loading
close
SON DAKİKALAR

Hani çözüm terörist öldürmekle olmuyordu

Can Ataklı
Tarih: 11.12.2015
Köşe: Günlük Yazılar

Can Ataklı; Saray söylemlerinde giderek sertleşiyor. Tabii sadece söylemler sertleşmiyor, güya terörle mücadelede de sertlik görülmemiş boyuta geldi.

Saray söylemlerinde giderek sertleşiyor.
Tabii sadece söylemler sertleşmiyor, güya terörle mücadelede de sertlik görülmemiş boyuta geldi.
Meşru konuşma zemini olarak sıkça “muhtarlarla toplantıyı” tercih eden saraydaki PKK terörünü kastederek “Bin defa baş kaldırsa, bin defa ezeriz” dedi önceki gün.
Oysa aynı kişi “açılım süreci” adı altında “ucu bucağı belirsiz” ve “içeriği bomboş” olan süreç boyunca sırf kendinden önceki dönemi kötülemek için “teröristleri öldürerek terörü bitiremezsiniz” diyordu.
Çünkü asıl bataklık terördü. Teröristler bu bataklıktaki sivri sineklerdi. Sivrisinekleri istediğiniz kadar öldürün, bataklık kurumadığı sürece sorundan kurtulamazdınız.
Israrla bu görüşü savunan saraydaki, 6 yıl boyunca “Türkiye her alanda yüzleşmeli” sloganıyla, başta asker olmak üzere güvenlik birimlerinin üzerine yürüdü. MİT’i darmadağın edip tamamen kendine bağladı, emniyet teşkilatını sadece kendisinden emir alır duruma getirdi, ordumuzun da tarihimizde görülmemiş biçimde kirletilmesine, aşağılanmasına, küçümsenmesine yol açtı.
Saraydakine ve yandaşlarına göre; Geçmişte terörle mücadele edenler, gerçeği bir yana bırakmışlar, tek tek teröristlerle uğraşmışlar, binlerce insanı öldürmüşler, kimini ortadan tamamen kaldırmışlar, toplu mezarlar yapmışlar, ölülerin üzerine asit dökmüşlerdi. Jitem vardı, beyaz Toros’lar dehşet saçıyordu, terörist adı altında Kürt halkı katlediliyordu.
Saray, bu söylemleri ve politikasıyla tek hedefi amaçlıyordu aslında; Kürt oylarını almak, baraj altında kalacak Kürt partisinin sayesinde bir bölgenin tüm milletvekilliklerini kazanacak ve Türkiye’nin dönüşümü sağlayacak sayısal üstünlüğe kavuşacak.
Bu sırada, halktan bağımsız olarak geniş bir çalışma alanı bulan terör örgütleri sinsice örgütlenecekler, artık dağları değil kentleri silah deposu haline getirecekler, çocuk yaştaki çocuklara eğitim kamplarında silahlı mücadele dersleri verecekler, militan sayısını artıracaklar, il merkezlerinde bile “savaş durumu” önlemleri alacaklar, sarayın umurunda bile değildi.
Yeter ki, önüne bir havuç konan Kürt halkı “artık bizde insan sınıfına giriyoruz” algısı altında ezilsin ve AKP iktidarına destek versin.
Bu oyun aslında 7 Haziran seçiminde, HDP’nin barajı aşmasıyla bozuldu. AKP ve saray, en yüksek oyu alsa bile iktidarın sayısal gücünü elden kaçırabileceklerini gördü. Bunun üzerine kurgu yeniden yapıldı. Güneydoğu dışındaki oyların artmasını sağlayacak korku ve endişe ortamı yaratıldı.
Şimdi iktidar yeniden güçlü biçimde ele geçirildiğine göre, Kürtler’e hoş gelecek “çözüm, kimlik, dil” gibi AKP’nin asla inanmadığı ve muhtemelen aklının da pek almadığı konular bir kenara bırakıldı, terörle mücadelede tek yöntemin “topluca imha etmek” olduğu aşamasına geçildi.
Böylelikle dün sözde çok eleştirdikleri “terörist öldürme” tavrına sert ve o günlerden çok daha şiddetli bir dönüş yapıldı.
Kendilerince “vesayet dönemi” dedikleri zaman bile kimsenin aklına gelmeyen, gelmiyordu çünkü her şeye rağmen bir hukuk ve demokrasi anlayışı hakimdi, aşırı güç kullanma yöntemlerine başvuruyorlar artık.
Kentlerde aralıksız 7-8 gün süren 24 saat sokağa çıkma yasakları uygulanıyor, tanklar kent içlerinde top atışları yapıyor, binalar kullanılamayacak derecede hasara uğratılıyor, pek çok kişi göğüslerine terörist yaftası asılarak “etkisiz hale” getiriliyor.
Peki, bütün bunları yaparak gerçekten terör sorununu çözebilecek ve Türkiye’de barış-huzur ortamını kurabilecekler mi?

-KAFAMI BOZAN ŞEYLER-----

Demek ki beterin beteri bir RTÜK geliyor
Bu iktidar çok kurnaz.
İktidara gelirken söylediklerinin tamamını unuttu, bununla yetinmedi iktidardayken söylediklerini de “zamanı gelince” bir kenara bırakmaktan çekinmedi.
Karşı çıktığı tüm kavramların içini boşalttı, sonra kendine uygun biçimde içini doldurduktan sonra hararetle savunmaktan hiç çekinmedi.
Üstelik bunu yaparken, kendinden olmayan herkesi tuzağa düşürmeyi de başardı. Pek çok muhalif zamanında karşı çıktığı konuya, iktidarın açtığı yeni ve çıkarcı yoldan gitmemek için daha sonra taraftar olmak zorunda kaldı.
Örneğin YÖK konusu. Bu iktidar YÖK’e hepimizden fazla karşı görünüyordu. Ama onların karşı olmasının tek nedeni YÖK’ün anayasaya uygun olarak türbanı üniversiteye sokmamasıydı.
Ne zaman iktidar türbanı serbest hatta neredeyse zorunlu hale getirdi, YÖK’e karşıtlık bitti tam tersine YÖK iktidarın çok sarıldığı ve savunduğu bir baskı aracı haline geldi.
Şimdi anladığım kadarıyla aynı uygulama RTÜK’te yapılacak.
İktidarın “her söylediği çıkan” yazarlarından Cem Küçük dün “RTÜK’ün çok kısa bir süre sonra lağvedileceğini” yazdı.
“Lağvedilecek” deyince akla sanki RTÜK kalkacak gibi geliyor değil mi?
Öyle değil. Çünkü iktidarın yazarına göre RTÜK tamamen cemaatçilerin eline geçmiş durumda.
Bunu nereden anlıyorlar; RTÜK son zamanlarda yandaş medyaya da cezalar veriyor.
Sarayın televizyonlarına ceza kesme cüreti bulabiliyorsa, demek ki RTÜK üyeleri cemaatçidir. Anlayış bu.
RTÜK lağvedilecek ve yeni bir RTÜK heyeti oluşacak.
Muhtemelen RTÜK yasasında da değişiklik yapılarak iktidarın buradaki egemenliği ve kendinden olmayanlara yapacağı baskı gücü artırılacaktır.
Kısacası Küçük’ün öfke dolu yazısından anladığım kadarıyla “beterin de beteri bir RTÜK” yolda.
RTÜK’ün yapısı, seçimi, karar alma mekanizmaları ve verdiği cezalar yıllardır eleştiriliyor.
Tıpkı YÖK gibi ben de RTÜK’ün bu yapısına zamanında çok itiraz ettim, hatta öyle ki bazı uygulamalarına RTÜK önünde eylem yaparak da karşı çıktım.
Ancak galiba öyle bir RTÜK getirecekler ki, nasıl eski YÖK’ün hiç olmazsa daha iyi olduğunu söylediğimiz gibi şimdiki RTÜK’ü de savunur duruma düşeceğiz.

--MERAK ETTİĞİM ŞEYLER—

Amerika Rus füzesini neden vurmadı
Kürecik’teki radar üssü ile ilgili dünkü yazımda Ruslar’ın Hazar Denizi’nden fırlattıkları füze ile Suriye’deki bir IŞİD hedefini vurduklarını belirttikten sonra “Bu füzenin gelişi saptandı mı, Türkiye’nin bundan haberi oldu mu?” diye sormuştum.
Ancak asıl sorulması gereken soruyu, dün yazıyı tekrar okurken atladığımı fark ettim.
Kürecik radar üssü Doğu’dan Batı’ya yönelecek füze saldırısına karşı kurulmuştu.
Can alıcı soru şu; Ruslar Doğu’dan Batı’ya doğru bir füze attı. Füze yola çıktığında hedefi belli değildi. Kürecik radarı herhalde bu füzeyi atıldığı andan itibaren takibe aldı. Ama hiçbir şey yapmadı.
Oysa atıldığı noktaya bakılırsa, o füze Türkiye’yi de, İsrail’i de vurabilirdi.
Amerika neden hiçbir şey yapmadı? Füzenin nereyi vuracağını mı biliyordu? Amerika ile Rusya bu konuda aralarında konuşmuşlar mıydı?
Bunları bilmiyoruz.
Ama artık bildiğimiz şu var; demek ki Kürecik üssü Doğu’dan Batı’ya doğru fırlatılan her füzeye tepki vermiyor.
Yarın Putin delirip de yine Hazar’dan ama bu kez Türkiye’deki bir hedefe füze fırlatırsa Kürecik yine sessiz mi kalacak?

--BUNU YAZMAK GEREK—

Genelkurmay artık bir sözcü atamalı
Türkiye hem kendi iç sorunları hem de bölgesinde yaşanan dış olaylar nedeniyle çok kritik günler yaşıyor.
Böyle günlerde kamuoyunun içini rahatlatacak en önemli unsur doğru ve sağlıklı bilginin paylaşılmasıdır.
Oysa bugün sıkıntısını en çok çektiğimiz konu bilgi.
Gazeteciler bile doğru, sağlıklı bilgiye ulaşmakta zorluk çekiyorlar. (Gerçi bir kısım gazetecinin böyle bir derdi yok, o da ayrı konu)
Özellikle ülke güvenliği konusunda bilgi paylaşımı çok az.
Genelkurmay bütün bilgilendirmelerini internet sitesi üzerinden yapıyor.
Ancak internet sitesindeki bilgilendirmelerin ruhu yok, detay bilgi almak mümkün değil.
Genelkurmay böyle hassas günlerde internet üzerinden bilgilendirmek yerine her gün basın açıklaması yapan bir sözcü görevlendirmeli. Bu sözcü hem gerekli bilgileri sürekli ve hızlı biçimde medyaya aktarmalı hem de sorulara cevap vererek hiçbir kuşkuya meydan bırakmamalı.

--KOMİK—

Rus deyince akla ne geliyor?
1920’lerde: Zulüm, kan vahşet. Özellikle Doğu bölgesi halkı Rusların zulmünden çok çekmişti.
1930-60’larda: Komünizm tehlikesi. “Bu kış komünizm geliyor galiba” korkusu. “Komünistler Moskova’ya” sloganları.
1970-80’ler: Soğuk savaş, detant politikası. “Nükleer bomba kimin başında patlayacak” korkusu. “Patlayınca zaten karşılıklı olarak bütün füzeler ateşlenecek dünya bitecek” paranoyası. Sonlara doğru ise Glasnost ve Gorbaçov’un başındaki kocaman leke.
1990- 2000’ler: Nataşalar, Rus gelinler, mafya, oligarklar, çok para harcayan zenginler ve Güney sahillerini ihya eden turistler.
Şimdi: Putin, Putin, Putin. “Nasıl geçirdik” şişinmesi ile “ya gazı keserlerse” endişesi...

Can Ataklı - Korkusuz

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları