loading
close
SON DAKİKALAR

Garipçiler 100 yaşında

Garipçiler 100 yaşında
Tarih: 08.03.2014 - 12:01
Kategori: Kültür & Sanat

Garip akımının kurucuları Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet ''yüz'' yaşında. Garipçiler, şiirde her türlü kurala ve önceden belirlenmiş kalıplara karşı çıkıp kuralsızlığı kural edinmişlerdi...



Kelebeğin Rüyası filmini izlediyseniz, Behçet Necatigil’in hastanede yatan Rüştü Onur’a bir şiir kitabı getirdiğini anımsarsınız: Garip... Oysa, 1941 yılında Salâh Birsel’e yazdığı mektup şöyledir Rüştü Onur’un: “Mektubunuzu ve Orhan Veli’nin Garip adlı eserini aldım. Bugün benim için bayram oldu. Garip çok güzel. O benim kitabım oldu. Ve ben onu parasız herkese dağıtmak gibi bir his duyuyorum. Birgün limanda veya istasyonda kucağımda bir yığın Garip olduğu halde beklesem. Ve yeni çıkan yolculara bu şehrin insanlarını tanımaları için birer tane versem. Ondan herkeste olsa. Bende olduğu gibi... Emin ol Salâh, şiirden hiçbir zaman, bugünkü kadar bahsetmedim. Ve beni bugün saat 4’te caddeden bir çocuk gibi koşarak, hatta zıplayarak geçtiğimi görenler garip buldular. Evet artık ben Garip’im. Süleyman Efendi’yle akrabalığımız anadan geliyor.”

Söz konusu bir film olduğu için, “tarihi gerçeklik aramalı mıyız?” sorusunu film eleştirmenlerine bırakalım, mektuptaki imkânsızlığa kalem uzatalım; Rüştü Onur’un bu kitaptan “bir yığın” dağıtma isteğinin imkânsızlığına... Çünkü Türk şiir tarihinin bu önemli kitabı hepi topu 500 adet basılmıştır...

Garip ile ilgili ilk konuşmaları şöyle anlatır Melih Cevdet: “Askerliğim sırasında peritonit ameliyatı geçirmişim, apandisiti aldırmak üzere Kasımpaşa Deniz Hastanesi’nde yatıyordum. Birgün Orhan’la Oktay geldiler. Şiirlerimizin bir kitapta toplanmasını konuştuk. Orhan Veli kitabın kapağında üçümüzün de adının bulunmasını istiyordu. Oktay Rifat ise buna razı değildi, kitabın Orhan Veli tarafından düzenlenmiş bir antoloji olmasını istiyordu. Fikir birliğine varamadığımız için kitap Orhan’ın adıyla yayımlandı.”

17.02.1944 tarihinde, Adilhan-Evreşe’de askerde iken Muvaffak Sami Onat’a yazdığı mektupta Garip’i şöyle tanımlar Orhan Veli: “Basılmış Kitabım: Garip (Şiir Hakkında Düşünceler).”

“Biraz gurbette kalmış gibiydiler”
Evet, Garip şiir kitabı değildir ve ilk düşündüğü isim de bu değildir Orhan Veli’nin. 1977 seçimlerinde Cavit Yamaç’la Mehmed Kemal il il dolaşırlar. Kayseri meydanında Demirel, gırtlağını paralarcasına konuşurken, onlar da arabanın içinde edebiyat üstüne konuşmaya başlarlar. Bir ara söz şiirden açılır ve Cavit Yamaç anlatmaya başlar. Anılarında Orhan Veli ile ilgili belgelenmemiş bir şey bırakmak istemeyen Mehmed Kemal de bunları yazmaktan geri kalmaz:

“Bilir misin? Orhan Veli’nin Garip kitabının ismini ben koydum. Bir gün Nisuaz’da oturuyordum. Orhan geldi, bir şiir kitabı çıkaracağını söyledi. Bir türlü kitabına bir ad bulamıyordu. Koymak istediği ad ‘Tahattur’du. Bilirsin Orhan Veli’nin ‘Alnımdaki bıçak yarası senin yüzünden... Tabakam senin yadigârın... Seni nasıl unuturum ben... Vesikalı yarim...’ diye bir şiiri vardır. Onun adı Tahattur’dur. Kitabına bunu vermek istiyordu. Bana sordu, ne dersin diye... Ben de bu adın çok eskimiş olduğunu, daha yeni ve ilgi çekici bir ad bulmasını söyledim. Bu yeni adın ne olabileceğini sordu. Ben de senin şiirlerin yadırganıyor, acayip, garip bulunuyor, öyle bir ad vermelisin, dedim. Öyleyse bir ad bul, dedi. Yaban, acayip, garip, derken... Garip sözü üzerinde durduk. Orhan Veli’nin kitabının adı ortaya çıkmıştı. Garip, sadece şaşırtıcı, acayip anlamına gelmiyor, gurbette kalmışa da yakışıyordu. Zaten o dönemde Orhan Veli ve arkadaşları da kuraldışı, biraz gurbette kalmış gibiydiler.”

Kitabın iç kapağında “Şiir Hakkında Düşünceler ve Melih Cevdet, Oktay Rifat, Orhan Veli’den Seçilmiş Şiirler” yazar. Kitabın üstünde de bir kuşak vardır ve üzerinde “Bu kitap sizi alışılmış şeylerden şüpheye davet edecektir” yazmaktadır. Bu kuşak, Orhan Veli Şiir Evi koleksiyonunun en nadir parçalarından birisidir.

Pek çok yerde isimleri beraber anılmıştır Garipçilerin. Bunun olması için özen göstermişlerdir hatta. Örneğin, Varlık dergisinde ilk Garip tarzı şiirlerin yayımlandığı sayıda Oktay Rifat, Orhan Veli ve Mehmet Ali Sel’in (Orhan Veli’nin takma ismi) şiirleri olmakla birlikte, “Bu sayfayı şair Melih Cevdet’e ithaf ediyoruz” notuyla yayımlanır şiirler. Çünkü Melih Cevdet o sırada Belçika’dadır.

Oktay Rifat ile iki şiire birlikte imza atar Orhan Veli; Kuş ve Bulut Garip’teki ilk şiirdir, Ağaç ise son şiir: (Kuş ve Bulut: Kuşçu amca!/ Bizim kuşumuz da var,/ Ağacımız da./ Sen bize bulut ver sade/ Yüz paralık.)

(Ağaç: Ağaca bir taş attım;/ Düşmedi taşım,/ Düşmedi taşım./ Taşımı ağaç yedi;/ Taşımı isterim,/ Taşımı isterim!)

Melih Cevdet ile aynı kızı sevmiştir Orhan Veli, bunu Oktay’a Mektuplar’ın ikincisinde (12.12.37) yazar: Şu anda dışarda yağmur yağıyor/ Ve bulutlar geçiyor aynadan/ Ve bugünlerde Melih’le ben/ Aynı kızı seviyoruz.

“Üç sosyalist şair açlık grevi yapacakmış!”
Garip’in 1945 yılındaki ikinci baskısında, Melih Cevdet ile Oktay Rifat’ın şiirleri yoktur ancak beş yıl sonra, Yaprak dergisinin 15 Mayıs 1950 tarihli sayısındaki Nâzım Hikmet Meselesi’nin altında üçünün de imzası vardır:

“Dergimiz çıktığı günden beri, sanatkârın sorumluluğu üzerinde durmakta, bu görüşü savunmaktadır. Son haftalarda, ortaya bu sorumluluğu daha iyi şekilde duymamızı gerektiren sebepler çıktı. Şair –yani meslekdaşımız- Nâzım Hikmet, kendisine kanunsuz olarak verilen bir cezanın kanun yoluyla düzeltilememesi karşısında, açlık grevine karar verdi. Ölürse, bu ölümden sorumlu olacak birkaç yetkili kişi bulunacaktır. Ama dünya karşısında olsun, tarih karşısında olsun bu sorumluluğa bütün Türk milleti ortaktır. Milletini seven Türk adının lekelenmesini istemiyen yurttaş böyle bir tehlikeyi önlemek zorundadır. Hiç kimse kanuna karşı gelmez; gelmek te istemez. Ama kanunsuzluğa karşı gelmek, bir hak değil vazifedir. Üstelik o kanunsuzluk, milletin adının dünya karşısına lekeli bir ad olarak çıkaracaksa, bu iş bir yurtseverlik olur.

Bunu düşünen, bir yandan da Nâzım Hikmet’in bu memleketin diliyle edebiyatına ettiği hizmetleri pek iyi bilen bizler, Nâzım Hikmet’i öldürmenin sorumluluğuna ortak olmak istemediğimizi belirtmek için onun açlık grevine başladığının onuncu gününde, iki gün aç kalmayı kararlaştırdık. Bu arada da basına aşağıdaki demeci verdik:

Büyük Türk şairi Nâzım Hikmet’in on üç yıl, bir adli hata yüzünden hapiste tutulduğu hakkında, yetkili hukukçular tarafından açıklanan hakikat yurdumuzda ve dünyada büyük akisler doğurmuştur. Durumun bir an önce düzeltilmesi için elan harekete geçilmemesi, yetkili makamlar nezdinde yapılan, memleket içi ve memleket dışı, türlü müracaatların bir netice vermemesi cemiyetimizi ağır bir sorumluluk altında bulundurmaktadır. Başladığı ikinci açlık grevi ile Nâzım Hikmet’in her saat ölüme yaklaşmakta bulunması karşısında Türk vatandaşı olarak, insan olarak, meslekdaş olarak, yüklenilen soruma katılmadığımızı önemle belirtir ve bu maksatla 12 Mayıs tarihinden başlamak üzere iki gün aç durmaya karar verdiğimizi umumi efkara bildiririz.”

Bu açlık grevini “yabancı ülkelerde memleketimiz aleyhinde yapılan menfi propagandalara alet olmakla” suçlayanlar çıkar. 11 Mayıs tarihli Kudret gazetesi şu başlığı atar: “Üç sosyalist şair açlık grevi yapacakmış!” Orhan Veli’nin yanıtı oldukça eğlencelidir:

“Yurdumuzda sosyalist kelimesiyle komünist kelimesi arasındaki fark pek anlaşılamadığı, komünist kelimesi de çok kere vatan haini anlamına geldiği için bu başlığı ilkin curnalcılık saydık. Ama sonra, biraz düşündük; ilk korkumuzun boşuna olduğunu anladık. Çünkü bundan beş on gün evvel eski Devlet Başkanı Cemil Sait Barlas Halk Partisi’nin bir Sosyalist Partisi olduğunu söylemişti. Söylemişti de, Demokratlar buna şiddetle karşılık vermişler, ‘Siz sosyalist değilsiniz, asıl sosyalist biziz,’ demişlerdi. Partilerimizin arasında bile kolay kolay paylaşılamayan bu sıfatı bize layık gördüğü için Kudret gazetesine teşekkür etmek istiyorum.”

13’te Oktay’ı, 16’da Melih’i tanır Orhan
Garipçileri pek çok yerde bir arada görebilirsiniz. En son Şevket Rado’ya Mektuplar kitabında yan yana gelmişlerse de en önemlisi, en az bilinen ilk bir araya gelişleri olsa gerek. Az önce de bahsettiğimiz Muvaffak Sami Onat’a yazdığı mektubun girişinde, “13’te Oktay Rifat’ı, 16’da Melih Cevdet’i tanıdım” der Orhan Veli..

1926 yılında, ilkokulun son sınıfında tanışır Oktay Rifat ile Orhan Veli. Okulları yan yanadır ama, ortaokulu Ankara Erkek Lisesi’nde okurlar. Bu sayede daha çok görüşür olsalar da ancak lise birinci sınıfta canciğer arkadaş olduklarını yazar Oktay Rifat. İkinci sınıfta Melih Cevdet de aralarına katılır.

Ankara Erkek Lisesi’nin kooperatifinin parasıyla yayımlanan Sesimiz dergisinde beraberliklerinin ilk eserleri yayımlanır.

Orhan Veli’nin Yahudinin Fendi Arnavudu Yendi başlıklı bir perdelik komedi olan bir piyesi derginin ilk sayısında yer alır ancak ikinci sayıda piyesin devamı yayımlanmaz. Bu konuda Hakan Sazyek, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Garip Hareketi adlı kitabında şu yorumu yapar: “Oyunun azınlıkları konu edinmesinin rol oynaması ihtimali güçlüdür.” Derginin 10. sayısında “Gece, Beyaz, Kurşuni, Mavi, Siyah” adlı bir denemesi yayımlanan Orhan Veli aynı zamanda derginin hem mecmua heyetinde hem de müsamere heyetinde yer alır...

Oktay Rifat’ın “Gecenin Söyledikleri, Hepsi Var. Sevgilim Yok” başlıklı mensur şiiri derginin 6. sayısında yayımlanır.. “Mermer Merdivenler” isimli manzumesi 9. sayıda, “Yollar” şiiri 10., “Hasret” şiiri de 12. sayılarda yer alır.

Hakan Sazyek’in değerli görüşlerine yer vermemiz yerinde olur: “İlk eserlerin acemiliğini taşıyan bu kısa yazı, sığ bir duygusallığın tezahürü biçimindedir ve hayal kadrosu bakımından romantik bir mizacın ürünüdür. Bu özelliğiyle de 19. yüzyılın sonlarında Servet-i Fünun edebi hareketi mensuplarınca yazılan mensur şiirleri andırır.”

“Oktay Rifat’ın şair kişiliğinin henüz etkilenme dönemini yaşadığını göstermektedir. Biçim ve içerik bakımlarından büyük ölçüde Beş Hececilerin şiirini çağrıştırır.”

Melih Cevdet’in ise 11. sayıda Dilenci isimli bir öykü, 10. sayıda İktisat Haftası Münasebetile isimli bir makale, 12. sayıda Ahmet Haşim isimli bir inceleme ve gene bu sayıda Rahatlık isimli bir şiiri yayımlanır.

Melih Cevdet’e haksızlık etmemek için, Hakan Sazyek’in onun hakkındaki görüşlerini de buraya alalım: “Ahmet Haşim’in ölümü üzerine kaleme aldığı yazıda, sonraları mensubu olacağı hareket tarafından eleştirilen şairi öven bir tutum içindedir. Melih Cevdet, bu yazısında, şiir geleneğimizi özümsemiş bir kimlik içinde görünür. ‘Rahatlık’ başlıklı şiirinde ise o da Oktay Rifat gibi hececi şairin biçim ve imge anlatışının etkisindedir. Üç gencin Sesimiz dergisinde yayımlanan eserleri, ilk çalışmaların basitliğini taşımaktadır. Bununla birlikte, bu ürünleri edebi kişiliklerinin oluşum çizgisindeki etkilenme ve arayış döneminin koşulları çerçevesi içinde değerlendirmek gerekir.”

Orhan Veli, Mücap Ofluoğlu’ya Yenisi kitabını şöyle imzalar: “Dostum Mücap Ofluoğlu’ya, 75 kuruş kitap, 25 kuruş da imzanın değeri, etti bir papel. 30.VI.1950. Orhan Veli. Kitabı kendisi almış, 75 kuruşu da o vermiş. Binaenaleyh bu kitap benim hediyem değildir. Bununla beraber ben Mücap Ofluoğlu’dan alacaklıyım. Çünkü kitabın değeri, üstünde 75 kuruş yazmasına rağmen, 25 kuruşu geçmez. Benim imzama gelince, değeri milyondur. Bu hesaba göre ben Mücap’tan 1000000-50=1000950 alacaklıyım.

Hesabı kıt olanlar büyük riyazicilere gitsin.”

Yazının başlığında “Garipçiler 100 yaşında” denilmesine “Melih Cevdet 1915 doğumludur” diye itiraz eden çıkabilir... Bence de, hesabı kıt olanlar büyük riyaziyecilere gitsin.

Melih Cevdet Anday
13 Mart 1915’te İstanbul’da doğdu. Ortaokula kadar İstanbul’da eğitim gördü. Liseyi Ankara’da tamamladı. Liseyi bitirdikten sonra bir süre Hukuk Fakültesi’ne devam etti. Daha sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ne kaydoldu. Ancak Devlet Demiryolları’nda memur olarak çalıştığı için öğrenimine devam edemedi. Çalıştığı kuruluş tarafından sosyoloji öğrenimi görmek için Belçika’ya gönderildi.

1953-1954 yılları arasında Akşam gazetesinin edebiyat ve sanat sayfasını hazırladı. Fikirleri sebebiyle işten çıkarıldı. Doğan Kardeş Yayınları’na geçti ve çeviriler yaptı. Buradaki görevinden de aynı sebeple ayrılmak zorunda kaldı.

1958’den itibaren; Tercüman, Büyük Gazete, Yeni Tanin ve İkdam’da kendi adıyla ve çeşitli takma adlarla denemeler ve makaleler yazdı, tefrika romanlar yayımladı. 1960’ta Nadir Nadi’nin desteğiyle Cumhuriyet’te köşe yazıları yazmaya başladı. Bu gazetedeki yazılarını 1997’ye kadar sürdürdü.

1956’da yayımladığı Yanyana isimli şiir kitabı, 142. maddeye aykırı olduğu gerekçesiyle 1964’te yasaklandı. Anday gerek şiir kitaplarıyla, gerekse daha sonraları yöneldiği roman ve tiyatro alanlarındaki yapıtlarıyla birçok ödül aldı. İstanbul Belediye Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nde diksiyon, özel bir tiyatro okulunda mitoloji dersleri verdi. 1964-1969 yılları arasında TRT’de yönetim kurulu üyeliği, 1979-1980 yıllarında da Paris’te eğitim müşavirliği görevlerinde bulundu. 28 Kasım 2002’de 87 yaşında öldü.

Oktay Rifat
10 Haziran 1914’te Trabzon’da doğdu. 1925 yılında, ortaöğrenimine Ankara Erkek Lisesi’nde başlayan Oktay Rifat, liseyi de aynı okulda okudu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni 1936’da bitirdi. Aynı yıl, şairin edebi görüşlerini, şiirde biçim ve kural anlayışını tam olarak yansıtan ilk şiirleri, “Varlık” dergisinde yayımlanmaya başladı. 1937’de Maliye Bakanlığı tarafından açılan doktora burs sınavını kazanarak Paris’e gönderildi. Burada üç yıl Siyasal Bilgiler okuyan Oktay Rifat, II. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi nedeniyle, doktora tezini tamamlayamadan 1940’ta yurda döndü.

Paris dönüşü gerçekleşen bu yazınsal ve düşünsel faaliyetlerinin yanı sıra, bir süre Maliye Bakanlığı’nda görev yapmasının ardından, Matbuat Umum Müdürlüğü’nde (Basın Yayın Genel Müdürlüğü) çalıştı. Sonrasında ise yine Ankara’da serbest avukatlık yapmaya başladı. 1954 yılında kaleme aldığı ve toplumsal sorunlara eğildiği, Karga ve Tilki adlı şiir kitabıyla Yeditepe Şiir Ödülü’nün sahibi oldu. 1955 yılında ise İstanbul’a taşınarak avukatlık mesleğine burada devam etti.

1973 yılında, Devlet Demir Yolları’nda birinci bölge avukatıyken emekliye ayrıldı. Bu dönemde de yazmaya devam etti ve çok başarılı eserler koydu. 18 Nisan 1988 tarihinde, İstanbul’da hayata veda etti.

Orhan Veli Kanık
13 Nisan 1914 tarihinde, İstanbul’da doğdu. Cumhurbaşkanlığı Armoni Orkestrası şefi, klarnet üstadı Mehmet Veli Kanık ile Fatma Nigar Hanım’ın ilk çocuklarıdır. Mizah yazarı Adnan Veli Kanık’ın ağabeyi olan şairin, Füruzan (Yolyapan) adlı bir de kızkardeşi vardı. 1921’de Galatasaray Lisesi’ne gönderildi. Dördüncü sınıfa kadar bu okula devam ettikten sonra, 1925’te babasının tayini nedeniyle, ailesiyle birlikte Ankara’ya taşındı.

1933 yılında İstanbul’a geri döndü ve İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesinin Felsefe Bölümü’ne devam etti. 1936’da, lisans eğitimini bırakmaya karar verdi ve ertesi yıl Ankara’ya geri döndü. Başkentte bir süre, PTT Genel Müdürlüğü Telgraf İşleri Reisliği Nizamlar Bürosu’nda memurluk yaptı.

II. Dünya Savaşı nedeniyle uzatılan askerlik görevini, 1945 yılında, yedek subay rütbesiyle tamamlayan Orhan Veli, Ankara’ya dönerek Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda tercümanlık yapmaya başladı. Burada Azra Erhat, Oktay Rıfat ve Erol Güney ile birlikte ortak çeviri çalışmaları yürüttürken, 1947 yılında, Reşat Şemsettin Sirer’in Milli Eğitim Bakanı olmasıyla birlikte, yeni bakanlık yönetimini “antidemokratik ve tutucu” davranmakla suçlayarak görevinden istifa etti. Hemen ardından, Mehmet Ali Aybar tarafından yayımlanan, Hür ve Zincirli Hürriyet adlı gazetelerde, siyasal, sosyal, kültürel ve edebi konular üzerine eleştirel yazılar kaleme almaya başladı. 1948 yılında ise, bir süre, Ulus gazetesinde, Yolcu Notları başlığı altında makaleler yazdı.

10 Kasım 1950 gecesinde, onarım için kazılmış, ancak üzeri kapatılmamış bir çukura düşerek ayağını incitti. Ardından İstanbul’a dönen şair, bir arkadaş ziyareti esnasında aniden fenalaşması üzerine kaldırıldığı Cerrahpaşa Hastanesi’nde, 14 Kasım 1950 tarihinde beyin kanaması sonucu girdiği komada hayatını kaybetti.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları