loading
close
SON DAKİKALAR

Gönlümüz hep seni arayacak...

Gönlümüz hep seni arayacak...
Tarih: 26.09.2012 - 12:49
Kategori: Kültür & Sanat

Sazıyla, sözüyle, sesiyle var olan bu insanı tanımak kadar tanımlamakta gerçekten zor...

Türk Halk Müziği bestecisi, söz yazarı ve yorumcusu Neşet Ertaş İzmir'de tedavi gördüğü hastanede 25 Eylül 2012 günü 74 yaşında hayatını kaybetti.


Kırşehirli mahalle sanatçısı olan Neşat Ertaş’ı birçok saz çalan türkü söyleyen sanatçıdan ayıran  neydi? Sesinde insanı etkilen sırrı nereden geliyordu?


Kendi halinde mezhep, parti ve etnik kimlik çağrışımlarına prim vermeyen sazıyla, sözüyle, sesiyle var olan bu insanı tanımak kadar tanımlamakta gerçekten zor.


Hayatının anlattığı bir şiirinde şöyle der büyük üstat:

"Dizinde sızıydı anamın derdi
Tokacı saz yaptı elime verdi
Yeni bitirmiştim üç il edördü
Baban gibi sazcı oldun dediler’’


Neşet Ertaş'ı tanımak, asıl onun ruh ve gönül macerasını bilmeyi gerektirir.

Neşet Ertaş'ın sanatı hayatı ile hayatı sanatı ile o kadar iççice ki, çalıp çığırdığı türkü ve bozlaklarında bütün bir hayat hikâyesini bulmak mümkün olduğu gibi, hayatına yakından baktığımızda da o içli türkülerin, acılı bozlakların nelerden nasıl doğduğunun ipuçlarını elde ederiz.

Yoksulluk, gurbet ve ayrılıklarla dolu hayat hikâyesi 1938 yılında Kırtıllar Köyü’nde başlar.

''Onun buruk hayatı''


Kırtıllar nüfusunun tamamı abdallardan ibaret olan bir aşiret köyüdür. Annesi Döne, Babası orta Anadolu Türkmen/Abdal Müziği geleneğinin bilinen en güçlü temsilcilerinden biri ve gelmiş geçmiş en büyük bozlak ustası olan Muharrem Ertaştır.

Hiç çocuk sahibi olamadığı ilk karısı Hatice'yi genç yaşında kaybeden Muharrem Ertaş, ikinci evliliğini Kırtıllar köyünden Döne ile yapar ve bu evlilikten, Necati, Neşet, Ayşe, Nadiye ve muhterem adında beş çocuğu olur.

Her yaştan dinleyene ulaşan samimi haliyle de gönüllerde taht kuran Ertaş müziğe beş, altı yaşlarında zille başlar, keman ve bağlama çalmayı öğrenir.

Kırşehir, Yozgat ve Keskin´in çeşitli köylerinde geçen çocukluk yıllarının ardından, ‘’ruhumun aynası’’ dediği babası Muharrem Ertaş’la birlikte asırlar öncesinin gezginci ozanlık geleneğini sürdürürcesine o düğün bu düğün gezmeye başlar. Önceleri babasının sazının önünde köçek olarak oynar, ardından ona sazıyla, kemanıyla eşlik eder.
Çocukluk yıllarında dışlanan, horlanan Ertaş o yıllarını ise şu şekilde ifade eder, ‘’Bir köye gittiğimizde babam saz çalardı, ben de yanında olurdum. Fazla yük olmamak için uzun süre kalmazdık. Çok fazla arkadaşlık edecek durum olmazdı. Çocukluk yaşımı yaşayamadım. Bir gün bir köyde çocuklarla oynadığım sırada birinin “Biz topraktan hâsıl olmuşuz, siz fışkıdan” dediğini duydum. Bunu babasından duymuş ki bize söylüyor.
Annesi öldükten sonra daha çok sıkıntı çektiklerini, babasının beş öksüzü yükleyip bir hayvanın sırtına, köy köy gezerek kendilerine anne aradığını anlatırken insanların onları ötekileştirdiğini ise su sözlerle özetliyor:

‘’Kimse bize kızını, dul gelinini vermedi. İnsan insan olsaydı belki kardeşim üç aylıkken bakımsızlıktan ölmezdi’’

Babasının askere gitmesiyle açlık ve çaresizlikle baş başa kalan Ertaş’a köylülerden biri  “Al babanın sazını, benimle dolaş’’ dediğini 8 yaşında köy köy, kapı kapı gezerek. Un, buğday, bulgur, ne verirlerse onla geçinir.

‘’Gittiğim her yerde aşık olurdum’’ diyen Ertaş, ‘’Göze yasak yoktu, görüp sevdalanırdık’’. Sadece kendisinin değil tüm Abdalların kaderinin böyle olduğunu da belirtmeden geçmez.

Okula gidemeyen uzun süre babasına çıraklık yaptıktan sonra 15 yaşında tek başına, düğünlerde, çay bahçelerinde ve salonlarda sazını çalarak ekmeğini kazanır.


Ertaş, 14 yaşında gurbetle tanışır. İstanbul'a giderek babasına ait ''Neden Garip Garip Ötersin Bülbül'' türküsünün adını verdiği ilk plağını çıkarır. Neden garip garip ötersin bülbül türküsü ile birlikte Neşet Ertaş efsanesi de başlar.  Çok beğenilen bu plağı, diğer plak, kaset ve konserler takip eder.


Sayısını kendisinin bile bilmediği besteleriyle aşkı, sevdayı ve insanı anlatır uzun yıllar.

Ertaş koruduğu Kırşehir dili ve bütünüyle kendisine ait olan saz bağlama akordu ile sazda sık duyulmayan bir ses zenginliği yarattı.

''Rahatsızlandı''


İstanbul'da 2 yıl yaşayan Ertaş, daha sonra Ankara’ya gidiyor yıllarca pavyonlarda, düğünlerde, turnelerde müzik yapar, İstanbul’da plaklar doldurur. En sevilen şarkılarını bu dönemde besteleyen, 1978 yılında alkol nedeniyle sağlığı bozulan Ertaş, tedavi için Almanya’ya gider ve yıllarca dönemez hatta öyle ki öldüğü yolunda haberler bile çıkar.


O günleri şu sözcüklerle anlatır:


Zaman oldu parmaklarım durdu. Evvelden de çalarken ufak tefek olurdu ama “Kalsın” derdim. Alkol, gıdasızlık… Sabah kalktığımda aç karnına bir dolu bardak susuz rakı içmezsem kendime gelemiyordum. Bizim sanatta nereye gitsen önce içki gelir. Ankara’da pavyondayım, perdeye basmak istiyorum, basamadım. Korkularım da var, evvelden. Gövdemden bir su boşaldı, sahneden indim. Hacettepe Hastanesi’nde hemen müdahale edecek imkân yokmuş. İsviçre’den bir doktor gelmiş. Sabaha karşı evini bulduk. Masaya yatırdı beni, ucu iğneli telefon fişi gibi bir kabloyu parmaklarıma soktu, cereyan verdi, “Başka bir şey yapamam” dedi.


Kardeşimin gönderdiği bakım kâğıdıyla Almanya’ya gittim. Gurbetçilerin geçtiği köprüden aynı şekilde ben de geçtim. Tedavisi Almanya’da da 5-6 ay sürer. Tedavisi sürerken de düğünlere gider ve ekmeğini böyle kazanır.
20 küsur sene Almanya’da kalan Ozan,  İnsanların vefasızlığından yakınırken hissetiklerini Evime gelmek şöyle dursun, bir gün bir telefon eden, “Öldün mü, sağ mısın?” diye soran olmadı. Aha, geldim, gidiyorum, duymadım. Hâlâ yok. İki-üç senedir’’ şeklinde ifade eder.


1999 yılında Kalan Müzik, Ertaş’ın  ‘usta’nın çeşitli özel kayıtlarda, radyo programlarında, eski 45’liklerde kalmış yapıtlarını bir araya getirerek 14 albümlük bir seri çıkarır.


2000 yılında İstanbul'da verdiği konserle Türkiye'deki sahne hayatına geri dönerek geçmişte yaptıklarının bir bölümü bu şekilde ölümsüzleştirilirken Neşet Ertaş , geç de olsa, hak ettiği ilgiyi görür.

Konserle birlikte Türkiye’ye geri dönen ve İzmir'e yerleşen ''Bozkırın tezenesi'', Süleyman Demirel'in cumhurbaşkanlığı döneminde kendisine sunulan ''Devlet Sanatçısı'' unvanını, ''Hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık geliyor'' diyerek kabul etmez.

''Yaşayan insan hazinesi''


Ozan, 2006 yılında TBMM tarafından Üstün Hizmet Ödülü verildi. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO da 2010 yılında Ertaş'ı ''Yaşayan İnsan Hazinesi'' olarak ilan edilir

Acılarını horlanmalarını sazları eşliğinde sözlerine döken Ertaş’ın müzik yaşamıyla üç kitaba konu oldu: B. Bilge Tokel, Bir Neşet Ertaş Kitabı, (Akçağ Yay., 1999); Ö. Özcan, Neşet Ertaş: Yaşamı ve Bütün Türküleri, (Simurg, 2001); H. Akman, Gönül Dağında Bir Garip, (İş Bankası Kültür Yay., 2006). Neşet Ertaş hakkında, Can Dündar tarafından hazırlanmış bir belgesel film de (Garip: Neşet Ertaş Belgeseli, Kalan Müzik, 2005) bulunuyor.
Olağanüstü denilebilecek yeteneği, geleneğe hâkimiyeti, gelenekten kopmadan yeniye bağlılığı, yeni zamanların modern zevk ve eğilimlerini gözeten diri ve uyanık tecessüsü ile Neşet Ertaş, hep gündemde kalmış bir sanatçıdır. O, ismi bağlama ile özdeşmiş ve adeta bu dünyaya türkü söylemek için gelmiş gerçek bir türkü ustası... Türküyü bağlamaya, bağlamayı türküye bu kadar yakınlaştıran ve yaklaştıran, adeta birbirlerinin içinde -kendisi ile birlikte- eritip yok eden ikinci bir sanatçı bulmak öyle sanıldığı kadar kolay olmasa gerek. Neşet Ertaş'ın sanatı; müziğin özünü, ruhunu kavrayan birinin, hiç bir yapmacıklığa tevessül etmeden, olduğu gibi kendini, kendi özünü ve hissettiklerini saza, söze dökmesidir.


Önceki hafta rahatsızlanarak yakınları tarafından hastaneye kaldırılan ve onkoloji servisinde tedavi altına alınan Ertaş, dün yoğun bakım servisine hayatını kaybetti.


Dün hayata veda eden usta müzisyen halk ozanı Neşet Ertaş,bugün Kırşehir'de ikindi namazından sonra son yolculuğuna uğurlanacak.


Rojda Duygu Yeşilgöz/Vişne Haber Ajansı

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları