loading
close
SON DAKİKALAR

Devlet Bahçeli; İYİ Parti kendi içinde bile dümen, düzen, alavere, dalavere, kumpas ve kutuplaşmadır

Devlet Bahçeli; İYİ Parti kendi içinde bile dümen, düzen, alavere, dalavere, kumpas ve kutuplaşmadır
Tarih: 16.12.2023 - 16:15
Kategori: Siyaset

Devlet Bahçeli; Milletim bilmelidir ki, bizim için asıl tehlike dış düşmanlar değil, siyasete yuva yapmış, hasbelkader TBMM’ne girmiş siyasi tufeylilerdir. Bu haliyle CHP temelde güvenlik sorunudur. PKK’nın demlenmiş hali olan sözde bölücü parti güvenlik tehdididir.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli İl Başkanları toplantısında konuştu;

"Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Basınımızın Mümtaz Temsilcileri,

Hepinizi en kalbi duygularımla birlikte hürmet ve muhabbetle selamlıyor, basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

Şu anda yurt içinde ve yurt dışında;

Televizyon ekranlarından, sosyal medya platformlarından ve radyo kanallarından bizleri takip eden aziz vatandaşlarımıza,

Aynı şekilde gönül ve kültür coğrafyalarımızda hayat ve varlık mücadelesi veren değerli kardeşlerimize selam ediyor, şükranlarımı sunuyorum.

Kaynağını Türk-İslam Ülküsünde bulan Türk milliyetçiliği davamızı yedi bölge, 81 vilayet, 780 bin kilometrekarede onurla, gururla, gürbüz bir duruşla temsil eden il başkanlarımız ve il teşkilatlarımız Milliyetçi Hareket Partisi’nin omurgasıdır.

Omurga sağlamsa vücut kuşkusuz sağlıklı ve zindedir.

Ve bizim omurgamız saat gibi çalışmaktadır.

Merhum Prof.Dr.Nurettin Topçu Hocamızın vurguladığı üzere, “Kıvılcımın parlayıp sönmesini andıran hayat iki esasa dayanır. Bunlar, ebedi olmak isteyen bir pırıltı ile onu örten bir karanlıktır.”

Milliyetçi Hareket Partisi, devleti ebed müddet ile milleti ebed müddet gayesiyle karanlıkları yaran, korkulukları yıkan, korkakları yenen inanç ve irade aydınlığıdır.

Bu aydınlığı diri tutan, hatta sürekli körükleyen güç kaynağı Milliyetçi Hareket Partisi’nin fazilet ve fedakârlıkla ihata edilmiş teşkilat yapısı, tarihi bir miras olan teşkilatçı vasfıdır.

Teşkilat demek; gören göz, işiten kulak, konuşan dil, hisseden vicdan, dokunan el demektir.

Teşkilat demek; kapalı bir kitabın iki sahifesi gibi, tek fikir, tek ağız, birbirini tamamlayan tek mesaj demektir.

Teşkilat demek, davasının namusunu kendi namusu bilip namert oyunlara, nimet bilmez oyunculara, tarlası sırtında gezen keçe külahlı oynaklara meydanın boş olmadığını gösteren cesaret ve feraset demektir.

Teşkilat demek; sen, ben, A’dan Z’ye hepimiz demektir.

Sizler yurdumun her köşesinde halkımızın vuran nabzını avuçlarınızda tutuyorsunuz. Buna devam ediniz.

Anadolu’nun tüm güzelliklerini, insanımızın tüm özelliklerini yudum yudum içinize çekip yokuşları aşıyor, yolunuzu açıyorsunuz.  Asla geriye bakmayınız.

Ülkede birlik, ülküde birlik, ilkede birlik istikametinden şaşmadan; “Her Şeyden Önce Türkiye” anlayışından sapmadan Milliyetçi Hareket Partisi’nin mesajlarını taşıyor, hayallerini anlatıyor, hedeflerini paylaşıyor, siyasi varlığını temsil ediyorsunuz. Tereddüt ve tenakuza düşmeden ilerleyiniz.

Farz-ı muhal, gecenin en zifiri anında kim var diye sorulduğunda,

Sağına, soluna bakmadan, kimin olup olmadığına aldırmadan,

Fert fert ben varım diyen teşkilat yapımızla milletimize ümit aşılıyor, Türkiye’mize ve Türk-İslam alemine güven veriyorsunuz. Yolunuz açık olsun.

Allah’a çok şükür teşkilatlarımız çelik gibidir; birlik, beraberlik ve ülküdaşlık hukukuyla perçinlidir.

Anormal bencilliğin, ıslah edilmeyen egoların, terbiyeden azade hırsların, nevzuhur öne çıkma hastalığının tasfiye ve tedavisi yapılmadıkça iç huzur ve dinamizmi yakalamak zordur.

Gayri samimi, gösteriş budalası, kibir doruğu, bindiği dalı kesen, aşağılık duygusuna hapsolan, sinir sistemi kompleksleriyle bozulan kimler varsa dikkat edilmesi ve tedbir alınması gereken onlardır.

Siyaset; hiziplerin çatışmasına, dar kadrolu ekiplerin çekişmesine ortam açtığı müddetçe, yüreklerin toplu vuruşu, heyecanların topyekun duyuşu anlam ve değerini hızla kaybedecektir.

Bunun sonu ve sonucu da hezimettir.

Merhum Prof.Dr.Ahmet Süheyl Ünver Hocamızın şu sözlerine özenle kulak vermeniz hepinize tavsiyemdir:

“İnsan fıtratında var olan karakter boşluğu, kıskançlığın emir-komutası altına girince nankörlüğün, kadir-kıymet bilmezliğin sözü edilen boşluğu doldurması kaçınılmazdır.”

Bu söze tersinden yaklaşırsak, karakterli bir insanın kıskançlığın sabotajlarına maruz kalması, çevresine hasis ve hırçın gözlerle bakması na-mümkündür.

Birbirini kıran veya kıskanan değil, birbirine kıymet verip kılavuz olan şahsiyet, samimiyet ve hakkaniyet ölçüsüyle bezenmiş insanların başarıyı hak ettikleri pek çok tecrübeyle varittir.

Bildiğiniz gibi, ekonomi kıt kaynakların alternatif kullanım alanlarına nasıl tahsis edileceğini açıklamak için model geliştirme sürecidir.

Kaynakların kıt olup olmadığı tartışmalı olsa da, kesin olan bir şey varsa bizim millet ve vatan sevgimizin enginliği, kaynağının da çok zengin olduğudur.

Bir dava insanı aynı zamanda bir sevda nişanesi, bir vefa methiyesidir.

Bahtiyarlıkla söylemeliyim ki, sizler bu nişaneye, bu methiyeye her zaman layıksınız.

Ne var ki sevdası yalan, vefası talan olanların vedası da bir hayat ve siyaset gerçeğidir.

Büyük bir düşünürün dediği üzere, “faziletle fezahat, yani rezillik arasında kalın bir duvar varsa, bu duvardan bir insan geçecek kadar da büyük bir delik vardır.”

O delikten geçen geçti ve gitti, geriye davamızın şeref sancağına can pahasına sahip çıkan, bundan sonra da sahip çıkacak sizler gibi aziz ve faziletli dava insanlarımız kaldı.

Bir ara ışığı söndü zannedilen Milliyetçi Hareket Partisi, nice iman ve dava erinin cesur mücadelesiyle bugün elinde dev bir meşaleyle ayaktadır, çünkü davamız ezcümle Allah’ın davasıdır.

Turp gibi makam, marul gibi koltuk pazarlayanların, protokollere bağladıkları bakanlıkları ulufe gibi dağıtanların nasıl bir musibet oldukları netleşti mi?

Gerçek yüzleri ortaya çıktı mı?

Estirdikleri fırtınada yollarını kaybettiler mi?

Karanlık ilişkileri deşifre oldu mu?

Bunların hepsi oldu, daha neler neler olacak, bekleyip inşallah göreceğiz.

Merhum Mithat Cemal Kuntay, “Üç İstanbul” isimli romanında şu altı çizilmesi gereken tespiti roman kahramanının ağzından bizzat yapmıştı:

“Felaket zamanında bir millet çektiği ıstırap kadar büyüktür.”

Bu veciz sözün aynısını partimiz için de ifade etmek elbet doğrudur.

Biz çilemiz kadar büyüdük, şehitlerimizle yükseldik, gazilerimizle güçlendik, acılarımızı ve yenilgilerimizi vicdan heybemize doldurarak ileriye atıldık.

Biz Milliyetçi Hareket Partisi’yiz.

Davanın omuzuna basan değil, davayı omuzlayan;

Davaya yük olan değil, yükü kaldıran;

Nefsine yenilen değil, yeri geldiğinde nefsini ayağının altına alan;

Çıkarlarının bekçiliğine soyunan değil, vatanın bekçiliğini şeref sayan;

Fitne, dedikodu, gıybet ve iftiralara tenezzül ve teşebbüs eden değil;

Özüyle, sözüyle, öz değerleriyle, özgüveniyle Müslüman Türk’ün timsali olan bir teşkilat yapısı ve buna can veren dava insanı varlığıyla biliniz ki, sadece içimizdeki hainlere değil yedi düvele meydan okumamız mukadderdir.

Muvaffakiyetin mukadder olması için meşveretin, mukavemetin, muvazenenin, muhasebenin ve muhabbetin kökleşmesi lazımdır.

İnsan eksilterek siyaset yapamayız, yapılamaz.

Bilakis siyasette maksat gönül kazanmaktır, gönül almaktır, her insanımızı hızır, her gecemizi kadir bilmektir.

İnsan inciterek siyasette ilerleme kaydedilmez, ancak irtifa ve itibar kaybedilir.

Bilahare siyasetin rotası incelikle ve insaniyet ölçülerine riayetle tayin ve temin edilmelidir.

Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in yaptığı da, yapacağı da aynen budur.

Ancak sırf kaybetmemek uğruna yanlışlara göz yumamayız.

Davamızın bekası için zorlu kararları yeri ve zamanı geldiğinde almak durumundayız.

Hiç kimsenin, hiç birimizin davanın önünde veya üstünde olmadığını idrak mecburiyetindeyiz.

Bugün göstereceğimiz bir zafiyetin gelecekte ağır faturasına katlanacağımızı öngörmekle mükellefiz.

Teşkilatımızın bir makinenin dişlilerini andıran bünyesi kapsamında,

Her arkadaşım görevini layıkı veçhile ve tevazuyla yerine getirdikten sonra mesele yoktur.

Bu suretle kalp sefası ve vicdan huzuruyla geleceğe güvenli adımlarla yürüyüşümüz günbegün hızlanacaktır.

Biz ayakları meçhule basan, başı da müpheme bakan devre mülk tarzında bir siyaset anlayışını elimizin tersiyle itiyoruz.

İnsanımızın kalbindeki kapalı ve bulutlu havayı huzur iklimine çevirmenin dışında bir arzu taşımıyoruz.

Dava ve iddia sahipleri olarak, güzel düşünülmüş yalanlara, üstü başı temiz kepazeliklere, teselli veren nifaklara, hak edilmemiş zaferlere asla itibar etmiyoruz.

Değerli Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Yakın tarihimizi, sosyal ve fikir hayatımızı gerçek bir bilgenin zeka ve sezgileriyle kavrayan Merhum Mehmet Arif Bey,

93 Harbi’nin acıklı ve ibret almamız gereken hatıralarını anlattığı “Başımıza Gelenler” isimli muazzam eserinde aynen şöyle yazmıştı:

“Vehim etmeyip, Allah’a tevekkül ile herkes hissesine düşen vazifeyi icrada kusur etmezse mes’ud bir netice alınacağından şüphe olunamaz. Emin olun, bizi meyus eden felaketler vazife hissine biganelik belasıdır bütün.”

Bir adım sonrasını düşünmeyen günübirlik hamleler, atiye değil de ana düşkün hevesler bilinmesini özellikle ümit ederim ki, sonuçsuz kalmaya her zaman mahkumdur.

Tarihsel bir perspektif ışığında, hayatın ve insanın gerçeklerini ilkelerinin pençesiyle kavrayamayan bir siyasetin ne mecalinden ne de mefkûre ve mesuliyetinden bahsedilecektir.

Nokta zamandan akan zamanın yol haritasını belirlemek; yani geleceğin canlı resmini bugünün imkânlarıyla kafamızın tuvaline çizmek ülkü sahibi insanların başlıca vazifesidir.

Bunun için de sürekli tetikte, sürekli teyakkuzda olmak lazımdır.

Şimdilerde önemsiz ayrıntı gibi telakki edilen bir konu yarın karşımıza çok ciddi badireler, çok ciddi sıkıntılar çıkarabilecektir.

İhmal ve ihtiyatsızlığın en az ihanet ve işgal kadar vahim sonuçlara kapı aralama ihtimali taşıdığı tarihi vaka ve vesikalarla sabittir.

2’inci Meşruiyet dönemi Sadrazamlarından Mahmut Şevket Paşa; Kuveyt, Katar ve Bahreyn’i Mayıs 1913’te İngilizlere teslim etmiş ve anılarında yürek yaralayan çarpık gerekçelerini de şöyle anlatmıştı:

“Kuveyt ve Katar gibi çölden ibaret olan iki kaza yüzünden İngiltere ile ihtilaf çıkaramazdık. Bu ehemmiyetsiz topraklardan ne gibi istifademiz olabilirdi?”

Büyük Hun İmparatoru Mete Han’ın çakıl taşına sahip çıkan ulvi iradesiyle çöl ve çorak diyerek vatan topraklarını tereke malı gibi gören iradesiz ve sefil zihniyetlerin ayrım noktasında elbette tarafımız ve durduğumuz yer bellidir, hiç de değişmemiştir.

19 Eylül 1921 tarihinde yapılan Heyet-i Vükela toplantısında, dönemin Sadrazamı Tevfik Paşa’nın Yunanlıların Anadolu’yu boşaltmaları karşılığında Trakya’dan vazgeçme teklifiyle vatan topraklarının çöl diye terki aynı utanmazlığın, aynı uçurumun iki yüzü, iki yakası gibidir.

30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi imzalandığı vakit Merhum Rauf Orbay Paşa acul iyimserliğini mahfuz tutarak temelsiz ve temkinsiz memnuiyetini, gördüğü serabı gerçek zanneden yüksek ateşli bir hasta gibi dile getirmişti.

Hatta İngilizlerin Osmanlı İmparatorluğu’na dostane davrandığını ileri sürerek, mütarekeyi yenen ile yenilen arasında değil, belki eşit güçler arasındaki çarpışmalara son veren sözleşme olarak yorumlamıştı.

Halbuki bir devlet ve siyaset adamında olması mecburi olan fehim ve ferasetten mahrumiyetini acıklı şekilde ispat ederek karsısındaki müstevli emelin Devlet-i Aliyye’nin varlığına ve hükümranlık haklarına kast etmek üzere harekete geçtiğini maalesef algılayamamış, okuyamamıştı.

Merhum düşünürümüz Ziya Gökalp, bir defasında kızı Hürriyet’e yazdığı mektupta aynen şöyle seslenmişti:

“İnsanda akıl, irade, mefkûre varken zilleti kabul edemez kızım.”

Hamd olsun bizde akıl da vardır, irade de vardır, ülkü de vardır, ahlak da vardır, bu nedenle zilletin, melanetin, ihanetin ve rezaletin semtimize uğraması diye bir şey söz konusu değildir.

Merhum Prof.Dr.Fuat Köprülü Hocamıza göre, tarihte kurulan Türk devleti sayısı yaklaşık 120’dir.

Hepsi baş tacımızdır.

Hepsi medarı iftiharımızdır.

Hepsi bizi biz yapan cevheri aslimizdir.

Kurduğumuz devlet sayısı bu kadar olsa bile milletimiz her zaman birdir ve adı da Türk milletidir.

Geçmişten aldığımız dersler gelecekteki dirayet kaynağıdır.

Mayası tutmuş hamur nasıl teknede durmazsa zamanı gelmiş bir yükselişin, umutsuzluğun mahzenini yıkan muazzez bir heyecanın önüne de hiç kimse, hiçbir odak geçemeyecektir.

Kutlu ceddimiz Oğuz Han diyor ki: Türk denizdeki sedefe benzer, orada iken kadri bilinmez. Fakat denizden çıkarıldıktan sonra padişahların tacı, gelinlerin ziyneti olur.

Artık gün doğmuş, tan yeri aydınlanmıştır.

Türk milleti sadırdan satıra, sedeften sefere, seferden zafere, zaferden cihanşümul bir kudrete talip ve kararlıdır.

Bunun kaldıracı ve sıçrama rampası da Türk ve Türkiye Yüzyılı hedefleridir.

Türk tarihi bizlere inkar edemeyeceğimiz ve asla yok sayamayacağımız bir misyon tahmil etmiştir.

Vaki misyon mucibince geleceğin süper güç ve lider ülke Türkiye’sinin mimarisi fikri tasavvurumuza ve siyasi tasarrufumuza emanettir.

Bu emaneti bihakkın kucaklayıp istikbalin tertemiz Türk kuşaklarıyla buluşturacak ruhun tastamam temerküz ettiği ittifak da Cumhur İttifakı’dır.

Tarih ile coğrafyayı birbirine bağlayan,

Dünyayı Türkçe okuyan,

Kızılelma sevdasıyla yanıp tutuşan,

İ’la-yi Kelimetullah gayesiyle kavrulan bir irade cumhur namıyla sivrilmiş, Türkiye’nin, mazlum toplumların, Türk ve İslam yurtlarının umudu ve ufku mertebesine tırmanmaya başlamıştır.

Bu tırmanış yarım kalmamalıdır.

Bu tırmanış sekteye uğramamalıdır.

Bu tırmanış herhangi bir engele takılmamalıdır.

14 Mayıs ve 28 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimleriyle yasama ve yürütme Cumhur İttifakı’nın müessir ve münhasır kazanımlarıyla tezahür etmiş, böylelikle yeni yüzyılın ilk harcı karılmıştır.

Şimdi sırayı 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak Mahalli İdareler Seçimi almıştır.

Bütün hilkatin tek bir haliki olan Cenab-ı Allah’ın izni ve inayetiyle, aziz ve arif olan Türk milletinin takdir ve teveccühüyle 31 Mart eşiği sağ salim, kazasız belasız, merkezi yönetime münasip ve müzahir olacak ölçüde aşılacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi 31 Mart 2024 tarihini, Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni yüzyılına ivme verecek demokratik bir sınır hattı olarak değerlendirmektedir.

Evvelemirde partimiz adına şunu ifade etmeliyim ki;

AK Parti’yle yapılan görüşmelerimizde,

Üç belediye fazla, beş belediye az almak maksadından ziyade Türk ve Türkiye Yüzyılının tecellisine odaklandığımızı,

Ülkemiz ve geleceğimiz adına her türlü özveriyi karşılık beklemeksizin gösterdiğimizi samimiyetle paylaşmak istiyorum.

Dün itibariyle partimize yapılan aday adaylığı müracaatları sona ermiştir.

Kısa bir zamanda adaylarımızı belirleyip sahadaki çalışmalarımızı azim ve coşkuyla yaygınlaştıracağız.

Mesele hangi belediye başkanlıklarının partimizin uhdesinde olmasından daha çok Cumhur İttifakı olarak neyi, nasıl, nereye kadar başaracağımızın ilkesel tutum ve duruşunun Türkiye’miz adına ön hazırlığını yapmaktır.

Ummana damlayıp ebedileşen billur su damlaları misali, bir güneş gibi doğan Türk Devri’ne bizim de yürekten desteğimiz olacaktır.

Ve bu tercihimiz şüphesiz her türlü pazarlık bahsinden tamamıyla muaftır.

Günleri aylara, ayları yıllara eklemleyen zaman tünelinde her şey değişip ters yüz olsa da,

Elle tutulur objeler, gözle görülür suretler kaybolup gitse de,

Türk milleti kıyamete kadar yaşayacak, ebediyetin gökyüzünde tıpkı bir Süheyl yıldızı olup parlayacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi üstüne düşen sorumlulukları harfiyen yerine getirecektir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni yüzyılında basit siyasi hesap yapacak, çetele tutacak, sen onu aldın, ben bunu aldım, sen çok aldın, ben az aldım diyecek, bulanık suda balık avlayacak ne tıynetimiz ne de merakımız vardır.

Önce ülkem ve milletim diyorsak bunun gereğini seve seve yapmalıyız.

Biz neysek oyuz.

Ne söylemişsek yaparız.

Ne söz vermişsek tutarız.

Olduğumuz gibi görünür, göründüğümüz gibi oluruz.

Ayırmadan, ayrışmadan, Türkiye için canla başla çalışacağız.

Birliğin gücüyle, herkes için, herkese göre belediye diyeceğiz.

Genelden yerele birliği, ülkede yönetimde dirliği birliğin gücüyle başaracağız.

İstikrar ve hizmet için uyumlu yönetimle umutlu geleceğe muhakkak ulaşacağız.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yola çıkarken ilk gündem maddesi istikbal ve istiklaldi.

Bizim de aynısıdır, hiç kimse fıtrat değişir sanmamalıdır, bu kan, yine o kandır.

Cumhur İttifakı olarak büyük resme kafa yoruyor, kabuğa değil öze bakıyor, tek tek ağaçtan ziyade ormanın bütüne odaklanıyoruz.

Siyasi kulislerin müfsit akıntısına kapalıyız.

Küfürden daha şiddetli olan fitne akınına hazırlıklıyız ve bağışıklık kazanmış haldeyiz.

Hakikat gelince hıyanetin yerle yeksan olacağının bilincindeyiz.

Araba çamura battıktan sonra yol gösteren çok olurmuş,

Biz tekerimize çomak sokmak için tetikte bekleyen çamur zihniyetleri, çarpık niyetleri, münafık siyasetçileri, iç ve dış husumet cephesinde tüfek çatan ahlaksızları her cephede bozguna uğratmaya muktediriz.

Velhasıl, Cumhur İttifakı kararını vermiş, mutabakata varmış, 31 Mart 2024 tarihi için yola koyulmuştur.

Kaldı ki, AK Parti’yle çözemeyeceğimiz bir mesele de olmayacaktır.

Bize düşen görev çok çalışmaktır.

Siyasi gayemiz Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerinin çatısını örmek, gelecek nesillere huzurlu, istikrarlı, güvenli, gelişmiş, temel sorunlarını köklü çözümlerle buluşturmuş bir ülkeyi miras bırakmaktır.

Milleti ve ülkesinin varlığı için candan, yardan ve yarınlardan vazgeçmeye yeminli olan Milliyetçi-Ülkücü Hareket için esas amaç kazanacağı belediye sayısından daha fazla Türkiye’nin ve Türk milletinin ebedi saadet ve selametidir.

Zehirlenmiş ve zincirlenmiş muhalefetin seçenek olmaktan bütünüyle uzaklaştığı bu dönemde, yeni yüzyılı tek yürek halinde inşa etmeliyiz.

Yanlışı alkışlayanların fikri yoktur.

Eğri ile doğruyu ayıramayanların aklı yoktur.

Yalana ve yozlaşmaya sahip çıkanların ahlakı yoktur.

İşte Türkiye’deki köksüz ve kimliksiz muhalefetin durum aynısıyla böyledir.

Devir artık Türk Devri’dir.

Herkes hesabını buna göre yapmalıdır.

Yerel yönetimlere düşen zillet lekesini kazıyarak çıkarmak Türk Devrine, Türkiye Yüzyılına, uyanan tarih ve milli şuura müstesna bir hizmettir.

Biz hizmetkarız, biz millet sevdalısıyız, biz vatanın serdengeçtileriyiz, biz Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı’yız.

Değerli Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yıl dönümü aynı zamanda geleceğin önsözü ve önyüzüdür.

Bu niteliğiyle iki hafta sonra uğurlayacağımız 2023 yılı milli hafızalara kazınmıştır.

Yıl içinde hiç unutulmayacak olaylar yaşanmıştır.

Bunlar arasında en göze çarpanı, 6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş merkezli ikiz depremin asrın en korkunç felaketlerinden birisi olarak milletimizi hüzne boğmasıdır.

Devlet-millet dayanışmasıyla depremin yaraları sarılmış, enkazın vahim izleri elbirliğiyle silinmiştir.

Huzurlarınızda depremde hayatlarını kaybeden vatandaşlarımızı, kahraman şehitlerimizi rahmetle, hürmetle anıyor, hepsinin ruhu şad olsun diyorum.

Allah’tan dileğim, milletimizi ve ülkemizi görünür görünmez kaza, bela, hastalık, afet ve yıkımlardan esirgemesidir.

Devlet bütün imkânlarını devreye alarak deprem bölgesine müdahale etmiş, belki de dünya genelinde nadiren görülecek bir süratle felaketin ağır sonuçları en aza çekilmiştir.

Depreme karşı dayanıklı ve güvenli konutların yapımı hızla devam etmektedir.

Depremzede hiçbir vatandaşımız açıkta kalmayacak, sahipsiz ve çaresiz bırakılmayacaktır.

Deprem bölgesindeki illerimizin kesintisiz hizmet alması, bu çerçevede 31 Mart 2024 seçimlerinde istikrarın devamı boynumuzun borcudur.

Türkiye’nin gelecek planlamasının ilk sıralarında depremle mücadele yer alacaktır.

Cumhur İttifakı bu hususta proje bazlı, risk ve tehditleri analiz eden, buna karşı çözümler üreten ve pro-aktif hazırlıklarını hiçbir tavsama göstermeden hayata geçirmektedir.

Muhalefetin depremle ilgili istismar, yalan ve saptırmadan başka söyleyeceği tek sözü yoktur.

Bu konuda hevesleri yoktur, heyecanları yoktur, hedefleri yoktur.

Yaparsa yine Cumhur İttifakı yapacak, mutlaka da başaracaktır.

2023 yılında milli irade tecelli etmiş, Cumhur İttifakı 14 Mayıs ve 28 Mayıs 2023 seçimlerinden alnının akıyla ve demokratik aklanmayla çıkmıştır.

Birinci beş yıllık döneminde, bağlanan umutları karşılayan, ihtiyaç duyulan istikrar ve güveni sağlayan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ikinci beş yıllık devresine milli iradenin desteğiyle geçmiştir.

14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimleri turnusol kağıdı işlevi görerek muhalefetin tükenişini, gizli kapaklı pazarlıklarını, kaç ortaklı olduğunu sayamadığımız sipariş masanın asıl mahiyetini gözler önüne sermiştir.

Türkiye’nin öncelikli sorunlarından birisi muhalefetin iflas bayrağını çekmesidir.

Demokrasiyi erozyona uğratan çirkef muhalefet kendi kendini yiyip bitiren siyasi organizmaya dönüşmüş, bununla da kalmayıp iç barış ve huzur ortamına kesif bir cephe açmıştır.

Zillet ile hezimet arasında bir sarkaç gibi sallanan CHP, İP, DEM ve diğerlerinin Türkiye’yi siyasi kriz ve kaosa sürüklemek için her alçak tertibe başvurdukları gizlenemez boyutlardadır.

Kimin kimi çelmelediği, kimin kime tuzak kurduğu öylesine karmaşıklaşmıştır ki, tam bir akıl tutulması, tam bir ahlak kırılması, tam bir siyasi vicdan dağılması ortaya çıkmıştır.

Türkiye düşmanlarının siyasi taşeronu olacak kadar seviyesiz ve cibilliyetsiz hale gelen partilerin sadece demokrasiye değil, Türkiye’ye de zarar verdikleri çok açıktır.

Dünyanın hiçbir medeni ülkesinde milli ve manevi değerleriyle çelişen, milletine ve devletine çemkiren bir muhalefet yapısı görülmez, görülemez, görülmemiştir.

Muhalefet amansız bir hastalığın pençesindedir.

Birbirinin ipliğini pazara çıkaran, sırlarını düğün evinde ifşa eden müflis partilere milletimizin itimat etmesi imkansızdır.

Birbirine demediğini bırakmayanların, seçim sonuçlarının vebalini yıkmak için aynaya bakmak yerine suçlu ve sorumlu arayanların, bugünkü aklıyla dünkü aklını yerenlerin Türk siyasetinde varlığı esasen demokratik utançtır.

Milletim bilmelidir ki, bizim için asıl tehlike dış düşmanlar değil, siyasete yuva yapmış, hasbelkader TBMM’ne girmiş siyasi tufeylilerdir.

Bu haliyle CHP temelde güvenlik sorunudur.

PKK’nın demlenmiş hali olan sözde bölücü parti güvenlik tehdididir.

İYİ Parti kendi içinde bile dümen, düzen, alavere, dalavere, kumpas ve kutuplaşmadır.

Diyorlar ki, muhalefette yaprak dökümü varmış.

Bunu söyleyenlere sormak isterim ki, kökü olmayanın dalından ve yaprağından bahsetmek akıl ve mantık işi midir?

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yıl dönümü münasebetiyle, önümüzdeki yeni yüzyılın anahtarı Cumhur İttifakı tarafından imal edilmiştir.

Fakat Türkiye’yi kilitlemek isteyenler de faal haldedir.

Muhalefet bu mihrakların istetmesi, işletmesi ve işbirlikçisidir.

Bir yanda 1923 yılının kurucu ilke ve felsefesiyle, Milli Mücadele’nin birikim ve bıçkın iradesiyle Türk ve Türkiye Yüzyılının cümle kapısı aralanırken;

Diğer yanda sinir sistemimizi, moral ve milli değerlerimizi hedef alan, üstelik maneviyatımızı sarsma planıyla tatbik edilen sistematik operasyonlar, yoğun psikolojik harekâtlar gözlemlenmektedir.

Son günlerde iç ve dış bağlantılarının aşikar olduğu bu karanlık kampanyanın eşgüdüm halinde ve adım adım ilerletilip mevzi elde ettiği görülmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yıl dönümünü,

Türk ve Türkiye Yüzyılı hedeflerinin heyecan ve motivasyonunu tahrip etmek, taciz etmek, bundan mülhem miadı dolmuş tartışmaları yeniden alevlendirmek, toplumsal gerilimi tırmandırmak için çok tehlikeli bir sayfa açılmıştır.

İlk olarak, fenomen adıyla ortaya dökülüp para ve servetinin kaynağı şaibeli ve muamma olan sonradan görme bir avuç çapulcunun yarattığı olumsuz hava, milletimizde uyandırdığı infial ve öfke halidir.

Bunun yanında insanlarımızı provoke eden sosyal medya görüntüleri, itibar suikastları, iftira düzeneği kuran sosyal medya hesapları, merdiven altı cemaat ve tarikatların şımarıklıkları, maneviyat dolandırıcıların şovları tahammül sınırlarını aşmaktadır.

Vatandaşlarımız alın teriyle, el emeğiyle ve geceli gündüzlü hayat mücadelesi veriyorken, aklını kaçırmış gibi para harcayıp, kahvesini altın tozuyla yudumlayan arsızların mantar gibi bitmeleri bir sistem sorunu olarak servis edilmektedir.

Buradaki amaç peyderpey telafi edilen sosyal ve ekonomik eşitsizliklerle cılız siyasal tepkiyi kamçılamak ve karıştırmak, Türkiye aleyhine yığınak oluşturmaktır.

Bu kapsamdaki hedef; sosyal anarşi üretmek, toplumsal itirazları siyasal tazyikle beslemek, maneviyatımız üzerinde kuşkular uyandırmaktır.

İkinci olarak, Türk futbolunda muhkem yeri olan kimi insanların illegal fonlara yüksek faiz beklentisiyle astronomik paralar yatırması,

Böylesi çarpıklığın bir banka ve bu bankanın çalışanı vasıtasıyla yaşatılması yalnızca hukuksuzluk değil bir ahlak ve maneviyat sorunu olarak belirmiş ve somutlaşmıştır.

Bu skandal Türk sporunu tartışmaya açmış, açgözlülüğü belgelemiştir.

Daha çok kazanma, daha çok faiz geliri alma, bunlara da gayri meşru yollarla ulaşma çabası sosyolojik rahatsızlığa yol açmış, ekonomik memnuniyetsizliği kışkırtmak için pusu atan çevreleri iştahlandırmıştır.

Bu kapsamdaki hedef; ahlak, adalet, eşitlik ve gelir dağılımı eksenindeki tartışmaları sistem ve devlet krizine tahvil etme aymazlığı ve kurnazlığıdır.

Somali Cumhurbaşkanı oğlunun bir vatandaşımızın trafikte ölümüne yol açmasından hemen sonra ülkesine çekip gitmesi, bunun üzerine muhalefetin dedikodu çarkını döndürmesi hep bu aymazlık ve kurnazlığa destektir.

Elbette Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlu Türk adaletinin önünde hesap vermekle yükümlüdür.

Üçüncü olarak, Ankaragücü ile Rizespor arasındaki müsabakanın bitiminden hemen sonra maçın hakemine yönelik yumruklu saldırı, bunun ardından olağanüstü bir ortamın yaratılması, Türkiye Futbol Federasyonu’nun süreci sağduyu ve soğukkanlılıkla yönetememesidir.

Mehmetlerimiz, polislerimiz, korucularımız, masum insanlarımız şehit edilirken çıtı bile çıkmayanların birden bire ortalığı ayağa kaldırmak için seferber olmaları bize göre son derece düşündürücü bir çarpıklıktır.

Hakemimize karşı yapılan vandal saldırıyı önşartsız lanetliyoruz, ancak bu kaba güç gösterisini Türkiye’nin imajını yaralamak için kullananları, bir kaşık suda fırtına koparanları aynı derecede maksatlı ve marazi olarak addediyoruz.

Bu kapsamdaki hedef; sahaların ve tribünlerin ateşiyle toplumsal tansiyonu yükseltmek, Türkiye karşıtı çevrelerin eline koz vermek, istikrarsızlığa çanak tutmaktır.

Oyunu görüyoruz, kumpası fark ediyoruz.

Dördüncü olarak, TBMM’nde Kürtçe konuşma yapılması, buna müşfik ve müsamahakar davranış gösterilmesi, ayrıca bir haine karşı son zamanlarda artan ilgi ve yapılan övgülerdir.

Dil demek millet demektir.

Türk milletinin ve Türkiye’nin dili Türkçe’dir.

Türkçe’miz istiklalimizin ve milli birliğimizin kemer taşıdır.

TBMM’de Türkçe dışında konuşma yapmak, buna göz yummak Türkiye’ye ve bin yıllık kardeşliğimize yapılabilecek en büyük kötülüktür.

Herkesin anadili saygındır.

Kürt kökenli kardeşlerimizin Kürtçe konuşması bizi rahatsız etmeyecektir.

Bu bizim zenginliğimizdir.

Fakat anadil bahanesi altında Türkçe’nin melezleşmesine müsaade etmemiz düşünülemeyecektir.

Dilde başlayan bir çözülmenin nerelere kadar ulaşacağını son 1,5 asırlık tarihimize bakan her uyanık şuur hemen görecek ve kaygımıza hak verecektir.

Türkçe’miz şerefimiz, anamızın ak sütü, varlığımızın sancağı, geleceğimizin güvencesi, bekamızın canevidir.

Bununla eşzamanlı olarak bir isyan elebaşının adeta bir kahraman olarak tanım ve telaffuzu sabır taşımızı çatlatmıştır.

Tarih ve milletin huzurunda söylüyorum; Hınıslı Said bir vatan hainidir, yaşadığı dönemin terörist başıdır, katildir, canidir, emperyalizmin uşağıdır.

Piran’da askerlerimize saldıran,

Halkı isyana teşvik eden,

Genç, Palu, Elazığ, Silvan, Lice, Varto işgaline kalkışıp Diyarbakır’ı ele geçirmek için saldırı düzenleyen,

Eğer bu işgal başarılı olsaydı İngiltere’den sözde Kürdistan için destek isteyeceğini itiraf eden bir soysuza kim övgü yağdırıyorsa onunla aynı çukurdadır.

Onlara dikkat ediniz, kalpleri milletle çarpmaz, gözleri milletle yaşarmaz, göğüsleri milletle kabarmaz.

2014 yılında Şeyh Said isminin Diyarbakır’da bir bulvara verilmesi, en başta Diyarbakırlı kardeşlerime ağır bir hakaret ve saygısızlıktır.

Çünkü teröristlerin geçim kapısı Türk ve Kürt düşmanlığıdır.

Bunlar kan içen vampirlerdir.

Şeyh Said silahlı ayaklanmasında askerlerimiz, yöre insanımız şehit olmuş ve yaralanmış, gasp, yağma ve hırsızlıklarla genel asayiş bozulmuştu.

Allah’a çok şükür kahraman Türk askeri ayaklanmayı bastırmış ve ayaklanan teröristlerin başını ezmiş; Şark İstiklal Mahkemesi’nde yargılanan 80 sanıktan 48’i 1925 yılının 28 Haziranı 29 Hazirana bağlayan gecesinde darağacına çıkarılmıştır.

Şeyh Said’in damadı Melekanlı Şeyh Abdullah’ın son sözleri bakınız nasıldı:

“Gazetecilere dönüp yazın dedi, biz bu hainlere uyduk, başkası uymasın.”

Damadının hain dediğine bugün kahraman diyenler aynı ihanetin yolcularıdır.

CHP Genel Başkanı’nın, bir televizyon kanalında yaptığı “bu ayaklanmanın bastırılması sırasında oluşmuş acılar, bugün bazı torunlarının kalbini acıtıyorsa o acıya saygılı olmak gerekir” açıklamasının neresini düzeltelim? Aziz Atatürk’ün mirasının yağma edilmesini, hatıralarına ihanet edildiğini daha nasıl anlatalım?

Ne acısı, neyin acısı, unutulmasın ki, hainlere acıyan Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti’ne teröristlerin penceresinden bakan çürümüşlerdir.

CHP Genel Başkanı şehitlerimizin acısını ne yapacak? Nasıl izah edecek? Nereye koyacak?

Pençe-Kilit Harekât Bölgesinde Şeyh Said’in gayri meşru çocukları tarafından şehit edilen 25 yaşındaki Teğmen Eril Alperen Emir evladımızın 13 Aralık günü cenazesine katılıp,

Sonra da koşa koşa DEM isimli PKK aparatının ayağına giden CHP Genel Başkanı’nın, bir gün içinde hep üzgün görünüp hem de gülücükler saçması korkunç bir ikiyüzlülük değil midir?

Peki Alperen evladımızın acısıyla kavrulan muhterem ailesine, silah arkadaşlarına ve milletimize CHP Genel Başkanı saygı ve samimiyet gösterecek mertliğe ve vicdana sahip midir?

Şark İstiklal Mahkemesi Başkanı Merhum Mahzar Müfit Kansu’nun şu sözleri bizim de sözümüzdür:

“Döktüğünüz kanların, söndürdüğünüz ocakların cezasını adalet sehpasında hayatınızla ödeyerek hesap vereceksiniz.”

Ve o hesap sorulmuş, hainler sallandırılmıştır.

Değerli Basın Mensupları,

Aziz Dava Arkadaşlarım,

İsrail’in Gazze’ye yönelik insanlık dışı saldırıları devam etmektedir.

Gazze’de bir soykırım vardır, Nazi toplama kamplarının benzerlerini aratmayacak görüntüler medyaya yansımıştır.

İsrail masumları canlı kalkan yapmaktadır.

12 Aralık 2023 tarihinde BM Genel Kurulu’nda görüşülen ateşkes tasarısına 153 ülke kabul oyu vermiş, 23 ülke çekimser kalmış, 10 ülkede red oyu kullanmıştır.

İsrail uluslararası toplumda yalnızlaşmaktadır.

ABD yönetimi de cani Netenyahu’yu eleştiriye başlamış, hükümet değişikliğine ihtiyaç olduğunu üst perdeden açıklamıştır.

Sayın Cumhurbaşkanımızın, ABD Başkanı Biden ile 14 Aralık 2023 Perşembe akşamı yaptığı telefon diplomasisinde,

Türkiye’nin haklı tezlerini, makul görüşlerini ve yapıcı tutumunu bir kez daha vurgulaması, muhatabını Gazze’deki insani felaketle ilgili sorumluluk almaya davet etmesi bize göre çok değerlidir.

Sayın Cumhurbaşkanımızın sesine kulak vermek, mücadelesini desteklemek, insani dramı sona erdirmek küresel vicdanın ve tüm ülkelerin ilk gündem konusu olmalıdır.

Nihayet İsrail ile Filistin arasında derhal ateşkes sağlanmalıdır.

İki devletli çözüm vasatı oluşturulmalıdır.

Çocuklar ölmesin diyorum, mazlumlar ölmesin diyorum, barış, huzur ve istikrar hem bölgemize, hem de dünyaya hakim olsun niyazındayım.

Ayrıca başıboş sokak hayvanlarının saldırısına uğrayan çocuklarımızın, savunmasız ve yaşlı insanlarımızın dramı bizleri müteessir kılmaktadır ve bu sorun kökünden çözülmeli, insanımızın can güvenliği bedeli ne olursa olsun güvenceye kavuşturulmalıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle, aziz milletimizin, Türk-İslam aleminin ve tüm insanlığın yeni yılını şimdiden tebrik ediyorum.

Aziz milletimizi ve sizleri saygıyla selamlıyor, bahtiyarlıkla, başarıyla ve sağlıkla geçecek bir yıl diliyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun diyorum."

Kaynak : wwww.istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları