loading
close
SON DAKİKALAR

Deniz Baykal'ın 12 Eylül'le Hesaplaşması

Deniz Baykal'ın 12 Eylül'le Hesaplaşması
Tarih: 10.04.2012 - 17:55
Kategori: Özel Haberler

Deniz Baykal'ın 12 Eylül'de yazdığı mektubun tam metni...

Deniz Baykal'ın 12 Eylül'de yazdığı mektubun tam metni;

MİLLİ GÜVENLİK KONSEYİ
SAYIN BAŞKANLIĞI’NA
ANKARA

MGK’nın 31 Mayıs 1983 tarihli ve 79 Sayılı kararı ile,
a)Yeni Anayasa ve siyasi partiler kanununa göre kurulmuş olan bir siyasi parti temelli kapatılmış,

b)Kapatılan partinin kurucuları ile daha önce 2533 Sayılı kanun ile feshedilmiş bulunan siyasi partilerin 11 Eylül 1980 tarihindeki il ve ilçe başkanları ile il yönetim kurulu üyelerinin ve 12 Eylül 1980’den sonra görevinden alınan belediye başkanlarının, parti kurucusu, parti yöneticisi olma ve seçilme hakları MGK’nın vizesine tabi tutulmuş,

c)Kapatılan siyasi partinin “iki kurucusu ve organizatörü” olduğu iddia edilen iki kişi ile, 1 Ocak 1980 tarihinde TBMM’de üye bulunan milletvekili ve senatörlerden 14 tanesinin, “Anayasa’nın geçici 4. Maddesindeki hüküm gereğince siyasi partilerle herhangi bir şekilde bağlantı kurması ve bir siyasi partinin kuruluş çalışmaları içinde bulunması yasaklandığı” ve bu yasaklara uymadıkları iddia edilerek 2 Haziran 1983’den itibaren Çanakkale İli’nin bağlı bulunduğu Sıkıyönetim Komutanı’nın nezaretinde ikamete tabi tutulacakları kararlaştırılmıştır.

1)MGK’nın 79 sayılı bu kararı, 1982 Anayasası’na aykırı olarak alınmıştır. Çünkü MGK’nın 1982 Anayası’nı değiştirme yetkisi yoktur. MGK’nın kanunları ve 1961 Anayasası’nı değiştirebilmesi 1882 Anayasası’nı da değiştirebileceği anlamına gelmez. 1982 Anayasası, MGK’ne geçici bir süre için, Anayasa’nın 75-100. Maddelerinde sayılan TBMM’ne ait yetkileri kullanma hakkını vermiştir. Yeni Anayasa’yı değiştirme konusu ise Anayasa’nın 175. Maddesinde, MGK’ne bırakılan yetkilerin dışında düzenlenmiştir.

MGK, yeni Anayasa tasarısını tek başına hazırlama yetkisine de sahip değildi. Nasıl olurda tasarısı bile ancak Kurucu Meclis’ce hazırlanan yeni Anayasa’nın, üstelik halk oylaması ile kabul edilip yürürlüğe girmesinden sonra, MGK’nın tek başına alacağı kararlarla değiştirilebileceği düşünülebilir? O zaman Kurucu Meclis’e, halk oylamasına ne gerek vardır?Anayasa’nın hangi maddesi’nin ne zaman yürürlüğe gireceğini düzenleyen 177.maddeye ne gerek vardır? Eğer öyle olsaydı, MGK, uygun gördüğü kararı Anayasa diye ilan eder, istediği maddeyi istediği zaman yürürlüğe koyar, yürürlükten kaldırır, ya da değiştirirdi.
Yeni Anayasa ile yürürlüğe giren haklar, kurumlar ve kurallar, MGK’den bağımsız olarak ve ondan daha üstün bir irade ile yaratılmışlardır. MGK, yeni Anayasa kendisine yer verdiği için ve yer verdiği ölçüde görev yapma durumundadır. MGK, 1982 Anayasası’nın yürürlüğe giren maddelerini tamamen ya da kısmen değiştiremez, iptal edemz, yürürlükten kaldıramaz ve bu maddelerin kapsamını bir kısım TC Vatandaşları için genişletip daraltamaz. Anayasa’nın geçici 4. Maddesinde düzenlenen siyasal hak kısıtlamalarını nasıl affedemez ise, kapsamlarınıda genişletemez. Kısacası MGK, 1982 Anayasası’nın yürürlüğe girmiş hükümlerini değiştiremez.

Halbuki 79 sayılı karar Anayasa’ya ve siyasi partiler kanununa göre kurulup hükmü şahsiyet kazanmış bir siyasal partiyi Anayasa’nın yürürlüğe girmiş maddelerini açıkça ihlal ederek “temelli kapatmıştır”. Anayasa, siyasal partilerin nasıl kapatılacağını belirlemiştir. Anayasa’nın hiçbir maddesinde de TBMM’ne siyaal parti kapatma yetkisi verilmemiştir.
79 sayılı karar, bir kısım vatandaşların siyasal haklarına da Anayasa’da öngörülen’in ve halk oylaması öncesindeki “taahhütlerin” ötesinde kısıtlamalar getirmiştir.
Gene 79 sayılı kararla 16 siyaset ve devlet adamının fiilen tutuklanma biçiminde ortaya çıkan “ikamete tabi tutulma” sı ise tam bir hukuk faciasıdır. İster 79 sayılı kararın nazikane ya da müstehzi ifadesi ile “ikamete tabi tutulma” olarak anlaşılsın, ister ailelerinden, mesleklerinden, toplumdan koparılıp avukatları ile bile görüşme olanağından yoksun olarak, tel örgüler içinde silahlı nöbetçilerin gözetiminde yaşamak zorunda bırakılan herkese dünyanın heryerinde denildiği gibi tutuklama olarak nitelendirilsin, hukuki statümüz mutlaka bir yargı kararını gerektirmektedir. MGK’de daha önceki askeri yönetimlerde, yargının bağımsızlığı ilkesine dayanan bir devlet kuralını önemle gözetmişler ve siyasal organlar marifetiyle ceza tertip etmekten özenle kaçınagelmişlerdi. 1982 Anayasası’nın kabulünden sonra ise, TBMM bile sahip olmadığı yargı yetkisinin, onun adına MKN’nin kullanması, meri hukuk düzeni içinde anlaşılabilir değildir. 1982 Anayası’nda, iddianamesiz, savunmasız, yargılamasız, kanunsuz, yetkisiz, yargı organı dışında alınacak bir tutuklama kararına yer yoktur.

2)Yeni Anayasa, MGK’nin tasarruları aleyhine Anayasa’ya aykırılık iddiasının öne sürülemeyeceğini ve bu tasarruflardan dolayı hukuki, mali veya cezai sorumluluk talebiyle herhangi bir yargı merciine başvurulamayacağını hükme bağlamıştır. Fakat bu durum, eğer gerçekleşmiş ise Anayasa ihlalini bertaraf etmez, sadece ona maruz kalanların bugünkü meri mevzuat karşısında yapabilecekleri bir şey olmadığını ortaya koyar. Ama Anayasa ihlal edilmiş bir Anayasa haline gelir. Anayasa’yı ihlal etmenin siyasi ve manevi sorumluluğu da ortadan kalkmaz.
Yeni bir hukuk düzeni kurmak üzere yola çıkanların daha ilk adımlarda Anayasa’yı ihlal etme durumunda kalmaları, gelecek bakımından düşündürücü olmalıdır. Anayasa ihlali ile sağlanağı umulanyararlar ise, bu ihlalin bugün ve gelecekte yol açacağı tahribat karşısında çok önemsiz kalacaktır.

3)Sanıyorum asıl önemli olan, bir Anayasa ihlalini de göze alarak, bir siyasi partinin kapatılmasına, on binlerce insana yeni siyasal hak yoksunluğu getirilmesine ve 16 kişinin toplumdan tecrit edilmesine niçin ihtiyaç duyulduğudur. Öyle anlaşılıyor ki, bu uygulama, geçmişe dönük bir hesaplaşma hevesinden değil geleceği biçimlendirme özleminden kaynaklanmaktadır. Siyasal parti kurucusu olarak 10 Ağustos 1983 tarihine kadar başvurulan 602 kişiden 343’ünün yani % 60 a yakınının veto edilmiş olması, MGK’nin milletvekili adaylarını veto edip parti listelerine aday yerleştirme yetkisini almış bulunması da gelecekle ilgili bir arayışın belirtileri sayılmalıdır. Galiba olağan döneme geçtikten sonra da toplumun kendi özgür ve bağımsız iradesi ile kendi tolunu çizmesinin sakıncalı olabileceği düşünülmekte, milletin güvenebileceği kişiler onun adına seçilmek istenmektedir. Eğer 79 sayılı kararda yer alan düzenlemeler, gerçekten, bir askeri yönetimi seçimlerden sonra da sivil bir görüntü altında sürdüre özlemini yansıtıyor ise ortada çok ciddi bir durum var demektir.
27 Mayıs ve 12 Mart askeri hareketlerinin, gerekli anayasal, yasal ve kurumsal düzenlemeleri yaptıktan sonra, milletin özgür iradesi ile oluşan yönetimlere iktidarı devretmiş olmasını hata olarak gören bir anlayış ülkeyi ister istemez büyük sıkıntılarla karşı karşıya bırakır. Türkiye’nin önemli güçlükleri aşarak demokratik gelişme yolunda ilerleyebilmesi ve Türk ordusunun toplumdaki etkin ve saygın konumunu sürdürebilmesi, bir ölçüde 27 Mayıs ve 12 Mart askeri harekatlarının kendi sınırlarını isabetle ve cesaretle çizebilmiş olmalarının sonucudur. Askeri müdahalelerin daha sonraki askeri müdahale ihtiyacını bertaraf etmediği doğrudur. Fakat Türkiye gibi hızlı bir kalkınma ve yapısal değişme sürecini yaşayan gelişme yolundaki bir ülkenin halihazır ve gelecekteki bunalımlarının tümünü, bir askeri müdahale ile çözme hayalini ciddi ve sorumlu bir anlayışla bağdaştırmak mümkün değildir. Türkiye, Atatürk’lerin, İnönü’lerin önderliğinde asker-sivil yönetimleri 25 yılı aşkın bir süre denedikten sonra, demokratik rejimin kaçınılmazlığını yaşayarak görmüştür. 30 yıllık bir demokrasi deneyinden sonra, şimdi tekrar Türkiye yolunu arayan bir ülke durumuna sokulmamalıdır. Batı dünyasının temel değerleri ile yetiştirilmiş Cumhuriyet kuşakları, kendilerine, demokrasi kültürünün dışında bir siyasal benlik arama zorunluluğu içine düşürülmemelidir. Böyle bir durumun yol açacağı sosyal deprem, terörist eylemcilerin yarattıkları istikrarsızlık ile karşılaştırılamayacak kadar vahim olabilir.
12 Eylül yönetiminin, milli iradenin onaylamak zorunda bırakılacağı tercihler yapmaya yöneltilmesi, ülkeyi büyük bunalımların içine sürükler. Bir kez böyle bir tercih yapıldıktan sonra bu tercihin reddedilmesinin de, kabul edilmesinin de ayrı ayrı sakıncaları vardır. Kimse kişisel tercihlerini milli menfaatlerin icabı haline dönüştürüp milli iradeyi zorlayamamalı, bu zorlamanın tahribatını Türk Millet’ne ve onun kurumlarının sırtına yükleyememelidir.

Türkiye, siyasal iktidarların bir yandan milliiradenin üstünlüğüne, öte yandan etkili çevrelerin özel tercihlerine göre oluşup biçimlendiği, çifte meşruiyet standartlı bir ülke haline getirilmemelidir. Böyle bir meşruiyet kargaşasının içinden herşey çıkabilir ama barış ve istikrar içinde bir ülke çıkması herhalde çok güçtür. Türk Ordusu’nun siyaset dışındaki geleneksel konumuna gölge düşürebilecek her girişim nereden gelirse gelsin mutlak bir kararlılıkla göğüslenmelidir.

Ülke olarak devasa sorunlarla karşı karşıyayız. Fakat ne bu sorunlardan, ne birbirimizden ne de milletten korkmamıza gerek vardır. Bütün güçlükleri ancak milletin sevgisi ve desteğiyle aşabiliriz. Türkiye’nin aydınlık geleceği vehimlerle, kuşkularla, suçlamalarla ve zorlamalarla değil, sevgi ve güven duygusu ile özgür tartışma ile ve millet egemenliği inancı içinde demokratik uzlaşmalarla kurulabilir.

4)Milli Güvenlik Konseyi’nin kendisini, 79 sayılı kararı almaya yetkili ve iddialarını herhangi bir soruşturmaya gerek görmeyecek kadar “subuta ermiş” saydığı anlaşılmaktadır. Fakat MGK’nce bu kararın muhattabı olarak seçilen kişilerden birisi olarak ben, 79 sayılı karara karşı cevabımı, yalnızca gerçekleri tarihin tutanağına yansıtabilmek amacıyla doğrudan MGK’ne bildirmeyi, kutsal savunma hakkının, kendime ve devletime olan saygının, hukuk devletine olan inancımın bir gereği ve başta Atatürk olmak üzere Türkiye’de çağdaş bir hukuk devleti, insanların kapı kulu ya da teba olmaktan çıkıp hukuk bilincine sahip yurttaşlar haline geldiği bir çağdaş cumhuriyet yaratmak için büyük mücadeleler veren insanlara karşı takdir duygularımın bana yüklediği bir görev saydım.

Siyasal hayatımızda gelecekte büyük tartışmalara konu olacak bu karar ve uygulama ile ilgili değerlendirmemi daha bu aşamada doğrudan MGK’ne bildirmenin dürüstlük gereği olduğunu ve kamuoyunda açıkça tartışılamayan, bu nedenle de muhtemel zaafları ortaya konulamayan bu kararla ilgili görüşlerimi bilmeye MGK’nin özellikle hakkı ve ihtiyacı olduğunu düşündüm. 

Avrupa’da 700 yıl önce Magna Carta, Habeas Corpus ile güvence altına alınan temel hakların Türkiye’de 1983 yılında ihlal edilmesi karşısında, hakları ihlal edilenlerin bile bu duruma itiraz edememeleri gibi bir ayıptan ülkemi korumak istedim. Gücüm bu kadarına yetti.
Saygılarımla

Deniz Baykal - 12 Ağustos 1983

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları