loading
close
SON DAKİKALAR

Adalet Yürüyüşü ne anlam(lar) taşıyor?

Prof. Dr. Ahmet Özer
Tarih: 04.08.2017

Ahmet Özer, Türkiye analiziyle birlikte, Adalet Yürüyüşünün neden ve sonuçlarını ortaya koyuyor.

AKP iktidarı, 16 Nisan referandumu öncesi evet çıkması durumunda, “terörün biteceği, ülkenin huzur ve sükûn bulacağı, ekonominin sıçrama yapacağı, refahın ve gönencin artacağı, velhasıl Türkiye’nin bu sistemle çağ atlayacağı” söylemleri ile çeşitli vaatler sıralamıştı. Sonunda bir puan farkla hala tartışmalı ve şaibeli olduğu ileri sürülen bir “evet” sonucuyla referandum süreci geride kaldı. Fakat yukarıda sıralanan vaatlerin hiçbiri yerine gelmedi. Aksine şehit cenazeleri gelmeye devam ediyor, baskılar arttı, gözaltılar, tutuklamalar, ihraçlar, işe son vermeler yüzbinlerle ifade edilir oldu. FETÖ için çıkarılan kararnameler FETÖ ile alakası olmayan muhalifler için de kullanıldı.

"Vaatler yerine gelmeyince iç ve dış öcü siyaseti ısıtılarak devreye konulmaya başlandı."

Vaatler yerine gelmeyince iç ve dış öcü siyaseti ısıtılarak devreye konulmaya başlandı. Toplum bu doğrultuda dizayn edilmeye çalışılırken Kılıçdaroğlu ortaya çıktı “artık bıçak kemiğe dayandı” diyerek “Adalet Yürüyüşünü” başlattı. Toplumda heyecan yaratan, umutsuzlara umut aşılayan ve tıkanan muhalefete adeta yeni bir soluk açan bu yürüyüş her gün her kesimden katılımlarla büyüyerek İstanbul’a devam etti ve 9 Temmuz’da milyonların katılımıyla Maltepe’de yapılan bir mitingle son buldu.

İktidar partisi önce yürüyüşü görmezden gelerek geçiştirmek istedi, olmayınca; başbakan, “hiç olmazsa bizim yaptığımız yolları görüyorlar böylece” diyerek itibarsızlaştırma yoluna gitti, o da tutmayınca AKP genel başkanı, “savcılar sizi de bir gün çağırabilir” tehdidiyle yürüyüşü güdükleştirmek için korkutma, sindirme yolunu denedi. Hiçbiri tutmadı. Sonrasında mitinge katılım üzerinden olay küçültülmeye çalışıldı. Aslında bütün bu girişimler ve söylemler yürüyüşün ve mitingin ne kadar etkili olduğunu ve iktidarın kimyasını bozduğunu gösteriyor.

Bazen bir yürüyüş bile bir ülkede çok şey değiştirebilir. Gandi’nin tuz yürüyüşü, Mao’nun uzun yürüyüşü, Amerikalı siyahi liderin öncülüğünde milyonluk yürüyüş ve daha birçoğu birçok değişime yol açmıştı. Bu yürüyüş de bazı değişimlere ister istemez gebedir. Bu muhalefet için bir umut taşırken iktidar için korku yüklü buluta dönüştü. Bugün ya da yarın içerde ve dışarda etkileri muhakkak olacaktır.

"Bu yürüyüşün tek sebebi CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun 25 yıla mahkum kılınıp tutuklanması değil elbette"

Yürüyüş Neden Başladı

Bu yürüyüşün tek sebebi CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun 25 yıla mahkum kılınıp tutuklanması değil elbette. Berberoğlu olayı bardağı taşıran son damlaydı. Öyle olunca da Kılıçdaroğlu çok doğru bir zamanlama ve herkesi kapsayacak doğru bir sloganla, halkın yüreğine dokunan bir çıkış yaptı. Bundan sonra da çok tartışılacak olan bu yürüyüşü anlamak için ona sebep olan süreci anlamak gerek. AKP ne yapmaya çalışıyordu ve bunu hangi araçlarla nasıl yapıyordu? Ülke nereye gidiyor? Adalet yürüyüşü bu gidişatı nasıl etkiler? Başka bir deyişle yürüyüşün bu noktada nasıl bir işlevi olacak? Bu ve benzeri sorular süreci doğru anlamak için açıklanmaya muhtaç görünüyor.

Şok Politikası

Toplumsal dönüşümler veya toplumu belli kalıplara göre eğip bükmek her zaman çok kolay değildir. Ancak bu durum, bir olağanüstülük sayesinde yaratılabilir ve “bir şok” bu durumu kalıcılaştırabilir. Toplumsal olarak yaşanan bir şok iyi yönde işletilebileceği gibi kötü yönde de kullanılabilir. Eğer şok ve ona dair üretilen politika yapay ve kurguysa toplum değil, kurgulayanlar bunu kendi yararına kullanacaklardır. Buna dair üretilen ve yapılanlara siyaset bilimi dilinde şok politikası diyoruz. “Şok politikası, gerçekten şok edici bir olayın yarattığı şaşkınlık, korku ve çaresizlik duygusunu fırsat bilerek, bunun etkisini canlı tutacak hamleleri art arda devreye sokmaya dayanır. AKP Genel Başkanının, “Allah’ın Lütfu” diye beyan ettiği 15 Temmuz ve onun “sosyo-psikolojik şoku” kendi siyasal çıkarları doğrultusunda dönüştürülerek toplumu sersemletecek biçimde sunmaya devam ediyorlar. Üstelik bu öyle anlık bir politika ile değil sürekli yeniden üretilerek sunulmaya devam ediyor. 15 Temmuzun yıldönümünde muhalefet dışlanarak yapılanlar da bunu açıkça gösterdi nitekim. Bunun OHAL uygulamalarıyla birlikte daha ne kadar süreceği de belli değil.

"Peki bununla ne yapmak istiyor iktidar? Arzuladığı “değişimleri” dirençle karşılaşmadan gerçekleştirmek ve muhalefeti susturmak istiyor. "

Korku Sarmalı

Peki bununla ne yapmak istiyor iktidar? Arzuladığı “değişimleri” dirençle karşılaşmadan gerçekleştirmek ve muhalefeti susturmak istiyor. Örneğin bu şok politikasının bir aracı olarak hemen Olağan Üstü Hal (OHAL) ilan edildi. Başbakanın deyişi ile 3-5 ay sürecekti OHAL, ama asıl kurguyu yapanlar şok politikasını sürekli canlı tutarak, koşullar normale döndüğü halde OHAL’i bir yıldır sürdürüyorlar ve üstelik daha da sürdüreceklerini güle eğlene söyleyebiliyorlar.

Bu sayede devletin zor ve ideolojik aygıtları kullanılarak toplum hizaya sokuluyor, muhalifler susturuluyor, sayıları yüzbinleri aşan kamu görevlisi işinden atılıyor, görevden ihraç ediliyor. İktidar sahipleri kendine göre “temizlik yaparak” devletin her kademesinde yeniden partizanca örgütleniyor. İşinden atılan, hapsedilen, ihraç edilenler, Türkiye tarihinde, hiçbir darbe döneminde görülmemiş biçimde yüzbinlerle ifade ediliyor. Sadece emniyet ve orduda değil, adli makamlardaki hakimler savcılar, üniversitelerdeki öğretim üyeleri, Milli Eğitimdeki öğretmenler ve diğer devlet dairelerindeki insanlar FETÖ’cü olsun olmasın (ki OHAL, FETÖ gerekçesiyle ilan edilmişti) işinden atılıyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Elbette FETÖ ile sonuna kadar mücadele edilmeli. Üstelik FETÖ’nun devlette palazlanmasını bizatihi iktidarın kendisinin yaptığını Mısırdaki sağır sultan bile biliyor. Ancak herkesin malumu olanı kimsenin ilan etmemesi gerekiyor! Başta medya olmak üzere bütün muhalif sesler bastırılıyor, susturuluyor. Bu uygulamanın yarattığı sonuçlar giderek toplumu bir kangren gibi sarıyor.

Şok politikası, siyasal ve hukuki alanda uygulandığında genellikle olağanüstü hal görünümü altında sürdürülür. Olağanüstü halin temel niteliklerinden biri, yasama, yürütme ve yargı güçleri arasındaki ayrımın başlangıçta geçici olarak kaldırılması ama bunu kalıcı kılacak uygulamaların hayata geçirilmesidir. Hukuk düzeninde kurmaca bir boşluk yaratılıp zorunluluk hali gerekçe gösterilerek bütün güçlerin yürütme erkinde toplanması sağlanır. Artık toplumun gözünde olağanüstü koşullar vardır ve yapılanlar ona göre yönlendirilir. Bu işin yukarıda anlattığımız birinci aşamasıdır. İkinci aşamaya gelince.

"Olağandışı koşullar, toplumlarda korkunun yarattığı bir suskunluk meydana getirir."

Toplumsal Felç Meselesi

Olağandışı koşullar, toplumlarda korkunun yarattığı bir suskunluk meydana getirir. Zaten amaç da budur; toplumu korku temelinde susturmak ve tek sesli hale getirmek. Bu giderek bir hastalık gibi yayılarak herkese sirayet eder. Buna sosyolojik olarak suskunluk sarmalı diyoruz. Susan toplum sonunda korkudan hiçbir şeye tepki ver(e)mez, bunun sonucunda adeta felç olur. Korkudan tepki vermez hale gelmiş olan kişi ve gruplar onları korkutan egemen görüşün baskısı altına girince, bir süre sonra bir korunma içgüdüsüyle gerçek görüşlerini saklayarak egemen görüştekiler gibi düşündüğünü zikretmeye başlarlar. Yani kendi tercihlerini çarpıtırlar. Böylece, korkunun yarattığı suskunluk bir süre sonra egemen görüşten yana işlemeye başlar ve egemen görüş korku temelinde herkese sirayet ederek hakim hale gelir. İşte Türkiye’de amaçlanan budur. Korkutarak susturma, suskunluğu bütün topluma yayma, susmuş ve korkutulmuş toplumu güçlü olarak gösterdiği kendinden yana gösterme. Egemen güç ve görüş bunu, hakim olduğu devletin her türlü aracını ve gücünü kullanarak başarmaya çalışır.

Devletin Kullanılması

Devletin iki türlü gücü vardır: Biri kaba güçtür. Asker, polis, mahkemeler, hapishaneler vs. Bunlar aslında toplum adına ve onun vergileriyle adaleti ve düzeni sağlamak için oluşturulmuş kurumlarken bir süre sonra hakim kesimin kendini egemen kılmak için kullanılmasıyla tam tersi bir işleve sahip olmaya başlar. Devletin ikinci önemli gücü ise sahip olduğu ideolojik araçlardır. Bunların başında eğitim kurumları, medya ve propaganda gücü gelir. Bazen ideolojik araçlar toplumu dizayn etmek için tek başına yetmeyebilir. İdeolojik araçların yetmediği ve demokrasinin olmadığı yerde kaba güç devreye girer ve toplum dizayn edilmeye çalışılır. Çoğu zaman belli sürelerle bunu başarmış görünebilir de. Çünkü bu durumda toplumun gözünde iktidar devletle bütünleşmiştir, devlet ise güçlüdür, ona itiraz edilmez, edilse de zarardan başka bir fayda vermez. Böylece sureti haktan görünerek tepki vermeyen, onların yaptıklarını onaylamadığı halde, sessiz kalmasıyla onay veren felçli bir toplum haline gelir/getirilir.

Adalet Yürüyüşünden önce toplum bu noktaya doğru sürükleniyordu. İktidar referandum sonrası toplumu rahatlatacak adımlar atmak yerine baskı ve şiddetin dozunu arttırdı. Güvenlik gücü parti gücü gibi çalışırken, hukuk sitemi tamamen iktidarın emrine sokuldu, ülke yönetimi parti devletine dönüştü.

Yürüyüş dayatılana demokratik bir yolla, bütün toplumların hatta insanlığın ortak paydası ADALET talebiyle itirazda bulunmuştur. Bundan daha kuvvetli ve herkesin üzerinde anlaşabildiği bir itiraz noktası ve bundan daha geçerli bir ortak payda bulunamazdı.

"Adalet yürüyüşü korkuyla zehirlenmiş topluma adeta panzehir oldu."

Demokrasi ve Rıza Üretmek Meselesi

Teokrasi Allah korkusuna, tiranlık bir kişinin yarattığı korkuya dayanırken demokrasi rızaya dayalı bir yönetim şeklidir. Demokratik rejimlerde yönetenler meşruiyetlerini, halkın kendi adlarına (yetki verdikleri kişi ve kurumların) onları yönetmesine rıza göstermesinden alır. Eğer toplumun önemli bir kesimi yapılanlara rıza göstermiyorsa, yönetenler ya değişir ya da yönetme biçimlerini değiştirirler. Peki hem halk razı değilse hem de yönetim değişmiyorsa o zaman ne olacak? İşte o zaman yönetenlerin önünde bir yol kalıyor: Zor tekelini halka karşı kullanmak. Yani toplumu kaba güçle hizaya getirmek.

Oysa bu demokratik bir yol ve yöntem değildir. Çünkü demokrasilerde rıza ile kaba güç ters orantılıdır. Kaba güç artıkça meşruiyet zayıflar. Baskılar ilk etapta yapanın lehine sonuçlar doğurmuş gibi görünürse de içten içe bir kaynama sonucu tepkiler gelişir. Tepkiler ile zor tekelinin kullanılması birbirini besler ve bir kısır döngü meydana gelir. Bu kısır döngü sonunda egemen ve baskın olan gücün lehine sonuçlanır.

Bu noktada yukarıda vurgulandığı üzere korkunun egemen olduğu bir iklim oluşur. Bu zehirli iklimi dağıtmak, demokrasi için büyük önem taşır. Yoksa yapılanlar kalıcılık kazanabilir. Kılıçdaroğlu’nun başlattığı yürüyüşü bir de bu gözle değerlendirmek gerekir. Adalet yürüyüşü korkuyla zehirlenmiş topluma adeta panzehir oldu. O yüzden iktidar hala yürüyüş üzerinden vurmaya çalışıyor.

"Bu yürüyüşün en önemli bir sonucu da korku duvarını yıkarak, korku sarmalını ve suskunluğun yarattığı kısır döngüyü kırmış olması ve adalet(sizliği) tüm dünyaya haykırmış olmasıdır. "

Sonuç

Peki sonuç olarak ne oldu ve ne olacak? Bir kere, 432 km’lik uzun bir yola ve Temmuz sıcağına rağmen, her kesimden gittikçe artan ölçülerde katılımın gerçekleştiği, kimsenin burnunun kanamadığı, her bakımdan çok başarılı bir yürüyüş ve ardından görkemli bir miting gerçekleşti. Bu kapsayıcılık ve yoğun katılım, doğru iş yapıldığında toplumun benimsediğini gösteriyor. Bu eylemle haklı olarak, liderliğini pekiştiren Kılıçdaroğlu’nun bundan sonra da yeni söylem ve yeni eylemlerle ortaya çıkması, koordine edici ve toparlayıcı bir aktör olarak rol oynaması gerekir.

Bir diğer nokta, son zamanlarda toplumda bazı endişe ve korkularla dışa vurmayan çok tepki birikmişti. Bu yürüyüş aynı zamanda, toplumda birikmiş tepkilerin bu yolla dışa vurumu, dile gelmesiydi. İktidar bu tepkileri dikkate almalıdır. Bu hem ülkenin hem de herkesin yararına olur. Ancak iktidar bunu yapmadı, tepkisi adaletsizlikleri gidermek şeklinde değil, korkutmak, itibarsızlaştırmaya çalışmak şeklinde oldu.

Bu yürüyüşün en önemli bir sonucu da korku duvarını yıkarak, korku sarmalını ve suskunluğun yarattığı kısır döngüyü kırmış olması ve adalet(sizliği) tüm dünyaya haykırmış olmasıdır. Toplumsal refleksler bu yönüyle harekete geçerek toplumsal felci sonlandırmıştır. Bir kere cin şişeden çıktığı için artık korkutmalar fayda vermeyecektir, çünkü korkuyla zehirlenen iklim Bolu Dağlarındaki oksijenle dağılıp gitti. Daha fazla baskının yaratacağı etki bundan sonra daha fazla tepkiyi beraberinde getirmelidir.

"Platon, 2500 yıl önce, 'Her toplum layık olduğu şekliyle yönetilir' demişti. "

Bir önemli sonucu da şudur: Referandumda HAYIR diyenlerin diyaloğu artmış, bu kesimlerin oluşturduğu politik dinamo yeniden şarj olmuştur. Şimdi korkmayan, susmayan, tepki gösteren bir kitle var karşımızda. Daha fazla güven var, yarına dair daha fazla umut var. Umut, umutsuzluğa galebe çalmış, su akıp yolunu bulacaktır.

Daha önemlisi Kılıçdaroğlu’nun miting meydanında dile getirdiği, bundan sonraki yol haritasının oluşumuna katkı sağlayacak, on maddelik tespit ve taleplerin yer aldığı bildirgedir.

Platon, 2500 yıl önce, “Her toplum layık olduğu şekliyle yönetilir” demişti. Her kesimden destek alan bu eylemin önemli bir anlamı da “bizler bu yönetim şekline layık değiliz, buna itiraz ediyoruz” demesidir. Bir düzenden memnun olmama hakkı, memnun olmayanlara aynı zamanda bunu değiştirme görevini yükler. Bu bağlamda toplum bir yol ayrımında: Ya doğrudan yana itiraz edilecek ya boyun eğecek insanlar. Bu çıkış boyun eğilmeyeceğinin göstergesidir. Adil bir adalet düzeni talebidir. Üstelik gün gittikçe insanların artan ölçüde katıldıkları bir talep.

Sonuç itibariyle hak, hukuk, adalet talebi yola revan olmuş gidiyor. Bu yolun sonunda her türlü adaletsizliğe, anti demokratik baskılara son verecek bir iktidar oluşur mu, bilinmez. Ancak yürünecek daha çok yol olduğu belli. Lakin tünelin ucundaki ışık görünmüştür, bu yol bundan sonra daha bir şevkle yürünecektir. 

        Prof. Dr. Ahmet Özer

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları