loading
close
SON DAKİKALAR

Nedim Saban: Şensoy’un sesi kısılmasın!

Nedim Saban: Şensoy’un sesi kısılmasın!
Tarih: 05.09.2021 - 09:23
Kategori: Gündem

Yönetmen ve Oyuncu Nedim Saban; geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren, Türkiye tiyatrosunun duayen ismi Ferhan Şensoy'u yazdı.

1980’lerin karanlık geceleriydi. Ve “fekat”, spotlar Ortaoyuncular’ı aydınlatıyordu. 14 Mart 1980’de Şahları da Vururlar ile açmışlardı perdeyi. Hem çalıyor, hem oynuyorlardı. Oyun Harbiye’de Yapı Endüstri Merkezinin minicik salonunda başladı.

Bir gün salonda sadece 7 kişi vardı. Teoride özel tiyatro kurmanın ne denli ağır bir maddi risk olduğunu anlamayacak kadar denyo olmaması icab eden Ferhan, pratikte, kulise “oyun tuttu” diye denyo ötesi halde ışınlanınca, bu genç adamın arızalı olduğu varsayılarak araya mesafe konulmasına karar verilecekti.  Zira, pandemi mandemi icad edilmemişken, 7 seyircinin 193 koltuğu boş bırakacak kadar sosyal mesafeli olması “nolabilecek bişi” değildi.

Darbe günlerinin bir çocuk için en korkutucu yönü, her gece televizyonda şüpheli yayınların suç aleti gibi ifşa edilip, çocukların kitaplarla silahları eşleştirmesiydi. 13 yaşında yazar olmaya niyetlenecek kadar denyo olan bir çocuk, Ferhan Şensoy'a, yazdığı tek değil, hemi de iki oyunu gönderecek kadar hadsizdi. Ancak Ferhan Şensoy, o çocuğu karşısına alıp, “olum olmamış bu” diyecek kadar harbiydi. Oyunları çiftleştirmek suretiyle, uzun notlar almıştı, çocuk işte diye kesip atmamıştı. Elinde bir karanfil de vardı, konuşma bitince, aşık olmaya gidiyordu Şensoy. Ve 13 yaşında bir çocuğa aşkı tarif ediyordu, bu sefer roller değişmiş, kendisi çocuk olmuştu ama!

Genç serseri, gözlüklü ve çok bilmiş cinsten bir tanımsız nesne olan Nedim’e, “Hayallerim o kadar fazla ki, yazınca beynim daktilo tuşundan hızlı gidiyor.” diyerek İstanbul’un puslu havasına karıştı ve elinde karanfille muhtemelen platonik aşkına açılabilmek için büyük bir antre yaptı.

ŞENSOY’UN EN BÜYÜK DOSTU MASALARDI

2017’de biraz daha tanımlı hale gelmiş olan Nedim bu sefer karanlık Beyoğlu sokaklarında, nargilecilerin önünden geçerken saygısızlık olmasın diye nazikçe öksürerek, Ses 1885’e antre yaptı. Ferhan Şensoy’la uzun konuşmada, turnelerden de söz açıldı. Ferhan abisi “Masalarım nereye giderse ben de oraya gidiyorum” demişti. Nedim, Masa dergisinde ustanın masalara düşkünlüğünü okumuştu, her projesi için ayrı bir masası vardı ve o masalar, turne arkadaşı olarak, okur yazarlar düşünülerek döşenmemiş otellerdeki hıyarca mobilyaların ortasına kokteyl kürdanı gibi saplanırdı. Çok güzel bir ailesi vardı ama Şensoy’un en büyük dostu masalardı. Herkes yaşamak için yazar ya, o, ölmek için yazıyordu sanki.  Nedim, Ferhan abisinin edilgen bir fiil kullanmasını yadırgamıştı. Aslında bir yere götürüldüğü filan yoktu, o geri çekiliyordu. Kirlenmekten korkuyordu çünkü, görmekten korkuyordu. Bodrum’un Geriş dağlarında hiç kimseye eyvallahı olmayan bir devrimci olarak sürdürüyordu tiyatro dışındaki hayatını. Her devrimci gibi yalnız öldü.

Son döneminde kendisini tek kişilik oyunlarla da yalnızlaştıran tiyatro insanı, evden hiç çıkmadığı dönemlerde bazen çağı yakalayamamak, kendini tekrar etmekle eleştirildi. Bana göre, mizahı eril bakış açısı nedeniyle zaman zaman zayıfladı. Umrunda mıydı? Sanmam. Çağın kendisini yakalayacağını düşünüyordu. Bugün olmasa da, yarın!    

Çocukken, Çarşamba ilçesinin lunaparkında düşler kuran Ferhan’ın, daktilosu yıllar içinde sirkin palyaçosundan daha komik, filinden daha ağır, aslanından daha heybetli hale geldi. Kanada’daki eğitiminden sonra, Strasburg’da asistanlık yaptığı Gerome Savary’den etkilenmişti. Savary, tiyatroda klasik mekanı reddediyor, gösterilerini farklı alanlarda sirk gibi, kuruyordu. Ferhan Şensoy da Türkiye’ye döndüğünde gemide, ormanda tiyatro yaparak düşlerinin sirkini kurmayı denedi, ancak bir çerçeve sahneye kilitlendi. Buna rağmen, her oyunda başka bir yenilikçi denemeyle mekanın ve çağın ötesine geçti.

USTA ÇIRAK İLİŞKİSİNİ ÖNEMSERDİ

Küçük Sahne sımsıcaktı. Onun deyimiyle, sahnesinin üzerinde osursan, en arkadan duyulurdu. Yapı Endüstri Merkezindeki 7 kişi şüphe uyandıracak kadar hızlı üremiş, Ortaoyuncular’dan bilet alabilmek için uzun kuyruklar oluşmaya başlamıştı. Anadolu’nun bağrından çıkan 112 bin 437 sanatsever Ortaoyuncular’ı Ses Tiyatrosuna taşıdı. İstanbul’un 19. yüzyıldan kalan bu güzel binanın bir erotik sinema olarak çürümesine dayanamamıştı Şensoy’un koca yüreği. İstiklal Caddesi’ndeki kırk tiyatrodan sadece bir teki kalmıştı. Kendi deyimiyle bütün Türkiye tiyatrosunun geçtiği Ses 1885’e taşındı.

Usta çırak ilişkisini önemserdi. Erol Günaydın, Münir Özkul, Tuncel Kurtiz gibi ustalarla çalıştı, Rasim Öztekin ve konservatuvar mezunu Devlet Tiyatrosu kökenli Derya Baykal gibi iki büyüleyici çırağın gelişimine katkı sağladı. 13 yaşındaki bir çocuğu ciddiye alıp nasıl oyunlarını okuduysa, gençlere ömür boyunca aynı tavrı takındı. Yarım bıraktığı eserleri, öğrencisi ve eşi Elif Durdu tamamlayacak belki de.    

Şensoy’un, kendisi de Haldun Taner’i usta bellemişti zamanında. Taner, Galatasaray   Lisesinde ilk kez Godot’yu Beklerken oyununda izlediği Şensoy’u hiç yalnız bırakmadı. Ferhan Şensoy’un ilk skeç denemeleri, hocasının da desteğiyle Devekuşu Kabare’de oynandı. Çocuk biraz fazla Batılı mı kalıyordu, ne? Oyuncu Ferhan Şensoy, Ayfer Feray Tiyatrosundan aldığı teklifi hemen Anadolu’yu tanımak için fırsat bildi ve sonunda ne yaptı ne ettiyse, Boris Vian’ı döner ekmeğin içine sıkıştırdı. Taner ile Şensoy bir ara Ortaoyuncular’da Fransa’nın loş kabarelerinde bile unutulan Karl Valentin, Pierre Cami’yi oynayacak kadar ileri götürdüler işi. Ancak yorgun matador Haldun Taner, oyunu göremeden yenik düştü hayata, Ferhan Şensoy, zor yolculuğu uzun süre sürdürdü.

TÜRKÇEYİ DİBİNE KADAR KULLANDI

Ses’in sahne koşullarının Küçük Sahne’den biraz daha elverişli olmasının da etkisiyle, Ortaoyuncular çerçeve sahneyi daha büyülü alanlara çevirmeyi başardı. Ama başka bir hapishane vardı: Dil! Kafka, tarihin acımasız döngüsü içinde dilin artık hayal kuramayacak kadar kirletilmiş olduğunu düşünüyordu. Ferhan Şensoy da aynen Franz abisi gibi, ortada o kadar kaka varken, kakaya kakao demenin anlamlı olmayacağını sezmişti. Baskıcı rejimlerin dar kalıplara itelediği zengin Türkçeyi dibine kadar kullandı. Yeni sözcükler türetti, o sözcükler imgelere dönüştü, hepimizi zenginleştirdi.

Tiyatro dilinin sadece sözcüklerden oluşmadığını, sahnede bir bütünlük içinde yaratılacağını bilinen tam donanımlı bir tiyatro adamıydı. Hiç kolay değildi Ortaoyuncular’da oynamak! Özel bir biçem gerektiriyordu. Sahi parantez içi diye bir rolü nasıl yorumlar insan? Şensoy, bu amaçla Nöbetçi Tiyatro’yu kurdu. Çarşamba’nın lunaparkı, Savary’nin palyaçosu, Dümbüllü’nün kavuğu, Boris Vian’ın felsefesi, Andre Gide’in şiiri, meddahın bilgeliği, feylozofun kıvraklığı, aşıkların atışması, ortaoyununun Pişekar’ı, Haldun Taner’in kabaresinin iç içe geçtiği Ferhanca oyunlar yarattı. 

Çehov’un Lazcasını, Brecht’in Türkçesini oynadılar. Berliner Ensemble’a fena halde gıcıktı Şensoy, Brecht’i yaşatamadıklarını düşünüyordu. Ona göre Brecht, Çin’e gitmeden yol üstünde Direklerarası’nda bir çay molası verse zaten epiğin dibine vuracaktı.

Ferhan Şensoy’un tiyatrosunu anlata anlata bitiremeyiz, ancak onun metinler arası çalışmalar yapan bir aydın olduğunu da göz ardı edemeyiz. İlk yazdığı oyun olan ve önce yurt dışında oynanan Şu Gogol Delisi bu bağlamdaki nice çalışmasının öcüsüdür.

Fransa’da kalsa Fransız diline katkılarından dolayı onur madalyası alabilecekken, kendi topraklarında sesini kısmaya çalıştılar. Ne yazık ki, neredeyse hiçbir ödenekli tiyatro Şensoy metinleri oynamadı, yönetmen olarak da İBB Şehir Tiyatrosunda Keşanlı, Oyun Atölyesinde Dolu Düşün Boş Konuş’u yönetti sadece.

ÇOK BELGE BIRAKTI ARKASINDA

Şimdi eserleriyle yaşayacak muhabbeti yapılacaktır. Oyunlarıyla yaşaması için salt oyun metinleri yetersiz. Oyuncu Şensoy’un kendine has vurgularının kötü taklidi olmadan, yeni bir sahne dili yaratımı gerekecek. İyi bir tiyatro insanı olduğu kadar iyi bir arşivciydi Şensoy. Çok belge bıraktı arkasında. Oyun CD’leri, kitaplar, deneysel çalışmalar. Ancak çağdaş sahne anlayışı, belki de, metinler arası çalışmalar ve farklı dramaturjik okumalar yaparak, yeni sol sentezlere evrilen oyunlar çıkabilir ortaya. Tabii ki ustanın ruhunu incitmeden. Onun gençlikte sıkı sıkıya sarıldığı kırmızı karanfili bükmeden.

Boşluğu doldurulamaz ama genç ruhunu diri tutmak için yaratıcı olmak, tiyatronun değiştirici gücüne inanmak ve en önemlisi uğrunda öldüğü Ses 1885’i ayakta tutmak gerek!     

Sevdiğin insanlarla, çocukluğunun lunaparkında iyi eğlenceler usta! Sesin bize emanet.

Kaynak : Evrensel

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları