loading
close
SON DAKİKALAR

Yalancının mumu Gezi’de söndü

Yalancının mumu Gezi’de söndü
Tarih: 03.07.2013 - 16:52
Kategori: Söyleşi

Ayşe Arman, ''Gezi tanıklıkları'na devam ediyoruz. Bu sefer siyasilerle. İlk konuk, CHP milletvekili Aylin Nazlıaka...''

“Gezi tanıklıkları”na devam ediyoruz. Bu sefer siyasilerle.

İlk konuk, CHP milletvekili Aylin Nazlıaka.

Önümüzdeki günlerde diğer partilerin üyelerinin tanıklıklarını da yazmak isterim...

Aylin Nazlıaka... En başından beri Ankara’da Gezi direnişindeydiniz. Emniyet raporunda, Ankara olaylarını örgütleyenlerden biri olarak adınız geçiyor...

-Evet, başından beri Ankara’daki direnişinin tüm süreçlerinde yer aldım. Gözaltı sürecinin içindeydim. Emniyet Müdürlüğü’ndeydim, hastanelerdeydim, karakollardaydım, revirlerdeydim, cenazedeydim. Gösteri yürüyüşlerinde de direnişçilerin yanında yer aldım. Yapılan müdahaleleri engellemek için de elimden gelen her şeyi yaptım.

BU BİR BAŞKALDIRI

Sizce bu hareketin kökeninde, iktidarın iddia ettiği gibi faiz lobisi mi var, birkaç çapulcu mu, dış mihraklar mı, CHP mi, yoksa hükümetin baskıcı politikacılardan yılmış insanlar mı?

-Halk vardı, halk! “Yediğime, içtiğime, ne giydiğime, kaç çocuk yapacağıma, bu çocukları nasıl yapacağıma karışma!” diyen ve iktidarın bu dayatmacı tarzı karşısında artık isyan eden halk...
Sizce “dış mihraklar” denilerek kimler kastediliyor? a) Amerika b) AB c) Suriye d) İsrail e) Hepsi

-Başbakan, karşısında tam olarak tanımlayamadığı bir güç gördü. Ve Don Kişot’un yel değirmenleriyle savaşması gibi bu güce saldırdı. Onun adına “faiz lobisi” dedi, “dış mihraklar” dedi. Ama asıl görmesi gereken şey, bu gücün kendi yönetim tarzına yönelik bir başkaldırı olduğuydu.

Sizce göremedi mi?

-Görmek işine gelmiyor. Başbakan, bugüne kadar ülkeyi hep kutuplaştırarak yönetmeye çalıştı. Halkı birbirine düşman ederek. Oysa ki bu süreç, halkın birbirine yaklaştığı, başı açık-başı örtülü, homofobik-LGBT, sağcı-solcu, Alevi-Sünni, Kürt-Türk, kadın-erkek, hiçbir ayrım gözetmeksizin, herkesin bir arada ve dayanışma içinde olduğu bir sürece evrildi.

TİŞÖRT KAN OLDU

Siz Ankara’daki tepki yürüyüşlerine CHP milletvekili olarak mı yoksa özgürlükleri savunan halktan biri olarak mı katıldınız?

-Özgürlükleri savunan biri olarak halkın içinde yer aldım. Ama milletvekili dokunulmazlığını da, oradaki pasif direnişçilerin hizmetine sundum. O süreçte, ben de biber gazı yedim, hırpalandım. Ama böyle bir olayı oturduğumuz yerden televizyon izleyerek Meclis’e taşıyamayacağımıza inanıyorum. O nedenle halkın bizzat içinde yer aldım.

Direnişler sırasında sizi en çok etkileyen olay hangisiydi?

-Bir çok genci hastaneye götürdüm. Çünkü 112’den ambulans çağırdıkları takdirde, fişleneceklerini ya da gözaltına alınacaklarını düşünüyorlardı. Pek çok gencin başına dikiş atıldı, ameliyata alındı. Çünkü kafalarına kapsül yemişlerdi. 

Birinin başı öyle kanıyordu ki, başına sardığımız tişört saniyede kıpkırmızı oldu. İşte o zaman kan kaybından gider mi diye çok kaygılandım. Onlara tedavi uygulanırken de kapıda bekledim. Ben aynı zamanda anneyim, bu çocuklara bir şey olması halinde, annelerine ne diyeceğim diye kıvrandım.

Peki gözaltılar...

-O süreçte de gençlerin yanındaydım. Zaten eve gitsem de uyuyamıyordum. Onlarla sabahladığım oldu. Gözaltıların yoğun olduğu akşamlarda, pek çok hak ihlali ve adil olmayan uygulamalar oldu. Örneğin bazı belgeler imzalatmaya kalktılar. O sırada çocuklar, avukatlarıyla da görüştürülmüyordu. Ben imzalatılmaya çalışılan o kâğıtları alıp, avukatlara götürüp, neyi nasıl imzalamaları gerektiği konusunda bilgi alıyordum.

GENÇLER BUGÜNÜN MİMARI

Siz gençlerin direnişini hangi gerekçelerle destekliyorsunuz?

-Onların haklı mücadelelerinin yanında olmayı çok önemsiyorum. Hani biz, “Gençler, geleceğin mimarıdır” diyoruz ya ama aynı zamanda onlara “bugün”ü vermiyoruz ya, işte bu gençler, sadece geleceğin değil, bugünün de mimarı olduklarını kanıtladılar. “Benim kararlarıma karışma!” diye aslında ne kadar siyasi olduklarını da gösterdiler. Ben onların arasından, tıpkı 68 hareketinde olduğu gibi önemli siyasi aktörler çıkacağına inanıyorum. Yeni Türkiye’nin şekillenmesinde onlara güvenmemiz gerekiyor. Mücadelelerinde ne kadar kararlı olduklarını, özgürlük ve demokrasi için herhangi bir ayrıcalık gözetmeden nasıl omuz omuza direnç gösterebildiklerini gördük. Tüm Türkiye’nin de bunu görmesi gerektiğini düşünüyorum. Özellikle de Başbakan’ın.

İstanbul ve Ankara direnişlerinde ne tür farklılıklar oldu?

-Her iki direnişin de ruhunun aynı olduğunu düşünüyorum. Her iki direnişte de farklı renkler, AKP iktidarı karşısında tek renge büründü. Her iki direnişte de, o gençlerin samimiyetle, şiddet başvurmaksızın, ezber bozan bir yöntemle durduklarını düşünüyorum. Devletin tüm kışkırtmalarına rağmen, Ankaralılar eylemde barışçıl söylemlerin dışına çıkmadılar. İçlerinden polise taş atanları, kendileri polise doğru kovaladılar. Hükümetin orantısız ve vicdansız şiddet içeren uygulamalarına karşı, sakin kalma yolunda birbirlerini uyardılar. “Duran insan” oldular, polisin karşısında kitap okuyan insan oldular. Öyle bir süreç yaşandı ki, bu direnişçilerle ilgisi olmayan vandallar bile eylemin bu masumiyetini ve sahiciliğini bozamadılar.

CİN, ŞİŞEDEN ÇIKTI

Peki direnişlerin geleceği nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz? Ne olacak bundan sonra?

-Artık cin, şişeden çıktı. Bu süreç bir turnusol işlemi gördü. Herkesin gerçek yüzü ortaya çıktı. Cami ve başörtüsü üzerinden yapılan demagojiler, halkın başbakana olan güvenini sarstı.

Z. D. konusuyla ilgili bir soru önergesi verdiniz. Herhangi bir gelişme var mı?

-Verdim ama yanıt yok, verirlerse herkesle paylaşacağım. Şunu çok önemsiyorum, biz parti olarak Z.D’ye ulaşıp, kendisiyle görüşmeye çalıştık. Ama maalesef bir sonuç alamadık. Hiç şüphe yok ki, hak savunuculuğu, bütüncül bir şeydir. “O cenahtan, bu cenahtan” diye bir tanımla olamaz. Eğer gerçekten böyle bir olay varsa, tabii ki Z.D’nin yanında yer alırız. Fakat şunları da düşünmeden edemiyorum, böylesine büyük bir olay gerçekten yaşandıysa, Fatma Şahin neden bugüne kadar Z.D’yle görüşmedi? Çünkü görüşse bilirdik, haber olurdu. Fatma Şahin diyor ki, “Kırmızılı kadından bahsediyorlar ama Z.D’den bahsetmiyorlar.” Aksine bahsediyoruz ama kimse Z.D’ye ulaşamıyor. Şu anda kadın örgütlerinin de, toplumun da tereddüdü var. Bu tereddüdün giderilmesi gerekiyor. Neredeyse, iki hafta geçti ama hâlâ ne kamera görüntüsü var, ne bir tanık ne da başka bir şey.

Z.D KONUSUNDAKİ ŞÜPHELER

Siz böyle bir şeyin yaşandığına inanmıyor musunuz?

-Öğrenebilmek için, o soru önergesini verdim ya. Ancak AKP mitinginde, eline pankart verilmiş olan küçücük bir kız çocuğu vardı.

O pankartta da, “Ayyaş, çapulcu koca değil, dindar, Allah’tan korkan koca istiyorum” diye yazıyordu. Bakın küçücük yaşta kızların bile, nasıl koca edinmeleri gerektiğine karar veren bir zihniyetten söz ediyoruz. Tabii ki bu tür şeyler, hepimizi Z.D. konusunda da şüpheye düşürüyor. Tekrar ediyorum, eğer gerçekten yaşandıysa, Fatma Şahin’le omuz omuza mücadele ederim. Ama aynı Fatma Şahin’in de kırmızılı kadın için, gözaltına alınıp çıplak arama yapılan kadınlar için, gözaltında taciz edilen, psikolojik şiddete maruz kalan direnişçi kadınlar için de mücadele vermesini beklerim. Bu süreçte, “bizden olanlar” ve “olmayanlar” diye bir yaklaşım söz konusu. Başbakan’ın kullandığı dil son derece sakıncalı. “Kız mıdır, kadın mıdır”dan başlayan bu dil, erkekleri daha pervasız, kadını da daha değersiz kılıyor. 

Onun için Fatma Şahin’in bu süreçte daha etkin olarak kadın haklarını savunması beklerdim. Bu ülkenin kadınları olarak, bu bizim hakkımız...



ÜÇ OLAY

BAŞBAKAN bütün gezi direnişini üç olaya indirmeye çalıştı. “Camide içki içtiler”, “Camiye ayakkabıyla girdiler” ve “Başörtülü kadına saldırdılar”. Cami ve başörtüsü üzerinden, halkın duygularını sömürmeye çalıştı. Ama zaten, tam da bu sömürüye karşı isyandır Gezi direnişi. Yalancının mumu Gezi’de söndü. Yatsıya kadar yanmadı. Başbakan, “Wall Street’te 17 kişi öldü” dedi, Amerikan hükümeti yalanladı, “Polisi, direnişçiler iterek öldürdü” dedi, ailesi, “Hayır, kaza” dedi. “Camide içki içtiler” dedi, müezzin, “Ben din adamıyım, yalan söyleyemem, öyle bir şey olmadı” dedi.

Güçlü bir halk ve halkından korkan Başbakan

BAŞBAKAN, Türkiye’yi bir korku imparatorluğu yaratarak yönetmeye çalıştı. Ama artık korku, yer değiştirdi. Daha öncesinde, korkutan bir iktidar ve korkutulmaya çalışılan bir halk vardı. Şimdi artık halk, gücünü, kendine de ispat etti. Onun için güçlü bir halk ve halkından korkan bir Başbakan var.

Ayşe Arman - Hürriyet

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları