loading
close
SON DAKİKALAR

CHP'den tezkere uyarısı: 'Meşruiyeti uluslararası hukuk bakımından tartışmalıdır'

CHP'den tezkere uyarısı: 'Meşruiyeti uluslararası hukuk bakımından tartışmalıdır'
Tarih: 02.01.2020 - 17:42
Kategori: Siyaset

CHP adına Meclis Genel Kurulu'nda söz alan CHP Genel Başkan Yardımcısı İstanbul Milletvekili Ünal Çeviköz, hükümete "Bugün önümüzde bulunan tezkere metni önceden planlanmış bir felaket çağrısıdır" uyarısında bulundu.

CHP Genel Başkan Yardımcısı, İstanbul Milletvekili Ünal Çeviköz, Meclis'te tezkereye neden karşı olduklarını açıklayan bir konuşma yaptı.

İktidarın Libya'ya asker göndererek Türkiye'yi çok büyük bir tehlikenin içine attığını kaydeden Çeviköz, "Bugün önümüzde bulunan tezkere metni önceden planlanmış bir felaket çağrısıdır. Bu tezkere Türk askerini savaşa gönderecek bir tezkeredir" dedi. Meclisi işlevsiz bırakan tezkereye onay vermelerinin mümkün olmadığına belirten Ünal Çeviköz'ün konuşmasından öne çıkanlar şöyle: 

"Öncelikle yeni yılın ilk genel kurul toplantısı olması nedeniyle, yeni yılınızı en içten dileklerimle kutluyorum. Bu yıl, Meclisimizin açılışının 100. yılını kutlayacağız. Dolayısıyla, genel kurulda alınacak kararların 100. yıl ruhuna olduğu kadar Yüce Meclis'imizin kuruluş ilkelerine ve tarihi arka planına da uygun olmasını temenni ediyorum. Ancak bu durumun sadece temenni ile kalacağını daha bugünkü gündemden anlıyoruz.

Bugün ülkemizin, yurttaşlarımızın, silahlı kuvvetlerimizin geleceğini çok yakından ilgilendiren, önemli, hatta belki de tarihi bir karar tasarısı ve bir tezkere üzerinde görüşmek üzere olağanüstü bir toplantıya davet edilmiş bulunuyoruz. Libya'ya silahlı kuvvetlerimizin gönderilmesi konusu... Önemli, çünkü İktidar, bu kararla Türkiye'yi çok büyük bir tehlikenin içine atmak üzere. Tarihi, çünkü Türkiye'nin şimdiye dek silahlı kuvvetlerini daha önceki örneklerde rastlamadığımız ve daha önceki örneklerle kıyaslanmayacak bir maksada yönelik olarak başka bir ülkenin topraklarına gönderme kararı alıp almamanın eşiğindeyiz.

Kısaca bazı gelişmeleri tarih sırası içinde siz değerli milletvekillerimize hatırlatmak isterim.

İktidar, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile 27 Kasım tarihinde iki mutabakat muhtırası imzaladı.

10 Aralık tarihinde, Sayın Erdoğan televizyonlarda canlı yayında "Libya yönetiminin ya da halkının talep etmesi durumunda Libya'ya asker gönderileceğini" söyledi. Ortada tezkere yok! Hatta, daha imzalanan mutabakat muhtıraları da TBMM'ne gelmiş değil! Ama ne var? Saray'dan bir sipariş var! Deniyor ki, "bizi davet edin, davet edin ki biz de gelebilelim!" 

11 Aralık tarihinde TBMM Dış İlişkiler Komisyonu toplantısında Dışişleri Bakan Yardımcısı, gündemde olmadığı halde, Libya ile imzalanan "deniz yetki alanlarının sınırlandırılması" mutabakat muhtırası hakkında komisyon üyelerine bilgilendirme yaptı. Bu bilgilendirme sırasında sorduk; “Libya ile iki mutabakat muhtırası imzalandı. Haberlerde Libya'ya asker gönderileceği sözleri dolaşıyor. İkinci muhtıra nedir? Bunun hakkında bilgi vermeyecek misiniz?" dedik. Hatta, "deniz yetki alanları muhtırasını imzalamak için güvenlik ve askeri işbirliği muhtırasını Libya tarafı mı istedi?" diye de endişelerimizi dile getirdik. Bizlere, ikisinin birbiri ile alakası olmadığı açıklaması yapıldı.  

12 Aralık tarihinde bu defa Dışişleri Komisyonu olağanüstü toplantıya çağırıldı ve deniz yetki alanları ile ilgili mutabakat gündeme koyuldu. Biz bu mutabakat muhtırasına Doğu Akdeniz’ deki dengeler nedeniyle, olumlu baktığımızı belirttik. Beri taraftan, Türkiye'nin Libya'da anlamsız ve tehlikeli bir maceraya sürüklenmemesi için uyarılarımızı da yapmaya devam ettik.

14 Aralık tarihinde, sözde gündemde olmayan ve önemsenmiyormuş havası ile geri planda bırakılan güvenlik ve işbirliği mutabakat muhtırası TBMM'ye getirildi. Ardından da 16 Aralık tarihinde olağanüstü bir Dışişleri Komisyon toplantısı çağırılarak gündeme alındı. 

Burada da itirazlarımızı dile getirdik. Her şeyden önce, muhtıranın uluslararası hukuka ve BM GK kararlarına aykırı maddeler içerdiğini, bu mutabakat muhtırasının Türkiye'yi Libya'da savaşa sokacak nitelikte olduğunu açık açık dile getirdik. Hatta o zaman Türkiye'nin Libya'ya muharip askeri güç göndermesine kapı aralanıyor dedik. Bu uyarılarımız da dikkate alınmadı ve mutabakatın sadece bir eğitim ve işbirliği öngördüğü, muharip güç göndermeyi öngörmediği açıklaması yapıldı. 

Özetle, bugün önümüzde bulunan tezkere metni, önceden planlanmış, Saray'ın siparişi ile Silahlı Kuvvetlerimizi Libya çöllerinde savaşa göndermek üzere hazırlanmış bir felaket çağrısıdır. Bunun altını kuvvetle çizmek isterim.

Bu tezkere Türkiye’ nin şimdiye dek uzak coğrafyalara asker gönderme kararı alırken özen gösterdiği insani yardım maksatlı bir asker gönderme tezkeresi değil, Türk askerlerini Libya’ da savaşmak üzere gönderecek olan bir savaş tezkeresidir.

TBMM, hele kuruluşunun 100. Yıldönümünde, olağanüstü toplantıya çağırılmak suretiyle iktidarın oldu bittiye getirme politikalarına ve Saray'ın siparişlerine araç olarak kullanılmamalıdır. Burada, bu kürsüden yemin ederek göreve başladık, milletimizin oylarıyla milletin vekili olduk, şerefimizle milletimizin vekili olmaya devam edelim. 

Bu tezkerenin, dolayısıyla Libya'ya askerlerimizi göndermenin bir "ulusal güvenlik" gereği olduğunu düşünenleriniz olabilir. Bir yanılgıya düşülmemesi için vurgulamak isterim; bu tezkere metninde askerlerimizin bir yıl süreyle Libya'ya harekat ve müdahalede bulunmak üzere gönderilmesi için sıralanan gerekçelerde asla "milli güvenlik" ten söz edilmiyor, "milli çıkar" ifadesi kullanılıyor.

Nedir bu "milli çıkar"lar? Kim tarif ediyor milli çıkarları? Savaşa davetiye çıkaran ve asker göndermek için sipariş verenler mi? Bu tezkere metninin hiçbir yerinde ve hiçbir şekilde tehdit veya risk altındaki ulusal çıkarlarımız tarif edilmemektedir.

Bu neden önemlidir biliyor musunuz? Libya'ya askeri kuvvet gönderiyorsunuz, askerlerinizi bir iç savaşın hüküm sürdüğü yabancı bir ülkenin topraklarında can güvenliği tehdidinin tam ortasına atıyorsunuz, yani bir askeri harekata kalkışıyorsunuz, fakat siyasi hedefiniz belli değil.

Her askeri harekatın bir siyasi hedefi vardır. O siyasi hedef de ulusal çıkarlara göre belirlenir. Dolayısıyla, gönderilecek askeri gücün büyüklüğü, tipi, hedefleri de bu ulusal çıkarların korunmasını garanti altına alacak şekilde belirlenir.

Burada ulusal çıkarların ne olduğu belli olmadığı gibi, gönderilecek askeri unsurlarımızın "şümul, miktar ve zamanı da Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde" ifadesiyle ucu açık, muğlak ve belirsiz bırakılmıştır. Yani sipariş listesi Saray'ın elindedir. Yüce Meclis'imizin, kuruluşunun 100. Yılında, bir savaşa taraf olmak üzere yurt dışına asker gönderme kararı alması istenirken, üzerinde "sen kararı al, gerisini merak etme" şeklinde bir baskı oluşturulmaktadır. Ulusal egemenliğimizi temsil eden Yüce Meclis'imizi bu şekilde işlevsiz bırakan bir karar tasarısını onaylamamız asla mümkün değildir.

Silahlı Kuvvetlerimiz kimsenin özel güvenlik gücü değildir, vatan evlatları Libya çöllerine bu şekilde sorumsuzca sevk edilemez. Libya’dan bir şehit haberi gelince ne yapacaksınız? Aileleri sıradan bir kazaymışçasına, oğlunuzun ölümü “kader” diyerek mi teselli edeceksiniz? 

Libya – UMH’nin uluslararası meşruiyeti Aralık 2015’te imzalanan Suheyrat Anlaşması’na ve bu anlaşmaya atıf yapan BMGK'nin 2259 sayılı kararına dayandırılmaktadır. Ancak, Suheyrat Anlaşması’nın birçok maddesi bugün uygulanmadığı gibi, bu anlaşma uyarınca görevleri tanımlanmış olan Temsilciler Meclisi de Tobruk’ta bulunmaktadır. BMGK’nin daimî üyelerinden Rusya ve Fransa, Libya'da savaşan taraflardan biri olan Hafter’i güçlü bir şekilde desteklemekte, ABD de Hafter’le yakın ilişki kurmaktadır. Bütün bunlar, UMH’nin uluslararası meşruiyete sahip olduğu görüşünün sağlam dayanaklardan yoksun olduğunu ve Trablus’taki hükümetin kırılgan bir zemin üzerinde durduğunu göstermektedir. Libya UMH tek ve meşru hükümet olarak tanınsa bile bu meşruiyet ciddi şekilde sorgulanmaktadır.

Şimdi, bir yandan bu tezkerede BMGK'nin 2259 sayılı kararına atıf yaparak Libya'ya asker göndermek için sözde uluslararası hukuka dayalı bir meşruiyet yaratmaya çalışılıyor, ama bir yandan da aynı BM'nin Libya'ya silah gönderilmesini yasaklayan 1970 sayılı Güvenlik Konseyi kararına aykırı bir şekilde Libya'ya silah, teçhizat, malzeme ve asker gönderilmeye kalkışılıyor. Bunlar Türkiye'nin uluslararası ilişkilerinde karşı karşıya kaldığı güvensizlik, itibarsızlık ve hukuksuzluk algılarını daha da keskinleştiriyor ve daha da yalnızlaşmamıza yol açıyor.  

Bir yandan Libya’daki insani durumun giderek kötüleştiği ve IŞİD başta olmak üzere El Kaide uzantılı örgütlerin verimli bir hareket sahasına kavuştukları söyleniyor, bu gelişmelerin de Libya ve bölge ülkeleri için tehdit oluşturduğu söyleniyor; bir yandan da Türkiye'nin bu tehditlerin giderilmesi için her türlü tedbiri alacağı dile getiriliyor.

Bölge ülkeleri ile kapsamlı bir istişare yapıldı mı? Bizim gördüğümüz kadarıyla Tunus Libya'ya askeri bir müdahalenin doğru olmadığı görüşünde.

Mısır ile bir istişare yapıldı mı? Cezayir ile, Sudan ile, Çad ile, Nijer ile bir istişare yapıldı mı? Bunlardan geçtim, İtalya ile, Fransa ile, Yunanistan ile bir istişare yapıldı mı?

“Ben yaptım oldu” zihniyeti ile devlet yönetilmez Sayın Milletvekilleri, bu zihniyet ile TBMM'ne tahakküm edilemez. Diplomasi yeteneğini kaybetmiş, çözümü kuvvet kullanımında arayan, bu kuvvet kullanımına da vatan evladını kurban etmeye hazırlanan bir zihniyet ile karşı karşıya isek, bu zihniyete geçit vermemek işte bu içinde bulunduğumuz, gazi unvanını kazanan yüce Meclis'imizin görevi olmalıdır.

Sürekli olarak Libya'ya yabancı unsurların kaydırıldığı, farklı uçakların Trablus’a indiği, bunların İdlib'ten, Suriye'nin başka bölgelerinden gelen Silahlı Kuvvetlerimizin desteklediği paralı askerlerden oluştuğu haberleri dolaşıyor. Türkiye, bölgedeki başka ülkelerin vekalet savaşlarına alet olmamalı, paralı asker ticaretine girmemelidir. Bugün Suriye’de, özellikle İdlib’de yaşadığımız sıkıntıyı görmüyor muyuz? Libya’ya Suriye’deki cihatçıları göndererek mi El Kaide’yle mücadele edeceğiz? Hem, bu tezkere metninde geçen "sözde Libya Ulusal Ordusu" ifadesindeki "sözde" sıfatı ile ne kastedilmektedir?  

Bu ifadeyi kullandığınız zaman iktidarın Suriye'de desteklediği "Suriye Milli Ordusu" için de aynı ifadenin kullanılmasına zemin hazırlarsınız, kendinizi temize çıkarmak için söyleyecek de tek bir sözünüz kalmaz. 

Yurt dışına askerimizin gönderilmesine izin verilmesi Anayasamızın 92. Maddesi uyarınca gerçekleşir. Bu tezkere 92. Maddeye aykırı unsurlar içeriyor. Tezkere talebi “Milletlerarası hukukun meşru saydığı hallerde” ifadesini karşılamamaktadır. Çünkü bu tezkere BMGK kararlarını ihlal ediyor. Yine, 92. maddede geçen “TBMM tatil veya ara vermede iken ülkenin ani bir silahlı saldırıya uğraması ve bu sebeple silahlı kuvvet kullanılmasına derhal karar verilmesinin kaçınılmaz olması…”durumu da söz konusu değildir. 

Her şeyden önce, Libya’daki insan ve göçmen kaçakçılığını Anayasa’nın 92. Maddesi uyarınca TBMM gündemine getirilen bir tezkereyle ilişkilendirmek akla ve mantığa uygun değildir. Libya kaynaklı insan ve göçmen kaçakçılığı öncelikli olarak Avrupa ülkelerinin sorunudur. Onlar bile Türkiye kadar öne atılmamışken bizim bu gerekçeyi kullanmamız en hafif tabiri ile sorunludur, sorumsuzdur. Ayrıca, kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı güvenliğin idame ettirileceği gerekçesi çatışmaların daha da artacağı nedeniyle boşa çıkmaktadır. Suriye’ de “güç politikası” işletmek isterken “göç politikasına” maruz kalan iktidar bu hatayı şimdi bir de Libya'da yapmaya hazırlanmaktadır. 

Libya Ulusal Ordusu’nun ve komutanı Hafter’in Türkiye karşıtı bir pozisyonda bulunduğu söyleniyor. Bu durum diplomasiyle mi yoksa Libya’ya asker göndererek mi düzeltilebilir? Sorarım size, Türkiye ile karşıt pozisyonda olanları tek tek arayıp bulup onlarla savaşmak mı akıllı ve dirayetli bir dış politika uygulamasıdır?

Bütün dünya bilmektedir ki, Libya’nın bir bölümünü Türkiye’ye düşman eden iktidarın taraf tutan politikalarıdır. Libya’da ateşkes ve barışın sağlanması için ülkeye asker göndermek en son yapılacak iştir. 

Libya-UMH’nin destek talebinin içeriği nedir? Basına yansıdığına göre, kara, hava, deniz unsurlarının tamamını içerecek şekilde destek isteniyor. Türkiye’nin vereceği askeri destek, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Rusya ve Fransa başta olmak üzere Hafter’i destekleyen ülkelerin Libya Ulusal Ordusu’na sağladıkları desteğin artmasına neden olacaktır. Üstelik askerlerimizi bir de bu saydığımız ülkelerle karşı karşıya getirecektir. 

Tezkere metninde askeri müdahalede bulunabilmek için çok fazla gerekçe sıralanmıştır. Bu da yetmemiş, tezkere metni “her türlü tehdit”, “her türlü tedbir” gibi ifadelerle ucu açık bir niteliğe kavuşturulmuştur. Türkiye’nin Libya’ya askeri müdahalesinin tek adamın kararına sıkıştırılması da ülkemizdeki rejimin niteliğini göstermesi bakımından manidardır. 

Türkiye’nin Libya müdahalesinin meşruiyeti uluslararası hukuk bakımından tartışmalıdır. Her şeyden önce, buna onay veren bir BMGK kararı yoktur, ayrıca uluslararası bir şemsiye bulunmamaktadır, üstelik iç savaş içindeki taraflardan birinin çağrısı böyle bir harekâta girişmek için yetersizdir. UMH Dışişleri Bakanlığı’nın sözcüsü Muhammed el Kablavi Alman Die Welt gazetesine yaptığı açıklamada, "Merkezi yönetim şu ana kadar Libya topraklarında yabancı asker bulunmasına karşı çıkıyor" ifadesini kullanmıştır.  

Bunun yerine yaşanan iç savaşı bitirmek için Almanya'nın arabuluculuğa devam etmesini istediklerini kaydeden El Kablavi, Berlin’in çatışmanın bir tarafı olmadığı ve oldukça önyargısız olduğu için, arabulucu olarak diğer ülkelere göre daha fazla kabul gördüğünü dile getirmiştir. Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere, Türk askerinin Libya’ ya gitmesi konusunda Libya’ da dahi kafa karışıklığı vardır. Ulusal Mutabakat Hükümeti, Libya’ya asker göndermemizi ne kadar şevkle destekliyor acaba?

Libya halkının ihtiyacı olan insani yardımlar BM kanalıyla ulaştırılabilir. Bu bir tezkere konusu değildir. Libya halkının ihtiyacı olan insani yardımların temini için tezkereye gerek yoktur. 

"Telafisi güç durumla karşılaşmamak" için tezkere istemek yerine tıpkı Rusya ve Almanya gibi her iki tarafla da temas kurulmalı, diplomasi kanalları açık tutulmalıdır. Türkiye bir saplantıyla hareket ederken diğer devletler sahadaki gelişmelere göre manevralarını belirlemektedir. İtalya bunlara örnektir. 

Libya sadece iç şavaşın içinde olan bir ülke değil, aynı zamanda aşiretlerin de oldukça güçlü olduğu ve aşiret çatışmalarının oldukça şiddetli olduğu bir ülkedir. Libya’nın muharip güce ihtiyacı vardır, bizim de kesinlikle muharip güç olarak Libya’da bulunmamamız gerekmektedir. UMH’nin taleplerinin, nasıl karşılanacağı konusunda iktidar tarafından kafa karışıklığı vardır.

İktidar, Libya ile tarihsel bağlar kurarak, vekalet savaşına taraf olmak istemektedir fakat Mustafa Kemal Atatürk, Libya’ da vekalet savaşlarına karşı mücadele ederek Gazeteci Şerif Bey olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Ve o Mustafa Kemal, 1923’te şu sözleri söylemiştir: “Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Hakiki düşüncem şudur: Ulusu savaşa götürünce vicdan azabı duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı, “ölmeyeceğiz” diye savaşa girebiliriz. Ancak, ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir.”

Ülkemizin sosyolojik yapısı göz önüne alındığında iktidar, etnik ve mezhepsel hassasiyeti olan ülkelerin içişlerine kesinlikle taraf olmamalıdır. Arap milliyetçiliğinin yeniden nüksettiği, Barış Pınarı Operasyonu’nda ortaya çıkmıştır. Bu tezkere ile birlikte bu durum daha da belirgin hale gelecektir. Doğu Akdeniz’de yeniden Türkiye karşıtlığının güçlenmemesi için Türkiye’nin taraf olmaması, hele hele de askerlerimizi iç savaşa göndermememiz gerekmektedir.

 “Libya’da ne işimiz var” sözü dar bir bakış açısı değil, bizzat dış politikamızın temelini oluşturan “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesinin bir gereğidir. Dar bir bakış açısı varsa o da, Türkiye’yi dış politikada dar bir alana sıkıştırarak, ülkemizi derin bir yalnızlığa hapseden iktidarının bakış açısıdır.

Yine dar bir bakış açısı varsa UMH' ye BM nezdinde bir meşruiyet sağlanırken yine BMGK’nın 1970 sayılı kararının hiçe sayılmasıdır. Dar bakış açısı, bizzat bu tezkere metnidir! 

İktidarın, ikircikli, taraf tutan, ideolojik, mezhepçi dış politikası Libya’daki UMH’ ni BM tanıyor diye meşru kabul edip, Suriye’deki Şam yönetimini BM tanıdığı halde meşru kabul etmemesinden bellidir. Ama Suriye’ deki muhalefeti tüm dünya meşru olarak görmezken bunu destekleyen, bu muhalefeti oluşturan paralı askerleri himaye eden, nasıl bir tarif ise bunlara Suriye Milli Ordusu yakıştırması yapan aynı iktidar, Libya’daki Libya Ulusal Ordusu’ nu “sözde” diye küçümseme gayreti içindedir.

İktidarın uygulamalarının İhvan dayanışması odaklı olduğu da işte buradan bellidir. Ne hazindir ki, bu çifte standartçı ama tek yanlı, miyop dünya görüşü tüm bölgede ve dünyada Türkiye’ yi yalnızlığa sürüklemekten başka bir sonuç doğurmamaktadır

 

 

 


 

Kaynak : Vişne Haber Ajansı-www.istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları