loading
close
SON DAKİKALAR

Birleşik Metal-İş: Yüksek karların sefasını sürenler, krizin cefasını da çekmelidir!

Birleşik Metal-İş: Yüksek karların sefasını sürenler, krizin cefasını da çekmelidir!
Tarih: 03.10.2018 - 12:58
Kategori: Sendika

Birleşik Metal İşçileri Sendikası'ndan yapılan açıklamada, "Krizin maliyetinin kamuya yıkılmasının önüne geçilmelidir. Kamu kaynakları kullanılarak, şirketlerin borçlarının üstlenmesinin önüne geçilmelidir" denildi.

Birleşik Metal İşçileri Sendikası (Birleşik Metal-İş), ülkedeki ekonomik gelişmelere ilişkin açıklama yaptı. Sendika'dan yapılan açıklamada "Sermaye şimdi de “kriz” var diyemiyor ancak “darboğaz” var, batıyoruz çığlıkları altında, ücretlerimizi, çalışma hakkımızı, vergilerimizi gasp ederek, yani sömürü çarkını güçlendirerek işçi sınıfının yenilgisi üzerinden krizi yine hasarsız bir biçimde aşma hevesinde. DİSK/Birleşik Metal-İş Sendikası olarak; krizin faturasını yoksulluk sınırının altında güçlükle yaşayan emekçi sınıflara çıkarılmasını reddediyor, bedelin yüksek gelirlerle karlarına kar katarak sefa süren sermaye kesimlerinin ödemesi gerektiğini, işçi sınıfı adına taleplerimizin arkasında ısrarla duracağımızı tüm kamuoyuna bir kez daha açıklıyoruz" denildi.

Birleşik Metal-İş'ten yapılan açıklama şöyle:

"Türkiye’de kriz var mı, yok mu tartışmaları gündemin ilk sıralarına oturmuş durumda. Güncel veriler bize kimi sektörlerde krizin etkilerini gözlemleme olanağı veriyor. Ücretsiz izinler, fazla mesailerin kesilmesi, işten çıkartmalar, ücretlerde gecikme ilk elden karşılaştığımız uygulamalar. Bunun anlamı kimi zaman gelirde düşme, kimi zaman işsizlik demek.

Sanayi işçisi 2008-2009 yıllarındaki krizin etkilerini çok iyi hatırlıyor. 2008 yılında başlayan küresel krizin sonuçlarını ağır bir biçimde yaşadık. Sendikamız o dönemde krize karşı emek yanlısı müdahalelerle kalıcı adımların atılmasını ve çalışma hakkının güvence altına alınmasını talep etti. Buna karşın büyük şirketlerin krizden hasarsız bir biçimde, karını güvence altına alarak çıkması için kamu kaynakları ve İşsizlik Fonu seferber edildi. Şirketler krizi, esneklik uygulamalarının yaygın kullanımının açığa çıkardığı yoğun sömürü oranları ve devlet destekleri ile büyük oranda hasarsız ve yüksek karlarla atlatırken, dönemin Devlet Planlama Teşkilatı verilerine göre sanayide reel birim ücretleri, 2009 yılında, 2008 yılına göre yüzde 8 oranında azaldı. Otomotiv sektöründe ve ana metal sanayinde reel ücretlerde yaşanan kayıplar yüzde 20 oranlarına ulaştı. Bu süreç ne yazık ki, işçileri diz çöktürmek için işleyen süreçler olarak gelişti. “İşten çıkartma mı, yoksa ücretlerde düşüş mü?” sorusunun cevabı bazı demir çelik fabrikalarında ne yazık ki bazı işçi sendikalarının da onayıyla yüzde 35’lere varan ücret kayıplarını gündeme getirdi.

Buna karşın sermaye kesimlerinin karlarında yaşanan artışlar dikkat çekiciydi. 2009 yılında, satışlar düştü ancak Türkiye’nin ilk 500 büyük firmasının yüzde 82’si kar elde etti. Yine ilk büyük 500 firma kârını yüzde 10, ikinci büyük 500 firma ise kârını yüzde 30 oranında arttırdı.

Peki bu nasıl gerçekleşti? Yanıt basit ve sade. Sadece Türkiye için değil dünya geneli için elimizde somut bir veri var. Küresel krizi aşabilmek için dünyadaki yaklaşık üç milyar dolar, yani emekçinin bir yıl boyunca ürettiği toplam değerin üçte biri devlet bütçeleri aracılığıyla özel sektöre kaynak olarak aktarıldı.

Mesela ülkemizde krizin etkili olduğu 2009 yılında toplamda 190 bin işçinin ücretleri kısa çalışma ödeneği adı altında İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılandı. Peki nedir kısa çalışma ödeneği? İşverenlere kriz süresince işçilerin hesabından yani işsizlik fonundan sağlanan bir destek. Genel ekonomik kriz veya zorlayıcı sebeplerle, haftalık çalışma süreleri geçici olarak en az üçte bir oranında azaltılmışsa, işyerinde faaliyet tamamen veya kısmen en az dört hafta süreyle durmuşsa işverenin talebi halinde işveren; işçileri çalıştırmadığı süre boyunca ücret ödemez, gelir vergisi yatırmaz, SGK ve işsizlik sigortası primi kesilmez.

Sermaye şimdi de “kriz” var diyemiyor ancak “darboğaz” var, batıyoruz çığlıkları altında, ücretlerimizi, çalışma hakkımızı, vergilerimizi gasp ederek, yani sömürü çarkını güçlendirerek işçi sınıfının yenilgisi üzerinden krizi yine hasarsız bir biçimde aşma hevesinde.

Sonuçta esneklik uygulamaları kriz dönemlerinde şirketlerin direncini ve aynı zamanda hareket (küçülebilme) kabiliyetlerini artırırken, işçiler açısından daha fazla kırılganlığa neden oluyor.

Dolayısıyla mesele krizin var olup olmaması meselesi değildir. Mesele sermayenin var olan krizin bedelini işçilerin üzerine yıkma, siyasal iktidarınsa buna ortak olma hevesidir. Bugün de İşsizlik Fonu’ndaki kaynaklar yoğun bir biçimde işverenlere aktarılmaktadır. Bugün de işçilerin üzerinden krizi hasarsız atlama hevesi içinde olanlar bulunmaktadır.

İşçiler çoğunlukla sendikaların sadece kendi işyerlerindeki sorunlarla ilgilenmesini, siyasetten uzak durmasını istiyor. Hâlbuki esneklik başlığı altında siyasetin gündemimize soktuğu süreçlere yeterince ve zamanında müdahale edememenin maliyeti işçilere, işsizlik ve gelirsizlik olarak yansıyor.

Bu nedenle kriz süreci aynı zamanda bir mücadele süreci. Sadece işyeri ölçeğinde değil, sektörel ve ülke genelinde, siyasete doğrudan müdahale ederek, krizin bedelini işçilere yıkmaya çalışanlara karşı ses çıkarma dönemi.

Enflasyon karşısında alım gücümüz hızla eriyor. Bazı işyerlerinde üretim azalırken, pazardaki fiyat artışları, bizler için krizin etkisini iki katına çıkartıyor. Kriz göstere göstere üzerimize geliyor. İşimize, ekmeğimize sahip çıkmak için, bu krizin bedelini ödememek için mücadele etmek gerekiyor.

Bu anlamda sendikamızın seçim döneminde açıkladığı talepler son derece günceldir.

Krizin maliyetinin kamuya yıkılmasının önüne geçilmelidir. Kamu kaynakları kullanılarak, şirketlerin borçlarının üstlenmesinin önüne geçilmelidir.

Ekonomik çalkantının maliyeti ve şirketlerin risklerinin toplumsallaştırılması uygulamasına son verilmelidir. “Karlar sermayeye, zararlar kamuya” zihniyetinin bu süreçte bir kez daha hortlamasına izin verilmemelidir, krizin faturası emekçilerin sırtına yüklenmemelidir.

Nasıl sermaye için kredi garanti fonu gibi programlar söz konusuysa kriz sürecinde ihtiyaç kredilerini ve kredi kartı borçlarını ödemekte güçlük çeken halka da borçların yeniden takvimlendirilmesi, borç yüklerinin azaltılması sağlanmalıdır.

Sadece kredisini ödediği konuta sahip olanların borç yükünde belli bir limite kadar kolaylık sağlanmalıdır. Şirketlerin iflası halinde, üretim ve istihdamın devam etmesinin koşulları aranmalı ve farklı kolektif mülkiyet biçimleri altında emekçilerin yönetim ve denetimde etkin kılınması sağlanmalıdır.

Bunun koşulları olmadığı durumlarda işçilere hem istihdam olanakları konusunda hem de mali hakları konusunda öncelik verilmelidir.

DİSK/Birleşik Metal-İş Sendikası olarak; krizin faturasını yoksulluk sınırının altında güçlükle yaşayan emekçi sınıflara çıkarılmasını reddediyor, bedelin yüksek gelirlerle karlarına kar katarak sefa süren sermaye kesimlerinin ödemesi gerektiğini, işçi sınıfı adına taleplerimizin arkasında ısrarla duracağımızı tüm kamuoyuna bir kez daha açıklıyoruz."

Kaynak : Vişne Haber Ajansı-www.istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları