loading
close
SON DAKİKALAR

Sykes-Picot, Sevr, BOP ve Lozan

Sykes-Picot, Sevr, BOP ve Lozan
Tarih: 18.06.2025 - 07:13
Kategori:

Sinan Meydan; Çünkü sınırları belli, tam bağımsız, ulusal egemenliğin esas olduğu, ulusal birlik ve bütünlüğe sahip, üniter, laik, sosyal hukuk devleti durumundaki Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası dayanağı Lozan Antlaşması’dır.

Şu gerçeği iyi görmek gerekir ki Sykes-Picot'tan Sevr'e, Sevr'den BOP'a, Türkiye'yi bölüp parçalamaya yönelik planların önündeki en güçlü kalkan Lozan Antlaşması'dır. 

İsrail İran’a saldırdı. İran Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Komutanı, Hava ve Uzay Kuvvetleri Komutanı ile nükleer araştırmalarda çalışan bazı uzmanlar öldürüldü. Bunun üzerine İran da İsrail’e yönelik yoğun bir füze saldırısı başlattı.

Önce Irak, sonra Suriye, Filistin, Lübnan ve şimdi de İran... Ortadoğu’da kan ve gözyaşı durmak bilmiyor. Ortadoğu’da ölüm kol geziyor. Bölgede I. Dünya Savaşı hiç bitmemiş gibi... Emperyalizmin, I. Dünya Savaşı’ndaki “böl, parçala, yönet” planı hala masada…

SYKES-PİCOT'TAN SEVR'E (1916-1920)

1. Dünya Savaşı’nda İngiltere, Ortadoğu’da Osmanlı’ya karşı Arapları isyan ettirmek istiyordu. Ocak 1916’da İngiliz McMahon, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’le bir antlaşmaya vardı. Şerif Hüseyin, Suriye ve Irak’ı içine alan bağımsız bir Arap devleti kurup başına geçecekti. İngiltere’nin bu faaliyetlerinden haberdar olan Fransa hemen harekete geçti. Fransız Başkonsoloslarından Charles François Georges Picot, Kasım-Aralık 1915 ve Ocak 1916’da Londra’ya giderek İngiliz Albay Sir Mark Sykes ile görüştü. Bu görüşmelerin sonunda 9-16 Mayıs 1916’da Osmanlı’yı parçalayan Sykes-Picot Antlaşması imzalandı. Mart 1916’da Petrograd Protokolü’yle Rusya da bu paylaşıma dâhil edilmişti. 26 Nisan 1916’da Rus Dışişleri Bakanı Sazanov, İngiliz-Fransız payının fazla olduğunu belirterek Boğazlara ek olarak Erzurum, Trabzon, Van, Muş, Bitlis’i de istemişti. Buna karşılık Kayseri’den Elazığ’a kadar olan bölgeyi Fransa’ya teklif etmişti. (Bkz. David Fromkin, Barışa Son Veren Barış, s. 143-168.) Sykes-Picot Antlaşması’na göre Adana, Antakya, Suriye kıyıları, Lübnan ve Musul Fransa’ya; Musul hariç Irak ve Ürdün İngiltere’ye: Suriye’nin diğer bölgeleri Fransız ve İngiliz koruyuculuğunda Büyük Arap Krallığı’na verilecekti. Kerkük-Akka hattının kuzeyi Fransız, güneyi İngiliz nüfuz bölgesi olacaktı. Filistin ise Fransa, İngiltere ve Çarlık Rusyası’nın ortak sorumluluğunda olacaktı.

I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Bolşevik İhtilali’yle Çarlık Rusya yıkılınca, Kasım 1917’de Bolşevikler tüm gizli antlaşmalarla birlikte SykesPicot’u da açıkladılar. I. Dünya Savaşı sonunda İngiltere ve Fransa Sykes-Picot’ta bazı değişiklikler yaptı. Sonunda Sykes-Picot ruhuyla Fransız mandasında bir Suriye, İngiliz mandasında bir Irak kuruldu. Arap coğrafyası Osmanlı’dan koptu. Sykes-Picot’un Türkiye planları ise bazı değişikliklerle 1920’de Sevr Antlaşması’yla ete kemiğe büründü. Sykes-Picot Antlaşması’nın Türkiye planlarını (Sevr projesini) Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kazanılan Kurtuluş Savaşı bozdu. (Bkz. D. K. Fieldhouse, Ortadoğu’da Batı Emperyalizmi, s. 99-101.)

Bugünkü Türkiye topraklarını etnik ve dinsel olarak parçalayan ve Türkleri Anadolu’nun ortasında sıkıştırıp orada etkisiz hale getirmeyi amaçlayan Sevr Antlaşması, önce Kurtuluş Savaşı’nı kazanılması sonra Lozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla etkisiz hale getirildi.

Ancak emperyalizmin SykesPicot Planı, 1920’lerde yapılan bazı değişikliklerle, Türkiye dışında Ortadoğu’da büyük ölçüde uygulandı.

Atatürk’ün Nutuk’a koyduğu Sevr haritası

Bugün, 21. yüzyılda, emperyalizm, bölgeyi, bu sefer Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde yeniden şekillendiriyor. Bu süreçte Sevr yeninden gündeme getirilirken Lozan hedef alınıyor. Çünkü Lozan Barış Antlaşması, tam bağımsız, toprak bütünlüğüne sahip, üniter, laik ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin güvencesidir.

Geçtiğimiz ay terör örgütü liderinin açıklamasında “Lozan öncesinde dönmekten” söz etmesi, geçtiğimiz günlerde ABD Büyükelçisi Tom Barrack’ın, “yüz yıl önceki antlaşmaların Kürtlerin haklarını vermediğini” söylerken Sykes-Picot ve Sevr ile birlikte Lozan’ı da sayması ve İran’ın İsrail’e saldırısı sonrası sosyal medyada dolaşıma sokulan bölünmüş, parçalanmış Türkiye haritaları eşliğinde Lozan’a saldırılması hep bu nedenledir.

Sykes-Picot Antlaşması’nın Türkiye planlarını (Sevr projesini), Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kazanılan Kurtuluş Savaşı bozdu.

ORTADOĞU'NUN TEMEL SORUNU

Geçen yıl yine bu sayfalarda yayınlanan “Ulus Olabilmek” başlıklı yazımda şöyle demiştim: “20. yüzyılın başında, Birinci Paylaşım Savaşı sırasında, Batı emperyalizminin sınırlarını adeta cetvelle belirlediği yapay Arap-İslam devletleri ve onların ortasına özenle yerleştirilen Yahudi İsrail devleti arasındaki sürekli çatışma ortamı, Ortadoğu’da kalıcı barışın kurulmasını ve istikrarı engelledi, engelliyor. Arap İslam devletleri, içlerinde petrol zengini ülkeler olmasına karşın, gizli açık emperyalist saldırılara ve İsrail’e karşı direnmekte zorlanıyor. Peki, ama neden? Çünkü sınırları cetvelle belirlenen o devletler hiçbir zaman gerçekten tam bağımsız olamadılar ve kendi ayakları üstünde duramadılar. Önce İngiliz ve Fransız mandası, sonra ABD güdümü derken hiçbir zaman din, mezhep, cemaat, aşiret, kabile aşamasından kurtulup gerçekten uluslaşamadılar; uluslaşamadıkları için de hiçbir zaman ulusal egemenliği gerçekleştirip demokratikleşemediler; ulusların kendi kaderlerini kendilerinin belirledikleri bir çağda, Arap halkı hiçbir zaman kendi kaderini kendi eline alamadı, hep birilerinin ağzına baktı. En önemlisi de Araplar, aklın zincirlerini kırıp, düşünceyi özgürleştirip bilime dayanıp, laik bir devlet kurup gerçekten çağdaşlaşamadılar. Bu yöndeki bazı çabalar ise uzun vadede sonuçsuz kaldı. Kısacası yüzyılın başında Türklerin, Atatürk’ün önderliğinde başardığı dönüşümü, (tam bağımsız, laik, çağdaş ulus devlet) Araplar başaramadı. Ortadoğu’da Arap-İslam dünyasında Atatürk rolüne soyunan liderlerin hiçbiri kendi halkının Atatürk’ü olamadı.”

“Ortadoğu’nun artık şu gerçeği görmesi gerekir: Din ve mezhep bağı, aşiret, kabile aidiyeti, cemaat kültürü, din ve mezhep temelli çeşitli örgütler, akıl ve bilim dışılık ‘kurtuluşu’ sağlamadı, sağlamayacak; ‘din kardeşliği’ ve “ümmet olmak” yetmedi, yetmeyecek; uluslaşma, ulusal egemenlik, demokratikleşme, laiklik ve çağdaşlaşma olmadan, uluslararası saygınlığa ve caydırıcılığa sahip tam bağımsız ve güçlü devlet kurmak asla mümkün olmadı, olmayacak. Petrol ve maddi zenginlik; kalkınma, barış, refah ve kurtuluş için yetmedi, yetmeyecek. (…) Emperyalist işgale ve sömürüye başkaldırmadan tam bağımsız olunamaz, uluslaşmadan da demokratik ve çağdaş bir devlet kurulamaz, kalıcı barış sağlanamaz. Gerçek şu ki, Ortadoğu’nun asıl talihsizliği, Atatürk’ün yaklaşık 100 yıl önce gördüğü bu evrensel gerçeği, 100 yıl sonra bile görebilen bir lider çıkaramamış olmasıdır.” (Sinan Meydan, “Ulus Olabilmek”, Cumhuriyet, 2.10.2024)

LÜBNAN MODELİ

Ortadoğu devletlerinin sınırlarını cetvelle çizen emperyalizm, hiçbir zaman bu devletlerin tam bağımsızlığına, ulusal birlik ve bütünlüğüne ve gerçekten demokratik ve çağdaş görünüm kazanmasına taraftar olmadı. Emperyalizmin tek derdi bölgedeki kendi emperyal çıkarlarını korumak oldu. Bunun için de gerektiğinde söz konusu devletler içinde etnik köken, din ve mezhep ayrılıkları körüklendi. Hatta bu konuda –bugün de kullanılan- bir “Lübnan modeli” geliştirildi.

Emperyalizmin, sınırlarını 1920 yılında çizdiği Lübnan’da, 1926 yılında Fransız mandasında Lübnan Cumhuriyeti kuruldu. 23 Mayıs 1926’da, Fransızların ilan etiği Lübnan Anayasası, temsilde mezhep oranlarını esas alıyordu. Lübnan’da Fransız mandası döneminde, 1932’de yapılan tek nüfus sayımına göre ülkenin yüzde 28.8’i Hıristiyan Marunilerden, yüzde 22.4’ü Sünnilerden, yüzde 19.6’sı Şiilerden, yüzde 9.7’si Rum/Grek Ortodokslardan, yüzde 6.8’i Dürzilerden, yüzde 5.9’u Rum/Grek Katoliklerden ve yüzde 3.2’si Ermeni Ortodokslardan oluşuyordu. Lübnan Anayasası’na göre 17 dini cemaate parçalı özerklik tanındı. Böylece Lübnan demokrasisi “mezhep temsilini” esas aldı. Lübnan’ın siyasi yapısı mezheplere göre şekillendirildi. Lübnan’da millet vekillikleri, devlet görevleri, liyakate göre değil mezhep oranlarına göre dağıtıldı. Lübnan Anayasası’na göre Cumhurbaşkanı Marunilerden, Başbakan Sünnilerden ve Meclis Başkanı Şiilerden seçilecekti. Anayasaya göre mezhepler kendi okullarına sahip olabilecekti. 1943 yılında bağımsızlığını kazanan Lübnan Cumhuriyeti, ulusal bütünlüğü esas alan, yeni bir anayasa yapmak yerine, Fransızların hazırladığı anayasayı temel alarak mezhepler arası bir “Ulusal Pakt” imzaladı. Ancak bu pakt, Lübnan’ın demokratikleşmesini değil, bölünmesini hızlandırdı. (Mustafa Lamba, Tuğçe Hisoğlu Koç, “Lübnan’In Yönetsel Yapısı”, Aydın İktisat Fakültesi dergisi, https://dergipark. org.tr/tr/download/articlefile/2038529; Hakkı Uyar, “Ortadoğu Nereye Gidiyor”, Ege Meclisi, 16.06.2025) Her ne kadar Lübnan Anayasası’nda Lübnan’ın kimliğinin Arap olduğu belirtilse de Lübnan, mezhepçi yapısıyla hiçbir zaman uluslaşamadı, ulusal birlik ve bütünlüğünü sağlayamadı ve gerçekten demokratikleşemedi.

SEVR'DE TÜRKİYE'YE DAYATILAN MODEL

İlginçtir! Emperyalizm, “Lübnan modelini” Lübnan’dan önce Türkiye’de uygulamak istemişti. Şöyle ki? Türkiye’yi paramparça eden Sevr Antlaşması’nda, “soy, dil ve din azınlıkları” kavramına yer verilmişti. Böylece Türkiye etnik köken, din ve hatta mezhep ayrımı ile parçalanmak istenmişti. İngiltere bu konuyu Lozan’da da gündeme getirdi. Hatta bir de “Müslüman azınlık” kavramı ileri sürdü. Türkiye Lozan’da “soy, dil ve Müslüman azınlık” tanımlamalarını reddetti. Sadece Müslüman olmayanları azınlık olarak kabul etti. Ayrıca Türkiye Lozan’da, “dinlere göre hukuk”, yani çok hukuklu sistem dayatmasını da reddetti. Aşamalı biçimde Türkiye’de herkesin laik, çağdaş tek bir hukuka bağlı olacağını bildirdi. Lozan sonrasında yapılan hukuk devrimi ile Türkiye’de hukuk birliği sağlandı ve yabancıların ayrıcalıklarına, Patrikhane’nin hukuki yetkilerine son verildi. Böylece tam bağımsız, hukuk birliğine sahip, çağdaş ulus devletin temeli atıldı.

BOP VE TÜRKİYE

2000’lerin başında ABD, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile 5 yıl içinde; aralarında Irak, Suriye ve İran’ın da olduğu 7 devletin parçalanmasını amaçlamıştı. Bu süreçte –bölgede zaten hiçbir zaman güçlü olmayan- laiklik, ulusal bilinç, kamucu ekonomi ve bağımsızlık gibi ilkeler sistemli biçimde hedef alınırken “demokrasi” adı altında etnik, din ve mezhep temelli ayrışma körüklendi.

Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın, geçen günkü tarihi savunmasında ayrıntılı biçimde ortaya koyduğu gibi, BOP, Ortadoğu’daki diğer devletleri de Lübnanlaştırmayı esas aldı: “Ortadoğu ülkeleri, Lübnan gibi etnisite ve mezhebi siyasal temsil ile yeniden örgütlenmeliydi. Böylece Ortadoğu’yu bölmek ve yönetmek daha kolay olacaktı. Milli kimlik zayıflayacak, milli devlet ve ordular zayıflayacak, milli birlik yok edilecekti.”

Irak ve Suriye, Lübnan modeliyle; etnik, din ve mezhep temelinde ayrışmayla parçalandı, şimdi sıra İran’da… Ya sonra?

***

Sonuç olarak şu gerçeği iyi görmek gerekir ki, Sykes-Picot’tan Sevr’e, Sevr’den BOP’a, Türkiye’yi bölüp parçalamaya yönelik planların önündeki en güçlü kalkan hâlâ Lozan Antlaşması’dır. BOP ile bölgede haritaları değiştirmeyi amaçlayanlar, Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalayabilmek için Lozan’ı hedef almak zorundadırlar. Çünkü sınırları belli, tam bağımsız, ulusal egemenliğin esas olduğu, ulusal birlik ve bütünlüğe sahip, üniter, laik, sosyal hukuk devleti durumundaki Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası dayanağı Lozan Antlaşması’dır. Son günlerdeki, terör örgütü liderinden ABD Büyükelçisine kadar Lozan’a yönelik saldırıları da bu bağlamda değerlendirmek gerekir. 

Kaynak : Sinan Meydan - Cumhuriyet

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları