loading
close
SON DAKİKALAR

Kılıçdaroğlu; 'Bana demokrasiden, sivil anayasadan söz ediyorlar, hukuktan söz ediyorlar. Sen onu benim külahıma anlat. Hayatın gerçeği çok farklı!'

Kılıçdaroğlu; 'Bana demokrasiden, sivil anayasadan söz ediyorlar, hukuktan söz ediyorlar. Sen onu benim külahıma anlat. Hayatın gerçeği çok farklı!'
Tarih: 03.10.2023 - 13:35
Kategori: Siyaset

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP TBMM Grup toplantısında gündemi değerlendirdi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM CHP Grup Toplantısında Konuştu (03 Ekim 2023)

 
 
TBMM'nin 28. Dönem 2. Yasama Yılı'nın ilk CHP Grup Toplantısında Kemal Kılıçdaroğlu'nun konuşması öncesinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları ve tüm şehitler anısına bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu, İstiklal Marşı okundu.
 
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşmada şunları söyledi:
 
Değerli arkadaşlarım, yeni bir yasama dönemine başlıyoruz. Bu yasama döneminin ülkemiz için, insanlarımız için hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. Şundan herkesin emin olmasını isterim; biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak görüşü, kimliği ve inancı ne olursa olsun, adalet için yolda yürüyen, adalet isteyen ve bu memlekette huzur isteyen herkesin yanında olacağız. Bundan bütün vatandaşlarımın emin olmasını isterim.

Bizde ayrılık gayrılık yoktur. Şu çatı altında adalet olsun istiyoruz. Bu çatı altında vatandaşın beklediği yasaların çıkmasını istiyoruz. Bu çatı altında Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nda yolsuzluk yapanlar hakkında soruşturma ve kovuşturma açılamaz diye bir kanunun çıkmasını asla ve asla istemiyoruz. Adalet, adalet; hak istiyoruz, hak istiyoruz...

Değerli arkadaşlarım, geçtiğimiz pazar günü Ankara'da bir terör saldırısı oldu, iki polis kardeşimiz yaralandı. Geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz, ailelerine de geçmiş olsun dileklerini iletiyoruz. Kayseri'de şehit edilen veteriner kardeşimize de Allah'tan rahmet diliyoruz, ailesine başsağlığı diliyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bu ülke terörden çok çekti. Teröre karşı durmak hepimizin ortak görevidir. Terör nereden gelirse gelsin teröre karşı mücadele etmek de bir insanlık görevidir. O nedenle teröre karşı ortak tepki vermek vatandaş olarak hepimizin temel görevlerinden birisidir. Pazar sabahı Sayın İçişleri Bakanı'nı aradım, olay hakkında bilgi aldım. Öncelikle ivedilikle müdahale eden ve teröristlerin amacına ulaşmasını engelleyen, yaralanan ve orada görev yapan ama yararlanmayan bütün emniyet mensuplarına da teşekkür etmek bizim görevimizdir. Onlara yürekten teşekkür ederiz. Ayrıca İçişleri Bakanı'na uyuşturucu baronları ve çetelerle yaptığı mücadele dolayısıyla da tebriklerimi ilettim. Bunun da altını özenle çizmek isterim.

Değerli arkadaşlarım, dün akşamüstü beni çok üzen bir haber geldi. Yusuf Kerim; 6 yaşında... Yusuf Kerim amansız bir hastalığa yakalanmıştı ama hastalandığı süre içinde annesi hapisteydi. Ben, 6 yaşındaki bir çocuk annesinden ayrılamaz dedim. Nihayet anneyle buluşturdular 6 yaşındaki bir çocuğu ve Yusuf Kerim dün vefat etti. Ona da Allah'tan rahmet, ailesine başsağlığı diliyorum.

Değerli arkadaşlarım; adalete geleceğim, birazdan ayrıntılarıyla gireceğiz. Anayasa değişikliklerine de geleceğim, orada da ayrıntılara gireceğiz ama Türkiye'nin bir sorunlar yumağı ile karşı karşıya olduğunu hepimizin bilmesi gerekir. Şu topraklarda, bu bereketli topraklarda kime sorarsanız mutlaka bir derdi var. Dar bir grubun, yani saray ve çevresinin bir derdi yok. Onların bir eli yağda bir eli balda. Ama hepimiz ortak mücadele vermek zorundayız ülkemizin huzuru için, ülkemizin kalkınması için, kadın-erkek eşitliği için bunun mücadelesini vermek zorundayız. Şunu ifade edeyim, Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz üzerimize düşeni mutlaka ama mutlaka yapacağız. Bundan bütün vatandaşlarımın emin olmasını isterim. Her şeyi yapacağız, üzerimize ne düşüyorsa hepsini yapacağız.

Eşitlik için geldiler. Herhalde kadın arkadaşlar buradalar. Evet, hoş geldiniz. Kadın-erkek eşitliğinde CHP olarak bir devrim yapacağız, onu baştan söyleyeyim; bir devrim yapacağız, kurultaya götüreceğim, kadın-erkek eşitliğini sağlayacağım. Fermuar sistemi gelecek; bir kadın, bir erkek, bir kadın, bir erkek... Hiç endişe etmeyin. Bu ülkede eğer bu ülkenin yarısını kadınlar oluşturuyorsa neden siyasette kadın sayısı az? Onların önündeki bütün engelleri kaldıracağım. Kararlıyım, kurultaya götüreceğim. Sizden destek istiyorum, kadın kardeşlerimden destek istiyorum.

Adaletse, toplumun her kesiminin bu adaletten yararlanması lazım. Siyasete geliyoruz; kadınlar en arkada bir yerde duruyor, seslerini çıkaramıyorlar, çıkardıkları zaman başka şeyler oluyor. Dolayısıyla bunu bitireceğim. Bir kadın devrimini gerçekleştireceğiz.

Bakınız Cumhuriyet Halk Partisi'nin tarihine baktığınızda büyük devrimlerin, büyük dönüşümlerin imzası CHP'ye aittir, Cumhuriyet Halk Partisi'ne aittir. Milli Kurtuluş Savaşı'nı yapanlar, Kuvayı Milliye'yi kuranlar, daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni kuranlar Cumhuriyet Halk Partililerdir. Beraber, halkla beraber öncülük yapmışlardır ve bu mücadeleyi yediden yetmişe hiçbir ayrım yapmaksızın vermişlerdir. Sivas Kongresi bizim ilk kurultayımızdır. Demokrasiye geçme rahmetli İnönü döneminde olmuştur, çok partili hayata geçirmiştir. Yine rahmetli İnönü döneminde uygar dünyanın bir parçası olmak için Avrupa Birliği ile üyelik sözleşmesine imza atılmıştır. Şimdi kadın erkek eşitliği var ama siyasette bu yok; kanun olarak kadın-erkek eşittir diyor ama fiiliyatta yok. Dolayısıyla fiiliyatta da bunu sağlamanın imzasını Allah nasip ederse Cumhuriyet Halk Partisi atmış olacaktır.

Siyaset, sorunları çözme sanatıdır. Siyasetçi ülkenin sorunlarını çözmek için yola çıkar, öyle olması lazım. Eğer siyasetçi belli bir makama geldikten sonra zenginleşmiş ise bilin ki o topluma hizmet etmiyor, kendisine, ailesine ve dar bir gruba hizmet ediyor demektir. Siyaset zenginleşme aracı değildir. Siyasette zenginleşme olmaz, siyasette köşeyi dönme olmaz. Kim köşeyi dönüyorsa, dün yüzükten bahsedip bugün 13 uçakla geziyorsa bir sorunumuz var demektir, siyasette bir ahlak sorunu var demektir. Siyaseti de düzelteceğiz inşallah. Göreceksiniz, kadın- erkek hepimiz mücadele edeceğiz. Ahlakın olduğu yerde adalet olur, adaletin olduğu yerde de zaten ahlak olur, erdem olur, bilgi olur, birikim olur, insana saygı olur, kadın-erkek eşitliği olur; acıları paylaşırız, beraber güler, beraber ağlarız ama bunun temel tuğlası siyasetten geçiyor, devleti yönetenlerden geçiyor.

Az önce söyledim, şu Meclis'e ben Gazi Meclis demiyorum. Niçin? Gazi Meclis, Milli Kurtuluş Savaşı'nı veren ve Milli Kurtuluş Savaşı'nı yöneten meclistir. Bu Meclis, saraydan alınan talimatla AK Parti ve MHP milletvekillerinin el kaldırıp indirdiği 19 Mayıs hareketlerinin yapıldığı bir meclistir. Bunu da açıkça milletime söylüyorum ve şikayet ediyorum.

Söylediklerimi çok ağır bulanlar olacaktır. Aslında çok ağır konuşmuyorum. Buradan bir kanun çıktı; az önce söyledim, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nda yolsuzluk yapanlar hakkında soruşturma ve kovuşturma açılamaz diye kanun çıktı. Dünya tarihinde bir ilktir. Yolsuzluğu meşrulaştıran, yolsuzluk yapanlar hakkında soruşturma açılmasını engelleyen bir kanun Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden geçti. Dünya tarihinde bir ilktir... O nedenle Cumhuriyet Halk Partisi'nin bu süreçte aldığı görev sıradan bir görev değildir, verdiğimiz mücadele sıradan bir mücadele değildir. Hangi koşullarda mücadele verdiğimizin de herkes tarafından bilinmesini isterim. Ahlaki ve siyasi meşruiyeti olmayan bir iktidara, bir yönetime karşı mücadele ediyoruz. Bizler kıt kanaat seçim çalışmaları yaparken, onlar devletin bütün imkanlarıyla, bütün arabalarıyla, bütün bütçeleriyle meydanlardaydı. Ahlak ayrı bir şey. Yarış eşit olur, eşit koşullarda olur yarış. Maça giderseniz hakem vardır, eşit koşullarda yapılır. Eşit olmayan koşullarda bir mücadele yürütüyoruz biz. Dolayısıyla eşit olmayan koşullarda yapılan bir mücadelenin bütün sonuçlarına da katlanmaya hazırız. Mahkeme mi? Mahkemeye gireriz gerekirse. Dava mı? Dava açsınlar? Hiçbir zaman inandığımız yoldan asla ve asla geri dönmeyeceğiz, geri adım atmayacağız.

Bir Japon atasözü var, güzel bir söz: Pirincin içindeki siyah taşlardan korkma, beyaz olanlardan kork. Bir daha ifade edeyim: Pirincin içindeki siyah taşlardan korkma, beyaz olanlardan kork diyor. Bunu niye söyledim? Erdoğan, Türkiye Büyük Millet Meclisi açış konuşmasında, yeni bir anayasa, sivil bir anayasa, demokratik bir anayasa, güzel bir anayasa yapalım diye çıktı, konuşma yaptı. Erdoğan samimi mi? Erdoğan gerçekten ülkesini seviyor mu? Erdoğan gerçekten insanını seviyor mu? Erdoğan gerçekten adaletten yana mı? Erdoğan gerçekten de demokrasiden yana mı? Ben de biliyorum. Bu Japon atasözünden yola çıkarak anayasayı size anlatacağım değerli arkadaşlarım.

Düşünce ve kanaat hürriyeti, Anayasa Madde 25. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti, Anayasa Madde 26. Bilim ve sanat hürriyeti, Anayasa Madde 27... Allah aşkına bana söyler misiniz? Düşüncesini açıkladı diye hapishaneler dolu ya... Ne diyor, okuyayım size: "Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir." Bu haktır diyor, insana verilen bir haktır diyor. "Bu hürriyet, resmi makamların müdahalesi olmaksızın, yani devletin müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar." Gazeteci ağzını açıyor, doğru içerde; vatandaş ağzını açıyor, doğru içerde, gözaltına alma... Anayasa ne diyor? 25, 26, 27... Düşünceni ifade edebilirsin diyor, özgürsün diyor, bu senin hakkındır diyor, bu bir insanlık hakkıdır diyor. İnsanlık hakkını kullanan, anayasanın kendisine verdiği yetkiyi kullanan birisi hapisteyse bu anayasa askıda demektir.

Merdan Yanardağ niye içerde? Niye içerde Merdan Yanardağ? Avukatlar niye içerde? 80-85 yaşındaki emekli paşalar niye içerde? Gazeteciler niye içerde? Aydınlar niye içerde? Düşüncelerini açıkladılar diye. Demek ki Erdoğan gerçek anlamda demokratik, gerçek anlamda bir sivil anayasa falan istemiyor. Onun kafasında başka şeyler var. Buradan yola çıkarak acaba biz muhalefeti nasıl kandırırız, milleti nasıl kandırırız arayışı içinde. Ama unutma, biz diğer siyasal parti gibi gelip senin önünde biat eden, koşulsuz davranan kişiler değiliz. Biz aklımızı kullanan, yeteneklerimizi kullanan, ülkemizi düşünen, insanlarımızı düşünen bir siyasi gelenekten geliyoruz. Söyleyeyim mi? Söyleyeyim; biz Milliyetçi Hareket Partisi değiliz.

Anayasa Madde 28, basın hürriyeti: "Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak, izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz. Basımevi kurmak için izin dahi almayacaksın. Çünkü basın hürdür, sansür edilemez." Anayasa bir görev daha veriyor devlete: "Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır." Yani basın özgürlüğünü sağlayacak tedbirleri almak devletin görevidir diyor Anayasa. Peki, soru şu: Devletin bankaları ilanları nereye veriyor? Bir tane demokrasiden ve özgürlüklerden yana olan bir gazeteye, bir haber sitesine, internete bir ilan verdi mi bugüne kadar? Bir ilan vermedi. Tamamı nereye gidiyor? Havuz medyasına gidiyor. Hani devlet basın ve haber alma hürriyetini sağlayacaktı, eşit davranacaktı.

RTÜK, Radyo Televizyon Üst Kurulu tam bir infaz kurumu. Havuz medyası ne yaparsa yapsın hiç onları görmez. Ne yaparsa yapsın ama özgür medya bir yayın yaptığında incelerler, bakarlar; "cümleleri acaba nasıl biz kullanarak o kişileri mahkum ederiz ve ceza veririz" diye bir infaz grubu gibi çalışıyor. Basın İlan Kurumu aynı şekilde çalışıyor. Demek ki Anayasa'da yer alan basın hürriyetinin gereği yerine getirilmiyor.

Madde 34, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı: "Herkes önceden izin almadan silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir." Agrobay işçilerimiz burada, onların hepsine saygılarımı sunuyorum, hepinize saygılarımı sunuyorum. Cumartesi Anneleri; eşleri öldürülen, evlatları öldürülen ve mezarlarının nerede olduğunu bilmeyen anneler ve bu anneler diyorlar ki: Bizim eşimiz öldürüldü, mezarı nerede? Bizim evladımız öldürüldü, mezarı nerede? Bari gidip başına bir Fatiha okuyayım. Bu anneler haftalarca, haftalarca bunu beklediler. Ellerine silah almadılar, ellerine sopa almadılar, ellerine pankart almadılar sadece ve sadece bizim evlatlarımızın mezarı nerede diye... Yargıladılar bunları, Anayasa Mahkemesi dedi ki: "Hayır, bunlar haklı" dedi. Bunlar haklı, bunlar evlatlarının mezarını istiyor, nerede olduğunu istiyor, eşlerinin mezar yeri nerede onu istiyor. Ama her cumartesi, Cumartesi Annelerine ters kelepçe vurulur ve bunlar gönderilir, gözaltına alınır. Bir anneye, evladının mezar yerini isteyen bir anneye, nerede olduğunu, eşinin mezar yerini isteyen bir anneye ve sadece bu istek dışında hiçbir şeyi yapmayan bir anneye ters kelepçe vurmak demokrasi midir, adalet midir, hukuk mudur? Allah aşkına bana söyleyin. Anne, annedir ya. Evlatlarının anneler için ne olduğunu, ne kadar değerli olduğunu bilmeyen mi var Allah aşkına ya? Neden ters kelepçe vurursunuz ve bu annelerin taleplerini niye yerine getirmezseniz? Mezarı şurada diyeceksiniz; gidecek, mezarının başında dua edecek bu anne. Bana demokrasiden söz ediyorlar, sivil anayasadan söz ediyorlar, hukuktan söz ediyorlar. Sen onu benim külahıma anlat, hayatın gerçeği çok farklı.

Ailenin korunması ve çocuk hakları, madde 41: "Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özelikle ananın ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar." Kim? Devlet kuracak diyor, önlemleri alacak diyor, devleti yönetenler bunu yapmak zorundadır diyor. Kim söylüyor? Anayasa söylüyor. Kaçıncı madde? 41'inci madde söylüyor.

Kadın kardeşlerime sesleneyim. Milli Eğitim Bakanlığı, 2023 Şubat ayında bir açıklama yaptı, okuyorum aynen: "Eğitim-öğretim yılının başında ücretsiz yemekten faydalanan ve yaklaşık 1,5 milyon olan öğrenci sayısının ikinci dönemden itibaren 5 milyona çıkarılması için çalışmaların tamamlandığını belirtti." Öğrencilere bedava yemek verecekler; 1,5 milyon ve bu ikinci dönemde 5 milyona çıkarıyoruz diye. Hepimiz sevindik. Çocuğun beslenme ihtiyacı var, okulda akranlarıyla beraber yemek yemeye ihtiyacı var, devletin de bunu yapma hakkı var zaten. Ama şubat ayında bu açıklama yapıldı, arkasından 8 Eylül'de başka bir açıklama yapıldı. Dendi ki: Deprem bölgesi hariç biz yemeyi içmeyi kestik, vermeyeceğiz öğrencilere. Anayasa ne diyor? Çocukların korunması diyor, devletin görevidir diyor çocukları korumak.

Sen tasarruf diye bula bula o çocukların yemeğini mi buldun? O çocukların, o evlatların yemeğini mi buldun tasarruf diye diye? Başka bir şeyden tasarruf yapamadın mı? 13 uçağının 12'sini satayım da Milli Eğitim Bakanlığı'na vereyim, orası zor durumda, en azından bu çocuklara yemek versinler diye hiç aklından geçmedi mi? Geçmez efendim, geçmez. Onların evlatları doyuyorsa mesele yok diyor.

Bakınız yeni açıklama, devletin resmi rakamı: 3-6 yaş çocuk eğitiminde 7 milyon 662 bin 800 çocuk maddi yoksulluk çekiyor ve dengeli beslenemiyor. Ben demiyorum, devletin rakamları söylüyor. Çocuk hakları anayasada yazar, çocuğun beslenmesi ve hakları anayasada belirlenir ama anayasa ayaklar altına alınır ve çocuğun yiyeceği iki lokma kesilir ve ona verilmez. Bana da diyorlar ki: Efendim biz sivil anayasa yapacağız, güzel bir anayasa yapacağız. Hele sen buna bir uy, gerisi Allah kerim. Buna bile uymuyorsun sen.

Aile... Ailenin temeline dinamit koydular ya; anne işsiz, baba işsiz, üniversiteyi bitiren çocuk işsiz, ailede huzur yok, ailede felaket var... Siz kalkmışsınız, aileyi koruyacağız. Peki, bu ailede eğer belli bir gelir düzeyini yakalayamazsanız bu aileyi nasıl koruyacaksınız siz? Ailenin hangi duruma düştüğünü öğrenmek istiyorlarsa boşanma davalarına baksınlar.

Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi, madde 42: "Kimse eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz." Bırakılamaz diyor, emredici hüküm hukukta; kimse eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz. Daha geçen gün Şanlıurfa'ya gittim, ayrıca geldim burada Ankara'da da soğan toplayan mevsimlik işçilere gittim. Büyük bir kısmı Şanlıurfa'dan gelmiş yanlarında çoluk çocuğuyla beraber. Bu çocukların okula gitmesi lazım. Hiç birisi okula gitmiyor, zaten gidemez ki... Nasıl gidecek? Çalıştığı yerde okul yok, anne ve babasının çalıştığı yerde okul yok. Hani eğitim ve öğrenim hakkı vardı ve devletin de görevi vardı. Bu çocuklara okuma hakkı verecekti, beslenme hakkı verecekti. Vermiyorlar. Bakın Şanlıurfa'da 70-80 kişilik sınıflar var. Sadece Şanlıurfa'nın 5000 dersliğe ihtiyacı var. 70-80 kişilik sınıfta öğretmen öğrenciyle nasıl ilgilenecek? Eğer bu ülkenin en temel sorunu nedir derseniz, eğitim derim. Milli Eğitim Bakanlığı, adı milli olmakla beraber milli olmaktan tamamen çıkmış bir bakanlık. Maalesef üzülerek bunu ifade edeyim.

Çiftçinin korunması, üreticinin korunması, madde 45: "Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gerekli tedbirleri alır." Çiftçiyi koruyacak diyor. Bir kanun var, Tarım Kanunu. Madde 21 diyor ki: Çiftçiye her yıl bütçeden milli gelirin en az yüzde 1'i oranında pay verilir. Kanun ne zaman çıktı? 2016. Hangi yıldayız? 2023. Hiçbir zaman yüzde 1 verilmedi. Sen ne kanuna uyuyorsun, ne Anayasa'ya uyuyorsun, kalkıyorsun bana diyorsun ki: Gel beraber bir anayasa yapalım, sivil anayasa yapalım, hakları koruyalım, demokratik bir anayasa olsun. Ya sen çiftçiye Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kabul ettiği bir kanun gereği olarak yüzde 1'i vermen gerekirken bunu dahi vermiyorsun, götürüyorsun birilerine yediriyorsun o parayı; sonra dönüp bana gelip diyorsun ki: Gel, beraber demokratik bir anayasa yapalım. Sen önce kanuna uy, çiftçiye hakkını teslim et, ondan sonra gel benimle konuş.

Çalışma hakkı ve ödevi, madde 49: "Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir." Milyonlarca işsizimiz var mı? Var, milyonlarca işsizimiz var, üniversite mezunu var, ortaokul mezunu var, askerden dönüp işsiz gezen dünyaca kişi görürsünüz. Peki, ben daha önce ne demiştim? İşsizlik bütün kötülüklerin anasıdır. İşsizlikle mücadele etmeyen bir devlet, devlet değildir. İşsizlikle mücadele etmeyen bir iktidar, iktidar değildir. “Mülakatı kaldıracağız" diye söz verdiler. Şimdi “Mülakatı mülakat gibi yapacağız…”Demek ki daha önce yapmamışlar, onu da itiraf ediyorlar. Değerli arkadaşlarım, gencecik çocuklarımız iş bekliyor. Anayasa herkesin hakkıdır diyor ama bu hak teslim edilmiyor.

Sendika kurma hakkı. Evet, Agrobay işçileri. Madde 51, Anayasa diyor ki: "Çalışanlar, işveren, herkes sendika kurma hakkına sahiptir" diyor. Siz bir anayasal hak kullanıyorsunuz. Arkadaş anayasa bana bir hak verdi, sendika kurma hakkım var diyor. Ben sendika kurmak istiyorum diyorsunuz, geliyorsunuz bir arada sendika kuruyorsunuz, sendikaya üye oluyorsunuz ama kapının önüne konuluyorsunuz. Sarayda oturan zat da bana diyor ki Meclis'te: "Gel demokratik bir anayasa yapacağız seninle, beraber yapacağız seninle" diyor. Senin hakkını teslim etmeyen, senin anayasal hakkını teslim etmeyen, senin sendika kurmanın hakkını sana vermeyen bir kişiyle nasıl masaya oturacağız biz? Nasıl konuşacağız? Ben senin mi hakkını koruyacağım, yoksa onların yanında asker gibi mi duracağım birilerinin durduğu gibi? Hayır, ben senin hakkını koruyacağım, senin yanında duracağım. İşçinin, alın teri dökenin yanında duracağım, emekçinin yanında duracağım. Bizim kuralımız budur.

Ücrette adalet sağlanması, bu da Anayasa'nın bir maddesi. Madde 55: "Ücret emeğin karşılığıdır. Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır" diyor. Devlet gerekli tedbirleri alır.

Okuyorum: Açlık sınırı bugün 13 bin 334 lira, asgari ücret 11 bin 402 lira. Yoksulluk sınırı 39 bin 733 lira, asgari ücret 11 bin 402 lira. Bir çalışanın hayatta kalması için yapması gereken harcama 17 bin 336 lira, asgari ücret 11 bin 402 lira. Bütün bunların altında asgari ücret, bütün bunların tamamının altında; yoksulluk sınırının da, açlık sınırının da, bir çalışanın hayatta kalması için yapması gereken masrafın da altında bir asgari ücret veriliyor. Ücrette adalet ne oldu peki? 4 yerden 5 yerden maaş alanlar var, 6 yerden maaş alanlar var. Yetim kız çocuğunun aylığı 1875 lira, çalışmayan dul eş aylığı ise 5625 lira. Sanayide çalışanların yüzde 50'si, giyim sektöründe çalışanların yüzde 70'i asgari ücretle çalışıyor. Devletin resmi rakamları... İnşaat sektöründe çalışanların yüzde 70'ten fazlası asgari ücretin altında bir ücretle çalışıyorlar.

Gençliğin korunması, madde 58: "Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır." Devlet bunları yapmak zorunda. Şimdi saraya seslenelim; uyuşturucu baronları ile kol kola gezenler kimler? Uyuşturucu baronlarını mahkemelerden çıkaranlar kimler, hapislerden çıkaranlar kimler? Türkiye'yi bir uyuşturucu batağının içine soktular. Türkiye'nin 81 ilinde uyuşturucu bağımlıları var ve maalesef üzülerek ifade edeyim, bunların büyük bir kısmı gençlerden oluşuyor. Artık uyuşturucuyla mücadele bir iktidar mücadelesi olmaktan çıktı, bir milli güvenlik sorununa dönüşmüş durumda. Bu olmadığı takdirde Türkiye gerçekten de bir narko devlet olacak ya... Uyuşturucu patronları kime para veriyor? Bunlar niye yakalanmıyor, neden hapse atılmıyor bunlar? Hapiste olanlar neden çıkarılıyor? Bahis baronları, onlar da aynı şekilde; gençlerimiz kumarhaneye kumarı kumara alıştırdı diyorum.

Sosyal güvenlik bakımından özel olarak korunması gerekenler, Anayasa Madde 61: "Harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gazileri korur" diyor devlet, bunları korumak zorundadır. 15 Temmuz gazilerine ve Beşiktaş terör olayında hayatını kaybeden polislerimize, şehitlerimize halk vatandaş geldi, onların ailelerine katkı için yardımda bulundu. O paraları ne yaptılar? Bir saray iktidarı düşünün, vatandaşın verdiği yardıma el koydu, şehit ailelerine ve gazilerine vermedi, Anayasa'nın hükmünü çiğnedi. Ve dönüp bize diyor ki: Gelin beraber bir anayasa yapalım.

Vergi ödevi: "Herkes kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür." Anayasa madde 73 bu kadar açık, herkes gelirine göre ödeyecek diyor. Gayet güzel. Sıfır geliri olan ekmek alırsa vergi ödüyor, emzik alırsa vergi ödüyor, dolmuşa binerken vergi ödüyor ama 1 yıldan uzun vadeli mevduatınız varsa hiç vergi ödemiyorsunuz. Yani bankada paranız var, yüksek faiz elde ediyorsunuz, vadesi 1 yıldan uzun, bir kuruş bile vergi vermiyorsunuz. AK Parti adaleti bu... Yine kur korumalı mevduata sıfır vergi, ondan da vergi almıyorsunuz. Borsada mı kazandınız? Sıfır vergi, bir kuruş vergi vermiyorsunuz. Kripto para mı kazanıyorsunuz, bir kuruş vergi vermiyorsunuz. Ama işsizsiniz diyelim, işsiz kaldınız, işsizlik sigortasından aylık alacaksınız, damga vergisi ödüyorlar, oradan damga vergisi alınıyor. Dolayısıyla vergide de adalet yok.

Yasama dokunulmazlığı yani milletvekili dokunulmazlığı, Anayasa madde 83: "Seçimden önce veya sonra bir suç işlendiği ileri sürülen bir milletvekili Meclis'in kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz." Bu kadar açık Anayasa madde 83 ama milletvekili seçilen Can Atalay şu anda hapiste. Niye? Can Atalay seçim öncesi gitti, Yüksek Seçim Kurulu'na başvurdu, savcılıktan iyi hal kağıdı aldı. Başka hangi kağıtlar var bilmiyorum, onları aldı, başvurusunu yaptı. Yargıtay'dan ve Danıştay'dan gelen hakimler dediler ki: "Bir sorun yok, sen seçime girip milletvekili olabilirsin." Seçime girdim, milletvekili oldum, hapisteyim, çıkarmıyorlar ve Yargıtay kalktı ceza verdi. Değerli arkadaşlar, bu hukuku katletmektir. Bunu yapanlar anayasa değişikliği için bizim kapımıza gelmesinler, gelmesinler...

Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bilgi edinme ve denetim yolları: Şimdi milletvekilinin şöyle bir yetkisi var değerli kadın kardeşlerim. Milletvekili bir soru sorar bakanlara, bu nedir diye bir soru sorar ya da burada bir haksızlık var mı, yok mu? Ayrıntıları veya rakamları, bilgileri ister; ihale nedir, kime verilmiştir, kaça verilmiştir vesaire sorular sorar. Anayasa madde 98 diyor ki: "Yazılı soru, yazılı olarak en geç 15 gün içinde cevaplamak üzere milletvekillerine, Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlara yazılı olarak soru sormalarından ibarettir." Yani soru sorarsın, ben de yazılı olarak en geç 15 gün içinde cevap veririm diyor. 28'inci Yasama Dönemi'nde 26 bin 817 soru önergesine hiç cevap verilmedi. Şimdi bize diyorlar ki, gelin beraber demokratik bir anayasa yapalım. Ya siz önce milletvekillerinin sordukları sorulara bir cevap verin. Vermemek ne demektir? Eğer bir suç varsa suçu kabul etmek demektir.

Cumhurbaşkanı'nın andiçmesi, madde 103. Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gelir, cumhurbaşkanı seçildiği zaman yemin eder. Güzel... "Anayasa'ya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik cumhuriyete, cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma dair namusum ve şerefim üzerine and içerim" diyor. Erdoğan'ın Anayasa'ya sadakatine inanıyor musunuz? Hukukun üstünlüğüne inandığına inanıyor musunuz? Demokrasiye inandığına inanıyor musunuz? Atatürk ilke ve devrimlerine inandığına inanıyor musunuz? Laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kaldığına inanıyor musunuz? Ben de inanmıyorum, ben de inanmıyorum, yok böyle bir şey. Yine devam edelim: "Cumhurbaşkanı sıfatıyla üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda namusum ve şerefim üzerine and içerim" diyor. "Görevimi tarafsızlıkla yerine getireceğine dair namusu ve şerefi üzerine and içerim" diyor. Sadece bir soru soracağım Erdoğan'a: Namus ve şeref kavramından ne anlıyorsun? Bu kadar, bu kadar...

Mahkemelerin bağımsızlığı, Madde 138: "Hakimler görevlerinde bağımsızdır. Anayasa'ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, - makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz." Gayet açık, gayet net. Gerçek böyle mi? Seyyar hakimler var. Bir hakim sarayın taleplerini yerine getirmiyorsa veya Cumhurbaşkanı'nın avukatlarının taleplerini yerine getirmiyorsa o hakimi değiştiriyorlar, yerine seyyar hakim geliyor, kararı o veriyor. Nasıl karar vereceğini hepimiz biliyoruz. Bir de seyyar mahkemeler var; bir mahkeme gerçekten hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatine göre karar verecekse ve bunu biliyorlarsa o mahkemeyi de değiştiriyorlar, yerine seyyar bir mahkeme geliyor. Aynen farklı hakimler geliyorlar, sarayın istediği kararlar bir şekliyle verilmiş oluyor.

Değerli arkadaşlarım, Cumhurbaşkanı'nın avukatları sigaranın külünü dökeceğim diye savcıdan kül tablası istiyor ve savcı koşa koşa gidip, kül tablasını getirip avukatın önüne koyuyor. Şimdi AK Parti'ye oy veren vicdan sahibi herkese sormak isterim. Adalet bu mudur ya? Adalet bu mudur? Ya ahlak bu mudur? Anayasa Mahkemesi'ne hakim seçildi, Yargıtay tarafından seçildi; ya bir tek Yargıtay kararını altında imzası dahi yok. Yıldırım hızıyla geldi, yıldırım hızıyla geçti, Yargıtay'dan Anayasa Mahkemesi'ne üye seçildi. Niçin? Saray istiyor diye. Bu hakime güvenecek misiniz?

Anayasa Mahkemesi'nin kararları, Madde 153: "Anayasa Mahkemesi'nin kararları kesindir. Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazete'de hemen yayınlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar." Yani hiç kimse ben Anayasa Mahkemesi kararını uygulamıyorum diyemez, Anayasa böyle. Ama alt mahkemeden bakıyorsun, birisi diyor ki. "Ben Anayasa Mahkemesi kararını uygulamam." Uygulamıyor da... Uygulamamanın bir bedeli var mı? Evet var, terfi ediyor biraz daha yukarıya saray öyle istedi diye. Şimdi bu zat gelmiş, bize diyor ki. Gelin demokratik bir anayasa yapalım. Ya sen önce buna bir uy, sen önce bunun gereğini yap. Mahkemeleri kendi arka bahçeniz haline getirdiniz ya. Adalet diye bir şey kalmadı bu memlekette, adaleti arıyor herkes. AİHM kararları uygulanmıyor, onu da gayet iyi biliyorum.

Planlama, Ekonomik ve Sosyal Konsey; bu da Anayasa'nın 166'ncı maddesi. Devlet Planlama Teşkilatı'nı kapattılar, bitti. Ekonomik Sosyal Konsey, o da bir anayasal kurum ve onu da kapattılar, ikisi de yok.

Orman köylüsünün korunması. Anayasa, "orman köylüsünü koruyun" diyor. Hangi orman köylüsü korundu? Orman köylülerine seslenmek isterim. Esnaf ve sanatkarın korunması, Anayasa Madde 173; hangi esnaf ve sanatkar korundu? Bugün ayda 9 bin esnaf kepenk kapatıyor değerli arkadaşlarım...

Siz bir çalışma yaptınız mı diye sorarsa vatandaşlarımız, evet yaptık. Altı lider bir araya geldik, güçlendirmiş parlamenter sistemle ilgili düzenlememizi yaptık, bunu kamuoyuyla paylaştık, kitap halinde bastık ve bütün ilgili kurumlara da gönderdik. Devletin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin gerçek anlamda güçlendirilmiş bir parlamenter sisteme ihtiyacı var. Yani milletvekillerin güçlü olduğu, yani yasama organının güçlü olduğu, yürütme organının emrinde olmadığı, güçler ayrılığının sağlıklı bir şekilde uygulandığı bir sistemi öneriyoruz.

Gelelim Japon atasözüne... Ne diyordum? Pirincin içindeki siyah taşlardan korkma, beyaz olanlardan kork diye. Soru şu: Bütün bu adaletsizlikleri, anlattığım adaletsizlikleri yapan kim? Esnaf mı, çiftçi mi, emekli mi, sanayici mi, öğrenci mi, sade vatandaş mı, kadınlar mı, erkekler mi, sivil toplum örgütleri mi?... Bütün bu adaletsizlikleri yapan kim? Evet bildiniz, adı belli: Recep Tayyip Erdoğan.

Neden? Öyle ya gereksiz yere suçlamak da doğru değil, bir gerekçenizin olması lazım. Çünkü 21 yıldır kesintisiz tek başına yönetiyor. İstediği kanunu çıkardı mı? Çıkardı. İstediği kararnameyi çıkardı mı? Çıkardı. İstediği genelgeyi çıkardı mı? Çıkardı. İstediği bürokratı görevden aldı mı? Aldı. İstediği bürokratı yeniden atadı mı? Atadı. İstediği bütçeyi çıkardığı mı? Çıkardı. Bütçeyi istediği gibi kullandı mı? Kullandı. Peki, ikinci bir soru soralım: Bu memleketin hangi sorununu çözdü? Öyle ya, 21 yıldır istediğin kanunu çıkarıyorsun, istediğin genelgeyi, istediğin kararnameyi, istediğin bürokratı atıyorsun; 21 yıldır bu ülkenin hangi sorununu çözdü? Bunu sormak zorundayım; ben de sormak zorundayım, siz de sormak zorundasınız, vatandaş da sormak zorunda. 21 yıldır milyar dolarları harcadın, bu memleketin hangi sorununu çözdün? Eğitim sorununu mu çözdün? işsizliği mi bitirdin? Enflasyonu mu düşürdün? Türk Lirası'nın değerini mi korudun? Hangi sorununu çözdün?

Değerli arkadaşlarım, bir tavsiyem daha var Erdoğan'a: Aileni siyasete bulaştırma. Bir daha söylüyorum: Aileni siyasete bulaştırma. Bir oğlun var, kalkmış bizim İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız hakkında laflar ediyor. Kimsin sen ya? Kimsin sen? Sen kimsin? Gücünü babandan alıyorsan sen zaten adam değilsin. Eğer sen eleştirip de "ben İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olmak istiyorum" diyorsan hodri meydan, çıkmazsan namertsin. Çık bakalım!

Ayrıca şu soruyu da sormak zorundayım: Devlete ne kadar vergi veriyorsun ve gelirlerin nereden? Bir dönem Milli Eğitim Bakanlığı'nı yönetiyordu beyefendi, bürokratları topluyordu, talimat veriyordu. Milli Eğitim Bakanlığı'nın içinde bulunduğu durum meydanda, milli olmaktan çıktı bakanlık. O nedenle bir daha söylüyorum. Siyasiler ailelerini siyasetin dışında bırakmak zorundadırlar. Hanımefendi sosyal işlerle ilgileniyor; başımızın üstüne, herhangi sorunumuz yok. Ama çoluk çocuğuyla falan gidecek, siyaset yapacak, ok atacak, bilmem ne yapacak, bakanlara talimat verecek, o önde giderken bakanlar onun arkasında dizilecek... Bu ahlaki değil, adil değil böyle bir şey. Sen milletin oyuyla mı geldin oraya? Babanın gücünü mü kullanıyorsun? Baban televizyonda benim karşıma çıkmaya cesaret dahi edemedi ya, sen bunu bilmiyorsun.

İstanbul sevdasından da söz etmiş, ben onun sevdasının ne olduğunu gayet iyi biliyorum. "Babacığım, paraları sıfırlayalım mı?" Senin o paraları nasıl sıfırladığını gayet iyi biliyorum, Şehrizar Konaklarında ne yaptığını da gayet iyi biliyorum. Otur oturduğun yerde!

Teşekkür ederim.

Kaynak : www.istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları