loading
close
SON DAKİKALAR

İş kolundan sektöre, basından medyaya, işte hikâyemiz (2)

Can Ataklı
Tarih: 06.03.2012
Köşe: Günlük Yazılar

Sevgili okurlar, aslında dün okuduğunuz bölümle bugünkü okuyacağınız bölüm tek bir yazıydı

Sevgili okurlar, aslında dün okuduğunuz bölümle bugünkü okuyacağınız bölüm tek bir yazıydı. Bugün de AKP dönemini anlatacaktım. Ancak sayfanın altına bir ilan geldiğini ve yazının çok uzun olduğunu söyledi arkadaşlar. Mecburen ikiye böldüm. Sohbet üç güne yayıldı.

Holdingleşen medya

1995’e geldiğimizde medyada “babadan” gelme tek medya patronu olarak Dinç Bilgin kalmıştı. Haldun Simavi, Erol Simavi gibi devler yarıştan çekilmiş, Kemal Ilıcak vefat etmişti. Artık yeni patronlar milyar dolarlık holdinglerin sahipleriydi.

Gazeteci-satış müdürü

Bu durum gazetecilik tanımını da değiştirdi. Holding patronları için artık önemli olan “iyi gazeteci” değil gazeteyi ve televizyonu en iyi satan CEO’lardı. Kurumların başına holding temsilcileri, hukukçular, işletmeciler geçirilmeye başlandı.

Holdinglerin çıkarı

Gazete ve televizyonların asil kadroları elbette gazetecilerin elindeydi ama, sahiplerin medya dışı işlerinin de korunup kollanması gerekiyordu. Zaten CEO’ların gazeteci olmayanlardan seçilmesinin sebebi de buydu. Medya kabuk değiştirmişti.

Bir banka, bir TV

Durum öyle bir hale geldi ki, neredeyse bütün banka sahiplerinin bir televizyon kanalı oldu. Bankacılık sır saklama mesleğidir. Gazetecilik ise tam tersi. Garip bir durum ortaya çıktı. Haber öncelikle gazete-TV için mi kullanılacaktı yoksa banka için mi?

Serbest piyasa ama...

Şurası gerçek ki, ne kadar serbest piyasa ekonomisi uygulanırsa uygulansın, büyük sermaye her dönem iktidarla iyi geçinmek zorunda kalmıştır, çünkü ekonominin ipleri hep iktidarın elindedir. Peki büyük sermaye medyanın da patronu olursa?

Siyasetle içli dışlılık

İşte işler o zaman değişiyor. Medya gücü olan büyük sermaye medya dışı işlerini korumak için siyasetçiyle iyi geçinmek zorunda. Buna karşı gazetecilik bu ilişkileri bozan bir unsur. O halde siyasetçiyle içli dışlı olmak çare olarak göründü.

Alan razı veren razı

90’lı yıllar koalisyonlar dönemiydi. Bu, sermaye için bulunmaz bir dönemdi. Hem gazetecilik yapacak hem de koalisyonun bir tarafı ile iyi geçinerek medya dışı işlerinizi koruyabilecektiniz. Kısa sürede siyasetçi de bundan hoşlandı ve oyuna katıldı..

Medya savaşları

Böylelikle her medya grubu, koalisyonların bir tarafını kolladı diğer tarafını eleştirdi. Bu aynı zamanda medya savaşlarını da körükledi. Hükümet bir yanda dururken, medya kendi içinde vuruşarak siyasi partilerin mücadelesini kendi cephesine taşıdı.

Nedeni başkaydı

Kamuoyu medya savaşıyor sanıyordu ama aslında savaş sermaye grupları arasındaydı. Sabah-Hürriyet veya Show-Uzan savaşları, Sabah-Uzan ya da Hürriyet Show savaşları günün koşullarındaki ekonomik savaşlardı. Olan bize oluyordu.

Başımdan geçenler

Gazetecilikten başka gayesi olmayan bizler savaşların “kahramanı” mı yoksa “piyonları” mıydık? Örneğin 90’lı yılların ortasında patlak veren Sabah Hürriyet savaşının önemli aktörlerinden biriydim. Tam 63 gün aralıksız Doğan Grubu aleyhine yazdım.

Dinç Bilgin’in gücü

Gücümü Dinç Bilgin’den alıyordum. Sabah sadece bir medya grubuydu, başka işi yoktu. Oysa Doğan Grubu’nda banka, petrol şirketi, turizm ve sigorta kuruluşları vardı. Asıl para oradan geliyordu. Biz ise sadece gazetecilikten para kazanıyorduk.

Bir gün bitiverdi

Bu bir gazeteci için önemli güçtü. Ama 63. günün sonunda Genel Yayın Müdürüm “Artık barıştık, kampanya bitti” dedi. Sonra ortak bazı reklam ve dağıtım şirketleri kuruldu, adam alıp vermeme anlaşmaları bile imzalandı. Şoke olmuştum. Ne çare.

Kahramanlığın sonu

Yine de her şeye rağmen umutlu ve gururluyduk. Doğan Grubu’yla anlaşmıştık ama biz yine gazeteciydik. “Ne yapalım, şartlar bu” diyorduk. Bir sabah Dinç Bilgin’in Etibank’ı satın aldığı duyuruldu. İşte o an benim “kahramanlığım” da sona ermişti.

Nasıl bitmesin ki...

Bir medya grubu adına başka bir büyük medya grubuna açılan savaşta adeta kahraman gibi yazıyordum. Korkmuyordum. Biz gazeteciydik, başka işimiz yoktu, bankalarla da işimiz olmazdı. O Dinç Bilgin değil miydi, daha önce aldığı bankayı geri veren.

Çok güveniyorduk

Dinç Bilgin bir ara küçük bir bankayı satın almıştı. Aydın Doğan’ın, Mehmet Emin Karamehmet’in, Uzanlar’ınki gibi büyük banka değildi. Yine de hepimiz rahatsız olmuştuk. Necati Doğru, “Ne yaptın patron” diye yazdı. Biz de mi diğerleri gibi olacaktık?

Dinç Bilgin cayıyor

Bu rahatsızlıklar üzerine Dinç Bilgin babadan gelme gazeteciliğine bir leke sürülemeyeceğini söyleyerek bankayı geri verdi. Havalara uçtuk. Taa ki Etibank alınıncaya kadar. “Etibank alınmazsa Sabah Grubu batar” dediler. Kahramanlık bitti, ötekiler gibi olduk.

Büyük zenginleşme

Doğal olarak bu savaşlardan her medya grubu kendi adına zaferle çıkmış oldu. Medya sermayesi giderek büyüdü. Tepe noktalarda çalışan gazeteciler büyük paralar kazandılar, milyonlarca dolarlık transferler havalarda uçuşmaya başladı. Gazeteci sınıf atladı.

Güç zehirlenmesi

Hem büyük paralar kazanılması, hem siyaset üzerinde kurulan büyük hâkimiyet medya patronlarını ve üst düzey çalışanlarını çok güçlendirmişti. Ama bu güçlenme kendi kendini zehirledi ister istemez. 28 Şubat dönemine işte bu koşullarda gelindi.

28 Şubat dönemi

28 Şubat’ta “hep korkulan” dinci bir parti ile merkez sağın en büyük temsilcisi ortak oldular. Ama bu ortaklık, dönemin çok güçlenen ve o kadar da zehirlenen medyası için tehlikeydi. Hepsi bir araya gelerek bu ortak tehlikeyi bertaraf etmeye karar verdi.

Darbe değil, hükümeti yıkmak

Hep yazdığım gibi 28 Şubat dönemi bir darbe girişimi değil, büyük sermayenin, sivil bürokrasi ve askerle işbirliği yaparak mevcut iktidarı yıkma girişimidir. Bu operasyon sonunda başarıya ulaştı ama demokrasi, hukuk ve ahlâk da büyük yara aldı.

Kendini vurmak

Aslına bakarsanız, 28 Şubat büyük medya sermayesinin kendi kendisini de vurmasıdır. İktidar yıkılırken yapılan yolsuzluklar, ekonomik kriz elbette halkın dikkatinden kaçmadı. Sonuçta halk sorumlu gördüğü herkesin üzerine bir çizik attı.

AKP iktidarı doğuyor

İşte AKP iktidarı bu yapı üzerine bina edildi. Büyük medya sermayesi şaşkındı. Beklenmeyen olmuştu. Ülke tam hâkimiyet altına alınacakken, hiç istenmeyen bir siyasi akım tek başına iktidar olmuştu. Ondan sonrası çorap söküğü gibi geldi. Her şey değişti.

Yarın bitiriyorum

Sevgili okurlar; AKP iktidarına kadar medyada yaşananları kendi gözümle ve deneyimlerimle aktardım. Ondan sonrası ise bir başka faciadır. AKP ile medya tamamen değişti, değerler yerle bir oldu. “Uzatılmış sohbetin” üçüncü gününde size AKP dönemini anlatacağım.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları