loading
close
SON DAKİKALAR

Cem Say: Ergenekon yalanı bitti. Kandırılmayanlardan biri olduğum için mutluyum

Cem Say: Ergenekon yalanı bitti. Kandırılmayanlardan biri olduğum için mutluyum
Tarih: 01.07.2019 - 17:19
Kategori: Gündem

Prof. Dr. Cem Say, Ergenekon davasında sanıklara beraat verilmesinin ardından geçmişte yazdığı bir yazıyı yeniden paylaştı.

Cem Say, Twitter hesabından "Ergenekon yalanı bitti. Kandırılmayanlardan biri olduğum için mutluyum" dedi.

Say, 1 Ağustos 2013'te Odatv için kaleme aldığı "Müşteri hizmetlerini aramak 'örgüt suçu'"başlıklı yazıyı yeniden paylaştı. 

Say'ın yeniden paylaştığı yazısı şöyle:

5 Ağustos'ta Silivri'de Ergenekon davasının karar duruşması yapılacak. Bu tarihî gün yaklaşırken, kapanmak üzere olan hukuksuzluk çağının kimi trajikomik detayları konusunda hafıza tazelemeye ne dersiniz?

Prof. Dr. Türkan Saylan'ın bir ay içinde ölümüne yol açan ev arama kararında gerekçe olarak mealen "2 yıl önce Ümraniye'de bir evde bombalar bulundu, burada da bulunabilir" yazan hakim o kadar başarılı bulundu ki, ayrı bir hukuk şaheseri olan Balyoz "mahkeme"sinin başkanlığına (dava başlamadan iki gün önce, eski başkanın sürülmesi yoluyla) atandı.

İLHAN SELÇUK'UN SUÇU: EVRİM TEORİSİNE İNANIR

Ergenekon "destanı" yazılırken aynı gün aranan evleri birileri karıştırmış olacak ki, denizaltıcı emekli subayda suüstü, suüstücüde denizaltı gemisi CD'leri bulundu. Ergenekon iddianamesinde İlhan Selçuk'un suçlandığı bölümde "Evrim teorisine de inanır" yazıldı, zaten usulüne uygun delillendirilen tek "suç" da buydu.

AYNI İNSAN AYNI ŞEYİ YAPMAK VE YAPMAMAKLA SUÇLANDI

Ünlü mucit Nikola Tesla'dan aynı iddianamede "Nikola Tesla isimli şahıs" diye söz edildi. Kendisi 1943'te öldüğünden tutuklanamadı. İlker Başbuğ'un Mustafa Balbay'a gazetede çıkan TSK ile ilgili haberinin kaynağını sorduğu, Balbay'ın da gazetecilik ilkeleri gereği söylemediği konuşma, esas hakkındaki mütalaada bu iki kişi arasında örgütsel irtibat olduğuna delil olarak gösterildi. Zaten Mustafa Balbay ne yapsa suç: Siz hiç aynı insanın aynı davada aynı şeyi hem yapmakla hem de yapmamakla suçlandığını duymuş muydunuz? Balbay'ın başına aynen bu geldi: Kendisi gazetecilik mesleği gereği askerlerle konuştuklarını hem yazmakla (%100 doğru olduğu Hilmi Özkök'çe onaylanan "Genç Subaylar" haberi), hem de ("yazılmamak kaydıyla" söylenen, başka kaynaktan doğrulatılmamış bilgileri) yazmamakla suçlandı. Normal bir gezegende bunların ikisi de suç değil, ama burası Silivri...

Bilirkişilere göre Balbay'ın 8 yıllık sürede yazdığı söylenen notları içeren bilgisayar belgelerinin tümü aynı gecede 3,5 dakikalık bir sürenin içinde oluşturulmuş görünüyor. Belki de bilgisayara el konulurken yasanın emrettiği kopyalamanın yapılmamasının, böylece de gerçek bir mahkeme için yaşamsal olan delil bütünlüğünün bozulmuş olmasının nedeni bu. Eğer ikiz kardeşi Balyoz "mahkeme"si gibi Ergenekon "mahkeme"si de "dijitalin hikmetinden sual olunmaz" derse Balbay resmen kırılması imkansız bir "hızlı yazma" rekorunun sahibi olacak.

MÜŞTERİ HİZMETLERİNİ ARAYANLAR ÖRGÜT "SUÇU" İŞLİYOR

İlker Başbuğ, tarihte (hiçbiri yayına geçmemiş) "dört İnternet sitesi kurulsun" demek suçundan müebbet hapsi istenen ilk insan ünvanını kazandı. Gerçekte birbirini hiç tanımayan, tanısa da sevmeyen insanların tümünün aynı örgütten olduklarını kanıtlamak için savcıların kullandığı yaratıcı yöntemlerden biri de "bakın, birbirlerini tanımadığını iddia eden şu, şu şu sanıklar aynı telefonu aramışlar, işte örgüt bağlantısı" demekti; yalnız o numara Vakıfbank Müşteri Hizmetleri çıkmasaydı iyiydi. 5 yıldır yargılanan Tuncay Özkan'ın her söz alışında sorduğu "benim ne yaptığımı iddia ediyorsunuz" sorusuna iddia makamından bir yanıt gelmedi, ama müebbet hapis cezası istemi geldi.

Sorun buydu: Ergenekon örgütü gerçek dünyada varolmadığı için, doğal olarak, işlediği herhangi bir suç da yoktu. Bu nedenle büyük vzahmetlerle gerçek bir suç (Danıştay baskını) bulundu. Aradaki bağlantının delili, savcı tarafından "A kişisi böyle dedi, B kişisi de A'nın dediğini doğruladı" diyerek ortaya konuldu. Ne yazık ki, A ile B'nin aynı kişi olduğu, o kişinin de zaten yatmakta olduğu hapis cezasının azalması için yapabileceği tek şeyin tam da böyle demek olduğu çoktan ortaya çıkmıştı. Bu cinayet Ergenekon'a monte edilince oraya pek tuhaf durumlar çıktı; örgütün baskını yapmak için kendi üyesi olan ve emrinde epeyce silah bulunduran Genelkurmay Başkanı dururken çaycıdan tabanca satın almış olması gibi.

POLİS ÇOK ABARTTI ARTIK

Telefonuna kendisi gözaltındayken 139 şüpheli numara yüklenen ve bu yüzden üç yıl tutuklu kalan Teğmen Mehmet Ali Çelebi'yi hatırlarsınız. Davanın sonuna varıldığında savcı "Teğmen telefonuna polisin numara yüklemesini çok abarttı, bu da örgüt üyesi olduğunu gösteren yepyeni bir delildir" diyerek hakkında ceza istedi. Çelebi'nin bu telefon numarası yükleme eylemi konusundaki şikayet dosyası uzun yıllar boyunca adliye koridorlarında bir o yana bir bu yana, üzerinde hiçbirşey yapılmadan gezip durdu. Neden sonra bir savcı, yüklemeyi yapan polise görevi kötüye kullanmaktan ceza verilmesini istedi, ama başsavcı "yok, görevi ihmalden ceza istenmeli" diye bu istemi geri çevirdi. 139 numara yüklemek "görevi ihmal"se o zaman bu ihmal edilen görevin "daha çok numara yüklemek" olduğu mu anlaşılmalı, ne dersiniz?

AVUKATLAR JANDARMAYA KENDİNİ DÖVDÜRMEKTEN SUÇLU BULUNDU

Davanın içeriği kadar görülme tarzı da tarihe geçti. Galakside sanıklarla avukatlarının konuşmasının yasak olduğ tek duruşma salonunu  oluşturmak, veya avukatlara jandarmalara kendilerini o salonda dövdürtmek suçundan soruşturma açtırmak az marifet midir? İnsanların kendilerini savunurken söyledikleri sözler yüzünden daha esas dava bitmeden onlarca yıl hapis cezasına çarptırılabileceği hiç aklınıza gelir miydi? "Sanığın avukatı tutuklanınca onu savunan avukat tutuklanınca onu savunan avukat..", "davadaki usulsüzlükleri yazıp tutuklanan gazetecinin davasındaki usulsüzlükleri yazıp tutuklanan gazeteci..", ve "tutuklanan doktoru hastalığı nedeniyle cezaevi değil hastanede tuttu diye örgüt üyesi suçlamasıyla tutuklanan doktor.." diye zincirler oluşturmayı başaran başka bir güç tanıyor musunuz? Davanın ilk yıllarında kanser olup duruşmada kan kusan sanıkları hemen tahliye eden "mahkeme", bir süredir işi daha sıkı tutarak "kesin ölür" diye Adlî Tıp raporu istemeye başladı. (Yetkin üniversite hastanelerinin raporları, tıpkı dijital deliller konusundaki üniversite raporları gibi, kaale alınmıyor, ne de olsa onlar istenmeyen şeyler söyleyebiliyor!) "Adlî" Tıp da "mahkeme"yle aynı frekansta olmalı ki, sözgelimi Prof. Fatih Hilmioğlu için sorulan "cezaevinde kalırsa gerçekten ölür mü" sorusuna aylardır zahmet edip cevap vermiyor. Elbette sadece bir mahkemenin böyle bir başarıya kendi başına imza atması zor; üst kurumları da unutmamak gerekir. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, (resmen "sanıklar hakkında tahliye oyu vermeye başlamak" gerekçesiyle Bolu'ya sürdüğü eski başkan Şengün hariç) Ergenekon hakim ve savcıları hakkındaki hiç bir şikayete geçit vermedi. "Adalet" Bakanlığı da yabancıları bu harikulade davanın detaylarıyla yormamak için kahramanca mücadele etti. Sözgelimi AİHM'ni Tuncay Özkan'ın  tutuklanmasının makul olduğuna ikna etmek için bakanlığın yazdığı yazıda bildiğiniz kalem kutusuna "el bombası" denildi. Ama sonuna geldik artık. HSYK korkusu olmayan beş hukukçudan oluşan Birleşmiş Milletler Keyfî Alıkoyma Çalışma Grubu, 1 Mayıs 2013'te Balyoz "mahkeme"sinin uluslararası hukuku çiğnediğine, verdiği tutuklamaya devam kararlarının keyfî olduğuna ve Türk hükümetinin bu durumu düzeltmesinin gerektiğine karar verdi. Grubun incelediği şikayet konuları birebir Ergenekon davasındakilerle aynı. Hep olduğu gibi, gerçek ortaya çıktı sonunda, hem de bütün dünyadan görülecek şekilde."

Kaynak : www.istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları