapmış ve bugün de aynı şekilde bu kesimlerle zorda olduğu için gene kişisel nedenlerle itifak arayışında. Şimdi bu davranışın neresi tutarlı ve bundan sonra insanlar hükümetin hangi icraatına nasıl inanacak?

Hukuk guguk mu oluyor?

Ayrıca, AKP HSYK’yi oluştururken üstünlerin hukukuna son vererek, hukuku üstün kılacağını vaadetmişti, bu söyleme inanan ahali o refeandumda AKP’ye %58 oranında destek vermiş, sonrasında yapılan seçimlerde referandumun da etkisi ile AKP %50 oy alarak üçüncü dönem iktidara gelerek hegomanyasını ilan etmişti.
Şimdi aynı AKP, HSYK’nın yapısını hukukta çeteleşme var diyerek değiştirdi, Yargıtay ve Danıştaya 133 yeni üye atayarak denetimi ele geçirdi. Demek dert hukuk devleti değilmiş. İşler sarpa sarınnca hukuk devleti bir anda “guguk devletine” dönüşüveriyor. Bunlardan şunu mu anlamamız lazım: Gerçekten AKP’nin bütünlüklü bir demokrasi perspektifi yok ve hiç bir zaman da olmadı. Militarizm onun için tehdit oluşturduğu anda tutum aldı, kendisi için tehdit olmaktan çıkınca işbirliği içine girdi. HSYK’yı hakim ve savcıları kullandığı oranda birlikteydi, kullanmayacağı anlaşılınca şimdi Adalet Bakanlığına bağlamaya çalışıyor. Polis onun için gaz sıkıp jop salladığında kahramandı, bakanları rüşvetçi diye ifşa edip çocuklarını yolsuzluktan içeri alınca birden bire çeteci oluverdi.

Demokrasinin geçerliliği güvenirliğine bağlı

Peki biz bundan sonra AKP iktidarına nasıl güveneceğiz? AKP seç,mde yenilirse, çıkıp “Yüksek Seçim Kurulu (YSK) çetedir, onun için ben bu seçimi kabul etmiyorum, iktidarda kalmaya devam edeceğim” dese ne yapacağız? Nitekim grup başkan vekilleri M Ünal “HSK seçimlerini başkası kazanırsa, kabul etmeyeceğiz” demedi mi? Bugün savcının talimatına uymayan, oğlunu ifadeye göndermeyen, yolsuzluğu ortaya çıkaranları çete ilan eden, HSYK’yı kendine bağlı bir kurum haline getiren, Yargıtayla, Danıştayla istediği gibi oynayan bir iktidar, yarın bunları yapmayacağının bir garantisi var mı? Tabi bütün bunlar bu işleri çeviren polisleri, savcıları da sütten çıkmış ak kaşık yapmaz. Biz iki yanlış arasında bir tercih yapmak zorunda da değiliz.

İki yanlışa da hayır

Eğer AKP ile cemaatın arası bozulmasaydı cemaatçı polisler gene de bu operasyonları yapacaklar mıydı? Ya da hükümet 14 Aralık operasyonunun gene yapar mıydı? Hiç sanmıyorum. Her iki taraf da devlette örgütlendiği kurumları, yargıyı, polisi, medyayı kendi kişisel çıkarları için kullanıyor. Kamuoyu vicdani, adaletin yerini bulması saikiyle yapılmıyor bütün bunlar. İşte acı ve kötü olan bu. Gerçek şu ki; ele geçirilen, sahip olunan kurumların kendi çıkarları için kullanılmasıdır.

Böyle bir bağlantı hukuk devletinde olamaz, olmamalı. Bir parelel yapı varsa kökünden sökülüp atılmalı, sistem düzeltilmelidir. Tabi bu durum yolsuzlukları mübah kılmaz, yolsuzlukların hırsızlıkların üstüne gidilmeli, kamu kaynaklarını çalanlardan, talan edenlerden (kim olursa olsun) mutlaka hesap sorulmalı, yalana, talana, dolana açık sistem mutlaka değiştirilmelidir.

Buradaki ince ayrıntı niyette yatıyor. Bazen onu yok etmek bahanesi ile ortaya çıkanlar, aslında ona kavuşmak isteyenler olabileceğini unutmamak lazım. Üstelik bu tarz yaklaşım en tehlikelidir. Çünkü kötülük bir çok maske takınabilir ama hiç biri iyilik maskesi kadar tehlikeli değikldir.

Sonuç

Herkesin sorumluluğu çerçevesinde yapması gereken şeyler var. Ne ki bazen toplum da reflekslerini kaybedip toplumsal açıdan felç olabilir. Nitekim böyle ortamlarda herkes dünyanın düzelmesini, adaletin yerini bulmasını, yolsuzlukların cezalandırılmasını ister ama çoğunlukla bu konudaki çabayı komşusundan bekler. Böyle olunca da hiçbir şey düzelmez, herşey eski düzen içerisinde devam eder. Yapılması gereken toplumun baskısıyla demokratik yapıyı güçlendirerek hukuku iki tarafı keskin bir kılıç gibi kullanmaktır. Bir yandan varsa yapıdaki parelel devlet söküp atılırken öbür yandan yolsuzlukların üstüne kararlılıkla giderek sistem bu illetten temizlenmelidir.

Prof. Dr. Ahmet Özer
Toros Üniversitesi

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları