loading
close
SON DAKİKALAR

Erdoğan: Salgının seyrine bağlı olarak kısıtlamaları yeniden değerlendireceğiz

Erdoğan: Salgının seyrine bağlı olarak kısıtlamaları yeniden değerlendireceğiz
Tarih: 15.07.2020 - 09:05
Kategori: Siyaset

AKP'li Cumhurbaşkanı dün gerçekleşen kabine toplantısının ardından açıklamalarda bulundu.

Erdoğan'ın konuşması şöyle.
"-Türkiye salgın bu konuda dünyaya örnek olan başarılı bir mücadele ortaya koymuştur. Sağlık hizmetleri başta olmak üzere her alanda milletimizin tüm ihtiyaçlarını karşılayan bir sistemle süreci yönettik. Ne hastanelerimizde yığılmaya ne temizlik ve gıda ürünleri tedarik zincirinde kırılmaya ne güvenlikte zafiyete ne de herhangi bir konuda mağduriyete meydan verdik.

-Dünyanın önemli bir bölümünde salgının hasta ve ölü sayısında rekorlar kırdığı bir dönemi biz gayet kontrollü ve sakin bir şekilde geçiriyoruz. Gelişmiş ülkelerin dahi çaresiz kaldıkları kriz konularının sağlam alt yapımız ve dikkatli organizasyonumuz sayesinde kolayca üstesinden geliyoruz. Milletimizden ricamız bu güzel tablonun sürmesi ve daha iyiye gitmesi için dikkati, hassasiyeti, kurallara riayeti elden bırakmamasıdır. Geldiğimiz noktada baş harflerinden ilhamla 'tamam' diye ifade ettiğimiz 'temizlik, maske, mesafe' ilkelerine uymanın ötesinde yapılabilecek bir iş, alınabilecek bir tedbir yoktur. Vaka ve ölüm sayılarının yeniden aşağı yönlü bir eğilime girmiş olması sevindiricidir. Biraz daha gayret ve fedakarlıkla bu sayıları sıfıra yaklaştırmalıyız.

-Türkiye elde ettiği bu küresel başarının karşılığını siyasi ve ekonomik sınıf atlamayla alabilecek bir konumdadır. Bu fırsatı değerlendirip değerlendirememe kararını 83 milyon hep birlikte vereceğiz. Ekonomide toparlanma ve yeni bir atılım için gereken her türlü adımı atıyoruz. Destek paketlerimizle, teşviklerimizle, özellikle de nakdi yardımlarımızla ülkemizdeki her kesimi yeni döneme hazırlamanın gayreti içindeyiz. Kimi sektörlerde ülkemize karşı uygulanan çifte standart önümüzde aydınlık bir gelecek olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Türkiye'nin yükselişi kimsenin önünde duramayacağı, engelleyemeyeceği, geri döndüremeyeceği bir ivmeye ulaşmıştır. Yeter ki millet olarak kazanımlarımıza sahip çıkalım, hedeflerimize kararlılıkla ilerlemeye devam edelim. İnşallah gerisi kendiliğinden gelecektir. Halen süren kimi kısıtlamaları bu çerçevede bir müddet daha ödememiz gereken bedeller olarak görmeliyiz. Salgının seyrine bağlı olarak bunları da en kısa sürede yeniden değerlendireceğiz.

-Salgın döneminde hastalığın bizi yenmesine, köşeye sıkıştırmasına, hedeflerimizden uzaklaştırmasına, esir almasına izin vermedik. Sağlıkla ilgili mecburi sınırlamalar dışında hayatın akışını, ekonominin işleyişini, yatırımları, iç ve dış güvenlik operasyonlarını planladığımız şekilde sürdürdük.

-Yaptığımız açılışlar, düzenlediğimiz programlar ve icra ettiğimiz faaliyetler bunun en somut ifadesi. Daha birkaç gün önce ülkemizin en yüksek köprüsü olan Botan Çayı üzerine inşa edilen Beğendik Köprüsü'nü ve güzergahındaki yolları hizmete açtık. Terör örgütünün inşa ettirmemek için on yıllardır uğraştığı, iş makinelerini yaktığı, işçileri tehdit ettiği bu eseri milletimize kazandırmış olmaktan memnuniyet duyuyoruz. Önümüzde barajdan yola, sulamadan enerjiye kadar pek çok yatırımı içeren uzunca bir açılış listesi var. Bu açılışları bir kısmını bizzat yerinde, bir kısmını telekonferansla gerçekleştirerek hizmet siyasetimizin çıtası hep daha yukarı inşallah çıkartacağız.

-TBMM de kısa bir ara dışında çalışmalarına devam etti. Çok önemli kanunları çıkartan, kanun hazırlıkları yürüten Meclisimizin yeni yönetimini bu vesileyle tekrar tebrik ediyorum. Geçtiğimiz hafta görüşülerek kabul edilen baro yönetimleriyle ilgili kanun değişikliğinin de ülkemize ve yargı camiamıza hayırlı olmasını diliyorum.

-Sanayide, tarımda, ihracatta yaşanan olumlu gelişmelerden memnuniyet duyuyoruz. Ekonomide açıklanan her veri kayıpları telafinin ötesinde bir kıpırdanışı haber veriyor. Turizm sektörümüzün de en kısa sürede beklediği çıtayı yakalayacağını inanıyorum.

-Suriye'de, Kuzey Irak'ta ve Libya'da kendimizin ve dostlarımızın güvenliği için ortaya koyduğumuz iradenin salgın döneminde kesintisiz şekilde sürmesini sağladık. Bölgemizde ve dünyada dengelerin değişmesini sağlayacak derecede neticeler aldığımız bu faaliyetlerimizi hedeflerimize ulaşana kadar sürdüreceğiz. Artık bu bölgede Türkiye'nin içinde yer almadığı, muvafakat vermediği veya destek sağlamadığı hiçbir projenin yürüme şansı olmadığının kabul edildiğini umuyoruz. Bölgemizde etkinlik gösteren ülkelerin hepsiyle de diyalog kanallarını açık tutma, iş birliği yollarını genişletme, yapıcı diplomasiyi işletme gayreti içerisindeyiz.

-Türkiye'nin dostluğunu kazanmanın değerini bilenler bu mekanizmaları etkin şekilde kullanıyor. Israrla ülkemize husumet besleyenler ise kaybetmeyi sürdürüyor. Buradan bir kez daha hiçbir ayrım yapmadan herkesi Türkiye'nin hak, hukuk, adalet ve meşruiyet temelinde uzattığı barış ve iş birliği eline karşılık vermeye davet ediyorum. Bedeli mazlumların, mağdurların, gözü yaşlı, gönlü yaslı insanların ahı ve feryadı olan hiçbir düzenin sahiplerine hayır getirme ihtimali yoktur. Yaşadığımız dünyayı sadece belirli bir kesim değil herkes için daha huzurlu, daha güvenli, daha müreffeh bir yer haline getirene kadar mücadeleye devam edeceğiz.

-Dünya 5'ten büyüktür itirazımızı ve adil bir yeni dünya çağrılarını her platformda tekrarlamayı sürdüreceğiz. Türkiye'ye yakışan tavır neyse bedelini göze alarak sergilemek tarihin milletimizin üzerine yüklediği bir sorumluluktur. Ecdadın asırlar boyunca yerine getirdiği bu görevi biz de son nefesimize kadar yürüteceğiz."

-Ayasofya'nın müzeden camiye döndürülerek vakfiyesindeki amaca uygun şekilde hizmet vermeye başlayacak olması hepimizi şüphesiz ki sevindirmiştir. Burada bir kez daha Ayasofya'nın kiliseden değil müzeden camiye dönüştürüldüğünün altını çizmek istiyorum.

-Ramazan ayı boyunca ve bayramlarda Ayasofya İstanbul'da şehir hayatının merkezine yerleşmiştir. Tam 5 asırdır süren bu sahiplenişi yok sayarak burayı fetihten önceki haliyle tasavvur etmekteki ısrarın gerisinde gaflet yoksa başka şeyler aramak gerekir. Daha yakın tarihlerde yaşanan sokak eylemlerinde İstanbul'un duvarlarına 'zulüm 1453'te başladı' diye yazıldığını da unutmadık. Kimlerin duvarlara bunları yazdığını da milletçe de gayet iyi biliyoruz.

-Bu milletin medeniyetine, tarihine, kültürüne, değerlerine, doğrudan saldırmaya cesareti olmayanlar sembollerimizi yıpratarak sinsice kendilerine yol bulmaya çalışıyor. Bugüne kadar aradıkları yolların hepsi de milletimizin irfanına çarpıp yerle yeksan oldu. Ayasofya tartışmasını, kültürel değer parantezine hapsetmeye çalışanların Osmanlı'nın Balkanlar ve Doğu Avrupa'da bıraktığı göz alıcı mirasın hoyratça yok edilişi karşısında ettikleri tek söz, duyulmamıştır. Aynı şekilde bu kesimlerin Endülüs'ten Kırım'a kadar medeniyetimizin teşkil eden değerlerinin yıkılışı veya yağmalanışı hususunda da herhangi bir serzenişleri vaki değildir. Demek ki bunların maksadı, kültürel mirası savunmak değil. Kalplerini ve zihinlerini sarmış olan Türk ve İslam düşmanlığına kılıf bulmaktır. Gün, bu ulu mabedin yeniden özüne dönmesinin sevincini amasız, fakatsız, lakinsiz, hesapsız, kitapsız bir şekilde yaşama günüdür. Hiç kimse merak etmesin, Ayasofya'yı yeniden vakfiyesine uygun hale getirirken kültürel miras vasfını da ecdadın yaptığı gibi koruyacağız.

-Farklı dinin mensuplarına veya mabetlerine karşı bir düşmanlık ve hasımlığımız yoktur. Tam aksine bizde saygı var. Avrupa ülkelerinde Müslüman nüfusa düşen ibadethane sayısı ile ülkemizdeki gayrimüslim nüfusa düşen ibadethane sayısı arasında 4-5 kat fark vardır. Biz de ortalama 460 gayrimüslime 1 ibadethane hizmet verirken Avrupa'da ortalama 2 bin Müslüman'a 1 ibadethane düşmektedir. Avrupa'daki kilise ve sinagogların önemli bir kısmının da harap vaziyette olduğunu en iyi oralarda yaşayanlar bilir. 

-Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul'u fethettiğinde hemen Ayasofya'yı imara başladı. Ondan yaklaşık 250 yıl önce İstanbul'u işgal eden Haçlı Ordusu ise Ayasofya'yı vahşice yağmaladı. Bu dönemde yağmalanan esenler Vatikan başta olmak üzere Avrupa'nın pek çok şehrinde hala gururla sergileniyor. Demek ki mesele, Ayasofya'nın kendisi değil bu mabedin ve içinde bulunduğu şehrin kimin egemenliğinde olduğudur. Coğrafyamızdaki bin yıllık varlığımızı, İstanbul'daki 600 yıla yaklaşan hakimiyetimizi bırakmak niyetinde değiliz. Ayasofya konusu başta olmak üzere milletimizin varlığı, birliği, özgürlüğü ve haklarıyla ilgili konularda kararımızı kendimizi veririz. Ayasofya'yı yanlış bir kararla da olsa müzeye biz çevirmiştik, onu yeniden camiye de biz döndürüyoruz. Yerin altında yatan yüzlerce milyon ecdada ve üstünde yaşayan 83 milyon vatandaşımıza karşı sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmiş olmanın huzuru ve mutluluğu içindeyiz. 1934'te kimler müzeye çevirdi? Tabii ki bu millet. Şimdi de biz aslına rücu ettiriyoruz. Bir yanlışı biz düzeltiyoruz. Olay, bu kadar basit.

-Kadim dönemlerden beri tüm dünyanın gözbebeği olan bu coğrafyada yaşamayı tercih etmişsek bunun için gereken mücadeleyi de vermeyi göze aldık demektir. Sultan Alparslan'dan beri bu mücadeleyi kesintisiz yürütüyoruz. İstanbul'un fethi sadece bizim için değil tüm dünya bakımından bir dönüm noktası olmuştur. Tarih kitaplarında Avrupa'nın Orta Çağ karanlığından çıkışının sembolü olarak, İstanbul'un fethi gösterilir. Osmanlı'nın Hint Okyanusu'ndan Avrupa'nın ortalarına kadar uzanan hükümranlık dönemi bizim için elbette büyük bir iftihar sebebidir. Bu dönemin en önemli özelliği, diğer inanç gruplarına ve kültürlere tarihte eşi benzeri görülmemiş bir müsamaha ile yaklaşılmış olmasıdır.

-Asırlar süren yönetiminin ardından Osmanlı tarih sahnesinden çekilerek geride inançlarını ve kültürlerini tüm canlılığıyla yaşatan topluluklara bıraktı. Buna karşılık aynı coğrafyada Osmanlı'nın ardından hem diğer inanç mensuplarına hem de birbirlerine karşı çok büyük kıyımlar yaşanmıştır. Sadece Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında çoğu sivil 100 milyonu aşkın insan hayatını kaybetmiştir. Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak bize yönelik tarihi husumetleri ne derece sabırla karşılarsak karşılayalım sürekli çifte standarda maruz kalmaktan kurtulamadık.

-AB tam üyelik sürecimiz bunun en bariz örneklerinden biridir. Siyasi ve ekonomik olarak Türkiye'nin seviyesiyle mukayese dahi edilemeyecek ülkeler tam üyeliğe kabul edilirken, biz gerçekten komik bahanelerle hep dışarıda tutulduk. Şimdi salgın sonrası yaşanan normalleşme sürecinde yine benzer tavırlarla karşı karşıyayız. Sağlık hizmetlerinden şeffaflığa kadar hiçbir konuda ülkemizin yanına yaklaşamayacak devletleri akredite edip Türkiye'yi dışarıda bırakanların ilmi kurallarla değil, zihinlerindeki saplantılarla hareket ettikleri ortadadır.

-Türkiye'nin müdahil olduğu her konuda insan hakları, hukuk, adalet gibi kriterlerin yerini benzer yaklaşımlar alıyor. Suriye'de bunu görüyoruz. Libya'da bunu görüyoruz. Diğer pek çok yerde aynı gerçekle karşılaşıyoruz. Ülkemiz üzerinden Suriye'deki milyonlarca mazlum ve mağdura yardım ulaştırılmasıyla ilgili programlar sırf halkın Türkiye'ye muhabbetini kırmak için engellenmiştir. Libya'da BM tarafından muhatap kabul edilen meşru hükümet 'sırf Türkiye destekliyor' diye yıpratılmaya çalışılmaktadır. Ülkemizin pek çok yerdeki kalkınma ve yardım programları makul sebeplere dayanmayan engellemelere maruz kalabilmektedir. Halbuki biz ecdadımızdan tevarüs ettiğimiz şekilde yaptığımız her şeyi Allah rızası için yapıyor, sadece insana hizmet gayesiyle hareket ediyoruz.

-Tarihinde sömürge ve katliam lekesi bulunmayan bir ülke olarak aynı anlayışla çalışmayı sürdüreceğiz. Cezayir'e bakın, Ruanda'ya bakın. Oralarda binlerce, on binlerce, yüz binlerce insanı katleden Batılıların kimler olduğunu basın mensupları olarak sizler gayet iyi biliyorsunuz. Hele hele oralarda Fransa'yı görmemezlikten gelmek mümkün mü? İşte şimdi yine aynı şekilde Libya'da Tarhuna'da aynı şekilde insan cesetlerinin nasıl oralara gömüldüğünü açık ve net görüyoruz.

-Ayak bastığımız her yerde yaşatmanın, inşa etmenin, ihyanın gayreti içinde olmakta kararlıyız. Biz sağlam durdukça hem milletimizin hem dostlarımızın hem de tüm insanlığın samimiyetimizi, ihlasımızı, hak ve hayır üzerine duruşumuzu eninde sonunda göreceğine inanıyorum. Bugüne kadar içeride ve dışarıda oluşturduğumuz muhabbet halesi bu gayretlerin boşa gitmediğinin ispatıdır. Kimi ülkelerin yönetimleri Türkiye düşmanlığı yapıyor olsa da halkların önündeki yerimizin farklı olduğunu gayet iyi biliyoruz. Milletimizin 18 yıldır olduğu gibi bugün de girdiğimiz her mücadelede yanımızda olduğundan şüphe duymuyorum.

-15 Temmuz darbe girişiminin 4. yıl dönümü. FETÖ mensuplarına kahramanca karşı koyarken şehit edilen 251 vatandaşa Allah'tan rahmet, gazilere sağlık diliyorum.

Millet 15 Temmuz'da tarihinin en büyük imtihanlarından birini alnının akıyla vermeyi başardı. Dünyada örneği olmayan bir şekilde uçağa, helikoptere, tanka, silaha sadece ve sadece kalbindeki imandan aldığı güçle karşı koyan milletimiz gün ağarmadan darbecileri hüsrana uğrattı.

Tankların arasından, tankların koruması altında o gece belediye başkanının evine giden bir ana muhalefet başkanı vardı. Orada kahvesini yudumlarken Atatürk Havalimanı'nda neler oluyor neler bitiyor onu izleyen onu seyreden bir ana muhalefet başkanı vardı. Kendisine sorulduğunda, 'ya bu tankların arasından nasıl gittiniz?' deyince, 'haberim olsaydı ben de gelirdim' diye cevaplayacak kadar maalesef seviye kaybı olan bir ana muhalefet.

Biz milletimizle beraber yürüdük, milletimizle beraber o gece evet darbeyi ve darbecileri elhamdülillah bitirdik. Siyasi hayatımız boyunca milli iradenin üstünlüğüne yaptığımız vurgunun, attığımız her adımda milletimizin rızasını ve desteğini gözetmemizin isabeti de 15 Temmuz'da bir kez daha teyit olmuştur.

-Dost ve kardeş Azerbaycan'a karşı Ermenistan tarafından yapılan saldırıları şiddetle kınadığımızı belirtmek istiyorum. Vatanını savunan Azerbaycanlılardan şehit olanlara Allah'tan rahmet, yaralananlara acil şifalar diliyorum. Yukarı Karabağ'ın işgalinden beri, bu bölgede süren gerginliğin Ermenistan'ın pervasız ve sistematik saldırıları sebebiyle çatışmaya dönüşmesinden dolayı endişeliyiz. Üstelik bu son saldırı, Yukarı Karabağ hattında değil, doğrudan iki devlet arasındaki sınırlarda ve ağır silahlarla yapılmıştır. Bu durum, olayın herhangi bir sınır ihlali ve çatışması değil, doğrudan Azerbaycan'a yönelik bilinçli bir taarruz olduğunu göstermektedir. Hiç şüphesiz bu saldırı, Ermenistan'ın çapını aşan bir hadisedir. Amaç provokatif bir yaklaşımla hem Yukarı Karabağ sorununun çözümüyle ilgili süreci tıkamak hem de bölgede yeni çatışma alanları ortaya çıkarmaktır.

Türkiye, kadim dostluk bağları ve kardeşlik ilişkilerinin bulunduğu Azerbaycan'ın hakkına, hukukuna, topraklarına yönelik her türlü saldırının karşısında yer almakta asla tereddüt göstermeyecektir. Bölgemizdeki ve dünyadaki tüm siyasi, diplomatik, sosyal ilişkilerimizi bu doğrultuda seferber etmek boynumuzun borcudur. Bunu da özellikle ifade etmem lazım. Kendi toprakları içindeki siyasi, ekonomik, koronavirüs salgınından kaynaklanan sağlık, altyapı ve geniş bir alana yayılan çok sayıda sorununu çözemeyen bir ülkenin böyle bir saldırganlık içine girmesi, her şeyden önce kendi halkına saygısızlıktır."

Kaynak : www.istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları