loading
close
SON DAKİKALAR

CHP Sözcüsü Faik Öztrak; 'Ülkemiz 'Devalüasyon sarmalına' girdi, Devalüasyon bütçeye 98 milyar TL yük getirdi kasanın dibini sıyırıp gidecekler'

CHP Sözcüsü Faik Öztrak; 'Ülkemiz 'Devalüasyon sarmalına' girdi, Devalüasyon bütçeye 98 milyar TL yük getirdi kasanın dibini sıyırıp gidecekler'
Tarih: 01.11.2020 - 13:33
Kategori: Ekonomi

CHP Sözcüsü Faik Öztrak; Orta Vadeli Program açıklanalı bir ay oldu. Daha mürekkebi kurumadı ama tüm hedefleri şimdiden hayal oldu, daha mürekkebi kurumadan kadük olan bu program ve bütçe, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda milletvekillerinin ve bürokratların ortak çalışmasıyla, yeniden yapılmalıdı...

CHP Sözcüsü Faik Öztrak CHP Genel Merkezinde yaptığı açıklamada;

CUMHURİYET ATATÜRK’TÜR

Milletimiz dün, Cumhuriyetimizin 97. yaşını, her şeye rağmen büyük bir coşkuyla kutladı. Cumhuriyet, tebaa değil yurttaş olmanın adıdır. Kula kulluk etmemektir. Cumhuriyet, insan onuruna en çok yakışan rejimin adıdır. Cumhuriyet, özgürlüktür. Cumhuriyet, dayanışmadır. Cumhuriyet, “Bilhassa kimsesizlerin kimsesidir.” Cumhuriyet, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Cumhuriyet, milli iradedir. Cumhuriyet, bir çobanı merasından alıp, Cumhurbaşkanı olma fırsatını veren idarenin adıdır.

MİLLİ MÜCADELE, MEŞRUİYETİNİ MİLLET İRADESİNDEN ALDI

Atatürk, “Milli irade; yalnız bir şahsın düşünmesinden değil, milletin arzularının ve emellerinin bileşkesinden oluşur” diyor. İşte bu fikir, bu sözler Cumhuriyetin temelidir. Kurtuluş Savaşımızın en zorlu günlerinde dahi, milli mücadele, meşruiyetini millet iradesinden almıştır. Modern Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin mayasında Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti vardır, Misakı Milli vardır, Amasya Tamimi vardır, Erzurum Kongresi vardır, Sivas Kongresi vardır ve en önemlisi Gazi Meclisimiz vardır.

MİLLETİMİZ BU ONURLU MİRASIN SAHİBİDİR

Cumhuriyetimizin kurucu önderleri, savaş meydanlarında milli mücadeleye başlamadan önce Milli Mücadelenin hukukunu oluşturmuşlar ve buna her zaman saygı göstermişlerdir. Gazi Meclis, kurtuluş mücadelesi verirken dahi, içinden çıkardığı hükümeti çok ciddi bir şekilde denetlemiştir. Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önderimiz Atatürk dâhil hiç kimse, kendini hukukun üstünde görmemiştir, görememiştir. Bu ülkenin kurucuları, yokluklar içinde, salgın hastalıklarla kırılan topraklarda, milletin iradesini esas alarak, “Uçurumun kenarındaki yıkılmış bir ülkeyi,” Uluslararası toplumun saygın bir üyesi haline getirmişlerdir. Milletimiz böyle onurlu bir geçmişin, böyle onurlu bir mirasın sahibidir.

TEK KİŞİ YÖNETİMİ İHYA EDİLMEK İSTENİYOR

Ancak bugün, milletimizin 98 yıl önce son verdiği tek kişinin iradesiyle ülkeyi yönetme anlayışı Saray rejimiyle, yeniden ihya edilmek istenmektedir. Cumhuriyetimizin tüm kurumları saldırı altındadır. Devletin çatısı olan Anayasamız tağyir, tebdil ve ilga edilmektedir. Bugün, Saray’ın vesayeti altındaki yargıçlar, yasama organı üyesi bir milletvekili hakkında, Anayasal dokunulmazlığını bir kenara itip karar verebilmekte, “Milli iradeye dönük bu hak gasbını kaldır” diyen Anayasa Mahkemesi kararını da tanımamaktadırlar.

DEVLET KRİZİ YAŞANIYOR

Milletin birliğini temsil etmesi gereken Cumhurbaşkanlığı koltuğuna bir parti genel başkanı oturmuştur. Cumhurbaşkanlığı, milleti bölen bir makama dönüşmüştür. Tek adam vesayet rejiminde, ülkemizde derin bir “devlet krizi” yaşanmaktadır. Partili Cumhurbaşkanı, devletin memurlarını, partisinin memurlarına çevirmiştir. Valiler, kaymakamlar, iktidar partisinin il ve ilçe başkanı gibi davranmaktadırlar. Parti söylemleri valilerin tören konuşmalarına yansımakta, muhalefet milletvekilleri, Cumhuriyet Bayramı törenlerinde yok sayılmaya çalışılmaktadırlar.

SEÇME DENSİZLERİ ANITKABİR’E DOLDURAN DENSİZ KİM?

Anıtkabirde, Atamızın kabrinde, defalarca uyarmamıza rağmen, dün de bazı kendini bilmez densizler, kabir adabına uymayarak, bir partinin genel başkanı lehine tezahürat yapmışlardır. Bu seçme densizleri oraya dolduran densiz kimdir? Anıtkabir’de bu terbiyesizliklerin sıradanlaştırılması asla kabul edilemez.

UMUTSUZLUĞA ASLA YER YOK

Ama hemen şu hususun altını da çizmek isteriz: Ülkemizde şartlar ne kadar ağır olursa olsun, cumhuriyetimizin mayası sağlamdır. Umutsuzluğa asla yer yoktur. Büyük önderimizin dediği gibi “Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır.” Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılının şafağındayız. İkinci yüzyıla girerken, Cumhuriyeti gerçek demokrasiyle taçlandırmak, hepimizin başta partimizin boynunun borcudur.

MİLLETİN HALİ SARAYIN UMRUNDA DEĞİL

Bugün Saray, millete dürbünün tersiyle bile bakmamaktadır. Millet ne yer, ne içer, hali nicedir, Sarayın umurunda bile değildir. Erdoğan’ın yakalandığı “Kibir” hastalığı, dönülmez bir noktaya ulaşmıştır. Millet, liyakatsiz bir yönetimin elinde, “Kuru ekmeğe” muhtaç hale gelmiştir. Bunu, Sarayın küçük ortağı ve bekçisi de söylemektedir. Hatta söylemekle geri kalmamaktadır, teşkilatlarına talimat vererek “Askıda ekmek” kampanyası başlatmıştır. Aslında bu kampanyanın, 2001’de bir esnafın Başbakanlığın avlusuna attığı yazar kasadan farkı yoktur. Ancak Saray’ın kibirlisi, “Bugün Türkiye’de evine ekmek götüremeyen diye bir şey yok” diyerek, bir yandan ortağına ayar vermeye kalkmaktadır, bir yandan da milletten ne kadar kopuk olduğunu ortaya koymaktadır.

EVİNE EKMEK GÖTÜREMEYENLER HÜKÜMETLERİ GÖTÜRÜR

Sarayın küçük ortağının buna ne cevabı ne olur bu bizi ilgilendirmiyor. Ama boş tencere gibi evine ekmek götüremeyenler de hükümetleri götürür. AK Parti Genel Başkanına hatırlatalım, 18 yıldır yönettiğiniz bu ülkede; Kocaeli’nde oğluna okul pantolonu alamadığı için yaşamına son veren baba oldu mu? Oldu. Evlatlarını ısıtamadığı için, Adana’da yaşamına son veren anne, oldu mu? Oldu. Hatay’da “Çocuklarım aç, işsizim” diyerek, valilik önünde kendini yakan baba oldu mu? Oldu. TBMM’nin duvarının yanında, işsizlikten kendini yakan insanlar oldu mu? Oldu. Umutsuzluğa kapılan aileler toplu olarak canlarına kıydılar mı? Kıydılar.

BU ACILARIN HEPSİ BU YÖNETİMDE YAŞANDI

Sayın Erdoğan; soruyoruz. Çaresizlikten, kimsesizlikten canına kıyma noktasına gelen insanlarımız da mı “Durumu abartıyorlar?” Bu ülkede insanlar, başkalarının sofralarında kalan yemeklerin peşinde koşup, çöpten ekmek toplamıyor mu? Topluyor. Bu acıların hepsi sizin yönetiminizde, bu ülkede yaşanıyor. Ama “Tok açın halinden elbette anlamıyor.” Sarayda Pataşur içinde Çerkez Tavuğu, Zencefilli Somonlu Suşiler, Kornişona sarılı dana rozbifleri, Ejder meyveli smoothieler eşliğinde mideye iniyor. Ama millet sayenizde “askıda ekmek” kovalıyor. Millet size canıyla ihtarname çekiyor görmüyorsunuz, “Evime ekmek götüremiyorum” diye bağırıyor, duymuyorsunuz, yetmiyor, “Bu biraz abartılı oluyor” diye tersliyorsunuz. Milleti unuttunuz, varsa, yoksa yandaşlar, varsa yoksa saray sosyetesi.

HER ŞEYİN FİYATI ARTTI, TARIMSAL DESTEK YERİNDE SAYDI

Bir bütçe getirdiniz… İçinde ne esnaf, ne emekçi, ne iş insanı, ne çiftçi, ne de besici var. Sadece faiz lobisi ve Saray sosyetesi var. Gelecek yıl, bütçeden çiftçiye, besiciye, sütçüye verilecek destekleri arttırmayacağız demişsiniz. Bu yıl verdiğimiz 22 milyar düzeyinde tutacağız diyorsunuz. Bu nedir? Damat Bakan 8,5 liraya dayanan “Dolara bakmayınca” anlaşılan, gübre, mazot, yem, tohum fiyatlarının da, dolara bakmadığını düşünüyorsunuz. Oysa son bir yılda; etlik piliç yemi fiyatı yüzde 58, yumurta üretiminde kullanılan yemin fiyatı yüzde 56, et ve süt üretiminde kullanılan yemlerin fiyatı yüzde 48 artmış. DAP gübresinin tonu geçen yıl 2 bin 400 TL idi. Bu yıl 3 bin TL’ye yükselmiş. Bu yılın Nisan ayında, 4 lira 91 kuruş olan mazot, şimdi 6 lira 22 kuruş. 180 litrelik traktör deposunu doldurmak için çiftçi bundan 3 ay öncesine göre 340 TL daha fazla ödemek zorunda. Ama devlet, “Önümüzdeki yıl üreticiye vereceğim tarımsal destek yerinde sayacak” diyor. Bu da yetmiyor, gübre ve mazot desteğini de bu yıl verdiğinin altına düşürüyor.

BU NASIL HESAP, BU NASIL ZULÜM

Seçimden önce çiftçiye “Deponun yarısı sizden, yarısı bizden” diye bağıran bu iktidarın yetkilileri değil miydi? Bu nasıl bir hesap? Bu nasıl bir zulüm? Bütün dünya pandemi ortamında, çiftçisine, üreticisine sahip çıkıyor, destek veriyor, bunlar çiftçiyi tarımı, besiciyi saraylarının kapısında unutuyorlar. Gıda güvenliği; ithalatçıya veya başka ülkelerin çiftçilerine havale edilemez.

ÇİFTÇİYE BORÇ TAKMAYA DEVAM EDİYORLAR

Diğer taraftan, Tarım Kanunu’nun 21. Maddesi var, “Her yıl Milli Gelirin ‘en az’ yüzde biri kadar Tarımsal Destek çiftçiye vereceksiniz” bu emir, kanunun emri. Buna göre 2021’de verilmesi gereken destek 56,4 milyar TL. Siz ne vereceğiz diyorsunuz? 22 milyar TL. Yani bunun yarısı bile değil. Son 15 yılda çiftçiye, kanunen ödenmesi gerektiği halde ödenmeyen destekler toplam 211 milyar TL’ye ulaştı. Borcunuz çiftçiye 211 milyar TL’ye ulaşmış hala daha bu yılda çiftçiye borç takmaya devam edeceğiz diyorsunuz. Ne diyelim keser döner, sap döner, bu hesap da ilk sandıkta döner.

DOLAR KURU 2023 TAHMİNİNİ BİR AYDA SOLLADI

Orta Vadeli Program açıklanalı bir ay oldu. Daha mürekkebi kurumadı ama tüm hedefleri şimdiden hayal oldu. Dolara bakmayan Damat, daha bir ay önce doların; bu yıl 6 lira 91 kuruş, gelecek yıl 7 lira 68 kuruş, sonra 2022’de 7 lira 88 kuruş, 2023’tede 8 lira 2 kuruş olacağını açıklamıştı. Peki, Dolar bugün ne kadar? 8 lira 34 kuruşu geçti. 2023 tahminini bir ayda solladı. Bu korkunç bir devalüasyon… Şimdi, “Serbest kur rejiminde devalüasyon olmaz” diye, bilgiçlik de taslarsınız. Serbestçe dalgalanan kur rejimindeysek, Merkez Bankası’nın kasasından 120 milyar dövizi kime, neden sattınız?

GÜLER MİSİN AĞLAR MISIN

2013’te bir trilyon dolara yaklaşan Milli Gelir, bu yıl kurdaki bu gidişle, 700 milyar doların altına düşecek, 600 milyarlarda kalacak. Şimdi Sarayın kibirlisi çıkıyor “IMF’nin, OECD’nin ölçeklerine bakıyorsun, en iyi konumda olan ülke biziz” diyebiliyor. Güler misiniz, ağlar mısınız? Kendisinin bahsettiği IMF’nin ölçeğine göre, önümüzdeki yıl Türkiye, dünyanın en büyük 20 ekonomisi liginden düşecek ve bu ligden düşen tek ülke biziz. Nüfusu bizim üçte birimizden az olan Tayvan, önümüzdeki yıl bizim yerimize gelecek. Yani en büyük 20 ligine çıkacak. Bu durumda, biz nasıl en iyi konumdaki ülke oluyoruz? Bunu bir izah etmek gerekiyor.

EMEKLİYE ENFLASYON RAKAMLARIYLA KUMPAS KURULUYOR

Programda 2020 için cari açık tahmini 24,4 milyar dolar, ama ilk 8 ayda cari açık 26,5 milyar dolar oldu, bu tahmin de çöp oldu. Programda enflasyonun bu yıl yüzde 10,5 olacağı açıklanmıştı, daha bunun üzerinden bir ay geçmeden geçtiğimiz hafta Merkez Bankası, enflasyonun yılsonunda yüzde 12’nin üzerine çıkacağını açıkladı. Yani bu nasıl bir koordinasyon devlet kurumları arasında? Şimdi “Tahminler tutmazsa ne olur” diyemeyiz. Çünkü bu program, bu programdaki tahminler, rakamlar bütçeye de dayanak teşkil ediyor. Bütçeden ödenecek emekli maaşları, yardımlar, destekler de hep bu tahminler esas alınarak belirleniyor. Aslında enflasyon rakamlarındaki bu karmaşayla, emeklilere kumpas kuruluyor. Emekliler enflasyona ezdiriliyor.

HÜKÜMETİN HEDEFLERİ MİLLETİN ÜSTÜNE ÇÖKÜYOR

OVP’de çöken her hedef, milletin üzerine çöküyor. Milletimiz fukaralaşıyor, satın alma gücü eriyor. Bu nedenle, daha mürekkebi kurumadan kadük olan bu program ve bütçe, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda milletvekillerinin ve bürokratların ortak çalışmasıyla, yeniden yapılmalıdır. Meclisimiz, milletin huzuruna, tek adamın vesayetinden kurtulmuş, istişareyle hazırlanmış, sağlam, gerçekçi bir bütçeyi getirebilmelidir.

ÜLKE “DEVALÜASYON SARMALINA” GİRDİ

Ekonomide kaybolan güven ve hovardaca tüketilen döviz rezervleri sonucunda, ülkemiz bir “devalüasyon sarmalına” girmiştir. Yaşanan devalüasyon hem şirketlerin hem de devletin bilançolarını alt üst etmektedir. 2009’da, döviz geliri olmayan şirketlere dövizle borçlanmanın önünün açılması sonucunda reel sektördeki şirketlerin döviz açık pozisyonu hızla arttı. Bugün şirketlerin “net döviz borcu” 162 milyar dolar. Türkiye bu nedenle 2013 yılından beri, dünyada en kırılgan beş ekonomi arasına girdi… O günden bugüne de buradan çıkamıyor. Sadece son iki ayda devalüasyon nedeniyle, şirketlerin yabancı para cinsinden borcu 159 milyar lira arttı. Bunu şirketler nasıl ödeyecekler? Ya zam yapacaklar, ya işçi çıkaracaklar, ya da kapılarına kilit vuracaklar.

DEVALÜASYON BÜTÇEYE 98 MİLYAR TL YÜK GETİRDİ

Yerli parayı pul ettiler, paramıza güven kalmadı. Böyle olunca da Hazine, sadece dışarıdan değil, içeriden de dövizle ve altınla borçlanmaya başladı. Döviz riskini üzerine aldı. Hazine’nin dövize endeksli iç borç stoku 42 milyar dolar Eylül sonunda. Hazine’nin dış borç stoku ise yine Eylül ayı sonunda 111 milyar dolar. Her ikisinin toplamı 153 milyar dolar ediyor. Son bir ayda gerçekleşen devalüasyon, bütçeye 98 milyar lira yük getirmiş. Şimdi bu nereden ödenecek? Hangi yatırımları kısacaklar, kimlere yapılan yardımları vermeyecekler, kimlere ödenecek maaşları kesecekler?

BU KAFA ÜLKEYİ DÜYUN-U UMUMİYE’NİN EŞİĞİNE GETİRİR

Diğer taraftan Hazine’nin döviz cinsinden iç borçlanmasının vadesi 1 ila 2 yıl. Faizleri ise Amerikan dolarıyla yapılan borçlanmalarda, yüzde 3,5-4 aralığında. Euro ile yapılan borçlanmalarda yüzde 2-3 civarında. Oysa aynı vadede Amerikan tahvillerinin faizi binde 1. Almanya ve Fransa’da ise eksi… Dövizle yapılan iç borçlanmaların hem faizleri yüksek, vadeleri kısa, hem de kur riskini bütçeye taşıyor. Böyle bir Hazine, kamu finansmanı ve risk yönetimi olmaz, olamaz. Bu kafayla idare edilen borç memleketi hızla Düyunu Umumiye’nin eşiğine getirir. Özel sektörde, şirket finansmanını böyle yöneten Finans Müdürünü, patron bir dakika bile şirketinde tutmaz. Derhal kapının önüne koyar. “Devleti özel sektör gibi yönetme” iddiasıyla gelen tek adam rejimi, bu başarısız yöneticiyi, damat diye daha ne kadar zaman kayıracak?

KASANIN DİBİNİ SIYIRIP GİDECEKLER

Bu beceriksiz yönetimin elinde, Türkiye, düşük ve orta gelirli ülkeler arasında, en borçlu 10 ekonomiden biri oldu. Bu ülkeler arasında Arjantin’den sonra, döviz rezervlerinin borcu karşılama oranının da en düşük olduğu ikinci ülkeyiz. Borç çok, borçlanmanın maliyeti çok ama karşılığında rezervde yok… Eylül ayı itibariyle, iade etmek kaydıyla başka ülkelerden alınan paralar hariç yani SWAP’lar hariç net rezervlerimiz (–) 49 milyar dolar. Merkez Bankası’nın döviz rezervi, negatif bakiye veriyor. Bu da yetmiyor, Eylül’de TCMB’nin kasasından 45,5 ton altın satıldığını öğreniyoruz. Anlaşılan bu yönetimin niyeti, kasanın dibini iyice sıyırıp ondan sonra çekip gitmek...

 

YANDAŞ MÜTEAHHİTLER BÜTÇEYİ KEMİRİYOR

Yaşadığımız devalüasyonlar, bir tek dövizle garanti verilen yandaş müteahhitlere yarıyor. Dolar arttıkça, dolarla verilen garantiler de artıyor. Bu yılın ilk 9 ayında, “Bir kuruş bile harcamadan” yapıldığı iddia edilen Kamu-Özel İşbirliği projelerine verilen hazine garantilerine bütçeden ödenen para 11 milyar lirayı geçti. Osmangazi Köprüsü’ne günlük 40 bin araç geçiş garantisi verilmişti. Araç başı garanti edilen ücret de 35 dolar + KDV idi. Şu an Karayolları Genel Müdürlüğü sitesinde, bu köprüden otomobil geçiş ücreti 117 TL olarak görünüyor. Ama bugünkü kurla, garantili köprü geçiş ücretinin 316 lira olması gerekiyor. Her geçen araba başına Hazine’nin milletin kesesinden ödediği para 199 lira. Bu fark. Bir de geçmeyen arabalar var. Bunlara da milletin cebinden 316 lira çıkıyor her bir araba başına. Bu projeleri yürüten yandaşlar bütçeyi kemiriyor.

EKONOMİ “KAZIK FREN” YAPMAK ZORUNDA KALACAK

Geçtiğimiz hafta piyasalara “Merkez Bankası 300 baz puan faiz artıracak” diye dedikodu yayarak döviz kurunu tutmaya çalıştılar. Önce bu haberlerle döviz düştü. Ama Merkez Bankası yaptığı toplantıda faizleri artırmayınca bu sefer kurlar, rekor üstüne rekor kırmaya başladı. Şimdi 300 baz puan faiz artışı da piyasaları yatıştırmayacağa benziyor. Bu “sözde” uyanıklığın bedeli, belki de binlerce baz puanlık faiz artışlarıyla ödenecek. Ekonomi “kazık fren” yapmak zorunda kalacak. Bugün sayıları 10,5 milyona dayanan işsizlerin sayısı daha da artacak. Faturada, her zaman olduğu gibi en ağır şekilde millete çıkacak. Damat ekonomiyi öğrenecek diye, ülke ve ekonomi perişan oluyor. Ama ne gam… Saray’a göre abartılacak hiçbir şey yok. Onların tuzu kuru…

BUHRANDAN ÇIKIŞ İÇİN İKİ UNSUR

Ekonominin içine düşürüldüğü buhrandan çıkış için birbirini destekleyen iki temel unsur şart: İlki; ehliyetli, liyakatli kadroların elinde uyum içinde çalışan, kurumsal altyapısı güçlü, ekonominin tüm aktörleriyle istişareye açık bir yönetim. İkincisi ise; ayakları yere basan, etrafında mutabakat sağlanmış, yapısal reformlarla güçlendirilmiş ciddi bir ekonomik programın tavizsiz şekilde uygulanması.

YENİ KURALLAR, YENİ KURUMLAR, YENİ KADROLAR

Gelinen noktada, yeni kurallara, yeni kurumlara ve bunları hayata geçirecek yeni kadrolara ihtiyaç olduğu açık. Bunlar olmadan, ekonominin yeniden dikiş tutması, ülkemizin buhrandan çıkması mümkün değil. Metal yorgunu olan mevcut yönetimin bunu becerebilmesi ise imkânsız. Bunu milletimiz de görüyor. Sırtındaki yük daha da ağırlaşmadan, bir an evvel, milletin hakemliğine başvurulmasını bekliyor.

TERÖR BİR İNSANLIK SUÇUDUR

Sözlerimi tamamlamadan önce Fransa’nın Nice kentinde yaşanan vahşeti, terörü bir kez daha lanetliyoruz. Acımasız teröristlere ve teröre karşı Fransız halkının da, tüm insanlığın da yanındayız. Terörün dini, ırkı, kimliği, mezhebi olmaz. Terör bir insanlık suçudur. Son dönemde dünyanın her yerindeki popülist siyasetçilerin, din, kültür ve kimlik çatışmalarını körükleyerek, oy devşirmeye çalıştıklarına şahit oluyoruz.

BATI’DA DA VAR, DOĞU’DA DA VAR

Batı’da böyle politikacılar var, ama Doğu’da da böyle politikacılar var. Bunlar üzerinde dans ettikleri bu düşmanlıkları, ülkelerindeki yoksulların, işsizlerin, düzenden umudunu kesen kitlelerin öfkesini ve nefretini yöneltebilecekleri bir hedef olarak kullanıyorlar. Kısa vadede oy devşirmeye yarayan, bu nefret dili, kutuplaştıran popülist politikalar uzun vadede ne doğuya, ne batıya, ne kuzeye, ne de güneye yaramıyor. Tüm insanlığa zarar veriyor. Bizde de Saray, milletin aş, iş, ekmek derdine çözüm bulamadıkça, milli olması gereken dış politikayı, parti kongrelerine kadar indiriyor. Milletin gerçek gündemini ise konuşmuyor.

POPÜLİST SİYASETİN PANZEHİRİ GERÇEKLERDİR

Yalanı gerçek gibi sunan, gerçek-ötesi popülist siyasetin panzehri, gerçeklerdir. Hafta başında Erdoğan: “Nasıl ki Fransa Türk markalı mal satın almayın diyorsa, ben de Fransız markalara asla iltifat etmeyin, bunları sakın almayın diyorum” dedi ve boykot çağrısında bulundu. Ama sonra Fransa Ticaret Bakanlığı’nın yaptığı resmi açıklamadan öğrendik ki; Fransa’da Türk mallarına yönelik bir boykot yokmuş. Yani Erdoğan’ın bu sözlerinin aslı yokmuş. Peki, olmayan bir boykot çağrısını kim varmış gibi göstererek, Erdoğan’ı yine yanılttı? Yoksa Erdoğan, Suudi Arabistan ile Fransa’yı mı karıştırdı? Çünkü Fransızların boykot çağrısı ne kadar asılsızsa, Suudi Arabistan’ın boykotu bir o kadar gerçek. Ama nedense Suudi Arabistan’a Erdoğan’ın gıkı çıkmıyor. Erdoğan’ın etrafındaki şakşakçılar da “Ne Fransa’da, ne de dünyanın herhangi bir yerinde, Müslümanlara yapılan zulme kayıtsız kalmayız” diyor, ateşi harlıyor.

UYGUR TÜRKLERİNE YAPILAN ZULME SESLERİ ÇIKMIYOR

İyi de… Bunların Çin’in Uygur Türklerine yaptığı zulme karşı neden sesleri çıkmıyor? Yoksa Uygur Türkleri bu beyler için yeterince Müslüman değil mi? Tamam, sarayın kibirlisi için varsa yoksa İhvan bunu biliyoruz. Peki, sarayın bekçisinin Uygur Türkleri için neden sesi çıkmıyor? Birleşmiş Milletler üyesi 39 ülke, Çin’e “Uygur Türklerine yaptığı zulmü durdurması için” çağrı da bulunuyor. Bu çağrıda Türkiye’nin imzası yok. Neden? Bu ikiyüzlü dış politika, bu ilkesiz siyaset, ülkemizi en haklı davalarında bile tek başına bırakıyor.

LİYAKATSİZLİK, KİBİR VE ZULÜM DÖNEMİ BİTECEK

Milleti askıda ekmeğe muhtaç eden bu rejim, Anayasayı askıya aldı, hukuk devletini askıya aldı, çiftçiye kanunen verilmesi gereken destekleri askıya aldı, 3 bin 600 ek göstergeyi askıya aldı, EYT’lilere verilen sözleri askıya aldı, ülkenin geleceğini askıya aldı. Şimdi sıra Sarayın da, bekçisinin de ceketlerini askıdan alıp gitmesinde. Millet ne yaptıklarını görüyor, ne söylediklerini duyuyor. Sabırsızlıkla beklediği ilk sandıkta notlarını vermeye hazırlanıyor. Yerlerini gösterecek, onları evlerine gönderecek, bu liyakatsizlik, kibir ve zulüm dönemi bitecek.

Benim söyleyeceklerim bu kadar. Sözlerimi tamamlamadan önce İzmir’de ciddi bir deprem oldu. Umuyorum can ve mal kaybı olmamıştır. Tüm İzmirlilere, depremin hissedildiği çevre illere geçmiş olsun diyorum.

Soru- Efendim sorulara geçmeden önce son dakika gelişmesiyle ilgili bir bilgi vermek istiyorum size. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Bornova ve Bayraklı’da 6 binanın yıkıldığı ihbarının geldiğini paylaştı. Arama kurtarma çalışmaları başlamış. Sizin bu konuya ilişkin değerlendirmeniz olur mu?

Faik ÖZTRAK- Hep söylüyoruz yani gerçekten şu anda çok fazla söylenecek bir şey yok. İnşallah göçüğün altında kalan yoktur ya da kalan varsa biran önce kendilerine ulaşılır sağ salim çıkarılırlar. Tekrar tüm İzmir halkına geçmiş olsun diyoruz.

Soru- Fransa’da radikal İslam fikirlerini yaymak gerekçesiyle kapatılan BarakaCity adlı kuruluşun başkanı İdris Sihamedi twitterdan Türkiye’ye sığınma talebini dile getirdi. Göç idaresi başvuruyu yapın değerlendirelim diye mesajla yanıt verdi. Sizin bu konuya ilişkin yorumunuz ne olacak?

Faik ÖZTRAK- Şimdi Türkiye bu Suriye’yle izlediği perfore sınır politikasıyla aslında ülke göçmenlerin ve mültecilerin bir cenneti oldu. Tabi bunların arasında çok sayıda terörle iltisaklı kişilerde ülkeye girdi. Tabi ülkemizin sırtına birde 50 milyar dolar yük yüklendi. Cumhurbaşkanının adıyla Cumhurbaşkanından bir sığınma talebi sözkonusu. Göç İdaresi hemen buna bir cevap veriyor ve diyor ki, buyurun gerekli evrakları getirin değerlendirmeye hazır. Bu ne demek? Yani bir şekilde IŞİD’le ilişkileri olduğu, selefilikle bağlantıları olduğu iddia edilen bir kuruluşun başından bahsediyoruz. Burada şunu açıkça söylemem lazım. Bundan böyle Türkiye’ye gelecek olanların, sığınma talebi olanların durumları çok ciddi şekilde incelenmelidir. Bu ülkenin güvenliğini tehlikeye sokacak herhangi bir adım atılmamalıdır. Göç İdaresi böyle bir incelemeyi yapmış mıdır? Kamuoyunun önünde bu mesajlar gidip geliyor.

Soru- Anıtkabir’deki törenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı alkışlayan ve slogan atan sivil vatandaşların içeriye listeyle girdiğine ilişkin görüntüler var. O liste neye göre hazırlanıyor sorusu gündemde. Sizin bu iddiaya dair yorumunuz nedir?

Faik ÖZTRAK- Daha önce yorumumu söyledim. Bu açık seçik densizliktir. Burada bir siyasi parti başkanı lehine slogan atanlar kabir adabına uymayıp slogan atanlar, Atatürk’e saygısızlık edenler ne kadar densizse bu listeyi hazırlayanlar, bu listenin içeriye girmesine izin verenlerde o kadar densizdir.

Soru- 50 bin dolarlık çanta tartışmasında bir gazetecinin Cumhurbaşkanlığı kaynaklarına dayandırdığı haberinde çantanın imitasyon, çakma olduğunu yazdı. Bu konuda Cumhurbaşkanlığından bir açıklama yok ama bu köşe yazısına ilişkin sizin yorumunuz ne olacak?

Faik ÖZTRAK- Şimdi her şeyden önce şunu söyleyeyim, yani imitasyon çanta ne demek? Taklit çanta demek. Taklit çanta ne demek? Sahte çanta demek. Uluslararası bir markanın sahtesi demek. Yani bu iddialar, bu sözler düşünülerek mi söyleniyor? Çünkü Saray’dan bir danışmanın söylediği söyleniyor. Yani aklım kesmiyor… bu skandal! Ama burada şunu söylemek istiyorum, bu çanta meselesine dayanarak Sayın Erdoğan eşiyle uğraştığımızı söylüyor. Ne Genel Başkanımızın ne de parti sözcülerinin Sayın Erdoğan’ın ailesiyle ya da hanımefendinin şahıslarıyla bir sorunu yok. Bizim söylediğimiz şu: “Eğer devleti yönetiyorsanız o zaman ailenizle birlikte kamuoyunun önündesiniz. Ailenizle birlikte örnek olmak zorundasınız.” Ailenizle birlikte örnek olurken insanların “Artan yemekleri alırım” diye bağıra bağıra sokakları dolaştığı, çöplerden yemek topladığı bir ülkede, 50 bin dolarlık çantayı kullanmamalısınız. Bizim derdimiz bu bununla. Yani şunu sorarım, sadece tabi ki çanta değil Saraylarda mı çakma, uçaklarda mı çakma?

Soru- Meclis Başkanı Mustafa Şentop bütçe görüşülürken CHP’li vekiller ve Berberoğlu tartışmasında hükmü en uzun ben beklettim 17 ay, siz ne yaptınız arkadaşlarınız için dedi. Siz bu açıklamayı nasıl yorumluyorsunuz?

Faik ÖZTRAK- Şimdi bizim hukukçularımız Sayın Berberoğlu’nun hukukçularıyla birlikte atılması gereken tüm adımları attılar. Eğer Meclis Başkanı, “Siz Meclis’te ne yaptınız?” diye soruyorsa, o zaman kendisine şunu hatırlatmak isterim. Yaptığımız, girişimde bulunduğumuz, verdiğimiz yasalar, araştırma önergeleri bunların hepsi Meclis tarafından reddedildi. Enis Berberoğlu’yla ilgili süreci mahkemeler ve Sayın Şentop yürüttü. Biz Meclis’e ne önerdiysek bakın şunu söyleyeyim, bunların içinde otizmli çocukların sayısındaki artışında araştırılmasına dair yani tamamen insani önergelerde var, ona rağmen bunların hepsi biz ne yaptıysak reddedildi.
Şimdi Sayın Şentop’un kalkıp Enis Berberoğlu’nun hakkının yenmesinin aynı zamanda yasama organının bir mensubunun hakkının yenmesi anlamına geldiğini, yarın öbür gün bunun bütün milletvekillerinin başına gelebileceğini, bunun aslında Meclis’in hukukuna tetikçi yargının tecavüzü olduğunu idrak etmesinden sonra, bunun sorumluluğunu kalkıp bizim üstümüze yıkması kabul edilemez.

Teşekkür ediyorum. 

Kaynak : wwww.istanbulgercegi.com - Dilfiraz Değerli

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları