loading
close
SON DAKİKALAR

Yazdığı yazı nedeniyle yargılanan Ender İmrek savunmasını paylaştı

Yazdığı yazı nedeniyle yargılanan Ender İmrek savunmasını paylaştı
Tarih: 28.06.2020 - 14:35
Kategori: Gündem

‘’Parıl parıl parlıyordu Hermes çanta’’ başlıklı yazısı nedeniyle hakkında dava açılan Evrensel yazarı Ender İmrek, 24 Haziran'da görülen duruşmada yaptığı savunmayı paylaştı.

29 Haziran 2019’da Evrensel’de yazdığı ‘’Parıl parıl parlıyordu Hermes çanta’’ başlıklı yazısından ötürü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’a, ‘’güzel vasıf atfetmeyerek hakaret etmek” suçlamasıyla yargılanan Ender İmrek’in 24 Haziran'daki duruşmada yaptığı savunma metnini sosyal medya hesabından paylaştı.

"Mahkemenizin bana ve tüm muhalif gazetecilere bir gözdağı niteliğindeki bu iddianameyi kabul etmemesi gerekirdi. Eğer yargı bağımsızlığının, hukukun bir parça esamesi varsa, ilk cümlesinden son cümlesine kendini tekzip eden, suçsuzluğumu ikrar eden bu belgedeki ceza talebi reddedilmeli" ifadelerinin yer aldığı İmrek'in savunması şöyle:

Neden burada olduğum sorusuna yanıt arayacağım burada.

Benim düşüncelerime göre, dünyadaki servetin belirli bir azınlığın elinde toplanması, açlık ve sefalet içinde yaşayan milyarlarca insanın varlığı en temel insanlık sorunudur. Zenginlerle yoksullar arasındaki uçurum daha da derinleşiyor. 155 milyon çocuk kötü besleniyor. Her saniye 5, yılda yaklaşık 6 milyon, günde 16 bin 500 çocuk yetersiz beslenme ve açlık nedeniyle ölüyor. Suya erişimin bile mümkün olmadığı bir dünyada yaşıyoruz ne yazık ki. Açlık ve yoksulluk en çok kız çocuklarını ve kadınları öldürüyor. Yetersiz beslenmeden dolayı dökülen dişlerini yaptırma olanağı bile bulamayan milyonlarca kadın var yeryüzünde. Diğer tarafta 300 trilyon dolarlık bir serveti elinde tutan çok küçük bir azınlık var.

Zalimler ile mazlumlar, yoksullar ile varsıllar arasında süren tarihsel eşitlik ve özgürlük mücadelesinin ayrıntılarına girmeyeceğim. Binlerce yıldır süren toplumsal mücadelelerin; hak, adalet, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin birikimi; köle sahibinin, derebeyinin, kralın, padişahın, sultanın fermanının aynı zamanda infaz hükmü olduğu durumu değiştirmiş, yargının özellikle yürütme gücünden bağımsız olduğu modern demokrasileri kurmuştur. İşçilerin ve emekçilerin, ezilen ve sömürülen halkların mücadeleleri bugünkü kazanımlarımızın temelini oluşturmaktadır.

21. yüzyılın Türkiye’sinde, ne yazık ki, bugünün Sarayından gelen bir talepname ile Mahkeme karşısında bulunuyorum. Sarayın avukatlarının sunduğu dosyaların, savcılar tarafından hiçbir hukuki süzgeçten geçirilmeden iddianamelere dönüştürülmesi artık olağan bir durum halini aldı. Bugün aynı zamanda İstanbul Çağlayan Adliyesinde de gazeteciler, yazarlar yargılanıyor. Yüzden fazla tutuklu gazeteci var. Türkiye’nin hemen tüm adliyelerinde sadece gazetede veya sosyal medyadaki bir yazısı nedeniyle binlerce insan yargılanıyor.

Darbeler ve diktatörlükler sarmalından kurtulamamış bir ülkenin gazetecisi, yazarı, aydını, avukatı, siyasetçisi, muhalif yurttaşı olmak bizi bu yargılamalara mahkum ediyor. TCK 301, 299, TMK 7/2 gibi ceza maddeleri o kadar sıklıkla düşünceye kelepçe vuruyor ki, avukat olmasa da artık çoğu yurttaş öğrendi bu maddeleri.

Adalet ve yargı adına öyle karanlık bir dönemden geçiyoruz ki, asla bağımsız bir mahkemede yargılandığım kanaatinde değilim, bu dava sonunda verilecek kararın hukuka uygun olmasını diliyorum ama böyle bir güvene sahip değilim. Adli yıl açılışının dahi Saray'da yapıldığı, insan hak ve özgürlüklerinin ayaklar altına alındığı çokça örnek biliyoruz. Durmadan yeni cezaevleri inşa ediliyor. Ve ne yazık ki, hapishaneler gazetecilerle, yazarlarla, avukatlarla, siyasetçilerle, muhalif yurttaşlarla dolup taşıyor. Demirtaş, Kavala, ÇHD'li avukatlar, Barış akademisyenleri, Cumhuriyet gazetesi yazarlarının, bugün Çağlayan'da tutuklu yargılanan gazetecilerin ve daha pek çok muhalifin muhatap olduğu yargılama pratiği, iyimser olmaya imkan vermiyor. Birkaç gündür adalet ve hukuk için yürüyen baro başkanlarının Ankara’da uğradıkları polis şiddeti, aslında ülkedeki vahim durumu gözler önüne sermektedir. Polis zoruyla, Baro başkanlarının ülkenin başkentine girmesi engellenmiş, polis barikatıyla fiili gözaltı uygulanmıştır. Baskın bir yasa değişikliğiyle avukatın sesinin kısılmaya çalışıldığı bu dönemde, hepimize umut veren tek şey avukatların verdiği dirençli mücadele olmuştur. Yurttaşların yargıya güveninin %20'ler civarında seyrettiği bugünlerde, dilerim ki bu yargılama da bu olumsuz kanaati düzelten bir kapsam taşısın.

Benim ve elbette haktan, adaletten, eşitlikten ve özgürlükten söz edenlerin, çabası da kaygısı da Türkiye adınadır, işçi ve emekçiler adınadır. Ülkede bunca açlık ve sefalet yaşanırken, muktedirler memnun olsun diye gerçeği eğip bükmek, olan biteni toz pembe göstermek benim işim olamaz.

Politikaya atılırken, milyonlarca insandan oy isterken “ben bu yola çıkarken sadece parmağımdaki şu alyansım var” diyen, ancak bugün dünya zenginleri arasında gösterilen cumhurbaşkanının ailesinin durumunu yazmak, dünyanın her yerinde bir gazetecilik görevidir.
Çocuğuna okul kıyafetleri, okul çantası alamadığından dolayı intihar eden babaların, kucağındaki bebeği açlıktan ölen annelerin, çöplerde ekmek arayanların, pazar sonu atıkları arasında meyve sebze ayıklayanların bulunduğu bir ülkede, Cumhurbaşkanı eşinin 50 bin dolarlık bir çanta taşıyor olmasının haber ve eleştiri konusu olmasından daha doğal ne olabilir ki! Neredeyse her konuşmasında yerli ve milli olmayı yücelten, hatta emreden bir Cumhurbaşkanının hane halkından birinin her haliyle "ecnebi" olduğu belli olan bir çantayla hemhal olmasını eleştirmekten daha doğal ne olabilir ki!

Bugün burada yargılanıyor olmam, hukuken kabul edilemez olsa da mevcut siyasi atmosferde şaşırtıcı değil ne yazık ki. Zira bir saray hanedanlığı kuruldu ve doğası gereği de sorgusuz itaat isteniyor. Eskiden en azından zevahiri kurtaracak bir merkez medyasından söz edilirdi ama artık medya adeta bir saray savunma birliğine dönüştürüldü. Her şeye rağmen gerçekleri yazmaya devam eden, kamu gözcülüğü misyonuna uygun hareket eden bir muhalif medya var. Onlardan birinde, Evrensel gazetesinde yazıyorum 25 yıldır. İyi ki muhalif medya var, iyi ki Evrensel bütün baskılara, Basın İlan Kurumunun hukuksuz ilan keserek susturma girişimlerine rağmen gerçekleri yazmaya devam ediyor.

Pandemi döneminin başında, işsizliğin %13-14 civarında ve genç nüfusta bunun yüzde 24-25’leri bulduğu bu ülkede, IBAN numarası verilerek her yurttaştan 10 TL yardım istendi. Milyonlarca yoksul, işsiz ve açın olduğu gerçeği bir yerde dururken, yine milyonlarca asgari ücretli açlık sınırının altında bir gelirle geçinmeye çalışırken, 50 bin dolarlık Hermes çanta, elbette eleştiri konusudur.
O çantanın gündem olduğu dönem; çantanın fiyatı, asgari ücretle çalışan 144 işçinin ailesiyle birlikte geçinebileceği aylık ücrete denk geliyordu. Asgari ücret bile alamayan milyonlarca işsiz varken Japonya’daki G20 toplantısında Cumhurbaşkanının eşinin 50 bin dolarlık bir çanta taşıyor olması elbette haber konusu olacaktır. İktidar sahiplerinin refakatında, özel uçaklarla seyrüsefer etmeyi gazetecilik zannedenler bu çelişkiyi görmezden gelebilir ama, toplu taşımayla seyahat eden halkın içinde yaşayan biz gazetecilerin gözüne batıyor işte. “İsraf haramdır” diyenlerin, halka tasarruflu olmaları gerektiğini öğütleyenlerin bu davranışları elbette dikkat çekecektir. Dolayısıyla konuşulacak ve tartışılacaktır.

Dolayısıyla benim Evrensel gazetesindeki köşe yazısında yazdığım gerçeğin dile getirilmesidir. Hakaret yoktur. Bu bir suç değil, kendi değer yargılarıma uygun bir davranıştır. Ayrıca 50 bin dolarlık çantayı konu eden yalnız ben değilim. TBMM’de de konuşuldu bu çanta. Google’da Emine Erdoğan Hermes çanta yazdığınızda 231 bin haber çıkıyor karşınıza. Çantayla ilgili haberlere birkaç gün önce erişim yasağı konulsa da milyonlar bundan haberdardır.
Görünen o ki bu iddianamelerle, açılan davalarla ve bu yargılamalarla kimse ağzını açmasın, herkes saraydakiler ne yaparsa yapsın alkışlansın, önlerinde eğilip “Padişahım çok yaşa” desin isteniyor.


Bu yazının hangi bağlamda yazıldığına ilişkin bu açıklamadan sonra, hakkımda açılmış iddianamenin yarattığı “suç”a ilişkin birkaç şey söylemek istiyorum. Yazıda dikkat çekilen konulardan biri Erdoğan ailesinin vatandaşa sıkça tavsiyelerde bulunduğu “israf” meseledir. İsraf ve kul hakkı kavramlarını dilinden düşürmeyenlerin bu söylemleri ile 50 bin dolarlık çanta taşıyor olmaları arasında bir tezat yok mu?

Aynı yazıda İzlanda’ya maç izlemeye giden Bakan Kasapoğlu’nun beraberindeki gazetecilerle tarifeli uçak yerine devletin özel uçağı ile gitmesi de bu kapsamda eleştiriliyor. “Bak falan devletin cumhurbaşkanı, diğer başbakan, öbür bakan tarifeli uçaklar kullanıyor” demek Spor Bakanına “güzel vasıflar atfetmeyerek hakaret” suçu sayılamaz.

Türkiye tarihinin tüm Cumhurbaşkanlığı harcamalarını fersah fersah geride bırakan, şatafatlı bir Saray yaşantısı sürdürüldüğü bir sır değil. Çünkü bizzat iktidar sahipleri tarafından “itibarda tasarruf olmaz” vecizesiyle savunulup, eleştiriler karşısında bir çıta daha yükseltilip dünya aleme gösterilen bir ihtişam gösterisiyle karşı karşıyayız. Ama Saraylardaki muktedirlerin değil, kulübelerdeki yoksulların katındaki bizler, bu şatafata kasideler yazmayacağız, ekonomik durumu giderek kötüleşen yoksulların durumunu anlatacağız.

Yazıda iki kadından söz ediyorum, kadınlardan biri Canan Kaftancıoğlu. Canan Kaftancıoğlu’ndan söz etmemin nedeni Emine Erdoğan'ın G20 zirvesi için yurt dışı gezisi yaptığı tarihe yakın günlerde, muhalif siyasi kimliği nedeniyle hedefe konulması ve düşünceleri nedeniyle yargılanmakta oluşudur. Kadınlardan biri de Emine Erdoğan’dır. Emine Erdoğan'ın eşi Cumhurbaşkanı ile katıldığı Japonya gezisinin aynı günlere denk gelmesi ve bu toplantıya katılırken kullandığı 50 bin dolarlık Hermes marka çantanın basında gündem olması dolayısıyla Kaftancıoğlu ve Erdoğan; aynı yazıda değerlendirilmiştir.

Ancak yazıda Emine Erdoğan’a herhangi bir hakaret yoktur, aşağılama yoktur. Tek bir sözcük yoktur ki bu anlama gelsin. Zaten savcı da bir tek sözcük ya da bir cümle gösterememiştir. Bundan dolayıdır ki savcı “Emine Erdoğan’a güzel vasıflar atfetmeyerek hakaret” diye bir suç yaratmıştır. Yasada olmayan, savcının ürettiği bir suç!

Yazıda, Canan Kaftancıoğlu'nun blucinli mütavazı yaşamı ve siyasi düşünceleri nedeniyle yargılanması sebebiyle, Emine Erdoğan'ın ise pahalı çantasıyla gündem olduğuna değinilmiştir. Bir kadın siyasetçinin, yandaşların hücumuna uğrayıp haksız bir siyasi yargılamaya muhatap olmasının bir ülkenin gelişmişlik kriterinde nereye denk düştüğü sorgulanmıştır. G20 zirvesinde, Türkiye'nin gelişmiş ülke imajının 50 bin dolarlık Hermes çantayla gösterilmeye çalışıldığı; ancak, iş cinayetleri, kadın cinayetleri, işsizlik intiharları, yoksulluk, enflasyon rakamları, düşünce yargılamaları nedenleriyle gelişmiş ülke kabul edilemeyeceği değer yargısı ortaya konulmuştur. 50 bin dolarlık çanta üzerinden gelişmişlik sıfatı veya itibarlı ülke unvanı kazanılamayacağı; bir kadın siyasetçinin trollerin, yandaş medyanın hücumuyla oluşturulmuş siyasi linç üzerinden hazırlanan iddianame ile onlarca yıl ceza istemiyle yargılanmasının gelişmişlikten ne kadar uzak olduğunun kanıtı olduğu anlatılmıştır.
İddianameyi savcı mı yazmıştır? Altında her ne kadar savcı imzası olsa da yürütme gücünü temsil eden Sarayın gölgesi, bu belgenin üzerindedir. Şikayet dilekçesinin altındaki imzada yer alan avukatın ismi, aynı zamanda Cumhurbaşkanının ünlü avukatıdır. Sadece bu imza dahi Savcılık üstünde baskı oluşturmaya yeterlidir. Savcı, öylesine baskı altında hissetmiştir ki kendini, hakaret teşkil eden tek bir cümle veya sözcük olmadığından pek dolambaçlı bir suçlama yapmıştır. İddianameye göre “…güya diğer tarafta bulunan iyi ve güzel vasıfların müştekide bulunmadığı şeklinde kinayeli anlatımlarda bulunmak” suretiyle hakaret ettiğim iddia edilmiştir.

Yani Emine Erdoğan'la ilgili övgü dolu sözler sarfetmemek bizatihi hakaret oluyor iddianameye göre. O halde bu iddianame, bize aslında basın özgürlüğünün, kanaat özgürlüğünün olmadığını anlatıyor. İddianamenin verdiği mesaj; Saray efradı hakkında eleştiri yapamayacağımız, sadece övme özgürlüğümüz olduğu, aksi halde cezalandırılacağımız üzerinedir. Bu takdirde demokratik hukuk devletinden söz etmek de mümkün değildir.

Mahkemenizin bana ve tüm muhalif gazetecilere bir gözdağı niteliğindeki bu iddianameyi kabul etmemesi gerekirdi. Eğer yargı bağımsızlığının, hukukun bir parça esamesi varsa, ilk cümlesinden son cümlesine kendini tekzip eden, suçsuzluğumu ikrar eden bu belgedeki ceza talebi reddedilmeli ve derhal beraat kararı verilmelidir. 

Kaynak : istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları