TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz, yeni Anayasa çalışmalarının akamete uğramasını eleştirerek, siyasi partilere seslendi...
Türk Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Muharrem Yılmaz, “Demokratik sisteminizi öyle bir tasarlamalısınız ki, toplumunuzun çoğulcu yapısını yansıtsın, sorunları krize dönüşmeden kontrol edebilsin ve çarklar kırılmadan çalışabilsin” dedi. Yılmaz, yeni Anayasa çalışmalarının akamete uğramasını da eleştirerek, siyasi partilere, “Madem Anayasa yapmayacaktınız toplumu niye meşgul ettiniz” diye seslendi.
TÜSİAD’ın düzenlediği ‘Demokrasinin Kurumsallaşması ve Sürdürülebilirliği Konferansı’nın açılış konuşmasını yapan Muharrem Yılmaz, “Demokrasinin her zaman korunması ve geliştirilmesi gereken bir kazanım olarak anlaşılması gerektiğini” söyleyerek, “Demokrasinin kurumsallaşması, demokratik kurum, kurallar ve teamüllerin yerleşmesini ve istikrar kazanmasını gerektirir. Bu çerçevede erklerin, o ülkenin şartlarına ve tarihi tecrübesine göre belirlenmiş bir sistem içinde birbirleri ile uyumlu ve denge halinde işlemesi çok önemli hale geliyor. Sisteminizi öyle bir tasarlamalısınız ki, toplumunuzun çoğulcu yapısını yansıtsın, sorunları krize dönüşmeden kontrol edebilsin ve çarklar kırılmadan çalışabilsin” dedi.
Demokratik sistemlerde “çoğulculuk” ilkesinin iki boyutta uygulanabileceğini söyleyen Yılmaz sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bunlardan birincisi, değişik düşünce ve ideolojilerin bir arada bulunması, temsil edilebilmesi, anayasal koruma ve güvence altında olması anlamına gelen ‘ideolojik çoğulculuk’tur. Diğeri ise siyasal iradeyi ortaya çıkaran ve devlet iradesini ortaya koyan kurum ve organları denetleyen, bir bölümü seçimle işbaşına gelmiş kurum ve organdan oluşan ‘kurumsal çoğulculuk’ boyutudur. Bunlar, günümüzde demokrasilerin vazgeçilmez unsurlarıdır. Bu nedenle, geleneksel kuvvetler ayrılığını temel alan denetim ve denge mekanizmalarının yanı sıra, sivil toplum örgütleri, basın-yayın kuruluşları, üniversiteler, yerel yönetimler, kamu denetçisi (ombudsman) gibi özerk kurumlar da anayasal güvence altında olmalıdır.”
‘DEVLET BAĞIMSIZ YARGININ DENETİMİNDE OLMALI’
Yılmaz, demokraside devletin kurumsal yapısının hukuk devleti üzerine inşa edildiğini ve hukuk devletinin temel ilkesinin de ‘devletin tüm işlem ve eylemlerinin bağımsız yargının denetimine tabi olması’ olduğunu söyledi.
‘SİYASİ AKTÖR’LERE ÜSLUP VE GERİLİM UYARISI
Yılmaz sözlerini şöyle sürdürdü: “Demokrasinin sürdürülebilirliğinin sağlanmasında, siyasi aktörlerin uzlaşma niyetine sahip olmaları ve buna uygun bir siyasi dil kullanmaları da kolaylaştırıcı bir unsurdur. Bu anlamda siyasetçilere, kendi ideolojilerini savunurken üsluplarının gerilime sebep olmamasına özen gösterme görevi düşmektedir.
Türkiye ’nin demokratikleşme sürecine baktığımızda bu meseleyi bütüncül bir şekilde ele alamadığımızı görüyoruz. 1982 Anayasasının ilk kapsamlı ve ciddi değişikliğinin yapıldığı 1995 yılından beri, hatta 90’ların başındaki o meşhur 141, 142, 163. madde değişikliklerinden beri sayısız anayasa, kanun, tüzük, yönetmelik, tebliğ değişikliği yaptık. Yani daha demokratik olma yolunda mevzuat temelinde çok şeyi denedik.
Bu aşamadan sonra Türkiye’nin demokratikleşme birikimini yeni anayasayla taçlandırması beklenirdi. TBMM’deki tüm siyasi partiler, 2011 genel seçimleri öncesi yeni
anayasa sözü vermişlerdi.”
‘YENİ ANAYASA’ İÇİN PARTİLERE ELEŞTİRİ
“Tüm partilerin katılım ve eşit temsili ile kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu, kurulduğu günden itibaren toplumdaki yeni
anayasa beklentisinin canlı tutulmasını sağlamış ve bu beklentinin karşılığı olarak toplumdan büyük itibar görmüştü.
Yeni anayasayı oluşturacak olan Komisyonun faaliyetinin sona ereceği yönündeki açıklamalar, demokratikleşme sürecine ilişkin umutların yükseldiği bir dönemde karşımıza çıktı. Türkiye’nin ilk kez sivil, demokratik bir
anayasa yapma fırsatını kaçırma noktasına gelmesi aslında büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Bu tıkanıklık hiç de azımsanacak, geçiştirilecek bir tıkanıklık değildir; parti temsilcilerimiz bu tıkanıklığı birbirlerinin tutumları ile ilişkilendiriyorlar… Hatta süreci 18 ay sonra yapılacak olan genel seçim sonrasında oluşacak olan meclise devretmeye yönelik değerlendirmeler duyuyoruz. Bu tutumlar maalesef demokratik standartlar için atılacak adımların samimiyetini, gerçekliğini ağır bir şekilde sorgulatmaktadır. Son 6 yıl içinde arzulanan yeni bir Anayasanın neredeyse her boyutunu tartıştık, akademia’nın tüm değerli temsilcileri, kurumları, STK’lar bu sürecin bir parçası oldu… Şimdi yeni
anayasa için başa mı döndük? Yeniden akademia’yı, kurumları, yurttaşlarımızı nasıl heyecanlandırarak motive edeceğiz? Sormak isterim: eğer yeni bir Anayasa ihtiyacımız yok idiyse niye toplum bu denli bu konuyla meşgul edilmiştir?
Tüm konularda kısa vadede uzlaşma sağlanmasının zorluğunu kabul ederek, Komisyonun ve belki de partilerimizin kaygılarımızı gidermesini beklemek hakkımızdır diye düşünüyorum. Bugün ülkemizi geriye götürdüğünü düşündüğümüz gündemler yerine, geleceğimize ışık tutacak bir 21. YY anayasasını tartışıyor olmayı tercih ederdim. Türkiye’nin yeni
anayasa ihtiyacının gelecek dönem parlamentolarına bırakılmamasını ve 24. Dönem TBMM tarafından yakalanmış bu fırsatın önümüzdeki 1,5 yıl içinde en iyi şekilde değerlendirilmesini diliyoruz. TBMM’nin üstlendiği bu sorumluluğu devredeceği bir kurum yoktur… Süreci ertelemek ise, korkarım sadece zaman kaybetmek anlamına gelecektir.”