loading
close
SON DAKİKALAR

Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar; 'Bu iktidar eğer deprem vergilerini deprem için kullanmış olsaydı belki de bu vergi yükü olmayacaktı'

Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar; 'Bu iktidar eğer deprem vergilerini deprem için kullanmış olsaydı belki de bu vergi yükü olmayacaktı'
Tarih: 11.07.2023 - 10:32
Kategori: Siyaset

Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, "Deprem vergilerinin nereye gittiği konusunda iktidardan net bir açıklama yok. Bu iktidar eğer deprem vergilerini deprem için kullanmış olsaydı belki de bu vergi yükü olmayacaktı." dedi.

Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Uçar, partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, Cumhur İttifakı'nın "Yeni Türkiye Yüzyılı" diye adlandırdığı dönemin başladığını, Türkiye'nin ve toplumun ciddi bir çöküşle karşı karşıya olduğunu savundu.

İktidarın Türkiye'yi tek tipleştirmek istediğini ileri süren Uçar, "İktidar bunun için elinden geleni ardına koymadan çalışmalarına devam ediyor. Her türlü keyfilik, her türlü hukuksuzluk, sansür, baskı, tehdit, yoksulluk ve savaş politikalarıyla da bu toplumu baş başa bırakmaya çalışıyor." dedi.

Yeşil Sol Parti'nin Türkiye'de demokratik siyasetin tek adresi olduğunu savunan Uçar, iktidarın bu demokratik siyasete saldırdığını iddia etti.

Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, partisinin haftalık Meclis grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Kılıçgün Uçar, şunları söyledi:
 
Değerli mücadele arkadaşlarım, sevgili basın emekçileri ve sesimizin ulaştığı herkes, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Hun bixêr hatin serseran serçavan hatin.
 
ATK hasta tutsakların ölümüne imza atan bir pozisyondadır
 
Gezi Direnişi sırasında Eskişehir’de dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın dün ölüm yıl dönümüydü. Ali İsmail başta olmak üzere Gezi Direnişinde hayatını kaybedenleri saygıyla anıyorum. Gezi’de öne çıkan özgürlük, eşitlik ve ortak yaşam talebinin yürütücüsü olacağımızın sözünü hem Ali İsmail hem de kaybettiğimiz bütün arkadaşlarımız şahsında yinelemek istiyoruz. Geçtiğimiz hafta hasta tutsaklardan Bişar Yazıcı’yı kaybettik. Bişar Yazıcı bir gizli tanık beyanıyla 6 yıl 3 ay ceza almıştı ve 2 yıldır Van Cezaevindeydi. Hem doktorlar hem de Adli Tıp Kurumu “cezaevinde kalabilir” raporu verdiler. Kendisi çok ağır bir karaciğer yetmezliğiyle savaşır durumdaydı. Daha sonra Diyarbakır’da hastaneye kaldırılan hasta tutsak Bişar Yazıcı ne yazık ki hayatını kaybetti. İster cezaevinde ister dışarıda en kutsal hak olan yaşam hakkını güvence altına almakla sorumlu olan bu devlet ve ona bağlı olan ATK, aslında Bişar Yazıcı şahsında bütün hasta tutsakların ölümüne imza atan bir pozisyondadır. Yüzlerce hasta tutsak cezaevlerinde aslında bu ölüm siyasetine, bu ölüm hukuksuzluğuna karşı mücadele veriyor. Bu mücadelenin de bizim mücadelemiz olduğunu ifade etmek istiyorum. Sesimizi yükseltmeye ve yanlarında olmaya devam edeceğiz. Yine geçtiğimiz hafta Van Barış Anneleri Meclisinden Xeme Akdoğan’ı da kaybettik. 85 yaşındaydı. “Nefes aldığım müddetçe bu ülkede barış mücadelesi vermek için elimizden geleni yapacağım” demişti. Kendisine rahmet ailesine ve tüm sevenlerine başsağlığı diliyoruz. Bizim de sözümüz olsun Xemê Anne’ye; biz de nefes aldığımız sürece yarım kalan talebini tamamlamak için mücadele etmeye devam edeceğiz.
 
4 Alevi kurumuna yönelik saldırıda ATK’den ısrarla “cezai ehliyeti yoktur” raporu alınmaya çalışıldı
 
Hep hukuksuzluklardan bahsediyoruz. Bir hukuk garabetini daha anlatmak isterim. 30 Temmuz 2022’de Ankara’da başta Ana Fatma Cemevi olmak üzere 4 Alevi kurumuna bir saldırı gerçekleştirildi. Bu saldırı faili için ATK’den ısrarla “cezai ehliyeti yoktur” raporu alınmaya çalışıldı. İki tutuksuz yargılanan vardı, bir tutuklu yargılanan vardı. 7 Temmuz’da yapılan duruşmada tutuksuz yargılananlar beraat etti, tutuklu yargılanan ise tahliye edildi. Bu cezasızlık politikasını biraz geçmişle ele almak istiyorum. Temmuz başında Madımak Katliamının yıl dönümüydü. O katliamın failleri ve karar vericileri ne yazık ki halen yargı önüne çıkarılmadı. Ne yazık ki bir yüzleşme olmadı ve hesap sorulmadı. Madımak Katliamı aslında bugünkü siyasi atmosferi dizayn eden olaylardan biridir. Bunu söylemenin önemli olduğunu düşünüyoruz. Zaman aşımı ile karşı karşıya olan ve zaman aşımını duyduğunda da “hayırlı olsun” diyen bir cumhurbaşkanımız var. Bu cumhurbaşkanının yürüttüğü hem hukuk hem de siyasetin kendisi elbette ki Ankara’da cemevlerine yönelik saldırıyı gerçekleştirenleri tahliye ve beraat etmekten başka bir sonuç çıkaramazdı.
 
Diyarbakır’daki basın emekçileri gazeteciliğin nasıl bir faaliyet olduğunu uzun uzun anlatacaklar
 
Yine bugün Diyarbakır'da yaklaşık 13 aydır tutuklu bulunan 15 özgür basın emekçisinin davası görülecek. Yandaş olmayan, yandaş olmayı reddeden, gerçeklerden taviz vermeyen, görülmeyeninin ve duyulmayanın sesi olmaya çalışan özgür basın emekçilerinin en kısa zamanda özgürlüklerine ve mesleklerine dönmelerini diliyoruz. Bu toplumun gerçek anlamda yandaş olmayan basına ihtiyacı var, gerçeklere ihtiyacı var. Ve basın emekçisi olan arkadaşlarımız bu gerçekleri yazdıkları için cezaevindeler 13 aydır. Çok iyi biliyoruz ki sansürü de gazeteciliğin nasıl bir faaliyet olduğunu da gazeteciliğin suç olmadığını da bugün mahkemede uzun uzun anlatıp büyük ihtimalle de olması gerektiği biçimde tahliye olacaklar.
 
Ülkeyi tek tipleştirmek isteyen iktidar bunun için elinden geleni ardına koymadan yapıyor
 
AKP-MHP iktidarının “Türkiye yüzyılı” diye tabir ettiği dönemi yaşamaya başladık. Hem ülkenin kendisi hem de toplumun kendisi ciddi bir çöküşle karşı karşıya. Bu ülkeyi tek tipleştirmek isteyen; tek sesli, tek renkli yapmak isteyen bir iktidar var. Bunun için elinden geleni ardına koymadan çalışmalarına devam ediyor. Her türlü keyfilik, hukuksuzluk, sansür, baskı, tehdit, hak gaspı, yoksulluk, yolsuzluk, talan ve savaş politikasıyla bu toplumu baş başa bırakmaya çalışıyor.
 
Şiddetiniz karşısında dayanışmamız ve mücadelemiz dün olduğu gibi bugün de devam edecek
 
Birçok defa ifade ettik, buradan da söyleyelim. Bütün toplumsal kesimlerin ve mücadele alanlarının bugün karşı karşıya olduğu saldırılar tek merkezden, bu iktidar tarafından yönetiliyor. Hepimiz aslında aynı saldırılarla karşı karşıya kalmış durumdayız. Hafta sonu Galatasaray Meydanı’nda 954’üncü haftadır adaletin sesi olma mücadelesi yürüten ve bizce Galatasaray Meydanını adalet meydanı yapan Cumartesi Anneleri/İnsanları aynı şekilde daha bir araya gelmeden, basın açıklamasına başlamadan gözaltına alınarak ters kelepçelendiler. Bugün ve dün daha doğrusu hem Eskişehir hem de Adana’da sokağa çıkmak isteyenler, LGBTİ+’lar, emekçiler, gençler, kadınlar daha demokratik haklarını kullanmadan bu iktidarın kolluk güçleri tarafından kriminal bir halde gözaltına alınmaya çalışıyor. En son Mersin Milletvekilimiz Perihan Koca da aynı saldırı ile karşı karşıya kaldı. Şiddetiniz karşısında dayanışmamız da mücadelemiz de dün olduğu gibi bugün de devam edecek.
 
Katil olarak gösterilmeye çalışılan arkadaşlarımız bu ülkede demokratik siyasetin yegane temsilcisidir
 
Türkiye’de demokratik siyasetin tek adresiyiz. Bu demokratik siyaset uzun süredir iktidar ve devletin birçok mekanizması tarafından yapılan saldırılarla karşı karşıya. Geçtiğimiz hafta Kobanî Kumpas Davası duruşmalarından birisi daha gerçekleşti. Kobanî Kumpas Davası kurmaca bir yargılama, hukuki hiçbir altyapısı yok. Sevgili Gültan Kışanak en son mahkeme salonunda şunu söyledi; “Siz bizi suçlayacak herhangi bir delil bulamadınız ama bizden suçsuzluğumuzu kanıtlamamızı istiyorsunuz.” Yine birçok hukuki itirazı reddeden mahkeme heyetinin ret gerekçelerinden birini sizlerle paylaşmak istiyorum. Demirtaş tahliye talebi reddinde özcesi “Dışarıda adalete zarar verebilir” gibi absürt bir gerekçe altına imza atan bir mahkeme heyeti ve iktidarla karşı karşıyayız. Mahkeme tarafından 5 bin 267 sayfalık bir mütalaa hazırlandı, bu mütalaanın hiçbir hukuki temeli yok. Mahkeme heyeti şunu söylüyor. “İktidar biziz, iktidarın mahkemesiyiz, biz ne kadar istersek o kadar hapiste kalırsınız. Biz ne kadar süre verirsek o kadar sürede savunma yapabilirsiniz. Sizin varlığınız bile bu mahkemenin kurulmasına ve yargılanmanıza yeterlidir.” İşte bu mahkeme bir anlamda oldubitti mahkemesidir. Hukuki hiçbir alt yapısı olmayan bu siyasi komplo yargılamasına hep beraber bakalım. Kobanî bütün dünyada insanlık dışı çeteye karşı büyük bir direnişle savunulan bir kentin adı; tarihe yazılmış ve kazanılmış bir onur savaşının olduğu kenttir. Kobanî mücadelesi ve direnişi Türkiye’de ve dünyada insanlık için nasıl büyük bir kazançsa, kimi çevreler içinde büyük bir kayıp. Kürt halkının iradesinin yok edilmesine umut bağlayanlar IŞİD ile birlikte Kobanî’de kaybetti. İşte bu kayba karşı Türkiye’de yargı eliyle, iktidar eliyle yeni bir kumpas davası kuruldu. O dönemde yaşanan bütün ölümler ve yağmadan, ne yazık ki seçilmiş milletvekillerimizin ve eşbaşkanlık yapan arkadaşlarımızın fail olarak gösterilmeye çalışıldığı bir malzeme senaryosu ile karşı karşıyayız. Katil olarak gösterilmeye çalışılan arkadaşlarımız bu ülkede demokratik siyasetin yegane temsilcisidir. Eğer katil arıyorsa bu iktidar, kendisine ve işbirliği içinde olduğu bütün mekanizmalara ve örgütlere baksın.
 
Kobanî eylemlerinde korucular eliyle katledilen çocuklarla ilgili açılmış hiçbir dava yok
 
2014 yazından itibaren Kobanî ile dayanışma etkinlikleri eylemleri başlamıştı, yaz ayları boyunca yapılan etkinliklerde hiçbir ölüm yaşanmadı. İlk olarak Muş Varto’da Hakan Buksur polisler tarafından katledildikten sonra, ertesi gün gerçekleştirilen protestolarda polis halka ateş açmaktan geri durmadı. Sadece Siirt’te korucular eliyle içlerinden Necmettin Çelik ve 17 yaşındaki oğlu Yusuf Çelik olmak üzere 6 kişi katledildi. Bununla ilgili açılmış hiçbir dava yok. Bu süreçte 18 yaşında olan, 18 yaş altı olan 11 çocuk katledildi ama kamuoyunda sadece bir çocuğun ismi geçti. 6-8 Ekim olaylarında herkes için aynı acıyı duyumsamak durumdayız. Ama katledilenlerden sadece bir kişinin üzerinden yürütülen bu davanın propaganda olduğu açıktır. Bu, HDP’nin haklılığını ortaya koymak için yeterlidir. İstismar ettikleri bu çocuk üzerinden ne yazık ki demokratik siyaseti boğmak istiyorlar. Aynı şekilde Nusaybin’de babası elinden tutarken öldürülen 8 yaşındaki Beşir Ramazan Arif çocuk değil miydi? Bununla ilgili yürütülen hiçbir yasal süreç yok.
 
HÜDA PAR Başkanı Yapıcıoğlu “Bize de kurbanlık koyun rolü biçilmişti” demişti
 
Kobanî Davasının kendisi bir tertip davası. Bunu sadece biz söylemiyoruz, bakın o günden bugüne ortakları olan HÜDA PAR’ın bugünkü Başkanı Yapıcıoğlu Sputnik Radyo’ya 5 Ekim 2020’de bir demeç vermiş. Aynen okuyorum: “Çözüm Süreci 6-8 Ekim’den önce bitmişti ama bunun ilanı gerekiyordu. Bize de kurbanlık koyun rolü biçilmişti. Hatta belki de devlet ya da hükümet içindeki birilerinin gözünde kurbanlık koyunduk. Çözüm Süreci bitmişti, aslında ilan edilecekti, ilan için bir gerekçe lazımdı. Onlar bizim üzerimize saldırsalardı (Onlar diye bahsettiği bizleriz), çok büyük katliam yapsalardı devlet de HDP’lilerin üzerinden silindir gibi geçecekti”. HDP’lilerin de zulüm edilen taraf olarak kamuoyuna yansıtılacağı bilgisini vermiş. 6-8 Ekim Kobanî destek protestolarında HÜDA PAR’lıların da içinde olduğu nasıl bir tertip olduğunu kendi ifadeleriyle çok net ifade etmiş. Ancak bununla ilgili ek bir bilgiyi paylaşmak isterim.
 
Ebu Hanzala’nın tahliyesi IŞİD ile mevcut iktidar ilişkisini göstermek açısından yeterlidir
 
Ebu Hanzala kod isimli Halis Bayancuk dün tahliye edildi. IŞİD’in Türkiye yöneticisi olduğu iddiasıyla 12 yıl 6 ay hapis cezası alan Ebu Hanzala 8 kez tutuklanıp serbest bırakıldı. Bu tahliye bile tek başına IŞİD ile dirsek teması olanlarla mevcut iktidar ilişkisini göstermek açısından yeterlidir. Kaldı ki HÜDA PAR’ın Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Hanzala’nın babası olan Hacı Bayancuk Hizbullah şura üyeliğinden ömür boyu hapis cezası aldığında avukatlığını üstlenmişti. İktidarla kurdukları ittifakın sonuçlarını almaya başladılar. Geçtiğimiz dönemde Kürtlerin kanına doymayan Hizbullahçılar tek tek bu iktidar eliyle serbest bırakılmıştır. Kobanî protestoları bittikten sonra Cumhurbaşkanın bir sözü var. Yalan bir söz. 7 Haziran seçimlerinden 9 ay önce vuku bulan 6-8 Ekim olaylarıyla ilgili sahada “7 Haziran'da 80 vekil alınca ortalığı yıktılar” dedi. Aleni yalan söylemekten geri durmadı. Protestolardan tam 7 yıl sonra dava açıldı ki bu da bir kumpas olduğunun göstergesidir. Aynı şekilde mahkemede daha sonra çete üyeliğinden ihraç olan hakimler ve savcılar görevlendirildi. Türkçüsü, JİTEMcisi, ırkçısı, kısacası Kürt düşmanlığıyla beslenen bütün kesimler bu mahkemelerde görev aldı ve halen de almaya devam ediyor. Kobanî Kumpas Davası Türkiye'de bir hukuk katliamıdır, hukukun bittiği noktadır. Hakikatlerin karartıldığı bu süreci görmek isteyenler Kobanî Kumpas Davasına baksınlar.
 
Kobanî Kumpas Davası tıpkı Gezi Davası gibi toplumsal muhalefete yönelik siyasi bir darbedir
 
“Kobanî düştü düşecek” diyenlerinin suya düşen hayallerinin intikamını almak için yürütülen bir süreçtir. HDP’li yöneticilerin 6-8 Ekim olayları başladıktan iki gün sonra belki de bir gün sonra bir tertibin olduğunu fark ettiklerinde yaptıkları görüşmeler var yürütmenin başı ve İçişleri Bakanıyla. İçişleri Bakanı o gün HDP’li arkadaşlarımıza “Kontrol dışı paramiliter güçler var” diyor. Kayıtlarda mevcut olan bu bilgiye mahkeme boyunca hiçbir işlem yapılmadı. Bu paramiliter güçlerin kimler olduğuna, iktidar tarafından neden korunduğuna, neden yargı önüne çıkarılmadığına dair ne iktidardan ne de mahkeme süreçlerinden dönüş yapılan hiçbir bilgi ne yazık ki yok. Yine 15 Temmuz darbe girişiminde kamu görevlisi olanlar 6-8 Ekim’de güvenlik bürokrasisinde görev yapıyorlardı. Bu kişilerin isimlerinin açıklanmasını istiyoruz. Ne yazık ki yürütülen hiçbir işlem yok. İşlem yapılan tek kesim HDP’nin yöneticileri, seçilmişleri, eşbaşkanları ve Kobanî direnişine destek veren yurttaşlarımız. Bu kumpas davası AKP- MHP iktidarının tıpkı Gezi Davası gibi aslında toplumsal muhalefet yönelik siyasi bir darbesidir.
Gezi ve Kobanî protestolarında esas açığa çıkan şeye, sokakta demokratik mücadelenin meşru iradesine yönelik bir saldırıdır. Hiç kimse zannetmesin ki Kobanî Davasından çıkan sonuç sadece Kobanî Davasında yargılananları, Gezi Davasından çıkan sonuç sadece Gezi Davasında yargılananları bağlayacak. Tam tersine bu dosyalardan çıkacak olan sonuç o kadar toplumsal ki; içinde bulunduğumuz bu yüzyılın bizlerin istediği bir yüzyıl mı yoksa bizi faşizmle boğmaya çalışan AKP-MHP iktidarının yüzyılı mı olacağının göstergesi olacak. Buradan seslenelim bu davayı görmezden gelen siyasetçilere, gazetecilere; aynı son ne yazık ki Türkiye’deki bütün halkları bekliyor. Kobanî bir kumpas davasıdır ve demokratik siyasete yönelik bir darbedir. Bununla mücadele etmek hepimizin asli görevlerinden biridir.
 
İktidarın parolası çok net: Kaşıkla verir kepçeyle alırım
 
Biliyoruz ki esas gündemlerimizden biri de ülkede yaşanan ekonomik kriz. Hepimiz her gün “Acaba hangi zamlarla uyanacağız?” diyerek güne başlıyoruz. AKP-MHP iktidarının “Türkiye Yüzyılı” ifadesini kullandığı andan itibaren zamlar başladı. O yüzden bu yüzyılın kendisine “Zam Yüzyılı” demek bence en doğru tespitlerden biri olacak. Zam yüzyılı, enflasyon yüzyılı, savaş yüzyılı, emek sömürüsü yüzyılı demek yerinde olacaktır. Bu iktidarın parolası çok net: Kaşıkla verir kepçeyle alırım. Asgari ücretle çalışmaya başlayanlara yakın zamanda bir zam yapıldı. Zam daha emekçilerin cebine girmeden başka zamlarla uyandık. Aslında yapılan zammın da bir işe yaramadığını hep birlikte deneyimledik. Kamu emekçisi memurlar haklı olarak, almış oldukları 22 bin liralık ücret karşısında alanlarda seslerini yükseltmeye devam ediyorlar. Biz de Yeşil Sol Parti olarak ifade edelim; bize, emekçiye, işçiye hatta işsize reva görülen bu düzen karşısında emekçilerle yan yana olacağız, birlikte sesimizi yükselteceğiz. Bu talan ve rant ekonomisini hep birlikte ifşa etmeye devam edeceğiz.
 
Torba yasa iktidarın ekonomik alanda yarattığı tahribatın göstergesidir
 
En düşük kamu emekçisinin maaşı 22 bin lira. Ama kök maaşı 13 bin 780 lira arkadaşlar. 8 bin lira olarak görünen zam resmi bir zam değil seyyanen bir zam. Elden veriyor devlet. Böyle bir yönetimi tercih etti. Bu 8 bin lira resmi değil elden veriliyor ve bundan dolayı da birçok hak kaybıyla karşı karşıya kalacağız. Yoksulluk sınırının 40 bin lira olduğu bir yerde, maaşın 22 bin lira olduğu bir yerde ücret zammı demek mümkün değil. Yine komisyonda muhalefetin ısrarıyla emeklilere de yüzde 25’lik zam konuşuldu ve bu zammın kendisinin de çare olmayacağını ifade edelim. Biliyorsunuz ki yine geçen hafta Plan Bütçe Komisyonuna bir torba yasa geldi. Bu torba yasa aslında AKP-MHP siyasi iktidarının ekonomik alanda neler yaptığının ve yapacağının göstergesidir.
 
Soframızdan eksilen her lokma savaş politikalarından bağımsız ele alınamaz
 
Aynı torba yasada hem memurlara enflasyon altında bir zam hem de çok ciddi bir vergi yükü getiriliyor. Bu torba yasa ne diyor? “Paraya ihtiyacımız var, çünkü deprem oldu.” İyi de yaklaşık 20 yıllık AKP iktidarı boyunca 2003 ile 2020 yılları arasında yaklaşık 90 milyar TL deprem vergisi toplanmış. Ancak bu vergilerin nereye gittiği konusunda iktidardan net bir açıklama yok. Van Depreminde bugünün Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in bir sözü var. Duble yollar yapmışlar. Kullanamadığımız havalimanları yapmışlar. Sağlığa harcama yapmışlar ki toplumun sağlığa erişemediği gün gibi ortadayken bunu söylemekten de geri durmuyorlar. Bu ek vergilerle çaldıkları çırptıkları her şeyin bedelini bu halkın boynuna yüklemek derdinde olduklarını gösterdiler. Eğer deprem vergilerini deprem için kullanmış olsaydı bu iktidar, bu vergi yükü olmayacaktı. Ancak yaşadığımız bu ekonomik krizi ve mevcut iktidarın bize dayattığı ekonomiksizliği savaştan bağımsız ele almamız da mümkün değil. Çok ciddi bir savaş politikasıyla beraber önemli bir şekilde savunma sanayisine yatırım yapmış bir iktidarla karşı karşıyayız. Her birimizin sofrasından eksilen her dilim ekmek, eksilen her kaşık çorbanın kendisi Kürt sorununda derinleştirilen çözümsüzlük politikaları ve savaş politikalarından bağımsız ele alınamaz. O yüzden biz alanlarda hem ekonomik krize karşı sesimizi yükselteceğiz hem de bunun temel sebeplerinden biri olan savaşa karşı sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz.
 
Ekonomik krizin panzehiri bizleriz, bizlerin mücadelesidir
 
Vergilerle ilgili olarak seçim döneminde ifade ettik yine buradan da ifade edelim. Seçimi kazanmak için kamunun kaynaklarını har vurup harman savuran bir iktidar var karşımızda. Saray’ın günlük harcaması eski para birimiyle 15 trilyon. Oradan vermek yerine yapmadığı zamdan ve yüklediği vergiden halktan neler koparabiliriz diyen bir iktidar var karşımızda. Emekçilerin, işçilerin, işsizlerin yanındayız. Bu rant ve talan politikasını ifşa etmeye, emekçilerle birlikte sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz. Bu krizin panzehiri biziz ve bizlerin mücadelesidir.
 
Sorumluluk duyan herkesi yeniden yapılanma sürecine katılmaya çağırıyoruz
 
Geleceğimizi toplumun tercihlerini yansıtmayan bu seçim sonuçlarına mahkum etmeyecek kadar güçlüyüz. Demokratik siyasetimizi ve mücadelemizi AKP-MHP faşizminde boğdurmayacak kadar dirençliyiz. Kimliklerimizi, inançlarımızı, dillerimizi dün olduğu gibi bugün de yaşatacak kadar köklüyüz. Bu dirençle, bu güçle, bu tarihsellikle bir yeniden yapılanma süreci başlattık. Bu süreç hepimizin süreci, bu çağrı da sizlerin çağrısı. Dolayısıyla başlattığımız halk toplantıları ve sonrasında yapacağımız bütün çalışmalarda, bugüne kadar emek veren bütün arkadaşları sürece katılmaya, üzerimize kurulan kumpaslara ve faşizme karşı ortak mücadele yürütmeye davet ediyorum. Hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.
Kaynak : www.istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları