loading
close
SON DAKİKALAR

Koç; Başbakan oğlunu kurtarma mücadelesinde

Koç; Başbakan oğlunu kurtarma mücadelesinde
Tarih: 09.01.2014 - 10:53
Kategori: Siyaset

CHP Sözcüsü Haluk Koç, ''Mustafa Kemal’in ‘Ya İstiklal, Ya Ölüm’ sözünü Başbakan ‘Ya İstiklal, Ya Oğlum’a dönüştürdü'' dedi...

CHP Sözcüsü ve Genel Başkan yardımcısı Prof.Dr Haluk Koç basın toplantısı yaparak güncel olayları değerlendirdi. Soruları da yanıtlayan Koç şunları söyledi;

“Merkez Yönetim Kurulumuz şuan toplantı halinde. Sizlerle günbegün ağırlaşan siyasi gelişmelerin bugün değerlendirilmesi için huzurunuzdayım. Benden önce iktidar partisinin Sayın Sözcüsü bütün televizyon kanallarında bir saate yakın boy gösterdi. Bu arada iktidar olmanın avantajını bir dönem bitiyor ama daha medyada bu şekilde bir yönlendirme içinde olanlar bunun farkında değiller. Cumhuriyet Halk Partisi Sayın Genel Başkanını da konu ederek ağır ithamlarda bulundu. Yani kolunuz, kanadınız kırılmış, itibarınız kalmamış, süklüm püklümsünüz, pisliğin içindesiniz, rezaletin ortasındasınız. Hala oralarda çıkıp iktidar gücünü televizyon ekranlarına yansıtarak milletin beynini yıkamaya çalışıyorsunuz. Sayın Çelik çok zor bir konumdasınız. Hırsızlığı, yolsuzluğu, rüşveti, kirliliği, pis ilişkileri savunma durumunda kalan bir siyasetçinin nasıl bir gönül burkulması içinde olduğunu tahmin edebiliyorum. Zor bir zanaattasınız. Bu dönemde iktidar partisi sözcüsü olmak ve bütün yaşananları, yapılanları, edilenleri savunur duruma gelmek bir siyasetçi için herhalde çok ağır bir yük olsa gerek. 
 
Değerli arkadaşlarım, doğrudan Sayın Çelik’e söylediği bazı hususlara cevap vererek başlamak istiyorum. Cumhuriyet Halk Partisi Sayın Genel Başkanının da, Cumhuriyet Halk Partisi Sözcülerinin de Genel Merkezde olsun, grup yönetiminde olsun ahlakdışı, kuraldışı hiçbir ifadesi olmamıştır. Çok hafif bile konuşuyoruz. Tüm yaşadıklarımız ortada Sayın Çelik. Siz bunları nasıl görmüyorsunuz? Siz bu ülkede siyaset yapıyorsunuz. Yolsuzluğu, rüşveti, hırsızlığı iktidarın kolunun kanatları altına sıkışmış bir şekilde nasıl savuna gelebiliyorsunuz? Ne kadar zor bir görevle karşı karşıyasınız. Ne ağır sizin göreviniz. Bunun manevi yükünü zannediyorum yüreğinizde hissediyorsunuz ve şimdi Sayın Kılıçdaroğlu’nun yolsuzluğun boyutu 247 milyar lira şeklindeki ifadesini söylüyor. Dudak uçuklatan bir rakam diyor. Valla bilmiyorum milletin dudağı da uçukladı, yüreği de burkuldu. Sizin nereniz uçukladı onu bilmiyorum. Yani insani bir tablo bütün millet soyulurken siz hala Ana Muhalefet Partisi Sayın Genel Başkanının bu yolsuzlukların üzerine gitmesi hususundaki acıkmalarına atıfta bulunuyorsunuz. Yani utanmak gerekir. Yüzü kızarmadan bunları söylemek herhalde iktidar partisinin sözcüsünün görevi. Bence sizde biran önce konumunuzu gözden geçirin. Bu hırsızlığın, yolsuzluğun, rüşvetin savunması durumunda kalma pozisyonunu bence tekrar edin.

Peki 247 milyar lira gerçek bir rakam değil. Ne kadar olduğunu sen açıklayabilir misin? Ne kadar soydunuz bu milleti siz açıklayabilir misiniz? Daha bunlar torbadan ilk çıkanlar. Daha Telekom duruyor, Tüpraş duruyor, Sümerbank duruyor, SEKA duruyor, özelleştirmeler duruyor. Devlet demiryollarının soruşturmasına yeni girildi. Mahdum dedik, enişte dedik, banacak dedik. Şimdi birde kayınbirader çıktı İzmir’de. Gözaltına alınması gerekiyor ve kaçak. Sayın Binali Yıldırım geçen hafta bakandınız, şuanda İzmir’de AKP’nin büyükşehir belediye başkan adayısınız. Alnınız ak gezebiliyor musunuz İzmir’de? Yüzünüz kızarmadan İzmir’de dolaşabiliyor musunuz? Açık çağrı yapıyorum kayınbiraderin bu suçlamalarla karşı karşıya olan ve gözaltına alınması talebiyle kovuşturulan kayınbiraderin nerede Sayın Binali Yıldırım? Haktan, hukuktan adalet bahsedeceğine çık kayınbiraderini götür soruşturmasının yapılmasını sağla. Bütün hırsızların bundan sonra savunmada kullanabilecekleri bir cümle sarf ediyorsunuz. Zamanı çok manidar. Sayın Binali Yıldırım yakışıyor mu size? Siz Başbakanın sağ koluydunuz. Sayın Bayraktar gibi onun talimatıyla bütün bu işlemlerin yapılmasında benimde rolüm var deme noktasına ne zaman geleceksiniz? Evet sizin de rolünüz var. 11 yıldır değişmeyen bakanlardan bir tanesisiniz, Sayın Başbakanın mutemet adamlarından bir tanesisiniz, icra bakanlığında bulundunuz. Şimdi İzmir’de kayınbiraderiniz rüşvete aracılıktan aranıyor ve siz İzmir’de büyükşehir belediye başkanı adayı olarak boy gösteriyorsunuz. İzmir atacak size tokadı ama atmadan önce şu kayınbiraderini götür teslim et bakalım. Zamanlaması çok manidar. Ne olacaktı? Sana mı soracaklardı zamanını. Hırsızın yakalanmasının zamanı olur mu? Daha torba yeni açıldı. Arkası gelecek. Bu milletten aldıklarınızı, çaldıklarınızı fitil fitil burnunuzdan getirttirecek Türk milleti sizin.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Çelik’in değişik ifadeleri var. Gerçi açıklamalarımda bunların bir kısmına değineceğim. Şimdi karmakarışık bir Türkiye gündemi değerli arkadaşlarım. En yetkili noktaların devletin çöktüğünü ilan ettiği bir Türkiye’deyiz. Meclis Başkanı Sayın Cemil Çiçek devlet çökmüştür diyor, 138. madde çökmüştür. Meclis Başkanı daha önce Adalet Bakanı. Devlet çökmüştür. Çökmüştür diyor. Bunu söyleyen Başbakanın nimetiyle o göreve gelen veya orada hala oturan kişi.

Değerli arkadaşlarım, ortada cumhuriyet tarihinin en büyük rüşvet ve yolsuzluk operasyonu, soruşturması var. İddialar ortada. Şimdi bu soruşturmaların ve iddiaların hedefindeki Başbakan ve iktidarın değişik mensupları şaşırmış vaziyetteler. Ringde dayak yiyen boksörün, hakemin sayması gibi bir pozisyona düştüler. Dağınık vaziyetteler, şaşkın vaziyetteler. İnsicamlarını kaybettiler, bütünlüklerini kaybettiler. Saçmalıyorlar. Başbakan adeta bir siyasi panik atak geçiriyor şuanda. Panik atak bir tıbbı deyimdir. Siyasi panik atak Başbakanın durumunu özetleyen bir tablodur.

Değerli arkadaşlarım, hukukun üstünlüğünü infaz etmek için yola çıktılar. Hukukun üstünlüğünü AKP infaz etmek için, yok etmek için, öldürmek için yola çıktı. Şimdi diktatörlere özgü yeni bir AKP özel hukuku yaratmak istiyorlar. Tabi ki bunu başaramayacaklar. Buna meclisteki gücümüz oranında tüm mukavemetimizle, tüm direncimizle karşı koyacağımız çok açık. Buna millette karşı koyacak. Artık girdikleri suçluluk duygusuyla dikkat edin kural, düzen, hak, adalet, ahlak, meşruiyet gibi tüm kavramları yok sayarak kendilerine dokunulmazlık, sorgulanmazlık, takipsizlik, yargılanmazlık elbisesi giydirmek istiyorlar. Yüzleri kızarmadan, vicdanlarını mühürleyerek, yolsuzlukları, hırsızlıkları, rüşveti meşrulaştırma, örtme, kapatma gayretleri alenen devam ediyor. Yargı ve emniyet kadroları darmadağınık durumda. Herkes birilerini birilerinin mutemet kadrolarında değerlendiriyor. İktidar gücünün her türlü yolsuzluğun, pisliğin, rüşvetin üzerini örteceğini zannediyorlar.

Bir tespiti açıkça paylaşmak istiyorum değerli basın mensupları, son günlerde özel yetkili mahkemelerce tüm hukuk normları, kuralları çiğnenerek yürütülen ve hüküm verilen Balyoz davası ve yürütülmekte olan Ergenekon, Oda TV, KCK, gizli karargah, casusluk gibi davalarla ilgili tartışmalar bu yolsuzluk iddialarının ortalığı kasıp kavurduğu şu günlerde başka bir mecraya çekilmiş görünüyor. Bu tezgahı da hepimizin çok iyi değerlendirmesi gerekiyor. İyi niyetle yargının bu süreçte takınacağı rol hususunda arabuluculuk yapmaya gayret edenlerinde bu hususa çok dikkat etmeleri gerek.

Değerli arkadaşlarım, hukukun temel ilkeleri, kuralları iğdiş edilerek yargıya hüküm vermesi için sipariş edilen bu siyasi tezgahların kurulmasında yol arkadaşlığı yapanlar şimdi amansız bir mücadelenin içine girmiş görünüyorlar. Devlet içinde çete, paralel devlet suçlamaları. Bunlar Başbakanın ağzından çıktıktan sonra hemen yanındaki zevat tarafından dillendirilen sözler. Devlet içinde çete, paralel devlet.

Sayın Başbakan Japonya’dasın. Belki bu gezi sana Japonya’daki siyasi ahlak, siyasi etik konusunda Japonların geleneksel olarak nasıl davrandıkları konusunda da bir öğreti kazandırır. Biliyorsunuz Japonya’nın siyasi ilkeler, ahlak konusundaki tutumunu. Peki Sayın başbakan bu çete diye bahsettiğin devletin içindeki yapılandırma monte edilirken bu ülkede sen Başbakan mıydın, değil miydin? Soru çok basit. Bu çete yapılandırılırken sen Başbakan mıydın, değil miydin? Bu paralel devlet yapılandırılırken siyasi sorumluluğu taşıyan kadroların başında kim vardı? Çok bilmiş, çıt, çıt, çıt diye birbirlerini suçladıkları milletvekili, danışman rolünde olanlar milli orduya kumpas kuruldu sözünü söylerken Sayın Başbakan siyasi güç kimin elindeydi? Bu soruları çoğalmak mümkün değerli arkadaşlar. Etrafa bu dikenleri sen saçtın, şimdi çıplak ayakla bu dikenlerin üzerinde yürüyorsun, dolaşmaya başlıyorsun. Şimdi de bağırmaya başlıyorsun. Bugün yaşanan tüm olayların temel ve baş sorumlusu olan Başbakanın özel yetkili mahkemelerin verdiği kararlar, halen yürütmekte olduğu davalar ve mahkemelerde verilen hükümlerin yeniden yargılamaya açılması konusunda yaptığı açıklamalar ve bu konularda dışarıdan inisiyatif alarak girişimde bulunanlar hiçbiriniz unutmayın. 

Hiçbiriniz unutmayın. Bu noktada yapılacak, bakın tarihi bir uyarı yapıyorum. İnisiyatif alanlarda dahil. Bu noktada yapılacak her makul öneri, her izanlı yaklaşım AKP ve Başbakan tarafından döndürülecek, dolaştırılacak kurmak istediği kendi özel hukuk sistemine destek olarak gösterilecek ve başta yargının yürütmeye bağlanması olmak üzere diktatörlük arayışında bu makul ve izanlı öneriler hiç şüphesiz bir dayanak olarak kullanılacaktır. Herkes aklını başına alsın. Siyaset alanı önemlidir. Siyaset alanı bu tür günlerde şov yapma alanı değildir. AKP’nin ve Başbakanın anayasa değişikliğiyle yapamadığını yasalarla yapmaya kalkışması kendi hukuksuzluğuna muhalefetin ve bu iyi niyetli, öyle tarif edeyim. Bu iyi niyetli girişim sözcülerinin önerileriyle meşruiyet aramasına izin verilmemelidir. Sözlerim çok açık ve net.

Bakın, yasalara aykırı adli kolluk yönetmeliğini değiştirdiler. Danıştay yürütmeyi durdurdu. Şimdi anayasaya aykırı olarak, Danıştay’ı devre dışı bırakarak yasal düzenleme yapma gayretindeler. Tabi ki, bu da anayasa mahkemesine gidecek ve bu ülkede de yaşanan bu kadar çıplak gerçekler karşısında bir anayasa mahkemesinin olduğunu görmek istiyoruz, inanmak istiyoruz. Gelecek günler için konuşuyorum.

Değerli arkadaşlarım, biraz daha tarif edelim olayı. Son yaşadıklarımız, sabah operasyon akşam tayin. Sabah yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık operasyonu akşam bu operasyonda görev verilen emniyet yetkililerinin tayini. Bir gün geçmiyor aradan. Belki yarım gün bile beklenmiyor. Türkiye’de şöyle bir fotoğrafı düşünebiliyor musunuz? Aziz yurttaşlarım, sevgili vatandaşlarımız, savcılar savcıları takip ediyor Türkiye’de. HSYK savcıları takip ediyor, hükümet, iktidar ve Başbakan ve Adalet Bakanı HSYK’yı takip ediyor, herkes birbirini takip ediyor. Polis polisin peşinde. Mali şube hırsızları takip ediyor, istihbarat şubesi hırsızları takip eden mali polisi takip ediyor. İktidar ve Başbakan tüm emniyet teşkilatını takip ediyor. Fotoğraf bu. Hani kurtlar vadisi vardır onu değiştirelim isterseniz. Tam bir hortumcular vadisi izlediğimiz sahneler. Hortumcular vadisi. Cumhuriyet tarihinde tanık olmadığımız olaylar yaşıyoruz. Önce operasyon yapan İstanbul emniyetindeki polisler alındı. Ardından yurt çapında emniyette sürek avı başlatıldı. Öyle ki gece baskınlarıyla. Ankara Emniyet Müdürlüğünde şubeleri saymıyorum tüm şubeler görevli 350’den fazla polisin yeri değiştirildi. Bazı birimlerde çaycı ve odacılar dahil bu değiştirmeye. Sadece Ankara emniyetinde 17 Aralık’tan bugüne kadar 600 şube müdür yardımcısı, amir ve polisin yeri değiştirildi. Dış basına bir bakın. Bu görev değişiklikleriyle ilgili dünya basını neler yazıyor Türkiye için. Türkiye genelinde görev yeri değiştirilen emniyet mensuplarının sayısı 2500’ü aştı. Dün gecede 16 ilin emniyet müdürü görevden alındı. Bu korkunun sebebi nedir değerli arkadaşlarım? Bu bir sivil darbe değil de nedir? Hangi darbe döneminde binlerce emniyet teşkilatı görevlisi görevinden alındı? Darbelerle hesaplaştığını söyleyen, ucuz kahramanlık yapan Başbakana sesleniyoruz. 12 Eylül döneminde mi böyle oldu? 28 Şubat’ta mı böyle oldu? Hangi dönemde bunlar yaşandı? Kimse kimseyi kandırmasın. Darbe dönemlerinde bile bir gecede bu kadar çalışan, bu kadar polis görevinden alınmadı. Daha birkaç ay önce Haziran ayında, unutmayın. Gezi parkı olaylarında sorumlu olan polisleri görevden alın dediğimizde polisimiz demokrasi testinden başarıyla geçmiştir, bir kahramanlık destanı yazmıştır. Hukuk içinde kalarak görevini başarıyla yerine getirmiştir diyen kimdi? Kimdi? O gün öyleydi, bugün böyle Başbakan. Ne oldu, ne değişti Haziran’dan buyana? Yeni mi aklın başına geldi? Ucu kendine dokununca kahraman polislerini bir gecede hain polis ilan ettin. Böyle demokrasi olmaz değerli arkadaşlarım. Böyle hukuk devleti olmaz, böyle kamu yönetimi olmaz. Paralel devlet, çete bahanelerini, uydurmalarını artık kimse yutmaz. 

Bu mızrak bu çuvala sığmıyor. Emniyet mensuplarına yapılan bu operasyon yolsuzlukları, rüşveti, hırsızlıkları örtmek için yapılan bir mıntıka temizliğidir. Babaları temizlik yapıyor oğulları ardından hortumlamaya başlıyorlar. Anlam budur. 

Babaları mıntıka temizliği yapıyor, oğulları hortumculuğu uygulanabilir hale getiriyorlar. 100 yılın soygunu ortaya çıkmıştır. Recep Tayyip Erdoğan tutuşmuştur. Zaten itibarsızlaşan, zaten kredibilitesi sıfıra inen, sağını, solunu dağıtan, söylediğinin kıymeti kalmayan bir Başbakan artık demokrasi ve hukuk önünde alnında yolsuzluk, rüşvet damgasıyla etiketlenen bir hükümetin topal ördek durumuna düşmesini engelleyemezsin.

Değerli arkadaşlarım, 17 Aralık operasyonundan sonra ucu kendisine yaklaşınca meydan meydan dolaşıp bu bir istiklal mücadelesidir diye bindirilmiş kıtalara seslenmeye başladı. Aslında istiklal mücadelesi değil yaptığı oğluna uzanacak olan yolu engellemek için mücadele ediyor. Kendisine gelecek yolları kapatmak için mücadele ediyor. Hiç kusura bakma Sayın Başbakan ben aynı zamanda Samsun milletvekiliyim. Bir Samsunlu olarak sana bu konuda söyleyeceğim şudur; Türkiye’de tek bir istiklal mücadelesi olmuştur. O da Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak başlattıkları mücadeledir. Mustafa Kemal ya istiklal ya ölüm olarak başlattı o mücadeleyi. Sen ya istiklal ya oğlum diye tercüme etmeye çalışıyorsun. Utanmadan, sıkılmadan bu tabiri kullanarak yolsuzluklarla o mücadeleyi eş anlamlı hale getirmeye çalışıyorsun. O mücadeleyi verenlerin bırak ayakkabı kutularında çıkan parayı doğru dürüst ayakkabıları bile yoktu. Yeri geldi çıplak ayakla verdiler o mücadeleyi. O mücadeleyi veren onurlu ve şerefli insanların bırak yatak odalarında para sayma makinalarını doğru dürüst üzerlerine giyecek elbiseleri, mintanları bile yoktu. O insanların bırakın gemiciklerini göğüslerini düşmana siper etmişlerdi. Yeri geldi kazma kürekle direndiler. 

Sen bugün kalkmış neyin istiklal mücadelesinden bahsediyorsun hayret etmemek mümkün değil. Senin istiklal mücadelenin ne olduğunu bu millet çok iyi gördü. Çok iyi de biliyor. Demin vurguladım senin mücadelen koltuğun ve oğlun Bilal Erdoğan’ı nasıl kurtarırım mücadelesidir. Ya istiklal ya oğlum diyorsun sen. O duruma düştün artık.
Değerli arkadaşlarım, Ergenekon, Balyoz davaları kumpas. Söyleyen hazretler. Sayın Hüseyin Çelik çıkmış bende Ergenekon’un mağduruyum. Oradaki düşüncelerimden vazgeçmedim. O danışman ne diye konuşuyor? Danışman çok makbul bir adam sizin için. Yandaş bir gazetenizde köşe yazıyor. Her söylediği gazetelerde uzun uzun haber oluyor. 

Bir araya gelmiyor musunuz siz ya? Sen parti sözcüsüsün. O da Başbakanınızın danışmanı. Kumpas mı değil mi kardeşim? Kumpas olduğunuzu söylediniz. Aslında bunları gündemi saptırmak için yaptığınızı da çok iyi biliyoruz. 

Maksat hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, riyakarlık örtülsün, kapatılsın, tartışılmasın gündemden düşsün. Timsah gözyaşlarına hiç kimse kanmaz artık bu ülkede.

Değerli arkadaşlarım, yolsuzluk ve rüşvet operasyonunda ortaya dökülen kirli çamaşırlarınız ve bundan sonra dökülecek olanlar, daha açılmamış onlarca dosya var. Ergenekon ve Balyoz davasıyla eğer bu pisliklerinizi aklayacağınızı sanıyorsanız, gündemden düşüreceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Ama biz sizin samimiyetinize inanmamakla birlikte kendi samimiyetimizi de net bir şekilde ortaya koyuyoruz.

Bakın, Sayın Genel Başkanımız bir çağrıda bulundu. Ergenekon ve Balyoz davalarının yeniden yargılanmasının, görüşülmesinin sağlanması için her türlü yasal değişikliği yapmaya hazırız dedi. Yeni bir takım icatlarda bulunduklarını sanarak kapı kapı gezenler. Cumhuriyet Halk Partisinin Mart ayında Sayın Genel Başkanının ifade ettiği demokrasi ve özgürlük manifestosunun 17 maddesini unutanlara, görmek istemeyenlere bir kere daha hatırlatmak istiyorum. Burada özel yetkili mahkemeler ve yeniden yargılanmayla ilgili taleplerimiz ifade edildi. Bununla ilgili parlamentoda yasa teklifleri verdik. Komisyonda duruyorlar getirmiyorsunuz aşağıya. Şimdi toplu günah çıkarma seansları başladı. 

Kumpastı, haksızlık yapıldı. Uyuyan TSK’da mensuplarına yapılan haksızlığı yeni uyanarak gündeme taşıyıp suç duyurusunda bulundu. Günaydın Sayın Özel. Sana da geleceğim. Sana da bir çift sözümüz olacak.

Değerli arkadaşlarım, dünde grup toplantısında Sayın Genel Başkanımız yolsuzlarla mücadele konusunda 11 maddelik önerimizi sıraladı. Bunlar tekrar etmiyorum. Çünkü hepsi kayıtlarda var. Ne diyor sonra Silivri’dekiler? Bizi cellatlarımızın insafına terk etmeyeceksiniz diyor. Biz hukuk haksızlığına uğradık. Yani sizin deyiminizle kumpasa geldik. Ama bizi cellatlarımızın insafına terk etmeyeceksiniz diyor. Talepleri bu. 

Değerli arkadaşlarım, şimdi geldiğimiz nokta devletin kurumları arasındaki bu çatışma derin bir devlet krizidir. Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Cumhurbaşkanının anayasal görevlerinden bir tanesi devletin kurumlarının ahenkli çalışmasından sorumlu olmaktır. Ne yapıyor Sayın Cumhurbaşkanı? Üç Sayın gazetecinin huzuruna çıktılar. Ben ne yapabilirim ki. Bu gelişmeler karşısında. Sayın Cumhurbaşkanı, hiçbir şey yapamıyorsanız o koltukta oturmayın. Durumunuzu sorgulamanız gereken insanlardan bir tanesi sizsiniz. Bugüne kadar Cumhurbaşkanlığı makamıyla ilgili bütün acıkmalarımızda duyarlı davrandık. Gereken duyarlılığı, hassasiyeti, inceliği, nezaketi gösterdik. Bugün geldiğimiz noktada ben ne yapabilirim ki diyen bir Sayın Cumhurbaşkanı olamaz Türkiye’de. Sizin göreviniz sadece iktidarın ayıplarını örtmek midir? Devletin başı olarak kurumlar arasındaki çatışmayı gidermek, uyumlu çalışmasını sağlamak göreviniz değil mi? Söyledim. Krize el koyacağınıza kalkıp çatıştığı ifade edilen, tarif edilen taraflar arasında arabuluculuğa soyunuyorsunuz. Çankaya’daki Cumhurbaşkanlığı köşkü mektup teatisi için bir PTT istasyonu mudur, şubesi midir? Böyle bir şey olabilir mi? Mektuplar gidip geliyor. Sayın Cumhurbaşkanı kusura bakmayın, sizin göreviniz, acil göreviniz postacılık değildir. Görevlerinizden bir tanesi ahenkli çalışmayı sağlamak olduğu kadar Devlet Denetleme Kurulunu da devreye sokarak hortumlanan, çalınan yolsuzluklarla, rüşvetle bu gariban milletin cebinden çalınan paraların hesabını da sormaktır, araştırmaktır, üzerine gitmektir. Ben ne yapabilirim ki? Bu basit cümle Cumhurbaşkanlığı makamının ağırlığına yakışmamaktadır.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Cumhurbaşkanı bir şeyler daha yapmak zorunda. İstifa eden bakanlar hakkındaki yolsuzluk ve fezlekelerin hemen meclise sevk edilmesi konusunda öncülük yapmalıdır. Yıllardır yargı tartısının, kantarını ayarlarıyla oynamayın dedik. Gün gelir bu ayarlarını bozduğunuz bu kantar sizi de tartar dedik. Gün geldi. Hiç lamı cimi yok. Şimdi siz kantara çıkmaya başladınız ama bu kantarın ayarı bozuk, iyi tartmıyor, öyle mi? Yıllardır eziyet çektirdiğiniz yurtseverler ne olacak? Bu ülkenin ordusunda şerefiyle görev yapmış, düzmece suçlamalarla hayatlarını kararttığınız insanlar ne olacak? Hastalıklarla mücadele eden bu ülkenin yurtsever rektörleri ne olacak? 

Yazarları ne olacak? Gazetecileri ne olacak?

Değerli arkadaşlarım, yok paralel devlet, yok çete, yok faiz lobisi, yok dış mihraklar… Geç bunları kardeşim. Hesap günü gelmiştir Sayın Başbakan. Sayın Çelik sen de iyi dinle bunları. Hiç öyle iktidar gücüyle saatlerce konuşarak bunları yutturamazsınız, bunları gözden ırak tutamazsınız. Hiçbir güç bu asrın yolsuzluk ve rüşvet hesabını vermeden kurtulamaz. Yolsuzluklarla mücadele diye geldiniz, yolsuzluklar, rüşvet ve belgeli hırsızlıklarla gideceksiniz. Ne saçmalarsanız saçmalayın. Dediğim gibi komplo, faiz lobisi, tutsaklık, ıvır zıvır sözler, enişte, oğul, kayınbirader… Şimdi bir de kayınbirader çıktı biliyorsunuz İzmir’de.

Değerli arkadaşlarım, bu gariban yoksul millete hırsızlıklarınızı, yolsuzluklarınızı din-iman diyerek yutturmaya çalışmayın. Yaptıklarınızın hiçbirisi ne dine, ne imana ne Müslümanlığa sığar. Artık haramı helale çeviremezsiniz. Artık günahlarınızı sevaba çeviremezsiniz. Bunun bedelini bu milletin önünde ödeyeceksiniz.

Değerli arkadaşlarım, bir konu Sayın Hüseyin Aygün’ün Türk Silahlı Kuvvetleri ve Genelkurmay Başkanıyla ilgili yaptığı bir açıklama var. Hemen o açıklamaya geçmeden önce Uludere’deki 34 yurttaşımızın ki, bunların bir kısmı 12-13 yaşında genç çocuk. Terörist zanlıyla bombalanarak öldürülmesi var. Bununla ilgili soruşturma hem askeri kanatta hem TBMM İnsan Hakları Araştırma Komisyonunun incelemesi çerçevesinde gündeme taşındı biliyorsunuz. Kimse mecliste CHP’nin yazdığı Muhalefet Şerhini görmezlikten geldi. Şimdi takipsizlik kararı veriliyor ve Sayın Genelkurmay Başkanının silsile içerisinde Başbakandan aldığı emirle bu operasyonu yapma talimatını verdiği ortaya çıkıyor.

Hüseyin Aygün’ün söyledikleri milyonlarca Türk insanı tarafından bu arada benim tarafımdan da paylaşılan sözler size karşı ifade ettikleri. Dava açacaksanız buyurun açın. Ama Afganistan’da barış gücü içerisinde görev yapan Alman kuvvetlerine, Taliban gücü sanısıyla, zannıyla bombalama yaparak 10 Afgan masum köylüyü öldürmesinden sonra yaşanan tartışmalar sorumluluğun kendisinde olduğu ortaya çıktığında Alman Savunma Bakanının istifasıyla sonuçlandı. Geldiğimiz noktada demokrasi, Anayasal kurumlar, Genelkurmay Başkanlığı, hükümet sorumluluğunuzu yerinize getirin. Sen yabancı bir ülkede, yabancı bir sivil masum gücü öldürmüyorsun, kendi ülkende kendi vatandaşını bombalayarak öldürüyorsun. Sorumluluğu yok mu hiç? Gereğini yapın, istifa edin.

Ne dedi Hüseyin Aygün? Niye Genelkurmay Başkanlığı çok hiddetlendi? Değerli arkadaşlarım, ne dedi? Yani Hüseyin Aygün hakkında suç duyurusunda bulunacaksınız. Peki, 20 Eylül 2008 günü İstanbul’da emniyette gencecik bir teğmen harp okulunu dereceyle bitiren Mehmet Ali Çelebi’nin gözaltında iken polisler tarafından cep telefonuna sözde sehven yükleme yaparak gencecik bir subay aleyhine terör örgütü üyeliği düzmecesiyle, delil yaratmak üzere sahtekarlıklar yapılırken sesiniz çıktı mı sizin? Çıkmadı değil mi? Peki, deminde söyledim, Uludere örneğini verdim. Peki, Sayın İlker Başbuğ selefiniz, 6 Ocak 2012 günü silahlı terör örgütü yöneticiliği ve hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs suçundan tutuklandığında neredeydiniz siz? Bu iddiaların düzmece, tanıkların sahte, gizli, adil yargılanma hakkının gasp edildiği tarafımızdan söylenirken yurtsever insanlar bağır bağır bağırırken, Teğmen Çelebi’den Orgeneral Başbuğ’a kadar silahlı kuvvetlerin şerefli mensupları, bu töhmetler altında bırakılırken sesiniz bir gün olsun çıktı mı? Hüseyin Aygün’le uğraşıyorsunuz şimdi, ayıp değil mi?

Değerli arkadaşlarım, Özgür Suriye Ordusu adı altında ne olduğu belirsiz radikal gruplara Türk Silahlı Kuvvetlerinin üniformaları, elbiseleri asker olarak dağıtılırken ağzınızı açabildiniz mi siz?

Reyhanlı’da 53 yurttaşımızın hayatını kaybettiği ve El Nusra’nın sütlendiği patlamadan sonra bilgi sızdırdı diye Amasya’da Karargahta o kahraman er Utku Kalı tutuklanırken ağzınızı açabildiniz mi? 

Hatay’da TIR’lar dolusu silah gönderilirken neredeydiniz siz kardeşim? Niye sesiniz çıkmadı? Nihayet Türk Silahlı Kuvvetlerinin o cefakar, şerefli kadroları terörist diye hapishanelere doldurulup kumpas hızla amacına ulaştırılırken, ülke adım adım demokrasi ve laiklikten uzaklaştırılırken, cumhuriyetin kurucusu büyük Atatürk’ün adı her yerden silinirken, Gezi’de Ali İsmail gibi 19 yaşındaki çocukların beyni sokak ortasında sopalarla parçalanırken, milyar dolarlık altın hırsızlığı yapılırken, 76 milyon insanın emeği ve alın teri gasp edilirken ağzınızı açmadınız da Hüseyin Aygün’e mi yetiyor gücünüz?

Demin söylediğim gibi, Tunceli milletvekilimiz Hüseyin Aygün’ün bu tespitlerine milyonlarca vatandaş katılıyorlar. 

Bende CHP Sözcüsü olarak bunlardan bir tanesiyim.

Evet, değerli basın mensupları, konu oldukça gelişmeye açık ama sözlerimin başında Sayın Hüseyin Çelik’in taşıdığı siyasi misyonu taşımanın çok zor olduğunu ifade ettim. Zor bir görevle karşı karşıya Sayın Çelik. Bu kadar haksızlık, bu kadar entrika, bu kadar rüşvet, yolsuzluk iddiaları karşısında bunları savunur durumdaki bir siyasi görevi taşımak çok geniş bir yürek gerektirir. Sayın Çelik sağa sola ve CHP Genel Başkanına ve Sözcülerine sataşarak bu yükünü hafifletemez. Kendi vicdanında o yükü taşımaya devam etsin.

Evet, sorularınız varsa alabilirim. Toplantıya geçeceğim.

Soru- İstanbul için HDP ile bir ittifak söz konusu mu?

Haluk KOÇ- Hayır. Böyle bir şey söz konusu değildir. Tamamen bir nezaket ziyaretidir. Bir yeni siyasi parti kurulmuştur. Sayın Genel Başkanımızdan randevu istemişlerdir. Dün saat 19:00’da vermiştir. Görüşlerini ifade etmiştir. Bir kere daha söylüyorum, bu konuda da malzeme arayanlara bir kere daha ifade ediyorum, CHP Türkiye’nin her yerinde, her seçim bölgesinde kendi adayları ve ilkeleriyle seçime girecektir ve bugün yaşadığımız bu karanlık günlerin hesabını milletin karşısında adaylarıyla beraber soracaktır.
Çok teşekkür ediyorum, iyi çalışmalar diliyorum. “

Vişne Haber Ajansı

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları