loading
close
SON DAKİKALAR

CHP'li Hamzaçebi'den Bakan Elvan'a: Sadece iş dünyasını dinlemeyin, emek kesimini de dinleyin

CHP'li Hamzaçebi'den Bakan Elvan'a:  Sadece iş dünyasını dinlemeyin, emek kesimini de dinleyin
Tarih: 09.12.2020 - 14:19
Kategori: Siyaset

TBMM Genel Kurulu'nda söz alan CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Akif Hamzaçebi hükümetin ekonomi politikasını eleştirdi. Merkez Bankası rezervinin ekside olduğunu hatırlatan Hamzaçebi " Faiz, enflasyonun nedenidir." diyenler anladı ki- faiz enflasyonun nedeni değilmiş" yorumunda bulundu. ...

CHP'li Hamzaçebi'nin açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

Türkiye ekonomisi uzunca bir süredir ağır sorunlarla karşı karşıyadır. Bu sorunların son üç yıllık dönemdeki görünümünü çok kısaca Genel Kurulun bilgisine sunmak istiyorum. Birincisi, Türkiye ekonomisi 2017 yılından itibaren çift haneli enflasyonla yaşamaktadır. En son Kasım 2020 rakamına göre de Türkiye'de enflasyon yüzde 14'tür. Bundan daha önemli olmak üzere enflasyonun düşeceği yönünde herhangi bir beklenti, herhangi bir umut bulunmamaktadır.

İkincisi, büyüme oranı düşmüştür. 2018-2020 döneminin ortalama yıllık büyüme oranı yüzde 1,4'tür; düşen büyüme oranı refahta azalmadır, gelirde azalmadır ve insanların geleceğe karamsar bakmasıdır. Türkiye ekonomisinin toplam borcu yükselmektedir, hazinenin toplam borcu yükselmektedir, kamu borcu yükselmektedir. Rakamlara göre 2017 sonu itibarıyla 867 milyar TL olan hazine borcu, Ekim 2020 itibarıyla 1 trilyon 935 milyara çıkmıştır, toplamda 2 kattan çok daha fazla bir artış. Eğer bir ülkenin borcu millî gelir büyümesinin üzerinde artıyor ise durum iyi değil demektir, gelecek karamsar demektir. Kaldı ki bu dönemde millî gelir artmamış, azalmıştır; azalmaya rağmen borçların 2 katın üzerinde bir artışı bir krizin habercisidir. "Türkiye'nin kamu borcu düşüktür." şeklindeki cümle artık bir şehir efsanesidir değerli arkadaşlar. Varlık Fonunun borçlanması ve kamu-özel iş birliği projeleri çerçevesinde kamunun üstlendiği yükümlülükler dikkate alındığında, Türkiye'nin toplam kamu borcu çok daha yüksek seviyelerdedir. Türkiye'nin uluslararası kredi notu "yatırım yapılabilir ülke" notunun 2 puan altındadır ve uluslararası rezervlerimiz eksidir.

Böyle bir tabloda Sayın Maliye Bakanı göreve başladı ve göreve başlar başlamaz Sayın Adalet Bakanıyla birlikte iş dünyasının birtakım kurumlarını ziyaret etmeye başladı, TÜSİAD, Odalar Birliği, MÜSİAD gibi kurumlar, belki başka kurumları da ziyaret etmiştir. Sayın Bakana önerim, sadece iş dünyasını dinlemeyin, emek kesimini de dinleyin, sendikaları dinleyin, memur sendikalarını dinleyin, esnafı dinleyin, TESK'i dinleyin, emeklileri dinleyin; belki bir ekonomik ve sosyal konsey toplantısına ihtiyaç var, birkaç gün süren bir toplantıya ihtiyaç var. Sayın Bakan doğru bir yerden başladı, Adalet Bakanıyla ziyaret ediyor. İlk kez böyle bir şey oluyor, Hazine ve Maliye Bakanı iş dünyasını Adalet Bakanıyla birlikte ziyaret ediyor. Bu çok çarpıcı bir olay, Sayın Bakanı tebrik ediyorum. Türkiye'de demokrasiye ihtiyaç olduğunu, hukuk güvenliğine ihtiyaç olduğunu ve bu talebin bizzat Adalet Bakanı tarafından dinlenmesi ihtiyacını hissetmiş ve Sayın Adalet Bakanıyla birlikte bu toplantılara katılıyor. Eğer bir ülkede demokratik kurumlar ekonomik kurumlar kadar güçlü değil ise o ülkede ekonominin ileri gitmesi, millî gelirin artması, refahın artması mümkün değildir.

Size bir grafik göstermek istiyorum. The Economist dergisinin yayınlamış olduğu demokrasi endeksi. Her şey burada belli arkadaşlar. 1996 yılından beri ülkelerin demokrasi durumunu endekslemiş, puanlamış ve bir tabloya yansıtmış. Dört grup ülke var burada; birinci grup ülke tam demokrasiler, sekiz puanın üzerinde. Bu sekiz puan Kopenhag Kriterlerine tam uyum seviyesidir. İkinci grup ülkeler, dört puanın altında olan ülkeler, bunlar otoriter rejimler. Bu alttaki grup, şöyle Sayın Bakanlara da göstereyim. Bu ikisi arasında, hemen tam demokrasilerin altında kusurlu, eksik demokrasiler var; altı ile sekiz puan arasında bunlar puan almış. Bunlar, tam demokrasi olma yolunda gidiyorlar, iyiye doğru giden ülkeler; elbette aşağıya düşmesi de mümkün. Bunun altında dört ile altı puan arasında hibrit yani melez ülkeler var, rejimi melez olan ülkeler var. Evet, bir demokrasi var, siyasal sistem seçim üzerine kurulmuş, siyasal partiler var ama otoriter uygulamalar da var. Altı puanın altı… Altı puan, Kopenhag Kriterleri eşiğidir. Türkiye, 1995 yılından beri yapmış olduğu reformlarla burada sürekli mesafe almış olan bir ülke. Ne zamana kadar? Ta ki 2012 yılına kadar.

AK PARTİ'nin ilk iktidar döneminde bu reformlar devam etmiş, 2004 Anayasa değişikliklerini birlikte yaptık, 2005 Anayasa değişikliklerini birlikte yaptık, AB'den müzakere takvimi alındı ve Türkiye'nin o yıl notu 2012'de 5,76'ya gelmiş, 6 puana yaklaşmış  arkadaşlar. Fakat, sonra, bir anda gerilemeye başlıyor. 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimi, 2017 Anayasa Referandumu ve 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte 2019'da Türkiye'nin notu 4,09'a inmiş. Az kalmış, belki 2020 yayınlandığı zaman Türkiye otoriter rejimler içerisinde yer alacak. Bu dönemlerde değerli milletvekilleri, kişi başına gelirin ve toplam millî gelirin de bu azalışa paralel olarak azaldığını görüyoruz. Bakın, 2012'de 11 bin 675 dolar olan kişi başına gelir, 2019'da 9.212 dolara ve şimdi de 2020'de 8 bin doların altına düşüyor. Bakın, bu grafikteki azalışa paralel olarak millî gelirin bu yıllarda azıldığını söyleyebilirim. Buradan çıkış için elbette reform lazım ama reform, lafını etmekle olmuyor. Reform cümlesini kurup sonra "ama"lı cümlelerle şunlar, şunlar, şunlar olmaz dediğiniz anda reform yapma iradesi ortada yok demektir.

Şimdi, Türkiye ekonomisi zor bir dönemden geçiyor dedim. Türkiye ekonomisi uzun yıllar bir faiz problemiyle uğraştı. Sayın Cumhurbaşkanı "Faiz enflasyonun nedenidir." gibi bilimsel hiçbir tabanı olmayan bir iddia ortaya koydu ve Merkez Bankasını bu iddia çerçevesinde yönetmeye çalıştı; zaman zaman yönetti, baskı altına aldı ve "Bu faizlerle asla yatırım olmaz, mümkün değil; bunu Hans'a, George'a bırakamayız." dedi. Tamamen gerçek dışı. Yatırım güvenle ilgilidir değerli arkadaşlar, güven yoksa, hukuk güvenliği yoksa yatırım da olmaz, biraz önce gösterdim. Bakın, 2003-2007 dönemi AK PARTİ'nin ekonomide en başarılı olduğu dönem. Reel faiz oranı yüzde 10, enflasyonun üzerinde 10 puanlık bir reel faiz var. Yatırımın bir önceki yıla göre artış oranı yüzde 20'dir.

 Yüzde 10 reel faiz, yatırım artışı onun daha üzerinde. 2008-2014'te enflasyonun üzerinde 2 puan reel faiz var, yatırımlar bir önceki yıla göre bu dönemde yüzde 6,6 artmış. 2014-2020'de reel faiz yüzde 1, yatırımlar yıllık yüzde 2,6 artmış. 2018-2020 döneminde reel faiz yüzde 1, hatta sıfır -son faiz artışını ihmal ediyorum- yatırımlar eksi 3,1 azalmış. Demek ki yatırımın faizle bir ilgisi yok, güvenle ilgisi var, hukuk güvenliğiyle ilgisi var; problem buradadır. Hukuk güvenliği inşa edilmediği sürece Türkiye'nin alabileceği bir yol yoktur.

Bu faiz problemi nedeniyle, faizlerin baskılanması nedeniyle Merkez Bankası tam 128 milyar dolar satmıştır, 128 milyar dolar. Sonuçta anlaşıldı ki, görüldü ki -aslında biz gördük, biliyoruz bunu ama  "Faiz, enflasyonun nedenidir." diyenler anladı, gördü ki- faiz enflasyonun nedeni değilmiş. Ama bunu öğrenmek için, görmek için 128 milyar doları satmaya gerek var mıydı?

Şimdi, 128 milyar dolar satıldı; vatandaşlar, esnaf beni arıyor -400 bin iş yeri kapalı, 130 bin kahvehane kapalı, 200 bin lokanta, restoran, kafe kapalı, 50 bin kantinci kapalı, iş yapmıyor- bari şuradan 1 milyar doların karşılığı bir parayı da bu esnafa verseydiniz olmaz mıydı?

Ardahan Çıldır'dan bir vatandaşımız arıyor beni: "'Bir kamu bankasından 5 bin lira kredi aldım. E, kapalı şimdi, lokanta yine kapandı.' dedi. 'Açıldı, bir umut var oldu, e yine kapalı.' Şimdi banka müdürü beni aradı 'Ödeyeceksin kredi taksitini.' diyor. 'Ben, ödeyemeyeceğim, ödeyemem.'" diyor. Bu esnafı… Sayın Bakan, evet, siz bunların farkındasınız ama lütfen bu saydığım esnaf grubunu dikkate alın. Bunlara, yaşayacakları bir parayı verin.

Devlet, kurumlarıyla güçlüdür. Kurumları zayıflatarak, kurumları ortadan kaldırarak, parçalayarak devleti güçlü tutma imkânınız yoktur. Bakın, Sayıştay 1862 yılında kurulmuştur, Danıştay 1868 yılında kurulmuştur. Cumhuriyet bunları almış, devam ettirmiştir. "Bunları kaldırayım." dememiştir. "Bunlar imparatorluğun kurumları." dememiştir. Maliye Teftiş Kurulu 1879'da kurulmuştur, Hesap Uzmanları Kurulu bir cumhuriyet kurumudur, 1945 yılında kurulmuştur, Devlet Planlama Teşkilatı 1961 yılında kurulmuştur. Bunlar, Türkiye'de devleti ayakta tutan kurumlardır. Ne yaptı? Ne yaptı iktidar? Maliye Teftiş Kurulunu, Hesap Uzmanları Kurulunu, Devlet Planlama Teşkilatını kapattı.

Kurumlar, yasayla kurulur ama kültürleri yasayla oluşmaz, kültürler zamanla oluşur. Bu kurumları kapatırsanız devleti kapatmaya, devleti gücünden kaybettirmeye doğru gidiyorsunuz demektir.

Kaynak : www.istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları