loading
close
SON DAKİKALAR

Marksist Edebiyat Eleştirisi ve Kıvılcımlı

Ahmet Kale
Tarih: 16.11.2013

Ahmet Kale; Kıvılcımlı muhtemelen 1929 tevkifatı sonrası cezaevinde yatarken bu dergi çevresindeki insanların yaptığı bir seçki geçer eline.

EDEBİYAT-I CEDİDE’NİN OTOPSİSİ (I)

1935-36 yıllarında Kıvılcımlı ve Fatma Nudiye Yalçı tarafından kurulan iki yayınevi (Marksizm Bibliyoteği ve Emekçi Kütüphanesi) tarafından yayınlanan 8 çeviri kitabının tanıtımını geçen sayıda yapmıştık. Bu sayıda Marksizm Bibliyoteği yayınevinden çıkan ilk telif eser olan Edebiyat-ı Cedide’nin Otopsisi kitabını tanıtmaya çalışacağız. Bu tanıtımda 17-18 Mayıs 2008 tarihinde Sanat Cephesi ve Sorun Yayınları tarafından düzenlenen, Kültür-Sanat Konferansı’na sunmuş olduğumuz bir tebliğden yararlanacağız. Tebliğ, gazetemizde yayınlanan yazılara oranla biraz uzun olduğundan 3 bölüm halinde yayınlayacağız.

Edebiyat-ı Cedide’nin Otopsisi, Kıvılcımlı’nın cezaevinde iken yazdığı bir kitaptır. Edebiyat-Cedide (Yeni Edebiyat) bir adı da Servet-i Fünun olan bir edebiyat akımı ve topluluğunun adıdır. 1896-1901 yılları arasında Servet-i Fünun dergisini çıkarmış bu akımın temsilcileri Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Halit Ziya Uşaklıgil, Süleyman Nazif, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın’dır.

Kıvılcımlı muhtemelen 1929 tevkifatı sonrası cezaevinde yatarken bu dergi çevresindeki insanların yaptığı bir seçki geçer eline. Adı Edebiyat-ı Cedide adlı, “bir edebiyat heyeti tarafından seçilen” bir şiir kitabıdır. Bu seçki (kitap) üzerine yaptığı incelemeye ve inceleme koşullarına dair şunları yazarak işe girişir Kıvılcımlı:

“Bu kitapsız, insansız ve ıssız bucakta, artık düşünebilirsiniz ki elinize ‘Edebiyat-ı Cedide’ değil, ‘Edebiyat-ı Kablel Atıyka’ya (La Literature Pre-Antique) (tarihöncesi edebiyat) dair bir eser geçse ama bu eser şaşılacak şaşılacak kertede ters bir dille, sizin pekiyi tanıdığınız hayatı; nerede ise, kapkara buğulu bir ölüm maskesine de bürümeye çalışsa, eğer az çok, iyi kötü sosyal bir akıntının izini taşıyorsa, hele siz de olan her olayda sebepsiz ‘fantezi’ler arayan pek öyle toy ukalalardan, haldırdaklardan değilseniz; eser yüzde yüz, -söz yerinde ise- ‘hoşunuza’ gidecektir.

“Belki bu, duvarlar kadar canlı, çeşitli, türlü bir şey olmayacak. Fakat ne çare ki, bir kere düşmüşsünüzdür... Ve sonra çeşnisi ne olursa olsun, tabiî cansız ve monoton, hatta can sıkıcı şeyler bile, ‘şey’ olarak, en sonunda gene ‘bir şey’ değil midirler?...

“İşte, bu ruhsal durum ile, zorunlu ve zoraki ‘aylaklık’ içinde iken, karşıma çıka çıka Edebiyat-ı Cedide adlı bir şiir dergisi çıkageldi ve ben de onu, bunca ‘gereksinmeler’ ortasında ‘iş’ edindiysem ayıplanır mıyım, bilmem…”

Kitabın girişinde önce “Bu kitap bir merhumenin mezarıdır”, “Zairinden fatiha niyaz ederim,” (Hamid: Mukaddemai makber) yazısını, daha sonra da “ANNEM MÜNİRE’YE ARMAĞANLIYORUM” ithafını görürüz.

Marksist bir mahkumun hangi gerekçelerle bu kitabı yazdığına dair ilk düşüncesini yukarıda yazarının dilinden yazmıştık. Önemli bir Marksist edebiyat eleştirisi olan bu eserin daha birinci bölümünün başlığı; “Tarihi Materyalizm Açısından Bir Çağ Psikolojisi Üzerine Sentetik Bir Deneme”dir.

Biz de bu kısa girişten sonra Konferans’taki konuşmamızla, tanıtımı sürdürelim:

KONUŞMA METNİ

Edebiyat, insanlar tarafından, insanlar için yapılan bir güzel sanattır.

İnsanlar deyince ne anlamamız gerek?

Sınıfsız toplumlar bugünlük konumuz değil. Sınıflı toplumlar der demez, durumları ve çıkarları farklı insan kümelerini hatırlamış ve hatırlatmış oluruz.

İnsanla ilgili her konu gibi edebiyat da sınıflardan ayrı, sınıfların dışında düşünülemez.

Marksizm her olaya, olayın tarafları olan sınıflar açısından bakan bir ideoloji olduğu için edebiyata ve edebiyat eleştirisine bakışı da sınıfsal olacaktır, olmalıdır.

Egemen sınıflar, kendi idealist bakış açılarıyla edebiyatı, sömürünün ya da sömürüyü gizlemenin aracı olarak görürler.

İşçi sınıfı ve onun ideolojisi olan Marksizm ise tersine sömürünün teşhir edilmesinin, tecrit edilmesinin, engellenmesinin, yok edilmesinin araçlarından biri olarak görür edebiyatı da.

Marksizm’in her konuya olduğu gibi edebiyata da yaklaşımı sınıfsal yani işçi sınıfı açısından bakmak, metodu da tarihsel maddeciliktir.

Edebiyat eleştirisi ve eleştiriciliğinde de Marksist eleştirmecilik, edebiyata tarihsel maddeci bir metotla, sınıfsal bir bakış oluşturarak bakar ve bu yönüyle egemen sınıfların soyut eleştiriciliğinden ayrılır.

Bu konuda bu kısa girişle yetinmek istiyorum. Burada Lucas ya da bizdeki Murat Belge, Ahmet Oktay gibilerin değerlendirmelerine girmeyeceğim. Çok derinlikli bilgim olduğunu da söyleyemem. Maksadım Kıvılcımlı’nın edebiyat eleştiricisi yanını tanıtmaya çalışırken bir giriş yapmaktı.

Kıvılcımlı 1929’da girdiği Elazığ Cezaevi’nden 1933 Ekim ayında çıkar. Henüz 31 yaşındadır ama arkasında 10 yıllık partililik yaşamı, elinde binlerce sayfa orijinal ve çeviri yazı biriktirmiştir.

Bugün Marksist edebiyat eleştirisine örnek olarak vereceğim Edebiyat-ı Cedide’nin Otopsisi de bu eserlerden birisidir.

1935 yılında kendi kurduğu ve “Partiye mal ettim” dediği Marksizm Bibliyoteği Yayınları’nın telif eserler dizisinde yayınlar Edebiyat-ı Cedide’nin Otopsisi çalışmasını.

Kitabın yayınlandığı yıllarda aldığı tepkileri bilmiyorum. Daha sonraki yıllarda edebiyat eleştiricisi Ahmet Oktay’ın “Edebiyat eleştirisi edebiyatçıların işidir, siyasiler kendi konularına baksınlar” türünden konuya girmeyen eleştiri denemesini bir yana bırakırsak asıl önemli bir değerlendirme Türkiye’nin önemli düşünürlerinden Cemil Meriç tarafından 8 Mart 1981 pazar günkü Jurnal dergisinde yayınlandı. Bu önemli yazıyı özetle sizlerle paylaşmak istiyorum. Şöyle diyor Meriç:

“Kıvılcımlı’nın Edebiyat-ı Cedide’yi feth-i meyyit (otopsi) masasına yatırdığı, küçük fakat dopdolu karalamayı kırk yıl önce okumuştum. Nazım’ın şiirleriyle ilk karşılaştığım zaman duyduğum tedirgin ve düşmanca bir ruh haletiyle ayrıldım o sayfalardan. Kıçı kırık bir edebiyat amatörü idim. Lise yıllarının kazandırdığı tek alışkanlık: oldukça ahenkli cümleler kurabilmek, bir yabancı dilde yazılan kitapları az çok sökebilmekten ibaretti. Kıvılcımlı’yı anlayamazdım. Şarkıdan çok çığlığa benzeyen bu ses, demir parmaklıklar arkasından geliyordu. Edebiyat-ı Cedidecileri toptan seviyordum. Kıvılcımlı, porselen mağazasına giren fil gibi, vitrinden hayran hayran seyrettiğim o muhteşem heykelleri deviriyor, çiğniyor, parçalıyordu. Böyle bir katliamdan zevk alamazdım. Yazar, belagat kanunlarını hiçe sayıyor, elindeki balyozu bir dönemin sevgi ve takdirleriyle taçlanmış o kibar heykelciklere savurup duruyordu. Her tahrip içimizde uyuyan canavarı şevke getirir. Otopsi, mahiyetini açıkça bilmediğim günahkâr bir sevinç de telkin ediyordu bana… ‘Otopsi’de yerini bulamamış haşin ve haşarı bir tecessüsün (merakın) arayış ve buluşları vardı. Atak, terbiyesiz, deli dolu bir yazardı Kıvılcımlı. Zincirlerini şakırdatan bir aslan edasıyla kükrüyordu… Kıvılcımlı, Kemalizm’in zaferinden sonra, bir çağ edebiyatını, bütün pislikleri, bütün anakronizmleri ve başarıya benzeyen başarısızlıklarıyla tasfiyeye koşan bir neslin en uyanık, en şuurlu temsilcilerinden biriydi. Marksizm sert bir içki gibi başına vurmuştu. Nazım’ın Resimli Ay’daki ‘Putları Deviriyoruz’ tefrikasını karalamak için şairane kabiliyet, Batı estetiği ile bir miktar yatıp kalkmış olmak yeter de artardı. Ama Edebiyat-ı Cedide’nin gerçek bir otopsisini yapmak bu edebiyatın hastalıklarını, tercümanı olduğu medeniyetin hastalıkları olarak teşhis etmek, bir kelime ile Batı ile Doğu’nun muhasebesini yapmaya kalkmak kıyaslanamayacak kadar çetin bir işti. Kıvılcımlı, peygamberane diyebileceğimiz çizgilerle, yapılması gereken araştırmanın oldukça başarılı bir taslağını sundu.

Daha sonraki Marksçılardan hiçbiri onun vardığı irtifaa (yükseklik) çıkamadılar. Düşünen bir adamdı Kıvılcımlı. Hızlı düşünen bir adamdı. Otopsi yeni bilgilerle zenginleştirilebilir. O zaman için pek tabii olan aşırılıklar düzeltilebilir. Çığlıkta ahenk aranmaz. Bu bir polemiktir. Kıvılcımlı ülkemizin yetiştirdiği en büyük polemikçilerden biri olmak vasfını uzun zaman sürdürecektir.” (Jurnal, 2. Cilt, Sf. 284-286, İletişim Yayınları)

Evet böyle diyor Cemil Meriç. “… Bu edebiyatın hastalıklarını tercümanı olduğu medeniyetin hastalıkları olarak teşhis etmek…” Eleştirinin yapısını ve hedefini doğru kavramış Cemil Meriç. Buradan hareketle Edebiyat-ı Cedide Eleştirisi kitabını birkaç paragrafla tanıtarak konuşmamı sürdürmek istiyorum.

Edebiyat-ı Cedide’nin Otopsisi cezaevinde kısıtlı şartlarda yazılmış bir kitap. O şartlarda yazdığı eleştiriyi önsözde şöyle tanıtıyor Kıvılcımlı. “Edebiyat-ı Cedide’nin Otopsisi iki kitaptır. Birincisi sentetik, ikincisi analitik otopsidir. Sentetik kitap Edebiyat-ı Cedide’nin ana özgülerini derli topluca gözden geçirir. Analitik kitap Edebiyat-ı Cedide’nin felsefe, hayat, tabiat, insan, kadın, sosyal ve ilh. kavrayışlarını bölük bölük didikler…

Emeğin amacı ikidir. a) bir çağın maddesi ile ruhu arasındaki birlikteliği açığa çıkarmak.

b) açığa çıkan özü ve tezi duruca, herkesin dilince (vülgerleştirmeden) vülgarize etmektir. Onun için soğuk ilim argosu yerine akarsözün gelimine uyduk. ‘Lakırdıya şapka çıkartacak’ yerde canlı, kolay anlaşılır olmaya baktık…

“Eğer üslupta az buçuk bir ‘dalkılıçlık’ ve ‘sallapatilik’ varsa emekçisi onun dört duvar (hatta gerçekte tavan ve tabanla altı duvar) psikolojisine bağışlanacağını bilir.”

Kıvılcımlı, andığı gibi o zaman ancak “sentetik” dediği bölümü yayınlayabilmiş. İkinci “analitik” bölümü ise yayınlayacağını ilan etmesine rağmen kitap olarak yayınlayamamış ancak iki yıl sonra HER AY dergisinin 1937 Haziran Temmuz tarihli dördüncü, Ocak 1938 tarihli beşinci, Şubat 1938 tarihli altıncı ve Mart 1938 tarihli yedinci sayılarında H. K imzasıyla seri halde yayınlamıştır. Yayınevimiz önümüzdeki aylarda bütün bu metinleri tek bir kitap halinde toplayıp yayınlayacaktır. (Kitap bütün haliyle tam metin olarak Ekim 2008’de yayınlanmıştır.)

Devam edecek…

Ahmet Kale

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları