loading
close
SON DAKİKALAR

Arşivleri açılamayan tek ülke Türkiye

Arşivleri açılamayan tek ülke Türkiye
Tarih: 17.02.2013 - 18:36
Kategori: Söyleşi

Halit Kakınç ve İshak Alaton’la yıldönümü yaklaşan Struma faciasını konuştuk...

Tam 71 yıl önce, tarih 1942’nin 24 Şubat’ı. 2. Dünya Savaşı döneminde Türkiye büyük bir cinayete ortak oldu. Tabii diliniz gitmezse buna “dram” ya da “felaket” demeniz de mümkün. Ne derseniz deyin, bildiğimiz ve sustuğumuz onlarca cinayetten biriydi o da. Belki de adını duyunca hatırlamayacaksınız bile. “Struma” size bir şey hatırlatıyor mu? Elbette tarih zaferleri yazar, günahlar da kahramanlar yaratır. Bunu “milli eğitim” müfredatında okuyamazsınız. Ama katliamların da bir tarihi var, yazılmayan, belgeleri saklanan hatta yok edilen. Şimdi o günlere dönelim ve neler yaşandığını anlamaya, hatırlamaya çalışalım. 1940’ların başında Romanyalı Yahudiler, tüm Avrupa ülkelerinde de olduğu gibi Nazi tehdidi altındaydı. 46 metre uzunluğundaki insan taşıyan yük gemisi Struma 12 Aralık 1941’de, bu tehditten kaçan 769 Yahudi yolcusu ve mürettebatıyla Köstence’den umuda doğru bir yolculuğa çıktı. İstanbul’a ulaştı. 15 Aralık’ta Sarayburnu açıklarına zorunlu demir attı. Çünkü bu köhne geminin motoru Boğaz’a gelmeden bozulmuştu, römorkörle çekilerek Sarayburnu’na getirildi. Motoru sökülerek Haliç’teki bir atölyeye tamire götürüldü, ama tamir “edilemedi”. Struma’nın rıhtıma yanaşmasına da izin verilmedi. Struma artık motorsuzdu. Gece gündüz kontrol altında tutuluyordu. Tam 769 insan 72 gün boyunca deniz ortasında açlığa, hastalığa, sefalete ve ölüme hapsedildi. Struma yolcuları, geminin iki tarafına üzerlerinde büyük harflerle “Yahudi Göçmenler” ve “Bizi kurtarın” yazılı beyaz çarşaflar astılar ama 23 Şubat günü polis Struma’nın etrafını sardı, suya atlamaya çalışanları ateş etmekle tehdit etti ve gemiye asılan çarşafları yırttı. Motorsuz Struma’yı Alemdar römorkörü Karadeniz’e, uluslararası sulara çekti. Çünkü “Güçlü Türkiye” baskılara direnemiyordu. Struma artık açık bir hedefti, fazla da sürmedi batırılması. 24 Şubat’ta bir Sovyet denizaltısı, Şile açıklarına çekilmiş zincirsiz ve motorsuz Struma’yı torpilledi. Bir tek David Stoliar kurtuldu. O yıllarda İshak Alaton 15 yaşındaydı. Anıları ilk günkü gibi taze, anlatırken de gözleri o günleri görüyor gibi. Babası Hayim Alaton, gemi için el altından yiyecek, içecek ve ilaç temini için faaliyet gösterenlerin başında geliyordu. Gece yarısı sevkıyat yaptıklarını hiç unutamıyor: “Azapkapı’daki iki fırından ekmek çuvallarını teslim alıyor, mavnalara yüklüyorduk. Daha sonra denize açılıp Struma’dan sarkıtılan halatlara bu ekmek çuvallarını bağlayıp yukarıya yolluyorduk”. Yazar Dr. Halit Kakınç da dokuz yıl boyunca Struma faciasını araştırıp kitaplaştırmıştı. Biz de Struma’nın yıldönümüne yaklaştığımız şu günlerde İshak Alaton ve Struma’nın yazarı Halit Kakınç


Arşivleri açılamayan tek ülke Türkiye

“Aslında Şile’ye koysak kimsenin umurunda olmaz ama Sarayburnu’nda derdini anlatır o anıt” diyor İshak Alaton. Tabii anıt yapılsa bile siyasilerin müdahalesinden önce saldırıya uğrayacağının da farkında. Yine de yılmaya niyeti yok. “Ben yaşadığım sürece bu anıt için çalışacağım” diyor.

- “Struma” Türkiye’nin konuşmak istemediği, görmezden geldiği ve ortak olduğu cinayetlerden yalnızca biri. Struma’yı ölüme götürenler dönemin İngiltere’si, Romanya’sı ve tetiği çeken Rusya. Siz ise tanığısınız. O günlerden neleri taşıyorsunuz üstünüzde?
İshak Alaton: Bu ağır bir yük! Struma bir cinayet, hatırlamaktan, konuşmaktan korkuyoruz. Zaten tarihimiz pek çok vahim katliamla dolu. Dünyanın da geçmişi ile derdi fazla. Hiçbir toplumun veya ülkenin geçmişinin temiz olmadığını biliyoruz, büyük günahları var. Bunlar özürle de geçecek şeyler değil. Osmanlı’dan gelen devşirme ülkemizin de istisna olmadığı kesin.

- Ama diğer ülkelerle aramızda bir fark var değil mi?

İ. Alaton: Belirgin bir fark bu. Çünkü onlar er ya da geç geçmişin günahlarından arınmayı faydalı buluyorlar. Bunun onurlu bir davranış olduğunu biliyorlar. Günahlarını kabul edip arınıyorlar, arınmasalar da saygınlık kazanıyorlar. Mesela Bulgaristan, Türklere karşı yaptıkları mezalimi meclis kararı ile kabul etti, özür diledi. 175 milletvekili olan toplantıda 172 vekil kabul için imza verdi.

Halit Kakınç: Cumhuriyet döneminde Mustafa Kemal yapmak zorunda olanı yaptı, yok olandan yenisini yarattı ama artık bitti o dönem. Şimdi zaman değişti, o dönemin travmasıyla şimdiyi yaşamamız mümkün değil. Şu an her şey bizi tedirgin ediyor, refleks olarak savunmaya geçiyoruz. Asıl olan travmalardan kurtulmak. Tarihte pek çok dönüm noktasını kaçırdık, saçma sapan şeylere saplandık hep. “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” diyerek bu günlere geldik.

- Halbuki “Türk’ün Türk’ten başka düşmanı da yok”.

İ. Alaton: Sizin dediğiniz gerçek, Halit’in dediği slogan! Her ülke dolaplarındaki cesetleri çıkarttı. Bizdekiler kokuştu, havayı da zehirliyorlar. Korkularla büyütülen ve bundan dolayı gelişememiş yaşlı bir çocuk gibiyiz. 90 yaşında bir çocuk Türkiye, hâlâ ergen.

H. Kakınç: Struma belki bunun küçük bir parçası ama birtakım şeyler artık konuşulur hale geldi. Kürtler, Ermeniler, Aleviler, İslamiyet... 1915 yılında bir Ermeni olayı olmuş, eğer bir suç varsa bu zaten Osmanlı’nın suçudur, yani politika olarak Osmanlı’nın her şeyini red ediyorsun da neden o günahı yüklenmeye çalışıyorsun, savunuyorsun, niye sahipleniyorsun? Bırak konuşulsun. Struma da, Türkiye Cumhuriyet’inin Mustafa Kemal’den sonra kişiliksiz, rotasız ve dalgalara göre gidip kendini bulamamasının bir örneği.

İ. Alaton: Sonrası korkak bir politika, silik. Bunların içinde Struma ile aynı zamana rastlayan bir rezillik daha var! 146 Azeri subay Aras Nehri’ni geçerek Türkiye’ye iltica etti 1945 yılında, Rus Kızıl Ordusu Azerbaycan’ı işgal edince onları geri istedi. Ankara emir verdi oradaki valiye teslim edilmeleri için. İsmet İnönü de bunu istedi, korkuyordu çünkü. Kızıl Ordu’dan korkuyordu. Bu 146 subay teslim edildi ve Aras’ın karşısına geçtikleri gibi makinalı tüfekle tarandılar.

- Bu ırkçılık mıydı?

İ. Alaton: Hayır, düpedüz korkaklıktı!

H. Kakınç: Hitler’le Türkiye’nin o dönemdeki yakınlığı da biliniyor. Basın Hitler’e methiyeler düzüyor. Yazılar, karikatürler... Hitler ve Mussolini kahraman oluyor. Tabii tüm bunlar günün koşulları içinde değerlendirilmeli. Ama hiçbir şey katliamları meşru kılacak gibi değil.

- “Küçük Amerika” diyorlar ya Türkiye’ye, o dönemde ise “küçük faşist Almanya”ydı. Çok mu ileri gidiyoruz bunu söylerken?

H. Kakınç: Tarih daima kazananları yazıyor. Mesela Çerkez Ethem yok edilmeseydi, Mustafa Kemal’den sonra ikinci adam Çerkez Ethem olsaydı Türkiye Cumhuriyeti nasıl olurdu? Neden bunun matematiğini yapmıyoruz, neden bu ihtimali konuşmaktan korkuyoruz. Hemen “vatan haini” oluyorsunuz bunları konuştuğunuzda!

- “Şimdi niye bu işleri kurcalıyorsunuz” diye soracaklar, zaten soruyorlardır da sanırım.

H. Kakınç: Bana ilk soru “Yahudi misiniz?” oluyor, sonra “Eşiniz Yahudi mi?”, “İsrail’le mi çalışıyorsunuz?” Ama son soru daha alçakça; “Bildiğimiz kadarıyla İzmirlisiniz?” Sonra da “Selanik bağlantısı var mı ailede?” Evet, bize düştü bunları kurcalamak, bize dert oldu.

- Sarayburnu ya da Şile açıklarına Struma için bir anıt yapmak istiyorsunuz. Kars’taki “İnsanlık Anıtı”nın lime lime doğrandığını düşününce pek şansı yok gibi. Neler yapıyorsunuz?

İ. Alaton: Aslında Şile’ye koysak kimsenin umrunda olmaz ama Sarayburnu’nda derdini anlatır o anıt. Tabii diyelim ki yaptık, o anıt siyasilerin müdahalesinden önce saldırıya uğrayacaktır zaten. Avukatlarla görüşüyorum bu durumu, hukuki ve bürokratik olarak neler gerektiğine bakıyoruz. Avukatlar bu projenin sürekli sabote edileceğini söylüyorlar. Ama ben yaşadığım sürece bu anıt için çalışacağım. Müfredatımız korku; insan olmamız, olgun olmamız engellendi yıllarca. “Biz” yerine düşünüldü. Çok geç kaldık bazı şeyler için çok...

H. Kakınç: Teoride aldığınız karar pratikte bir işe yaramıyor, bir de radikal görüşlü insanlar eylemi engelliyor. Ötekini “şeytan” olarak gören zihniyet değişmeli.

İ. Alaton: Struma cinayetini hazmedemiyordum. Biz günlerce, haftalarca onlara ekmek taşıdık. Onları yaşatmak için her şeyi göze aldık. Kapana kısılmışlardı, çaresizlerdi. İstanbul’u o yüzen hapishaneden seyreden bu insanların hayatlarını çaldılar. Hepsinin umutları vardı, tek kişi kurtuluyor gemiden: David Stoliar. Şansı, torpil anında güvertede olması, bir tahta parçasıyla uçuyor denize. Şile sahilinde balıkçılar buluyor onu. 2001 yılında tekrar gelmişti Türkiye’ye, kendini kurtaran balıkçı İsmail ile görüşmeye. İkisi de aynı yaştaydı. David yaşıyor, İsmail’i ise kaybettik.

H. Kakınç: Struma ile ilgili olarak kayıtların tam olarak açıklanmadığı tek ülke Türkiye. O dönemin tüm yazışmaları devlet arşivlerinde, eğer bunlar yok edilmediyse, ki edildiyse zaten çok büyük bir yangındır bu. O dönemin arşivleri, zabıtları açılsın. Bu Türkiye için çok büyük bir adımdır, şu an tek isteğimiz de bu.

Struma’dan kurtulanlar

Segal Ailesi: Martin Segal, eşi Elvira ve oğulları Alexander... Bir de dört aylık hamile Medea. David Frenck, İsrael Frenck, Tivia Frenck, Emanuel Gefner ve Theodor Bretschneider de pasaport ve vizeleri geçerli olduğu için gemiden ayrılıyor! Bu isimlerin gemiden nasıl çıkabildikleri konusunda net bilgiler olmamakla birlikte Martin Segal’in Standart Oil Company’nin Romanya Genel Müdürü olduğu ve burada Vehbi Koç’un önemli bir rol oynadığı biliniyor. Malum, Archibald Walker, Standart Oil of New York ile Vacuum Oil Company’nin ortak şirketleri Socony Vacuum Oil’in Türkiye temsilcisi, Office of Strategic Services’in de (o günkü CIA) çok önemli bir ajanı. Walker, Martin Segal’in yakın dostu. Martin de Standart Oil Company’nin (daha sonra Mobil Oil adını alacak) Romanya genel müdürü. Segal, Romanya’dan yola çıkmadan önce telefon açarak başlarına bir şey gelmesi halinde, Walker’den yardım ricasında bulunuyor. Kara çıkış izni alınamayınca, Walker devreye giriyor. Uygun bir zemin var. Dünyanın başta gelen krom ihracatçılarından biri olan Türkiye’nin en büyük krom satan firması Koç Şirketi. En ağırlıklı müşterileri de Almanya. Krom silah endüstrisinde o dönemde kullanılan en hayati madde, olmazsa olmaz nitelikte. Vehbi Bey Nazi yanlısı filan değil, ama bu ihracat yüzünden batı tarafından kara listeye alınıyor. Walker bu durumu değerlendiriyor. Segal Ailesini gemiden çıkartmak için bir plan kuruyor. Vehbi Bey’i ziyaret ederek bu konuda aracı olmasını istiyor. Karşılığı belli: Segaller’in gemiden çıkartılması sağlanırsa, Koç Şirketi’nin kara listeden çıkartılması. Vehbi Bey, emniyet genel müdür İhsan Sabri Çağlayangil ve İçişleri Bakanı Faik Öztrak vasıtasıyla, aileyi tahliye ettiriyor. Böylece Segal Ailesi Struma’dan, Koç Şirketi de kara listeden çıkıyor.

Ali Deniz Uslu - Cumhuriyet

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları