loading
close
SON DAKİKALAR

Şu azamete, şu kibre bir bakar mısınız?

Can Ataklı
Tarih: 13.01.2020
Köşe: Günlük Yazılar
Kaynak: Can Ataklı-Korkusuz

Can Ataklı: Saray iktidarı, Kanal İstanbul konusunu sanki ölüm kalım meselesi yaptı.

ANALİZ

Maazallah bunların elinde ya nükleer silah olsa bir de!

Amerika’nın İranlı General Kasım Süleymani’yi öldürmesinden sonra İran’ın da buna misilleme olarak Irak’taki iki Amerikan üssüne yaptığı sözde füze saldırısının ardından çok korkunç bir gerçek çıktı ortaya biliyorsunuz.

Füze saldırısı sırasında Tahran’dan havalanan bir Ukrayna uçağı düşmüş ve içindeki 180 kişi can vermişti.

İlk anda olayın bu füze saldırısı ile ilgisinin olup olmadığı konusunda net bir bilgiye ulaşılamamıştı.

Gerçi olay günü sabah Tele1’de canlı yayında iken “Bu uçağın düşmesi ile füze saldırısı arasında bir bağ olabilir mi?” diye sormuştum.

Ama elde hiçbir bilgi olmayınca konunun üzerinde durmak spekülasyondan öte işe yaramayacağı için daha fazla yorum yapmamaya çalışmıştım.

Buna karşı içimdeki şüphe hiç bitmedi.

Sonunda gerçek ortaya çıktı.

Ukrayna uçağı İran tarafından vurulmuştu.

Çünkü İran o sırada havalanan Ukrayna uçağını, hava saldırısına benzetmiş ve “tedbiren” ateş açıp düşürmüştü.

Açıklamayı bizzat İran Devrim Muhafızları Komutanı Emir Ali Hacızade yaptı ve şöyle dedi; “Hava savunma operatörü, uçağı Cruise füzesi sandı. Ukrayna uçağı kısa menzilli füzeyle vuruldu. Operasyon konuşma kayıtları yayınlanacak, tüm sorumluluğu alıyoruz.”

Bu tür “kazalar!” olabilir mi?

Tabii ki olabilir, olmuştur da.

Ancak bu olayda çok dikkatimi çeken bir iki noktayı yazmadan edemeyeceğim.

Şu anda Ukrayna uçağını düşürdüğünü İran açıklamış gibi görünüyor, ama öyle değil aslında.

İran daha ilk andan itibaren Ukrayna uçağını düşürdüğünü biliyordu çünkü bilmemesi zaten mümkün de değil.

Ama bunu açıklamadı, sakladı.

Başka bir ülke ortaya kanıt koymasaydı asla da açıklamazdı.

Ne zaman ki Kanada Başbakanı “Elimizde uçağın düşürüldüğünü gösteren kayıtlar var” dedi, İran o zaman çaresiz kaldı ve itiraf etti.

Geri kalmış ülkelerin ortak karakteridir bu.

Şimdi gelelim işin çok önemli diğer boyutuna. İran, nükleer silah yapmaya kalkıyor. Başta Amerika olmak üzere dünyanın tüm medeni ülkeleri buna karşı çıkıyor.

Neden?

Kendilerinde olan nükleer silahlar neden İran’da olamaz?

Bu kadar ölümcül silahlar, geri kalmış ülkelerin elinde olursa dünya her an bir felaket yaşayabilir.

Geri kalmış ülkelerin yöneticileri de ne kadar iyi eğitim almış olurlarsa olsunlar, ülkenin genel karakterinden ayrı davranış gösteremezler.

Elinde nükleer silah olan geri kalmış ülkelerde demokrasi ve hukuk sistemi çalışmadığı, hak ve özgürlüklere de hiç saygı gösterilmediği için “sonuçları çok ağır olan kazaların” yaşanması da sıradan olaylardır.

Eğer İran ve benzeri ülkelerde nükleer silah olursa, bunların ne zaman, kime karşı ve nasıl kullanılacağını kimse önceden tahmin edemez.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Barış mı, koruma mı anlaşılmıyor pek

Sarayın sözcüsü İbrahim Kalın, aslında çok feci olan dış politikalarını överken, Libya ve İdlib’de ateşkes sağlanmış gibi görünmesini  “Türkiye’nin izlediği barış diplomasisinin somut neticeleridir” cümlesiyle yorumlamış.

Twitter hesabından açıklamalar yapan sözcü Kalın, Cumhurbaşkanı’nın bu konuda çok büyük bir çaba harcadığını da belirtmiş.

Peki, Libya ve İdlib’de ateşkes sağlanmış gibi görünmesi gerçekten Türkiye’nin uluslararası bir başarısı mı?

Bana hiç öyle gelmiyor. AKP iktidarı yine günü kurtarmanın telaşı içinde, hepsi budur. Şimdi gelin iki yerdeki duruma bakalım. Libya’da sadece başkent ve yakın çevresini elinde tutan, başkent elinde olduğu için şimdilik “meşru sayılan” İhvancı bir iktidar var. Bu sözde iktidarı meşru sayan ülkeler de dahil, bu iktidarın kalıcı olamayacağını herkes biliyor. Buradaki mevcut yönetimin Türkiye ve bir-iki ülke dışında tek desteği bile yok. Yani başkentteki sözde iktidar her an yıkılabilir.

AKP iktidarı, Rusya’ya da ricada bulunarak Hafter güçlerinin durmasını sağlamaya çalışıyor.

Böylelikle İhvancıları belki de kurtaracağını sanıyor. İdlib’de de durum farklı değil. İdlib halkı, Esad yönetimine karşı bayrak açmış savaşıyor falan değil.

İdlib’de çoğu Suriyeli olmayan teröristler var.

Bunlar zamanında yine AKP iktidarının ricası ile makul sürede Suriye’yi terk etmeleri şartıyla buraya taşındılar. Suriye artık kendi ülkesinde terörist barındırmak istemiyor. Saray burada da devreye girerek Suriye ordusunu ve güvenlik birimlerinin operasyonlarına ara verilmesi ricasında bulundu. Yoksa ortada bir ateşkes falan yok.

Suriye ve Rusya “Bakalım Türkiye ne yapacak?” diyerek İdlib’deki terörle mücadele operasyonuna bir süre ara verdiler.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Şu azamete, şu kibre bir bakar mısınız?

Saray iktidarı, Kanal İstanbul konusunu sanki ölüm kalım meselesi yaptı.

İstanbullular bu kanalı istemiyor.

Doğru düzgün bilim adamlarının raporları, bu kanalın bilimsel gerçeklere aykırı olduğunu gösteriyor.

AKP’lilerin de pek çoğu bu kanalın yapılması konusundaki dayatmalardan rahatsız oluyor.

Gerçi kimi yandaş yalakalar, konunun AKP ile muhalefet arasında iflah olmaz bir çekişme haline geldiğini belirterek, sarayı korumaya kalkıyorlar ama o da nafile.

Bu kanalın yapılması mümkün değil ve göreceksiniz olmayacak. Buna karşın sarayın kibri, görevlendirdiği tüm memurlarını da sarmış durumda.

Örneğin ulaştırma ve alt yapıya bakması için görevlendirilen Cahit Turan’ın konuşmalarını dinlerken gerçekten tüylerim diken diken oldu.

Bu ne kibirdir, bu ne azamettir anlamak mümkün değil.

Cahit Turan, kanala ilk kazmanın bu yıl vurulacağını söylemiş.

İmamoğlu’nu tek başına karar veremeyecek durumda biri olarak niteleyen sarayın memuru, “Biz devletiz. İstanbul’daki bir belediye başkanının, bir devlet projesini durdurmak gibi bir hakkı, yetkisi yoktur. Buna devletin, hükümetin yetkili organları karar verir. Faturasını da belediyeye göndeririz. Hukuk ölçüsü içerisinde öder ödemez ona da hukuk kararını verir. Hedefimiz 2026’da hayata geçirmek”  diye konuşmuş. “Biz devletiz” yani “Çok konuşma o kadar.”

Devlet böyle yönetiliyor artık.

ÇOK GÜLDÜM

Amerika’da bu espri yapılabiliyor

Amerika, İranlı komutanı öldürdüğü sırada Başkan Trump, Noel tatilindeydi.

Bu suikasttan sonra İran’dan intikam sesleri yükselmeye başlamıştı.

İşte o sırada atılan bir tweet bu.

Başkan’ın, Florida tarafında West Palm Beach’ta olduğunu belirten “şakacı” Amerikalılar “He is on the golf cours” yani “O golf sahasında” diyerek net bir yer bile işaretlemişler.

Neyse ki Amerikan yönetimi, bizim yöneticiler kadar akıllı olmadığı için böyle bir mesajla başkanın yerinin bildirildiğini ve bunun da başkanı öldürmek isteyen bir terör örgütünün işi olduğunu ileri sürüp tutuklamalar yapmıyorlar.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Manikür olayının öteki tarafı da çok tuhaf

Önce sosyal medyada büyük yankı yarattı.

Sonra tam beklendiği gibi yandaş tetikçi medya mal bulmuş gibi atladı üzerine.

Konu CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze İlgezdi’nin gittiği bir kuaförde, manikür yaptırmak için sıra beklemek istememesi, diğer müşterilerle tartışması, sonrasında bu kuaförün bir katının yıkılması ve kapısına mühür vurulması.

Önemli nokta şu: Bu olay yazıldığı gibi peşi sıra yaşanmıyor.

Manikür olayı ve tartışma mayıs ayında yaşanıyor.

Bir katın yıkılması aralık ayında.

Mühür vurulması ise yeni.

Bir kuaförün bir katının yıkılması, sonra da mühürlenmesi manikür tartışması yüzünden mi oldu?

Tam bilemiyorum.

Ama Ataşehir Belediye Başkanı ve aynı zamanda CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze İldeniz’in kocası Battal İlgezdi’nin yıkım ve mühürlenmeyi savunmak için söylediği, “Talep CİMER’den geldi” cümlesine takıldım.

İlgezdi, CİMER’den yani Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi’den yüzlerce dosya geldiğini, istenilenlerin yapılmaması halinde tekrar uyarıldıklarını, bu tür çok sayıda işlem yaptıklarını söylüyor.

Demek ki saray aslında görevlendirdiği memurlarca ya da halkın seçtiği kişilerce yapılması gereken bütün işlere karışıyor ve talimatlar veriyormuş.

Tek adamlık rejimi böyle bir şey.

Belki ilk bakışta “Ne güzel işte. Cumhurbaşkanlığı, halkın bütün şikayetlerini dinliyor ve gereğini yapıyor” diye düşünebilirsiniz.

Ama değil.

Bu “Ben tek adamım, her şeye ben karışırım, benim istediğim olur” mantığının bir sonucudur.

Ve bir gün beyin ambale olur, işte o an her şey durur.

Kaybeden sadece o tek adam olsa neyse ama bütün ülke kaybedecek sıkıntı bu.


 

 

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları