loading
close
SON DAKİKALAR

Tahir Elçi cinayetinin ikinci duruşması başladı

Tahir Elçi cinayetinin ikinci duruşması başladı
Tarih: 03.03.2021 - 11:04
Kategori: Gündem

Tahir Elçi’nin öldürülmesiyle ilgili 3’ü polis 4 sanığın tutuksuz yargılandığı davanın 2'nci duruşması başladı. Dava, avukatların “reddi hakim” talebinde bulunduğu heyet tarafından görülüyor.

Diyarbakır Barosu’nun eski başkanı Tahir Elçi’nin 28 Kasım 2015 tarihinde Suriçi’ndeki tarihi Dört Ayaklı Minare önünde öldürülmesine ilişkin davanın ikinci duruşması Diyarbakır 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılıyor.

Biri ihraç edilmiş üç polis “bilinçli taksirle ölüme sebebiyet vermek”ten, PKK’li Uğur Yakışır ise “Elçi’yi olası kastla öldürmek, iki polisi öldürmek, ülke birliğini ve bütünlüğünü bozmak”tan yargılanıyor.

Elçi ailesinin avukatlarının hazır bulunduğu duruşmaya, sanık polisler de bulundukları kentlerden SEGBİS’le katılıyor.

DBP Eş Genel Başkanı Saliha Aydeniz, HDP milletvekilleri Semra Güzel, Mahmut Toğrul ve Dersim Dağ, CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel, CHP milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu ve Alpay Antmen ile insan hakları savunucuları da duruşmayı takip ediyor.

Mahkeme heyeti Covid-19 tedbirleri gerekçesiyle duruşma salonuna 84 kişinin alınmasına karar verirken, adliye önü ve mahkemenin bulunduğu koridora çok sayıda polisin konuşlandırılması dikkat çekti.

Kimlik tespitiyle başlayan duruşmada müşteki olarak davaya katılma talebinde bulunan Türkan Elçi’nin beyanı şöyle:

Bilindiği üzere yüz otuz iki gün önce bu salonda uzun yılların ardından açılan bir cinayet dosyasının adalet arayışının ilk adımları atılacaktı, umutluyduk. Beş yılı aşkın bir zaman da geçmiş olsa umutluyduk. Toplumda yaşadığımız genel atmosfer düşünüldüğünde ‘umut’ sözcüğü çoğu insan için inandırıcılığını yitirmiş olabilir, fakat gerçek bir mağdur hiçbir zaman umut etmekten vazgeçmez vazgeçemez, çünkü umut onların yaşam dayanağıdır. Çoğu kayıp yakınından dinlediğim hikayelerde gidenlerin günün birinde kapıdan içeriye gireceklerine, geri döneceklerine inandıkları gibi ben de adaletin tecelli etmesi gerektiğine hep inandım.

Yüz otuz iki gün önce ‘adalet dağıtıcısı olarak addedilen makamınıza saygımız var, çünkü mağdur vekili olarak yapılan haksızlıkların adaletle buluşması için hukuka inanan bir insanın ruhunun mahkeme duvarlarında izi var’ şeklinde meramımızı anlatacaktık, fakat saygı duyduğumuz makam bizi dışarıya atmakla tehdit etti. Makamınıza birilerini salondan atma olanağı tanındığını bilebilecek durumdayız, fakat bir yetki vicdani ve empati gibi değerlerden uzaklaştığında ortada iletişimi koparacak ve güveni sarsacak bir güç kalır. Oysa hukuk düzeni, güven duygusu içinde bir yaşamı vadeden bulunmaz bir nimettir.

Benim gibi bir mağduru dışarıya atmakla tehdit ekmek oldukça kolay bir davranıştır, çünkü arkanızda bir mülkün devasa gücü var. Bizim arkamızda ne devlet gücü ne devlerin gücü ne de sırtımızı yaslayacağımız duvarlarımız var. Bizimle sürekli beraber yürüyen ölülerin sesleri var, hepsi o kadar. Fakat bu da bilinmelidir ki bir mülk ancak ve ancak adaletle güçlenir, adaletle ayakta kalabilir. İnsan evladı var olalı peşine düşüp bulmaya çalıştığı en önemli ortak değerlerin başında ‘adaletin’ geldiği de unutulmamalıdır. Albert Camus’nun anlatımıyla ‘İnsanlar, herkeste herkesçe benimsenen ortak değere dayanamıyorlarsa, insan için insan anlaşılmaz kalıyor demektir.’

Adaletin gerçekleşme olanağı bu salondadır, onu gerçekleştirme yükümlülüğü de bu makama düşmektedir. Aynı zamanda bu makamın, yükümlülüğünü yerine getirirken objektif olduğu kanısını uyandırmak zorunluluğu vardır. İlk duruşmada usul tartışması hususunda gösterilen direnç sanıkların salonda hazır bulundurulması konusunda da gösterilmiş olsaydı, yargılamanın sıhhatle yapılmasının olanakları yaratılsaydı, taraflara objektif yaklaşıldığına, adaletin tecellisi için gayret edildiğine kanaat getirilecekti. Zımni de olsa bir yargıç, taraflara meylini hissettirdiğinde eşitlik ilkesinin varlığından söz etmek ne derece doğru olacaktır? Bir yargı makamı kendini adaletin hizmetinde değil de devletin bir memuru olarak görüyor ve sanık sandalyesinde devletin menfaati için çalıştığını iddia eden polisleri yargılama hususunda hassas davrandığını hissettiriyorsa bunun keyfi bir yaklaşım olduğu, keyfiliğin vicdanları yaraladığı da bilinmelidir.

Bir yargıcın meylini hissettirme konusunda Hz. Ömer, Ebu Musa’ya gönderdiği mektupta ‘Duruşma salonundaki yerlerinde ve duruşma anındaki bakışlarında taraflara eşit muamele et ki onlardan zengin olanlar adaletsizlik yapacağı zannını hissetmesinler, zayıf olanlar da adaletsizliğe uğrayacaklarını hatırlarına getirmesinler.’ Yargıcın tarafsız olması kadar tarafsız görünmesinin hissettirilmesi de önem arz eder ve bu nedenledir ki İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 10. maddesinde ‘Herkesin hak ve yükümlülükleri belirlenirken ve kendisine suç yüklenirken tam bir şekilde davasının bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından hakça ve açık olarak görülmesini istemeye hakkı vardır.’

Yargı makamından tarafsız, objektif, bağımsız ve başkalarından farklı tutulmamayı istemek de biz vatandaşların en doğal hakkıdır ve adil yargılanma hakkımızın temelini oluşturmaktadır.

Bugün bizi bu salonda bir araya getiren cinayet dosyasında maktul olarak yer alan, koca bir şehrin baro başkanı, ömrünü cezasızlıkla mücadeleye adamış Tahir Elçi; toplumun kaosa sürüklendiği, sokaklarda bombaların patlatıldığı, silahların gece gündüz susmak nedir bilmediği, masum insanların zarar gördüğü bir gidişata hiç kimsenin cesaret edip dur diyemediği bir anda sadece kendi insani duygularının etkisiyle ve savaşa karşı durmak gerektiğine olan inancıyla son sözlerini dile getirdiği anda katledildi.

Ölümler karşısında kendini sorumlu hissetmesi bana Karl Jaspers’ın bu sözlerini hatırlatır.’ İnsanlar arasında insan olmalarından gelen bir dayanışma vardır ve bundan ötürü herkes dünyadaki her adaletsizliğe ve yapılan her yanlışa karşı sorumludur, bilhassa da kişinin tanıklığında işlenen yahut bilmiyor olamayacağı suçlara karşı. Bunları önlemek için elimden geleni yapmıyorsam ben de suç ortağıyım demektir. Diğer insanların öldürülmesini önlemek için hayatımı tehlikeye atmamışsam, sessiz kalmışsam, kendimi hukuken, siyaseten ve ahlaken hiçbir şekilde anlaşılamayacak bir biçimde suçlu hissederim, tüm bunların ardından hala yaşıyor oluşum bana kefareti ödenemez bir suçluluk yükler.’

Bugün ben de bu salonda bunu içtenlikle dile getirmek isterim ki; bir insan olarak insanların ölümünden duyulan mahcubiyeti yüreğinde hisseden bir baro başkanını katledenlerin cezalandırılması yönünde mücadele etmememiz de bize kefareti ödenemez bir suçluluk yükleyecektir. Bu talep bir eşin talebi olduğu kadar, bir suçun cezasız kalmaması için sıradan bir vatandaşın insani bir talebi olarak da kabul edebilirsiniz.

Yaşanan insanlık dramının karşısında kendini sorumlu hisseden birinin, kaosa mahal verecek şiddet dilini reddederek savaşa karşı olduğunu, savaşın taraflarından çekinmeden samimiyet ve cesaretle dile getirdiği esnada katledilmesi toplumda yankı bulmuş, ölümü esefle karşılanmıştır.

Bugün bizi bu salonda bir araya getiren cinayetin acısını dile getirip faillerin cezalandırılmasını talep ettiğim kadar bu menfur cinayetin, toplumun üzerindeki tezahürünün de göz ardı edilmemesi gerektiği hususuna dikkat çekerek adaletin tecelli edeceği beklentisinin toplumun umudu haline geldiğini de belirtmek isterim.

Sonu bir mabedin ayakları altında dramla biten bir senaryonun yazarlarının bulunup cezalandırılması huzur ve güven içinde bir ülkede yaşamamız açısından elzemdir. O daracık sokakta başrolleriyle, figüranlarıyla oynanan oyunun senaristinin, yönetmeninin, kurşunu sıkanın bilinemeyeceği veya işlenen suçun taksiren olduğu inandırıcı değildir. Hukuk devleti ilkesi gereği, yaşadığımız mağduriyetin hukuksal çözümünü yargı mekanizmasına bırakmayı gerektirir. Yetkililerin yaşanan mağduriyet karşısında sessiz kalması, olanakların adaletin tecellisi için kullanılmaması, hukuka ve makamlara olan güveni zedeler. İşlenen cinayetle kanayan yaranın onarılma görevinin yargıya düştüğü, kamu düzeninde karşılaşılan her türlü haksızlığın yargı makamlarınca çözülebileceği, adaleti tesis edebilme rolüyle toplumsal barışın ve huzurun sağlanacağı unutulmamalıdır, yargı toplumsal yaraları adaletle onarma işleviyle mükelleftir. Yargı makamlarının adalet dağıtıcısı olarak tanrısallaştırılmış işlevini yerine getirmemesi, suçluların cezalandırılmaması neticesinde yargı hanesinde tarih boyunca hatırlanacak bir leke olarak yerini alacaktır. Maktul Tahir Elçi’nin eşi olarak suçtan zarar görmem ve yukarıda izah edilen sebepler ile davaya katılmama karar verilmesini saygı ile talep ederim.

Elçi’nin ağabeyleri Ömer Elçi ve Mehmet Elçi de şikayetçi sıfatıyla davaya katılma talebinde bulundu.

“Elçi’nin öldürülmesine giden yolun başına gitmeliyiz”
Aile avukatlardan Benan Molu ise “Bu dava Tahir Elçi mücadele ettiği davalar gibi cezasız bırakılmak isteniyor” dedi ve ekledi:

Tahir Elçi’nin öldürülmesine giden yolun başına gitmeliyiz. CNN Türk yayına katılmasının ardından hedef haline gelerek, ölüm tehditleri aldı. Hakarete uğradı. Dünyanın en hızlı iddianamesi hazırlanarak hakkında örgüt propagandasından dava açıldı. Ve Elçi 2015 yılında öldürüldü.

“5 yıl sonra sanıklarla birlikte buradayız. Bu davada çok sayıda ihmal ve eksikliklerle karşı karşıyayız” diyen Molu, şöyle devam etti:

Bu eksiklikler ve gözden kaçırılan şeyler olmasaydı Tahir Elçi bu gün yaşıyor olabilirdi. Tahir Elçi’ye koruma tahsis edilseydi belki bugün Tahir Elçi yaşıyor olacaktı. Dinlenen, takip edilen örgüt üyelerinin yakalanmasına ilişkin uygun operasyon olsaydı, Tahir Elçi yaşayabilirdi. Operasyonunun ciddiyetle gerçekleşmediği açıktır. Cinayeti ortaya çıkaracak esas şeyler yapılmadı. Görevi ihmal ve kötüye kullanıldığı bize gösteriyor. ATK’nin adli tıp raporu çürütüldü. Olay yerindeki inceleme güvenlik gerekçesiyle yapılmadı ancak olay yeri halka açıldığını medyaya yansıyan fotoğraflardan gördük. Deliller eksik ve hiç toplanmamıştı. 4 yol 2 ay boyunca dosyadaki tek şüpheli şoför Ahmet Sanlı’ydı. Kamera kayıtları ya yok edildi ya silindi. Dosyada hiçbir zaman kısıtlılık kararı olmadan avukatlardan fiili olarak saklandı. Cinayetin üstünden 3 yıl 1 ay geçtikten sonra polislerin şüpheli sıfatıyla ifadesi alındı. Londra Üniversitesi Adli Mimarlık Bölümü Forensic Architecture raporu üzerine iddianame hazırlandı. Bu eksiklerle ve isteksizle başka bir iddianame ve davanın açılmadı mümkün değil. Biz bunu değiştirmek için buradayız. Tahir Elçi cinayetinin cezasız kalmaması için katılma talebinde bulunuyoruz.

“Bu dava yüzleşme davasıdır”

Diyarbakır Baro Başkanı Cihan Aydın da “Bu dava yüzleşme davasıdır. Tahir Elçi’yi ölüme götüren bir açıklamaydı. Ve hemen ardından hakkında soruşturma açıldı. İfadesi alındıktan 8 gün sonra cinayet işlendi. Bu yönteme Hrant Dink’ten tanığız. Bu sadece Tahir Elçi cinayeti değil, insan hakları cinayeti olduğu için davaya katılmak istiyoruz” diye konuştu.

Akabinde Tahir Elçi Vakfı adına avukat Neşet Girasun ile Antep, Van, Urfa, Şırnak baro başkanları, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği Eş Genel Başkanı Bünyamin Şeker ve Çağdaş Hukukçular Derneği davaya katılma talebinde bulundu.

Katılma talebine karşı savcı, Türkan Elçi, Ömer ve Mehmet Elçi ile Diyarbakır Barosu’nun suçtan zarar görme ihtimallerine binaen katılma taleplerinin kabul edilmesini, diğer kurumların ise katılma taleplerinin reddedilmesini istedi.

Mahkeme heyeti, katılma taleplerinin değerlendirilmesi ve sanıkların sorgulanmasına geçilmek üzere duruşmaya ara verdi.

Kaynak : www.istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları