loading
close
SON DAKİKALAR

İvo Andric'i Nasıl Bilirdiniz? 2

Prof. Dr. Birgül Ayman Güler
Tarih: 05.08.2015

Prof. Dr. Birgül Ayman Güler; Andric’in her türden dinsel taassuba ve her ayrı dini grubun kurtuluş için ''dışarıya'' bel bağlamalarına ilişkin tutumuna iyi bir örnek oluşturuyor...

İvo Andric (1892-1975), Türkçe’ye çevrilen kitaplarında “hümanist, tarafsız, nesnel, Batı üstünlüğüne karşı özvarlığı Bosnalılığı yükselten yazar” diye nitelendirilmişti.

Ne var ki Bosna Hersek Devletinde Boşnakları temsil eden Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç, 2000 yılında Bosna’ya yerleşen yabancı devletlerden gelmiş yöneticilerin Bosna kültürüne ve halkına karşı önyargılı olmalarından şikayet ederken, bundaki sorumluluğu açıkça İvo Andric’e yüklemiştir:

“[Yabancıların] Çoğunluğu, kafalarındaki Bosna fikrini, Avrupa’da popüler olan Andric’in romanlarından edinmişti: bu romanlarda Bosna imajı da şöyleydi: ‘Üç dine ait olanlar, akılsız ve derin bir biçimde, doğumdan ölüme kadar, birbirinden nefret eder ve bu nefret ölümden sonraki hayata akseder. (…) Bu nefretle doğarlar, büyürler ve ölürler.’ Andric’in Müslümanlara kini de iyi bilinir. Bu önyargı duvarını yıkmak zor.” Tarihe Tanıklığım, 2003.

İzzetbegoviç, yazarın “Müslümanlara kini de iyi bilinir” sözüne dayanak olacak bir gönderme yapmamıştır. İfadesinden de anlaşıldığı üzere, bu yargının en azından kendi düşünce çevresi için tartışmasız sayılan genel bir yargı olduğunu göstermektedir.

Bu durumda Türkçe çevirilerin sunuş ve tanıtım yazılarında kağıda düşmüş değerlendirmelerle, Bosna’da müslüman kesim arasında geçerli olan yargılar arasında ciddi bir uzaklık, hatta karşıtlık olduğu ortaya çıkmış bulunuyor.

“OĞUL” ile KAHRAMAN ARASINDA

İvo Andric, Boşnak Cumhurbaşkanı İzzetbegoviç’in bu değerlendirmeleriyle “eksiksiz hümanist” olmaktan kesin bir şekilde uzaklaştırılmıştır. Aynı dönemde, Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra 2000’li yıllarda, İvo Andric’in yeni ortaya çıkmış bulunan Sırbistan ve Hırvatistan cumhuriyetleri arasında da paylaşılamadığı görülmektedir.

Andric’in en çok bilinen kitabına adını veren Drina Köprüsü, şimdi Bosna Hersek içinde bir federe devlet olarak kurulmuş olan Sırp Cumhuriyeti (Sırbistan Cumhuriyeti değil) sınırları içindeki Vişegrad kentinde. Şimdi Vişegrad’taki Drina Köprüsü’nün yanıbaşına yazarın adıyla bir film şehri inşa ediliyor; şehrin adı Andricgrad. Bu işi, zamanın Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın önderliğinde protesto edilip Antalya Film Festivali’ne jüri üyesi olarak katılması önlenmiş olan yönetmen Emir Kusturica yapıyor.

Bizler için Balkan ve Bosna insanları arasında hiçbir ayırım yapmayan bir hümanist, Avrupalılar için Balkan insanını anlamanın etkili aracı, Sırplar için bir milli kahraman, Hırvatlar için aslen Hırvat-Katolik kökünden olduğu inancıyla bir oğul, Boşnaklar için kendilerine pek uzak olan bir yazar… Hümanizma ve Yugoslavlıktan, kalem gücü ve yazınsal özelliklerden söz eden varsa da, onların sesleri diğerlerinin gürültüsünde boğulmuş bulunuyor.

DİNCİLİK ve DIŞA BEL BAĞLAMAK

Travnik Kronikası adlı kitabında, sayfa 218-219’da Fransız diplomat des Fosses ile Katolik keşiş Fra Julian arasında geçen aşağıdaki konuşma, Andric’in her türden dinsel taassuba ve her ayrı dini grubun kurtuluş için “dışarıya” bel bağlamalarına ilişkin tutumuna iyi bir örnek oluşturuyor:

“- Halkın, Avrupa'nın hiçbir memleketinde görülmedik ölçüde öylesine parçalanmışken, bu memleketi barışa ve düzene kavuşturmak, hiç olmazsa en yakın komşularının medeniyet basamağına ulaştırmak nasıl mümkün olacaktır? diye des Fosses soruyordu. Dünyanın bu en fakir, dar ve dağlık toprak parçasında dört ayrı din var. Her biri kendi adına imtiyazlar peşinde koşuyor, diğer üçünden şiddetle ayrılık davaları görüyor, burada hep birlikte ve aynı gökyüzünün altında yaşıyorlar, aynı topraktan besleniyorlar, her dört dini cemaatin de ruhi hayatları uzak, yabancı memleketlerde bulunan yabancı merkezlere bağlı oluyor: Roma'da, Moskova'da, İstanbul’da, Mekke'de, Kudüs'te, Allah bilir kimbilir nerede? Fakat ne olursa olsun dünyaya geldikleri ve bir gün üstünde ölecekleri yerde değil. Ve dördünden her biri de, kendi iyilikleri ve gelişmelerinin, diğer üçünün çökmesi ve yıkılması pahasına kabil olacağı görüşünde ayak diriyor ve onların ilerlemelerinin de ancak kendi gelişmelerine yük olabileceğinden gayrısını düşünmüyor. Her dördü de müsamahasızlıklarını en yüksek bir fazilet haline getiriyor ve hepsi de birbirine karşı yönlerden gelecek bir dış kurtuluşa bel bağlamış bulunuyorlar.”….

Muhafazakar görüşlerini savunmaya yatkın insanlarda görüldüğü gibi Fra Julia bir koket tavrıyla cevap veriyordu: -Ah sayın bayım, maddi ilerlemenin zorluğundan, sağlam tesirlerden ve Çinli gelenekçiliğinden kolayca bahsediyorsunuz. Fakat sizin istediğiniz kadar da değil, ancak pek az ölçüde bile gelenekçiliğimizi gevşetseydik ve kapılarımızı sizin sözünü ettiğiniz çeşitli “sağlam tesirler”e açsaydık, şimdi benim keşiş kardeşlerimin adları Anto ve Pero olacağı yerde iyice müslümanlaşır ve Muyo ile Huso olurdu.

-Müsade ediniz hemen işi aşırılığa ve kalın kafalılığa düşürmeye lüzum yok.

-Ne yapalım? Biz Bosnalılar kalın kafalı insanlarız. Dünya bizi böyle tanımıştır ve biz bununla ün kazandık. …… Genç Fransız ve keşiş birbirlerinden aşikar bir teessüfle ayrıldılar.”

YA MÜSLÜMANLARA KİNLİ OLMAK?

Aliya İzzetbegoviç, medeniyetin temelinde dinleri bulan bir devlet adamıdır. Bunların içinde de önceliği İslamiyet’e vermiştir. Andric’in, yukarıda verdiğimiz alıntıda olduğu gibi Katoliklik üzerinden dile getirdiği ve elbette tüm dinlere dönük olduğu açık olan bu toplum ve siyaset anlayışından rahatsız olmasını olağan karşılayabiliriz.

Peki ama, İzzetbegoviç’in kaleme döktüğü “Andric’in Müslümanlara kini iyi bilinir” yargısı için ne diyebiliriz? Yargı sahibi genel bir “bilinirlik”ten söz ediyor, ancak üzerinde durabileceğimiz başka bir gönderme yapmıyor. Andric’in Türkçe’ye çevrilmiş öykü ve romanları okunduğunda, nüfusun belli bir kesimine yönelik böylesine biriktirilmiş keskin bir olumsuz duygu da görülmüyor.

Bu yargıyı tam olarak kavrayabilmek için, buna temel oluşturan durumların neler olduğunu, İzzetbegoviç gibi bizzat yaşamın içinde yer almış olanlardan sorup soruşturmaktan başka çare kalmıyor. Böyle bir noktada, Andric’in Belgrad Locasına bağlı bir mason olduğu; “gerçek” babasının bir

rahip olduğu ve bu kanaldan Cizvit eğitimi ve koruması altında olduğu; bu korumanın savaş yıllarında inzivaya çekilebilmesinde ve uluslararası üne kavuşmasında etkili unsur olarak iş gördüğü… biçimindeki dedikodu-iddialar işe yarayabilir mi?

Başka bir yazıda da bunlara bakmalı…

Prof. Dr. Birgül Ayman Güler

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları