loading
close
SON DAKİKALAR

Bunun adı sivil diktatörlüktür

Can Ataklı
Tarih: 09.06.2012
Köşe: Günlük Yazılar

305 THY çalışanı sırf haklarını aradıkları için, egolarının esiri olan THY yönetiminin gazabına uğradı. Onlar şimdi “açlıkla terbiye” ediliyor...

Son yıllarda “askeri vesayet bitti belki ama şimdi sivil vesayet gündemde” eleştirileri yapılıyor.

İktidar ve yandaşları bu söyleme çok öfkeleniyor ve saldırıya geçiyor.

Her saldırı “sivil vesayeti kanıtlayan” yeni bir belge gibi tarihe kaydediliyor.

Ülkede bir sivil diktatörlük olmadığını söyleyenlere çok kısa süre önce yaşadığımız sadece bir olayı analiz ederek cevap vermek istiyorum.

1- Türk Hava Yolları’nda çalışan uçucu personel hem ücretlerinin azlığı hem de çalışma koşullarının her gün daha da ağırlaştırılması karşısında dönemi gelen toplu sözleşme görüşmelerinde sendikalarından daha aktif çaba harcanmasını istiyor.

2- THY yönetimi 1991’den bu yana grev yapılmayan kurumdaki huzursuzluğun arttığını görerek önlem almaya yöneliyor. İlk olarak sendika ile anlaşmazlık yaratılıyor.

3- Görüşmeler sürerken THY yönetimi Metin Külünk adındaki bir AKP’li milletvekilinden “Sivil havacılıkta grev yasağı getirilmesi için bir yasa teklifi vermesini” istiyor.

4- Metin Külünk ricayı emir kabul ederek o sırada Meclis’te görüşülen “Korsan taksiciliğin önlenmesi” ile ilgili yasaya bir madde eklenmesi için önerge veriyor. Bu madde sivil havacılıkta grev yasağı getiriyor.

5- THY çalışanları ve sendika bu durumu öğrenince doğal olarak şiddetli tepki gösteriyor ve grev yasağı hazırlığını protesto ediyor.

6- Buna rağmen önerge geri çekilmediği gibi bunun bir AKP politikası olduğu belirtiliyor.

7- THY çalışanları kararı protesto etmek için hukuka ve mevzuata uygun biçimde, pek çok ülkede görüldüğü gibi 24 saat süreceğini açıkladıkları pasif bir eylem yapıyor.

8- THY yönetimi buna çok öfkeleniyor ve hızlı bir işten çıkarma operasyonuna başlıyor. İşten çıkarmalar SMS’lerle çalışanlara duyuruluyor. Sonuçta 305 kişi işten atılıyor.

9- O sırada da Meclis madde üzerinde tartışmaya bile gerek görmeden sivil havacılıkta grevi yasaklayan kanunu kabul ediyor.

10- Kanun imza için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e gönderiliyor.

11- Abdullah Gül adeta noter gibi davranarak -birkaç istisna dışında- alışılmadık biçimde yasayı jet hızıyla imzalıyor ve yürürlüğe sokuyor.

12- Çalışma Bakanı, güya üzülmüş gibi yaparak THY yönetiminden atılan kişileri işe almasını istiyor.

13- THY yönetimi düşünecekmiş gibi yapıp bir gün bekliyor, ama atılanları geri almayacağını açıklıyor.

14- Grev yasağı getiren maddeyi öneren Metin Külünk adlı miletvekili internet sitesinde “işe alma bürosu” kurarak CV (özgeçmiş) toplamaya başlıyor.

15- Bu CV’ler THY yönetimine gönderiliyor, iddiaya göre THY yönetimi attığı kişilerin yerine bu CV’lerden adam toplamaya başlıyor.

İşte işin özeti bu.

Böyle bir şey hiçbir demokratik ülkede yaşanmaz. Bunun adı demokrasi değildir, bal gibi sivil diktatörlüktür.

Ancak diktörlüklerde çalışanların haklarını vermek yerine onlara köle muamelesi yapmak geçerlidir.

*****


Açlıkla terbiye etmeye kalkmak vicdansızlıktır

Sivil havacılık için çıkarılan ama şu anda sadece THY’yi ilgilendiren grev yasağının amacı ne?

Bunu THY’nin ricasını emir kabul eden ve önerge veren Metin Külünk adlı AKP milletvekilinden öğreniyoruz.

Bu kişiye göre AKP iktidarı emeğin ve çalışanın yanındaymış, grev gibi işçinin kutsal hakkını bırakın kaldırmayı, sınırlamayı bile düşünmezlermiş ama THY Türkiye’nin yüz akı olarak dünya semalarında dolaşıyormuş, çok kârlı bir şirketmiş ve gönülleri bu şirketin parasını işçinin hakkı olarak dağıtmalarına elvermezmiş, bu nedenle grev yasağı en doğru yolmuş.

AKP’ye göre grevler nedeniyle bugüne kadar birçok şirket batmış, bundan sonra “yumruk sallayan sendikacı” dönemi de bitmiş.

İşte iktidarın mantığı bu. Halkın yarısı bu görüşlere destek veriyor. Kamuoyu araştırmalarına göre vermeye de devam edecek.

Tamam, grev yasağı geldi, ama olan dünyanın her demokratik ülkesinde olduğu gibi hakkını aramak için eylem yapanlara oldu.

THY yönetimi bırakın uluslararası sözleşmeleri, hiçbir vicdani rahatsızlık da duymadan, hâkim gücünü kullanarak 305 çalışanını kapı önüne koydu.

Demek ki grev yasağı getirilirken lokavt tamamen serbest bırakılmış.

Ve 305 THY çalışanı sırf haklarını aradıkları için, egolarının esiri olan THY yönetiminin gazabına uğradı.

Onlar şimdi “açlıkla terbiye” ediliyor.

THY yöneticileri ve THY’yi grev tehdidinden kurtaran iktidar, ellerini ovuşturarak “Kiminle uğraştığınızı gördünüz mü, haydi gidin şimdi kendinize iş bulun” diyordur.

THY yönetimine not: Uygulanan vicdansız işten çıkarmalara medyadan tek tük eleştiriler geliyor. Biliyorum egonuz sıkıntıya giriyordur. Üzülmeyin, biraz daha avanta kartı dağıtın, bu avanta kartların haklarını genişletin, o sesleri biraz daha kısarsınız.

*****

Konser için gelen Madonna Boğaz’ı görmüş ve Marmara’nın yapay göl olup olmadığını sormuş. Değil Sayın Madonna, kanalizasyon suyuyla, beyaz mayolu(!) çocuklarıyla, çöpleriyle yüzde yüz Türk denizi... (Gani Yıldız)

*****

Sıkıyorsa...

Başbakan Erdoğan MİT Müsteşarı’nı “şüpheli” sıfatıyla ifadeye çağıran savcıları çok ağır dille suçlayarak “Emri alanı niye çağırıyorsunuz, emri ben verdim, beni çağırsanıza” dedi.

Bunun tam Türkçesi şudur; “Sıkıyorsa beni çağırsana.”

Bu tartışma önümüzdeki günlerde çok daha büyüyecek. Çünkü konu sanıyorum ki, Başbakan’ın sadece bir bürokratını korumak amacıyla öfkelenmesinden çok daha önemli ve derin.

İktidar içinde şimdilik görünmeyen ama en azından dedikodu olarak konuşulan bir çatışmanın ilk işaretleri. Önümüzdeki günlerde, çok garip çatışma ve tasfiye operasyonları asla şaşırtıcı olmayacaktır.

Biraz daha beklemekte yarar var.

*****


O kuleye İdris-i Bitlisi adını versenize

Akşam Gazetesi manşet yapmış; “Piyer Loti’ye Bitlis ayarı” diye.

Konu şu; Vahit Kiler adındaki bir kişi Eyüp’ün tepesinde “Piyer Loti” olarak bilinen tepeye “İdris-i Bitlisi” adının verilmesini önermiş bunun için belediyeye başvurmuş.

Çünkü bu tepenin adı 1934’e kadar Osmanlı siyasetinde adı çok bilinen İdris-i Bitlisi‘nin adını taşıyormuş, Cumhuriyet döneminde buraya bir Fransız‘ın adı verilmiş, kendisi Bitlisliymiş, kanına dokunuyormuş, tekrar eski adının verilmesini istiyormuş.

Ekonomi servisine “kimdir bu Vahit Kiler?” diye sordum. “Bilmiyor musun, süpermarketçiydi, müteahhit oldu, Levent’teki Sapphire kulesinin sahibi” dediler.

İşe bakın, adam Bitlisli, Piyer Loti yabancı olduğu için Eyüp’teki tepeye adının verilmesi kanına dokunuyor, ama yaptığı kulenin adı Sapphire.

Nedir Sapphire?

Bildiğimiz safir. Mavi renkli süs taşı. Ama İngilizcesi.

Türkiye’nin en yüksek binasını dikmekle övüneceksiniz, ama oraya bir Türkçe ad koymaya bile tenezzül etmeyeceksiniz, sonra Piyer Loti’nin adının Osmanlı dönemindeki bir kişinin adıyla değiştirilmesini isteyeceksiniz.

Şimdi Vahit Kiler’e sormak lazım değil mi?

Bir Bitlisli olarak acaba neden o bilmem kaç katlı binanın adını Bitlisi koymadınız da, Sapphire gibi o binanın hemen yanınbaşında oturanların telaffuz bile edemediği İngilizce bir isim koydunuz?

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları