loading
close
SON DAKİKALAR

CHP'li Adnan Keskin Halk Tv'deydi

CHP'li Adnan Keskin Halk Tv'deydi
Tarih: 04.04.2013 - 17:38
Kategori: Magazin

CHP Genel Başkan Yardımcısı Adnan Keskin Halk Tv’nin canlı yayınında, “Sayın Başbakan’ın iç dünyasında tatmin olmaz bir ego, bir hırs var” dedi...

CHP Genel Başkan Yardımcısı Adnan Keskin Halk Tv’nin canlı yayınında gündeme dair açıklamalarda bulundu.

-“Meclis araştırması açılacakmış. Meclis araştırması uzun dönemde bir sorunun ne olduğuna veya bir sıkıntının ne olduğun anlaşılması için gerekli girişimlerin sergilendiği bir denetim mekanizmasıdır. 30 yıldır Türkiye’nin gündeminde olan terör ve terörle mücadele gibi bir konunun nesini araştıracaklar Meclis’te?”

-“AKP’nin akil adam politikası tam bir kaçma. Geçmişte de mobil mahkemeler kurdular. Hakimleri, valileri, müsteşarları PKK militanlarının ayaklarına gönderdiler, olumsuzluk çıkınca da o zaman görüşmeyi yapan tarafı suçlamışlardı. Daha sonra devlet yapıyor biz yapmıyoruz dediler. Şimdi de sığınacakları yeni bir perde buldular. Kardeşim akil adamlar götürüyor bu işleri biz bunlarla meşgul değiliz. Bazı olumsuzluklar, yanlışlıklar çıktıysa akil adamlar kadrosunun yapmış olduğu yanlışlıklar diyerek hem gündemi değiştirip hem de gelecek suçlamalardan kendilerini korumak için bir set çekme çabası içindeler”

-“Türkiye’nin önünde 4 seçim var. Geçmişte Habur, Oslo görüşmelerinde de aynı süreçleri yaşadık. Seçimler yaklaşınca AKP birden kutsal değerleri, ulvi değerleri, adaleti, anaların ağlamamasını vs. hemen gündeme getiriyor”

-“Sorunu çözmeden ziyade, seçimlere giderken bir sükunet ortamını yakalama, böylelikle sandıklardan AKP’nin hak etmediği şey bir prim devşirme gibi bir yaklaşımı var.”

CHP Genel Başkan Yardımcısı Adnan Keskin Halk Tv’nin canlı yayınında güncel konularla ilgili soruları şöyle yanıtladı.


Sunucu- CHP Genel Başkan Yardımcılarından Adnan Keskin konuğumuz ve akil insanları değerlendireceğiz. Hoşgeldiniz.

Adnan KESKİN- Günaydın, iyi yayınlar diliyorum. Bizi izleyen yurttaşlarımıza güzel bir sabah diliyorum. Güzel bir gün diliyorum.

Sunucu- Hayırlı, uğurlu olsun Türkiye’nin akil insanları diyelim. Listeyi gördüğünüzde ne düşündünüz, öncelikle oradan başlayalım.

Adnan KESKİN- İlginç bir gelişme yaşadı Türkiye. Biliyorsunuz CHP’nin AKP Genel Başkanına öngördüğü 4 tane koşuldan birisi de buydu. Hatırlarsanız bu süreci çok başlamasından önce bizim Genel Başkan ve çalışma arkadaşları, AKP’ye ziyarete gittiler. Bir süreçle ilgili yöntem önerdiler. O yöntemin içerisinde akil insanlarda vardı. Uzunca bir süre AKP’nin Genel Başkanı Recep Tayyip bu konuda vurdumduymaz bir tavra büründü. Hatta CHP’nin Genel Başkanının bu öneriyi yapmasından hemen sonra BDP ve MHP’ye saldırarak öngördüğümüz, önerdiğimiz yöntemin devreye girmesini engelleyecek reddiyeci bir tavır takındı.

Daha sonra tekrara CHP’nin Genel Başkanı, Recep Tayyip Erdoğan’la bir temasa geçti. Orada da biliyorsunuz kredi veriyoruz dedik ve önkoşullarını ortaya koyduk. Hemen arkasından CHP’nin Genel Başkanının sözlerinin mürekkebi kurumadan Recep Tayyip Erdoğan yine Kasımpaşalık edasıyla, maço tavırlarıyla, maço üslupla siz kendiniz krediye muhtaçsınız, bana ne kredi açıyorsunuz diye CHP’nin bu konuda iyi niyetle bir devlet adamına yakışır bir tavırla uzattığı eli geri çevirdi.

Şimdi birden bu gelişmeler olurken başka gelişmelerde oldu anımsarsınız. PKK militanlarıyla BDP milletvekilleri Şırnak’ta karşılaşmasında görüntüye yansıyan manzaralarda Başbakan öylesine bir şiddete, öyle bir hiddete girdi ki, hemen BDP milletvekili dokunulmazlığının parlamentoya getirileceğini de dillendirdi. Fezlekeleri parlamentoya göndereceğini söyledi ve adeta neredeyse bütün BDP milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırarak yargıya temsil edileceği şeklinde bir hava yarattı. Sonra hızını alamadı, Abdullah Öcalan’ın idamı ile ilgili tartışmalıları vurgulamaya başladı ve o kadar kötü bir dil kullandı ki, işte insanların inancına dil uzattı. PKK’ya sempatiyle bakan, sıcak bakan insanları Zerdüşt olmakla suçladı. Seçimle parlamentoya gelmiş olan BDP’yi PKK’nın parlamento iradesi, uzantısı olarak değerlendirildi. Birden bir baktınız ki, kafasına meteor taşı düşmüş gibi, birden sanki gökten kendisine bir vahi gelmiş gibi bir barış süreci başlattı.

Şimdi bu süreci geçmişteki süreçlerle biraz dikkate alarak değerlendirirseniz yine ilginç bir manzarayla karşı karşıyayız. Önce Sayın Başbakanın iç dünyasında tatmin olmaz bir ego var, bir hırs var. Sayın Başbakan Cumhurbaşkanlığı köşküne çıkarken AKP’nin Genel Başkanlığına ve Başbakanlığın yetkileriyle donanmış olarak çıkmak istiyor. Yani Türkiye’ye özgü dediği başkanlık sistemini Türkiye’ye getirerek kendisi de bu başkanlık sisteminin ilk başkanı olmak arzusu var. Bu konuda sınır tanımaz şekilde bir talebi var. Hatta Anayasa Komisyonunun işlemesine engelleyecek şekilde tavırların içerisine girdi. Komisyonun daha başlangıçta koymuş olduğu çalışma ilkelerini buharlaştırarak bir yaklaşım ortaya koydu.

Türkiye’nin önünde 4 tane seçim var. Muhtemel belki bir referandum söz konusu. Yerel seçimler var. Cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Genel seçimler var. Geçmişte Habur, Oslo görüşmelerinde de aynı süreçleri yaşadık. Seçimler yaklaşınca AKP birden kutsal değerleri, ulvi değerleri, adaleti, anaların ağlamamasını vs. hemen gündeme getiriyor.

Halbuki baktığınızda Türkiye’de analar o kadar çok ağırlıyor ki. Bakınız, AKP’nin iş başında kaldığı sürece yalnız 11 bin 500 tane iş kazaları gören insanlar var. Bir tanesi biliyorsunuz kömür ocaklarının çökmesinden sonra Başbakan ve bakanları çıktı alay edercesine bu iş kazaları yapılan işin gereğidir diye hafife aldı. Aynı şekilde anaların ağlamasından çok rahatsız olan Başbakanımız Mersin’de çıktı bir yurttaş kendi yüksünmelerini dile getirirken ana al da git diyecek kadar işi hakarete döktürdü. Onun başka bir sözcüsü de anaların kuzularıyla ilgili 3-5 kelle için bilmem ne mi yapalım diye.

Bu anlayışta olanlar birden anaların ağlaması, gözyaşları akıllarına geldi. Türkiye’de işlenen kadın cinayetleri unuttular. Sokaklarda her gün kendi öldürür gibi, fare öldürür gibi kadınlarımıza ölümler yaşanıyor. O konularda bir rahatsızlık duymuyorlar, hemen birden anaların ağlamasını gündemlerine aldılar ve Türkiye’de bir barış süreci başladı.

Anlaşılıyor ki, önümüzdeki dönemlerdeki seçimler düşünülerek böyle bir süreç başladı. Zaten bakın nasıl çıkıyor ilişkiler. Daha işin başlangıcındaki tartışmalara bakarsanız, görüş ayrılıklarına bakarsanız daha militanların Türkiye’yi terk etmesiyle ilgili çok ciddi tartışmalar yaşanmaya başladı. Karayılan Kandil’den diyor ki, kuzeydeki, uzaktaki insanlara ulaşamayabiliriz. Onları çekilmesi çok uzun bir zaman alabilir. Kalabilirler diyor. Yani kuzeyde dediği Türkiye’nin güneydoğusunda. Birden diyor terk etme söz konusu değildir diyor. Belli güvenceleri isteriz. Meclisten karar çıkması gerekiyor, meclisin bu konuda karar almasına ilişkin gösteriyor. Bir başka alt takımı aynı şekilde iddiaları söylüyor. İktidarda silahlar sussun, şimdi silahlı mı terk edecek silahsız mı terk edecek diye Başbakan her gün fırdöndü gibi dönüyor, toplumun karşısına çıkıyor. İşte silahların susması söz konusu, bizim güvenlik güçlerimiz bunu görürse silahı çıkarıp hemen müdahale ederler. Silahları bıraksınlar gitsin gibi laflar söylüyor.

Bunu daha işin başlangıcında ciddi bir çalışma yapılmadığı, bir alt yapısının, bir teknik donanımın hukuki donanıma düşülmeden kamuoyuyla gündemi yakalayabilmek için böyle bir sürecin ortaya atıldığı anlaşılıyor.

Sunucu- Başından bu yana süreci özetlediğinizde 1 senedir tartışılan bir konu neredeyse.

Adnan KESKİN- Yani bir alt yapı olma değil, bir teknik donanımın, bir hukuki alt yapısının hazırlanmadığı, bu konuda ciddi bir şekilde ilgilerle, yetkililerle görüşülmediği, sadece MİT Başkanına görev verilerek… Zaten bakınız Abdullah Öcalan’la görüşüldü demiyor. İmralı’yla görüşüldü diyor.

Sunucu- Oslo’dan bu yana zaten tartışılıyordu. İşte Oslo ilk gündeme geldikten sonra hani önce görüşmedik dediler ama sonra görüşülür, görüşülmez. Yani sizin o özetlediğiniz sürecin içerisinde de bir şey vardı aslında.

Adnan KESKİN- Burada sorunu çözmeden ziyade, seçimlere giderken bir sükunet ortamını yakalama, böylelikle sandıklardan AKP’nin hak etmediği şey bir prim devşirme gibi bir yaklaşımı var. Bu sorunu çözmek isteyen, iyi niyetli, bu sorunu başka ülkelerin izlediği yöntemlere de bakarak gerçekten sağlıklı bir şekilde sonuca kavuşturmak isteyen bir siyasi iktidarın üslubu bu olmaz. Muhalefet partilerine her gün saldırmaz, hakaret etmez. Hem ana muhalefet partisinin Genel Başkanına, yönetim kadrosuna, hem yavru muhalefetin Genel Başkanına, yönetim kadrosuna saldırılar sergiliyor.

Başbakan sürekli bir şekilde süreci gererek götürmeye çalışıyor. Bu konuda ürettiği çözüm reçeteleri toplumla bağdaşmıyor. Muhalefetin öngörmüş olduğu şimdi bakınız, durduğu yerde yine bizim öngörmüş olduğumuz bir uzlaşma komisyonunu yozlaştırmak için bir meclis araştırması gündeme getirdi. Tam bir Şark kurnazlığı, tam bir toplumu kandırmaya yönelik bir yaklaşım. Akil adamlarda muhalefetin önerisiydi. Bak onun gereklerini yerine getiriyorum diyerek bir algı yaratılmaya çalışıyor.

Şimdi döndü meclis araştırması açılacakmış. Meclis araştırması uzun dönemde bir sorunun ne olduğuna ilişkin gerekli veya bir sıkıntının ne olduğu için gerekli girişimlerin sergilendiği bir denetim mekanizmasıdır.

30 yıldır Türkiye’nin gündemi olan bir konunun nesini araştıracaklar mecliste? Yani meclis araştırması…

Sunucu- İşlevi ne olacak?

Adnan KESKİN- Araştıracak, gidecekler, dinleyecekler, komisyonlar kurulacak, alt komisyonlar kurulacak. O nedenle güya aklı sıra bir netice çıkacak ve bu neticeye göre de bu soruna çözüm reçetesi olarak neşter vuracak.

Meclis araştırması bile iktidarın kafasında bu konunun ne kadar ham olduğunu, herhangi bir hazırlık içerisinde olmadığını gösterir. Siz eğer bu sorunu çözmek için bir meclis araştırmasına ihtiyaç duyuyorsanız, bu sorunun çözümü için üretilmesi gereken düzeltim programlarını, üretilmesi gereken projeleri, bu meclis araştırmasının sonun da el edeceğiniz bilgilere, dokümanlara göre hazırlayacaksanız o zaman bu süreci bu kadar hazırlık bir şekilde yangından mal kaçırır gibi apor topar niye başlattınız? O zaman kafanızda bu süreçle ilgili herhangi bir formül yok mu? Siz bir diyorsunuz ki, araştırma yapacağız. Ama karşınızdaki muhatabınız, masanın öbür tarafında oturan Abdullah Öcalan bu süreçle ilgili devlet modelinden bahsediniz, Misak-ı Milli hudutlarına varıncaya kadar öneriler sunuyor. Bu öneriler karşısında susuyorsunuz. Şark kurnazlığıyla bunlar habersiz gibi davranıyorsunuz.

Sunucu- Ne olduğunu anlamak açısından bu haftaya biz nasıl başladık? MİT Müsteşarının Öcalan’la görüştüğü haberiyle başladık. Sonra diğer bir haber neydi? BDP ile PKK’yla AKP arasında yasa konusunda bir sıkıntı var sürece ilişkin olarak. Yeniden İmralı’ya gitmeleri lazım. Dördüncü heyet gidecek Öcalan’ın mesajını getirecek mektubunu ama gidemiyorlar. O sıkıntı çözülmedi gibi haberler vardı. Hemen akabinde dün ne yaşadık? 63 kişilik akil insanlar listesi açıklandı. Ardından çözüm sürecini değerlendirme komisyonu diye bir araştırma komisyonu kuruldu. BDP heyetinin de İmralı’ya gittiğini öğrendik ve Öcalan’ın mektubu çıktı. Silahsız çekilin, kan akmasın mesajı verdiği ifade ediliyor mektupta. Bizde programın başında aktardık. Bir yanda bir hızlandırma oldu sanki. Bu hızlandırmayı nasıl yorumlamak lazım? Ne oluyor acaba?

Adnan KESKİN- Ne olduğunu bilen var mı ki? Sonra o mektupla ilgili değerlendirme henüz kamuoyuna yansımadığı için bazı gazetelerde gördüğüm kadarıyla şey var bu konuda. Şimdi bakınız, burada işte kamuoyunun birden dikkatleri bu sürece, kendi tayin ettikleri süreç şekline döndürüyorlar. Olumsuzlukları gizlemek yatıyor.

Şimdi kamuoyuna açıklanması, PKK milletvekilinin açıklanması, meclisin burada gündeme girmesi, güvence vermesi, önlem alması şeklindeki ciddi bir şekilde sıkıntıların yaşandığı ortaya çıkıyor. Dolayısıyla verilecek güvencelerin toplumunda ciddi bir rahatsızlığı var.

Burada başka bir şey daha var. Birden şimdi akil adamlar formülünün devreye girmesi AKP’nin geçmişteki izlemiş olduğu yönteme bakarsanız daha iyi anlaşılır. Daha çok bu konuda sağlıklı bir düşünce yürütme şansını…

Geçmişte biliyorsunuz Oslo görüşmeleriyle ilgili bilgiler basına yansıyınca Recep Tayyip Erdoğan Başbakan çıktı dedi ki, bu bilgiler yanlıştır, bunları çıkaran insanlar böyle iddiayı ortaya atanlar şerefsizlerdir demiş dedi ve daha sonra bu işler, bilgilerin doğru olduğu ortaya çıkınca bu seferde görüşmeyi biz yapmıyoruz, hükümet yapmıyor, devlet yapıyor demişti. Devletle hükümeti birbirinden ayırmıştır. Yapılan görüşmelerde siyasi iktidarın haberdar olmadığı gibi bir anlayışı kamuoyuna yansıtmıştır.

Şimdi yapılan kamuoyu yoklamalarında AKP’nin bu görüşmelerden seçmenden tepki aldığı ortaya çıkmaya başladı. Yurttaşların ağırlıklı bir bölümü izlenen yöntemi, takip edilen süreci doğru bulmadığına ilişkin kamuoyu yoklamaların da belirtiler çıkmaya başlamıştı. Ciddi bir şekilde toplumda rahatsızlık var.

Şimdi birden akil adamları devreye sokarak geçmişteki yapmış olduğu kurnazlığı yine devreye sokuyorlar. O zamanlar biz yapmadık, devlet yaptı şeklindeki görüntünün arkasına saklanıldı. Şimdide kendi uç beyleri durumunda olan akil adamlar diye oluşturmuş oldukları bir heyeti ortaya perde gibi çıkardılar. Bakın biz meşgul değiliz bu işle, akil adamlar bu görüşmeleri yapacak şimdi. Akil adamlar var devrede diye seçmenin kendilerine yönelecek olan tepkisini kesmek için bir kurnazlık yaparak şimdi akil adamları şeye çıkardılar. Uç beyleri, propaganda elemanları diyeceğiz AKP’nin. Onları çıkardılar. Hem insanların dikkatlerini, tartışmaları, medyanın yorumlarını, haberleri bu noktaya doğru çektiler, AKP’ye gelecek olan tepkileri bu şekilde gizleme hedefine ulaştılar. Hem de herhangi bir olumsuzluk çıktığı zaman işte akil adamlar diyorsunuz, bakınız bunlarda bu işi beceremedi.

Tam bir kaçma vardır orta yerde. Geçmişte de bu yönteme başvurmuşlardır. Şimdi de… Geçmişte biliyorsunuz mobil mahkemeler kurdular. Hakimleri, valileri, müsteşarları PKK militanlarının ayaklarına gönderdiler, olumsuzluk çıkınca da o zaman görüşmeyi yapan tarafı suçlamışlardı. Daha sonra biliyorsunuz işte devlet yapıyor biz yapmıyoruz dediler. Şimdide herhalde sığınacakları yeni bir perde buldular. Kardeşim akil adamlar götürüyor bu işleri biz bunlarla meşgul değiliz. Bazı olumsuzluklar, yanlışlıklar çıktıysa akil adamlar kadrosunun yapmış olduğu yanlışlıklar diyerek hem gündemi değiştirip hem de gelecek suçlamalardan kendilerini korumak için bir set çekme çabası içindeler.

Sunucu- İkna mangaları dendi, Damat Ferit modeli döndü, akil değil sakil dendi, eleştiriler sıralanırken akil insanlarla ilgili. Siz de diyorsunuz ki, akil değil AKP’nin uç beyleri. Peki, 63 isme baktığınızda ne gördünüz?

Adnan KESKİN- Burada yer alan isimlerin kişiliklerini tartışmak istemiyorum. Herkesin kendi alanında, kendi göre saygınlıkları olabilir. Ama akil insanlar kavramına uymayan bir takım arkadaşlarım var. Önemli olan burada kurulun içerisindeki yeri alan insanların tartışılması değildir. Bu kurulun oluşturulmasıdır. Bu kurula verilen görevlerdir.

Şimdi akil adamların görevi nedir burada? Niçin akil adamlar kurulmuştur? Bunu bilen var mı? Şimdi ben akil insanlar kurulunda yer alan insanlara bazı şeyler söylemek istiyorum; şu ana kadar bu süreçte neler üzerinde uzlaşıldığına ilişkin herhangi bir şekilde kamuoyuna bir açıklama yapılmış değil. İmralı tutanakları ve Abdullah Öcalan’ın Diyarbakır’da okunan mektubunda ciddi bir şekilde devletin yapılanması, devletin yeni biçimi, Misakı-ı Milli hudutlarıyla ilgili ciddi iddialar var, ciddi tezler var.

AKP’nin sözcüleri veya Başbakan bu konuda bir düşünce, bir görüş açıklamış değiller. Muhalefet partilerinin ısrarlı taleplerine rağmen mektup ve tutanaklardaki yer alan düşüncelerle, önerilerle, çözüm reçeteleriyle ilgili iktidarın ve AKP’nin ne düşündüğüne ilişkin yöneltilen soruların tümü cevapsız kalmış, askıda kalmıştır. Bugüne kadar Başbakan bu konuda herhangi bir açıklama yapmamıştır. Görüşmelerin masasının bir tarafında Abdullah Öcalan oturuyor bir tarafında Tayyip Erdoğan oturuyor. İnkar etse de fiili gerçek budur.

Şimdi bu görüşmeleri yürüten Başbakan karşı tarafın muhatabının düşüncelerini, anlayışlarını kabul ediyor mu etmiyor mu? Bunları doğru buluyor mu bulmuyor mu? Kimse bir şey bilmiyor. Şimdi bu kurulda görev alan beyefendiler; bugün Dolmabahçe Sarayında toplanacaklar. Başbakan diyor ki, psikolojik hareket yapacak bunlar.

Başbakanın bir açıklaması daha çıktı. Bu kurulda görev almayacak insanları korkaklıkla suçladı. Eleştirdi bunları. Niçin? Benim propaganda elamanım olmayı kabul etmediniz diye suçladı. Şimdi bugünkü toplantıda Başbakan akil insanlara arkadaşlar, ben Abdullah Öcalan’la masaya oturdum. Pazarlığı yaptım. Devletin şekli, Anayasanın başlangıç hükümlerinden 4 maddeyle ilgili görüşmelerimizde mutabakat oldu. Misak-ı Milli hudutlarıyla ilgili Abdullah Öcalan’ın öngörmüş olduğu düşüncelerle ilgili görüş birliğine vardık. Şu, şu, şu konularda biz anlaştık.

Şimdi sizden rica ediyorum, gidiniz bununla ilgili propaganda mı yapın diyecek, yoksa arkadaşlar ben size görev verdim, buyurunuz. Benim adıma siz gidiniz bu sürecin çok iyi olduğunu, çok güzel olduğunu, burada anaların ağlamasını durduracak bir takım gelişmeler olacak, elinize benim bayrağımı alınız, benim adıma, bana güven duyarak, benim çok ciddi güven duyulacak bir devlet adamı olduğuma inanarak köy köy, kaza kaza, ilçe ilçe dolaşın benim propagandamı mı yapın diyecek?

Şimdi akil insanlar kurulunda yer alan ciddi bir insanın yapacağı iş şu olmalıdır, Sayın Başbakan, sen bizi buraya çağırdın. Bize bu görevi verdin. Türkiye’nin 30 yıldır gündeminden düşmeyen bu sorunla ilgili düşüncen nedir? Çözüm neticen nedir? Bu iş nasıl çözülecektir? Devletin üniter yapısında bir değişiklik olacak mıdır? Devletin kurucusu Mustafa Kemal’in Anayasa metinlerinde yer alması çıkarılacak mıdır?

Bütün bu konulardaki düşünceniz nedir? Varsa bir anlaşmanız var mıdır? Bu anlaşmanın içeriği nedir, şekli nedir? Bize bu konularda bilgi veriniz. Biz bu bilgileri aldıktan sonra sizin düşüncenizle bizim düşüncemizin çakışıp, çakışmadığını, örtüşüp örtüşmediğini öğrendikten sonra bizde kendine güven duyan, kendisine saygısı olan bir insan olarak Anadolu’ya çıkmamız gerekir demesi gerekmez ki?

Sunucu- Diyorsunuz ki, oraya bu akşam toplantıya gidecek olan…

Adnan KESKİN- Konu mankeni olarak gidilmez oraya. Eğer böyle gidiyorlarsa üzülürüm o insanlara. Şu anki görünümleri tamamıyla konu mankeni olarak AKP tarafından kullanılmalıdır.

Sunucu- Yani AKP’nin muhalefet vermeği bilgiyi vermelerini istemelerini istiyorsunuz. Sorumluluğu alacaksanız sorumluluğu alırken bilgiyi de alın diyorsunuz.

Adnan KESKİN- Gidiyorsunuz. Peki, giderken neyi savunmaya gittiğinizi, önümüzdeki günler kendi çocuklarına bile bakınız bugün Damat Ferit gündeme geldi. Kaç yıl sonra. Önümüzdeki dönemde tarihçiler bu görüşmeleri yapanlar akil adamlar listesinde yer alan insanların böylesine gözü kara, neye hizmet ettiklerini bilmeden gittiklerinde bir değerlendirme yapılmayacak mıdır? Bunların hesabı sorulmayacak mı ileride? Ciddi insanların bu konuda ilk yapacağı iş, Başbakandan bugünkü toplantıda benim görevim nedir? Nerede anlaştınız? Nerede anlaşamadınız diye sorması gerekmez mi?

Bakın bugün gazetelerde var. Damat Ferit’in heyeti nasiyesi varmış. Aşağı yukarı bizim bu akil insanlar yapısına uğruyor. Orada da yedişer kişiymiş, yedi bölgeymiş, orada saraylarda talimat verilmiş.

Şimdi aşağı yukarı bu kadar aynısının fotokopisi gibi oluşan bir heyetle görev alan insanların bu konuda kendilerine verilen görevi bilmeye hakları yok mudur? Bu konuda varsa bir anlaşma, varsa bir uzlaşma, varsa bir çözüm reçetesini bilip ona göre bu çözüm reçetesinin devletin şekliyle ilgili, kendi düşüncesinin çakışıp çakışmadığını akil adam dediğiniz, olgunlaşmış, bilgi birikimi, deneyimi, devletiyle ilgili ciddi birikimi olan insanın sorma hakkı olmaz mı? Bunu bilmeden bir insan nasıl meçhule yelken açacaktır? Bu insanların konumlarıyla bağdaşan bir yaklaşım değildir.

Bugün bence şahsen ben o kurulda yer almış olsam ilk yapacağım iş, Başbakanın açış konuşmasından sonra bu konudaki ellerindeki dökümanları, birikimleri, çözüm reçetelerini sormak, öğrenmek olurdu.

Bunu sormayacaklarsa Başbakan bugün kendilerine hamaset dolu bir nutuk çekecek ve bunlarda ellerine bayrağı alıp Anadolu’yu dolaşacaklar. O zaman bir tek görevleri kalıyor; iktidarın çizmiş olduğu veto doğrultusunda Tayyip Erdoğan’ın diktatörlük özlemlerini de absorbe edecek, onun diktatörlük özlemlerini hayata aktaracak Anayasa değişikliğinin de alt yapısı olmak üzere bu konuda iktidarın istediği şeyi de propaganda yapan, propaganda memurları durumuna düşerler.

Önce Recep Tayyip Erdoğan’ı biraz terletmek gerekiyor. Cumhuriyetin kurulduğu günden bugüne değin birçok başbakan geldi geçti bu ülkede. Ben 50 yıldır siyasetin içerisindeyim. Hiçbir başbakanın benim bakanım, benim müsteşarım, benim milletvekilim, benim polisim, benim memurum dediğini duymadım. Adamcağız öylesine narsis bir yetki yapısı var ki, her şey kendine endeksli. Hani derler ya yüzyıldır toplumlara böylesine olağanüstü, yetenekli birikimli bir insan nasip edip gönderilmiş değil. Arkadaşımızda kendisini öyle algılıyor. Devletiyle kendisini özdeştiriyor.

Bu anlayışta olan bir adamın atadığı kurulda bu şekilde teşekkür edebilirdi. Şimdi yarın hiç şaşırmayın. Televizyonlara çıkıp, benim akil insanlarım diyecektir. Akil insanlardaki görevlilerim, memurlarım derse hiç şaşırmayın. Çünkü genel yaklaşımı bu. Yani valiye diyor ki, benim valim diyor. Çıkıyor benim valim dediği garibime sen aracın üstüne bineceksin, gerekirse ekmek dağıtacaksın, un dağıtacaksın.

Şimdi genel yaklaşımı böyle diktatörcü olan bir Başbakan hiç kuşku duymayın bir müddet sonra benim akil insanlarım hadi bakayım sokaklarda düşün, AKP’nin bu konudaki propagandasını çok içtenlikle, iştahla, aşkla yapın diye talimat vermeye kalkarsa şaşırmayın.

Tabi bazıları bu konuda çok iştahla bu işe yaklaşabilir. Ama bu konuda herhalde mesafeli yaklaşacak bazı insanlarında bulunması kaçınılmaz olacaktır. Zaten başlangıçta bakın imdi 4-5 tane insan kabul etmemiş. Hemen Başbakan o zaman onları korkaklıkla, ürkeklikle, cesaretsizlikle suçladı. Önümüzdeki günlerde bu kurulun çalışmasından, bu kurula iktidarın bakışından rahatsız olanlarda şimdiden böyle bir yaftayı boyunlarına takarak dolaşmak mecburiyetinde kalabileceklerini düşünerek hareket etsin.

Onun içinde diyorum ki, başlangıçta ipi sağlam kazığa bağlasınlar. Sorsunlar Sayın Başbakana; Sayın Başbakan bizim görevimiz nedir? Siz bu konularda ne düşünüyorsunuz? Topluma açıklamıyorsunuz. Demokrasilerde yapılması gereken bir görevi yapmıyorsunuz. Şeffaf bir yönetim anlayışı içerisinde değilsiniz. 75 milyonluk ülkede böyle bir çözüm reçeteniz varsa en azından şu tutanaklardaki, şu mektuplarda yer alan görüşlerle ilgili düşüncenizi toplumumuza açıklayın diye sormaları gerekiyor ve Başbakanın da bunu yapması gerekir.

Bir taraftan muhalefeti suçluyorsun, bana destek olmuyorsun, bana omuz vermiyor diyorsun, öbür taraftan da o muhalefeti dış kapının mandalı gibi kullanmak istiyorsun. Hiçbir kimse buna yanaşmaz. Bu Tayyip Erdoğan’daki akıl fikir muhalefet partilerinde yok mu? O kapıyı kapatacak, muhalefeti de dış kapının mandalı gibi dışarıya yapıştıracak, bunlarda benim güvencem olacak diyecek. O içeride istediği senaryoyu, istediği oyunu öğrenecek ama kapı kapalı olduğu için muhalefet partileri de bir şey öğrenmeyecekler. Tayyip Erdoğan’ın arkasından deve katarı gibi gidecekler.

Yağ mağ yok Tayyip Efendi. Artık hiç kimse senin bu numaralarını yutmuyor. Oyununu, iktidarda senin neleri gerçekleştirdiğin çok açık ve net. Sen yokluğu ortadan kaldıracağım, Türkiye’nin üçte ikisini yoksul hale getirdin. Bugün 30 milyon insan yoksulluk sınırı içerisinde inliyor. 5 milyon insan açlık sınırı içerisinde. Sen yolsuzluğu ortadan kaldıracaktın. Daha dün gazetelerde oğlunun gemiciklerinin nelerde dolaştığının resimleri yayınlanıyor. Etrafındaki bakanların çocuklarının 17-18 trilyonlara sahip olduğu biliyoruz. Sen yokluğu, yoksulluğu, yolsuzluğu ortadan kaldıracağım deyip çevrendeki hırsızlıklar, yağmalanmalar ayyuka çıkmış, kamu bankalarından açılan kredilerinin miktarını bilen yok. KİT’leri haraç mezat elden çıkardı.

Bu kadar sen usulsüzlük, yolsuzluk yaptıktan sonra muhalefet partilerinin sen hala çaldığının peşinden gideceğini mi bekliyorsun? Bitti o işler. Bitti o dönem. Toplumda uyandı. İnsanlarda senin bu konudaki tutarsızlığını, içtensizliğini gördüler, bu konuda da hiç kimse size gözü kapalı şekilde gitmeyecektir.

Ben buradan bir kez daha ilan ediyorum. Coğrafi ve ulusal bütünlüğe zarar vermemek koşuluyla demokrasinin tam kurumsallaşması, kökleşmesi için yasalarımızda var olan bütün anti-demokratik düzenlemelerin ortadan kalkması için gelin parlamentoda beraber hareket edelim. İlk yapılacak iş barajı aşağıya indirelim. Toplumdaki değişik düşüncede olan insanlar parlamentoda kendi rengini görebilmelidir. Demokrasi de insanların huzur içinde yaşaması, sistemle uyumlu yaşaması parlamento mozaiğinde kendi rengini görmesiyle özdeştir. %7-8-9 oy alan düşüncelerin temsilcileri parlamentoda yer almazsa siz demokrasiyi kurumsallaştıramazsınız. Demokrasinin vitrininde kendi rengini görmeyen insanlara da dönüp sistemle uyumlu yaşa diyemezsiniz. Onları bu telkinlerle, sistemle uyumlu yaşatamazsınız.

12 Eylülün ne kadar anti-demokratik yasası varsa kaldıralım. Gelin yargı bağımsızlığını ortadan kaldıralım. Bugün yargıdan çıkan kararlar insanların vicdanlarını karartıyor. Adalet duygularını isyanlara sürüyor. İnsanlar cezaevlerinde ölümlere mahkum ediliyorlar. Haksız, hukuksuz şekilde tutuklamalardan bu toplumda rahatsız olmayan vicdan sahibi bir tek vatandaş var mı? Herkes acıyarak bakıyor.

Bugün İnönü Üniversitesinin rektörünün cezaevine girdiği fotoğrafıyla şu an cezaevindeki çekilmiş bir fotoğrafı yan yana yayınlıyorum. Vicdan sahibi insanlar bundan rahatsız olmaz mı? Bu tabloyu, bu işkenceyi bu topluma yaşatan bir ülkede demokrasiden bahsedilebilir mi? Şu Silivri’deki davalarda görülen adaletsizliklere bakın. Hukuksuzluklara bakın. Onların anneleri çocukları yok mu? Ölen bir kişi vardı. Parası var diyorlardı. Belediye cenazesi kaldırmak mecburiyetinde kaldı. Üniversiteli gençlerimiz cezaevine sürülüyor, gazeteciler içeride. Bu konularda ağlayan ana, çocuk, kız, yavuklu yok mu sanki de bir tek bu kurul varmış ki, sürekli bu şekil kuruluyor.

Bunlarla ilgili adaletsizlikleri, hukuksuzlukları, haksızlıkları ortadan kaldıralım. İş kazalarındaki ölümleri engelleyelim. 10 yıl içinde 11-12 bin insan iş kazasında ölüyorsa bu iş kazasında ölen insanların anneleri, eşleri, çocukları yok mu? Sokaklarda öldürülen kadınların öksüz kalan çocukları yok mu da…

Demokrasi dışı yasalar var Türkiye’de. Bakınız bu memlekette 700 bin sigortalı işçi kaldı. 12 Eylül hareketinin yapıldığında 40 milyonluk Türkiye’de 2 milyon sigortalı, sendikalı işçimiz vardı. Bunların grev hakkı vardı. Şimdi 700 bin sendikalı işçimiz var. 300-400 binin ancak grev hakkı var.

Bu konulardaki demokratik olmayan hükümleri mevzuatımızdan çıkaralım. Tutuklamalarla ilgili düzenlemeler yapalım. Özellikle barajla ilgili çok ciddi girişimlerin yapılması gerekiyor. Bu konulardan rahatsızlık duyuyoruz. Hakimlere, savcılara memurumuz gibi talimat veren, istediği şeyi yaptırıyorsun, çıkıyorsun şu konuda ben memurlarımız, hakimlerimiz gerekli işlemi yapsın diye efeleniyorsun.

Kuvvetler ayrılığı ilkesini ayakaltına alıyorsun. Sonra da dönüyorsun adaletten, hukuktan, anaların gözyaşından bahsediyorsun. Sen anaların gözyaşından ne anlarsın? Bir toplumda 3 milyon insan kuru ekmek bulamadan yatağa giriyorsa sen ne nutuku sıkıyorsun? Hangi önlemi aldın?

Bakınız, ulusal gelirdeki kişi başına düşen 10 bin dolarımız var. Kaç kişi 10 bin dolar ulusal gelirden pay alıyor? Bu ülkenin en büyük ızdırab kaynaklarından birisi gelir dağılımı çarpıklığıdır. Milyonlarca insan sokakta aç geziyor. Milyonlarca gencimiz işsiz geziyor. Bu konularda kendisinin aklına gelmeyecek. Çünkü tuzu kuru. Oğlu gemileri almış, damat bir holdingin başında. Her gün Lale Devri gibi dış geziler yapıyorsunuz hanımefendi yanınızda gülücükler dağıtarak, kahkahalar atarak. Ondan sonra dönüyorsunuz bu kadar ağlayan işsiz, anayı, babayı dikkate almadan analar ağlamasın diye timsah gözyaşı döküyorsun. Vaz geç Tayyip Efendi bu numaradan.

Akil insanların içlerinde sevdiğim, beraber çalıştığım insanlar var. Örneğin bir Tarhan Erdem. Bir Tarhan Erdem’e ileride böylesine bilmediği bir konuda bu işin arkasından kalkıp da yola çıkarsa bunu hep şuna benzetirim, fırtınalı hava var. Korkunç bir şekilde fırtına esiyor denizde, iki tane delikanlı da açmış yelkenleri fırtınalı havada seyahate çıkıyor. Onların sonucu ne olursa bu konuda gerekli bilgiyi almadan yola düşenlerin sonucu da bu olur. Hem tarihin çöp sepetine giderler, hem kendi çocuklarına bırakmakta sıkıntı içinde bir miras bırakmak mecburiyetinde kalırlar.

Bir insan bir insana bir görev veriyorsa, ciddi bir tarihi görev veriyorsa, bu insanlara saygısı varsa, o insanların tarafsız, objektif görev yapmasını bekliyorsa, o insanlara karşı yapacağı ilk görev bu konuda verdiği görevin çerçevesini belirlemektir. Böylesine sorumluluk taşıyan bir görevle ilgili bütün bilgi, birikimi, çözüm reçetesini bu insanlara sunmaktır. Ondan sonra onlardan görev beklemek, onların hakkı hale gelir. Bunu yapmadan yapılacak şey tamamıyla çok farklı amaçlara yönelik girişimler olarak algılanacaktır.

Sunucu- Çok teşekkür ediyoruz.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları