loading
close
SON DAKİKALAR

Koç: ''Sen derin devletin vesayetinin adayısın''

Koç: ''Sen derin devletin vesayetinin adayısın''
Tarih: 10.07.2014 - 16:02
Kategori: Siyaset

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Haluk Koç MYK devam ederken basın toplantısı yaptı. Koç şu açıklamayı yaptı...

“Yalanla iman bir arada durur mu?”

“Erdoğan’ın Başbakanlığı Cuma günü sona erer. Cuma akşamı YSK yasanın gereğini yerine getirmek zorundadır.”

“Erdoğan’ın başbakanlığı sona ermezse sabık ve sakat seçime gidiyoruz demektir.”

“Saksı-vazo takıntısı olanlara Mevlana cevap veriyor; Kötü ahlaklı insan kırılmış saksı gibidir. Artık o ne saksıdır, ne de çamur”

‘Ben çalanlığa devam edeceğim diyorsun. Sen baş müteahhitsin.’

“Senin savaşın İstiklal savaşı değil, istikbal savaşıdır.”

“Demokratikleşme Paketi adı altında Kürt Yurttaşların talebi siyasi pazarlık konusu yapılıyor. Bu havuç politikasıdır. Süreç bittikten sonra durum silah, sopa, dayatma politikalarına dönecektir.”

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Haluk Koç MYK devam ederken basın toplantısı yaptı. Koç şu açıklamayı yaptı:

“Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle ilgili gündem bütün ağırlığıyla Türk siyasetini şuanda yönlendiriyor, oluşturuyor. Çok büyük bir dengesizlik sözkonusu. Mevcut Başbakan 3Cumhurbaşkanı adayından bir tanesi sazı eline almış devletin bütün gücünü arkasına almış meydan meydan dolaşıyor, yine kitleler toplanıyor, toplattırılıyor, şovlar yapılıyor ve bu şekilde asarak, keserek yoluna devam ediyor. Böyle bir manzara.

Ne görüyorsunuz? Türkiye aslında 12 yıldır hemen hemen her gün siyaset sahnesinde hezeyanlarını, kafasındaki saplantılarını, düşmanlıklarını, öfkesini, kinini yenememiş ve bunları kusan bir adamın Başbakanlığında tarihinin en sıkıntılı dönemini yaşıyor. Karşımızdaki yalın gerçek bu. Bu zat bilinçli bir şekilde ülkeyi sürekli gererek siyaseti adeta yüksek gerilim hattı üzerinde tutarak bir kavga, bir polemik, bir hakaret alanı haline getirerek siyaseti hiçbir sakınca görmeden bu şekilde bir iş tutmuş böyle götürüyor.

Değerli arkadaşlarım, uyguladığı ilkel yöntem şu; bunu değişik politika alanlarında gördük ama bir kere daha tarif etmemiz gerekiyor. Bir perdenin önü var Recep Tayyip Erdoğan için kullanılan, birde perdenin arkası var.

Perdenin önünde karşıtlık yaratarak toplumda güç bulmak. Yakın tarihi kafasındaki saplantılara göre istediği gibi çarpıtmak, izliyorsunuz her konuşmasında. En son 21 Kasım 1938’de bir çarpıtma yaptı. İsmet Paşanın Cumhurbaşkanı seçildiği günü meclisin askerler tarafından kuşatılması şeklinde sundu. Gereken açıklamalar yapıldı ama siz ne söylerseniz söyleyin tedavisi mümkün olmayan saplantılar kafasında böyle bir eğitim almış, buna göre koşullanmış, buna göre düşmanlıklar hedeflemiş ve buna göre de şuanda bulunduğu konumu kullanarak bunları tezvirat olarak her gün toplumun önüne getirmekte bir sakınca görmüyor. Yani yakın tarihimizden, ortak tarihimizden her an, her dakika bir düşmanlık, bir husumet çıkartmayı, bir siyasette kullanılabilen mubah bir yol olarak görüyor, ne yazık ki de kullanıyor.

Toplumu Bölüyor

Değerli arkadaşlarım, yalan konuşarak bu gerçekleri saptırıyor. Toplumu her alanda bölme stratejisini inatla sürdürüyor. Perdenin önündeki Tayyip Erdoğan’ı tarif ediyoruz. Tüm değerlerimizi, bizi biz yapan tüm kavramları kendi işine geldiği gibi insafsızca kullanabiliyor, değersizleştirebiliyor, anlamını boşaltabiliyor. Şantaj, tehdit her yol mubah. Sövme, sinkaf, hakaret, her yol kullanılabilir, mubah yollar.

Değerli arkadaşlarım, tabi bütün bunları hiçbir edep kırıntısı göstermeden yapabiliyor. Buda ayrı bir meziyet. İnsan utanır değil mi bazen. Sıkılır değil mi? Hani arlanır veya içindeki sinir sistemi yüzünde kızarmaya sebep olur. Utandı derler, kızardı derler, yüzü kızardı derler. Bunların kırıntısı yok. Edep kırıntısı yok. Sanki öç alıyor yetiştiği topluma karşı.

Değerli arkadaşlarım, acı olanda şu;

Bıktırarak, her gün, her kanaldan ezbere Anadolu’nun değişik bir yerinde konuşuyor ama ezbere bütün kanallardan zorla değil mecburi yayınlatarak millete gına getirir hale getiriyor. Bu perdenin önündeki Tayyip Erdoğan. Perdenin arkasında? Perdenin arkasında işler iyi, dümen iyi orayı hiç sorgulama. Yani yakın tarihte ortaya döküldüğü gibi hatırlıyorsunuz çevrilen bin bir dolap, yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık, haram üzerine kurulmuş havuzlar. Sermaye havuzları, medya havuzları. Kökünün temeli haram. Başka? Nüfuz ticareti yapma, nüfuz kullanma. Başka? Haksız servet edinme. Başka? Bütün bunların sonunda sebebi, nedeni ortaya konamayan inanılmaz servetler. Mal beyanlarında yok. Ev bile yok. Ama ortada villalar her yerde. Gemiler, gemicikler. Sıfırlanamayan yüksek miktarda hiçbirimizin aklının alamayacağı meblağdaki Eurolar, milyar boyutunda dolarlar. Bir lüks, bir debdebe, bir şatafat, bir şaşaa. Yani ye kürküm ye misali sözdeki gibi. Hani yalanla iman bir arada durmazdı? Öyle ya. Değil mi yalanla iman bir arada durur mu? Yalanla imanı nasıl taşıyor bir arada, nasıl savunuyor, nasıl taşıyor ve yaşıyor. Buna da şaşırmamak elde değil. Buda perdenin arkasındaki ilişkiler.

Erdoğan’ın Başbakanlığı düşer

Değerli arkadaşlarım, şimdi Cumhurbaşkanlığı seçimleri için aynı siyaset filmi yine gösterimde. Aday kişilerden bir tanesi yani şuanda Recep Tayyip Erdoğan. Kanun açık, net ve anlaşılabilir olmasına karşın bir görev yürütüyor değil mi Başbakanlık görevi. Başbakanlık görevi ya da bir siyaset görevi bir kamu görevidir değil mi aynı zamanda? Değil mi? Evet. Kanun açık, Cumhurbaşkanlığı seçim kanunu açık. Numarasına bakıyorum burada çok net belirgin şekilde ifade edilmiş durumda. 6271 sayılı yasa 11. madde. YaniCumhurbaşkanlığına aday olan kişi adaylığı kesinleştiği andan itibaren eğer kamu görevi yürütüyor ise kamu görevi bitmiş sayılır. Ne demek bu? Kamu görevini yürütemez diyor. 11 Temmuz adaylıkların kesinleşeceği tarih. Bugün ayın 9’u. Yani Cuma günü akşam YSK Cumhurbaşkanlığı adaylıklarını netleştirecek.

Şimdi kanun açık ve net. Bende dahil birçok defa bir çok gazeteci ve siyasetçiye bana açılan davalarda da yazılı. Kamu görevi yürüten Başbakana hakaretten. Sen millete dava açarken kamu görevi yürüttüğünü söylüyorsun. Şimdi kanun gereği kamu görevi yürütenler aday olduklarında adaylıkları kesinleştiğinde istifa ederler gerekçesi var. Görevlerinden ayrılırlar gerekçesi var. Şimdi bu deve mi, kuş mu? Hangisi bu? Sayın Çölaşan’da değinmişti geçen gün yazısında. Gerçekten öyle getirelim size bir mahkemeye başvuru şeyini. Kamu görevi yapan Türk Ceza Kanununun ilgili maddesinde öyle 125/2 yanılmıyorsam. Ne diyor? Kamu görevi yaparken görevi sırasında Başbakana hakaretten. Orada kamu görevlisisin. Öteki kanunda kamu görevlisiysen aday olduğunda, adaylığın kesinleştiğinde bunu düşürmek zorundayız deniyor. Şimdi geldi YSK’ya top. Eğer Türkiye’de yargı bağımsız ise, eğer Türkiye’de yargı vesayet altında değil ise YSK ilgili kanunun 11. maddesi açık ve net ortada bunu uygulamak durumundadır.

Şöyle bir tabloyu düşünebiliyor musunuz? Devletin uçağı emrinde, helikopteri emrinde, valisi, kaymakamı, müdürü, polisi emredersin deyip görev peşinde. Diğerleri görev çıkartma peşinde. Örtülü ödenek emrinde. Yürütmenin bütün gücü emrinde. Adil bir seçim kampanyası yapacaksın, diğer tarafta mütevazi adaylar. Bilhassa Sayın İhsanoğlu. Halkın arasında görüyorsunuz. Sade, koruma yok, baraj yok, barikat yok. Kimse kimseye sövmüyor. Mütevazi, ölçülü, karşılıklı saygılı. Hiç kimsenin değer yargısına tepeden bakmayan bir kimlik. Herkesi kucaklamaya çalışan, en geniş temelde bir uzlaşı yaratmaya çalışan, huzur diyen, itibar diyen bir kişi. Bir devlet gücü, yani artık güç sarhoşluğuna kapılmış, başı dönmüş vaziyette şaşalı gösteriler, şovlar, zorlama törenler. Diğer tarafta Sayın İhsanoğlu ve Sayın Demirtaş.

Değerli arkadaşlarım, bu seçim adil mi? Baştan sabık ve sakat bir seçime gidiyoruz. Eğer YSK Başbakanı kamu görevi yaptığını 11 Temmuz’da Cumhurbaşkanlığı adaylığını netleştirirken, kesinleştirirken kabul etmezse önümüzdeki seçimler baştan sakat bir seçim olacaktır. Bunu ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, gerçi etrafa baktığınız zaman tüm diktatörlerin ve tüm diktatör heveslilerinin aynı seçim şaklabanlıklarını kendi ülkelerinde yaptıklarını görürsünüz. Aynı şaklabanlıklar, aynı şovlar, aynı toplu gösteriler, güç gösterileri. Böyle bir karşılıklı güç yansıtma. Bütün diktatör ve diktatörlük beklentisi olanların hepsinin başvurduğu şaklabanlık budur.

“Vesayet devletinin en derin noktasındaki adamsın.”

Değerli arkadaşlarım, tabi insan bir kez insaf duygusunu kaybedince sonrasında ne söylediğinin pek de anlamı kalmıyor. Şimdi kendini kaybetmiş gibi basbas bağırıyor. Şunu söyledi birkaç şey varda. Ben dedi milletin adayıyım. Oysa onlarınki kendi üslubuyla söylüyor ben – sen, bizimki – onlarınki. Kafada var ya bu ayrım. Beyin iki parçadır ama bununki doğuştan her şeyi ikiye ayırmış vaziyette. Ben milletin adayıyım, onlarınki devletin adayı. Bak Sayın Recep Tayyip Erdoğan, sen şuanda kurduğun yeni vesayet sistemiyle, o derin ilişkilerle, kurduğun takibat ağlarıyla, yasalarla, ördüğün o yeni çerçeve içerisinde derin devletin en tepesini temsil ediyorsun. Sen derin devlet vesayetinin adayısın. Ta kendisisin. Milletin adayı milletin, halkın içinde. Senin gibi binlerce korumayla devletin uçağıyla oradan oraya ışınlanır gibi gidip tepeden bağırıp ona buna küfretmiyor. Milletin adayı basit, sade, mütevazi, halkın içinde. Sen milletin değil yeni kurduğun vesayet devletinin en derin noktasındaki adamısın.

Kötü ahlaklı insan kırık saksı gibidir

Sonra ekliyor birde. Bir devletin tepesine saksı veya vazo seçmiyoruz değil mi? Şimdi saksıya takmış. Hiç freudyen incelemeye filan girmiyorum. Ama bu saksı, vazo takıntısını söylemek gerekirse yani burada Mevlana’dan bahsetmek lazım. Mevlana şöyle diyor; kötü ahlaklı insan kırılmış saksı gibidir. Artık o ne saksıdır, ne de çamur diyor.Buna Mevlana veriyor cevabı zaten. Ahlakın üzerinden sana hangi saksı türü olduğunu açıklıyor.

Baş müteahhit

Değerli arkadaşlarım, şimdi birde anayasadaki yetkiler dışında her şeye müdahil olacağım diyor. Her şeye müdahil olacağım. Havaalanlarını yapacağım, yolları yapacağım. Değil mi? Yani diyor havuzdakiler diyor, haram havuzundakiler sakın şaşırmayın diyor. Ben diyor aynı dümeni çevirmeye devam edeceğim. Türkçe anlatıyorum ben. İşin başındayım ben diyor. Dümenin başındayım ben diyor. Yine yürüten vakıflar olacak diyor sizden haraç toplayacak. Yani ben baş müteahhidim diyor. Ben çalanlığa devam edeceğim diyor. Mantık bu. Karşılaştırın, elinizi vicdanınıza koyup karşılaştırın. Bir tarafta kifayetsiz bir muhteris, her şeyi kendinde vehim eden, toplayan, diğer tarafta mütevazi birlikteliği, kardeşliği savunan, huzuru savunan itibarlı bir insan Sayın İhsanoğlu. Böyle bir ikilem içindeyiz.

Sayın Demirtaş’a da saygılarımı iletiyorum. Kendi temsil ettiği değerler bakımından saygım var.

Senin savaşın istikbal savaşı

Değerli arkadaşlarım, şimdi yani bu oldukça sıkıntılı bir durum. Rezaletin bir başka yönü daha var. Buna kısaca değinmek zorundayım. Türkiye için çok önemli olan tarih ve sembolleri değiştirmeye ve kendine maletme, kendine milat yapma çabaları var. Bu da ayrı bir hastalık. Onu da incelemek gerekir, ruhen de incelemek gerekir. Samsun’a gitti biliyorsunuz hafta sonu da. Samsun’da kurtuluş savaşına öykünerek istiklal savaşı başlatıyoruz dedi değil mi? Şunu kafana sok Recep Tayyip Erdoğan. Türkiye’de bir tane kurtuluş savaşı olmuştur o da Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının verdiği bağımsızlık savaşıdır. Sen senin ağzına da yakışmıyor, senin meşrebinde değil bu. Senin yaptığın olsa olsa oğlunla beraber geleceğinizi kurtarmak için yaptığınız istikbal savaşıdır. İstiklal değil. Sizin derdiniz o. Hiç karıştırma kavramları.

Değerli arkadaşlarım, yani bir şey daha söylüyor o da çok enteresan. Hadi hadi diyor çabuk diyor konuşmada. Erzurum kongresine yetişeceğiz diyor. Yani mübarek siyaset meydanında değil sanki televizyondaki komedi dükkanı. Erzurum kongresine yetişeceğiz diyor. Allahtan karıştırıp Kazım Karabekir Paşayı bekletmeyelim bir kahve içecektik filan diyemiyor henüz. Yani bir çizgi roman kahramanı haline getirmiş. Kendini karikatür haline getirmiş, bir malzeme haline dönüşmüş bundan haberi yok. Etraftan da buna gaz verenler var mutlaka. Aman efendim şöyledir, böyledir diye. Herhalde ayakları yerden kesilince, uçuşa geçince bunu da bir türlü gerçekle buluşturmak mümkün olmuyor.

YSK yasanın gereğini yapmadı

Değerli arkadaşlarım, hatırlatıyorum 6271 sayılı Cumhurbaşkanlığı seçim kanununun açık, anlaşılabilir ve net olan 11. maddesi; “Adaylıkların kesinleştiği gün kamu görevlileri istifa etmiş sayılırlar.” Şimdi Recep Tayyip Erdoğan’ın kendi kendine etmiyorum Merkel etti mi, Sarkozy etti mi? Hiç karşılaştırılabilecek örnekler değil. Kendi de biliyor bunu. Karşılaştırılabilecek örnekler değil. Konumlar çok farklı.

Şimdi burada 11 Temmuz akşamı YSK yasanın gereğini yerine getirmek zorundadır. Bunu bekleyip hep beraber göreceğiz ve takipçisi olacağız.

Bir başka konuyla bitiriyorum. Biliyorsunuz şuanda TBMM’de bir kanun tasarısı görüşülüyor. Terörün sona erdirilmesi ve toplumsal bütünleşmenin güçlendirilmesine dair kanun tasarısı. Bununla ilgili tartışmalar yürüyor. Bu konudaki düşüncelerimizi arkadaşlarımız komisyonda dile getirdiler, parlamentoda dile getiriyorlar. Sayın Genel Başkanımız grup konuşmalarında açıkladı ama kısaca bir değerlendirme yapmak istiyorum bu hususta.

Şimdiye kadar bu kanunun biraz dışına çıkarak bakıyorum. Şimdiye kadar Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisi olan Kürt sorununun çözümü için ortaya getirilen tüm söylemler bir yandan havuç politikası içerdi, bir yandan sopa, silah dayatma politikası içerdi. Yani iki taraflı. Seçim zamanları yaklaşınca Kürt yurttaşlarımızın oylarının bir şekilde alınmasına dönük bir takım havuç politikaları, o süreç bittikten sonra silah, sopa, dayatma politikaları. Bunun örnekleri çok. Yakın zamana dönük kronolojik olarak şu tarihte şu, şu tarihte şu. Önce bu, sonra bu diye özetlemiyorum.

Şimdi şunu açık ve net söylüyoruz samimi bir şekilde de ifade ediyoruz. Çözüm hepimizin ortak umudu. Barış hepimizin ortak hedefi. PKK’nın silahlarını bırakması veya silahsızlaştırılması bu topraklarda yaşayan herkesin ortak talebi. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Şimdi olayın acı tarafı şu; şimdiye kadar iktidarın kendi çıkarına uygun davranma taktiği hep bu yönde politika geliştirmesi gerçek bir demokratikleşmenin, sorunun çözümünde rehber olacak, temel olacak. Gerçek bir demokratikleşmenin hep önünü tıkadı. Hep bir takiye siyaseti. Hep bir samimiyetsizlik.

Kürt yurttaşların talebi siyasi pazarlık konusu yapılıyor

Yani Kürt yurttaşlarımızın demokratik talepleri Başbakan tarafından hep bir siyasi pazarlık alanı halinde tutuldu. Seçim önceleri rezervden çekildi tekrar kullanılabilir halde kanun paketlerine dönüştürüldü. Tartışmaya açıldı. Seçim bittikten sonra sopa ve silah olarak bu politikalar bölgeye ve kardeşlerimize geri döndü.

Değerli arkadaşlarım, şimdi belki yine Kürt kökenli yurttaşlarımızın, Kürt kardeşlerimizin oylarıyla belirlenebilme ihtimali olan bir cumhurbaşkanlığı seçimi arifesindeyiz. Yani tekrar havuç mevsimi geldi. Onu anlatmaya çalışıyorum.

Şimdi seçim sürecine şu şekilde bakalım; bir yanda oy beklentisi olan Recep Tayyip Erdoğan, samimi olalım diğer yanda yürütülen gizli görüşme ve pazarlıklarla siyasi kaderinin tartışıldığı, bir şekilde gündeme getirildiği anlaşılan Öcalan. Bir yanda oy beklentisi içinde çırpınan, kıvranan, hesap yapan Recep Tayyip Erdoğan bir şekilde bu trafik, bu gizli görüşmeler, pazarlıklar sürecinde siyasi geleceği de masaya yatırılan, beklentileri olan Öcalan.

Ortada bir kanun teklifi demin okudum başını. Biz oyunun iki tarafında da Kürt kardeşlerimizin beklentilerinin nelere pazarlık konusu haline taşındığını, konu edildiğini açık bir şekilde görüyoruz. Tutumumuz açık ve net. Demokrasi, tam demokrasi, inadına demokrasi. Özgürlükler, insan hakları, kardeşçe birlikte yaşamak, çalışmak, üretmek, bölüşmek. Ortak kaderi birlikte yaşamak, eşit yurttaşlık. Eşit hukuku paylaşan eşit yurttaşlık kavramı. Hepimizin talebi bu. Biz burada samimiyiz. Demokratikleşme konusunda da samimiyiz, taleplerin meşru zeminde şeffaf, herkesin önünde meşru haklar olarak değerlendirilmesinden, tartışılmasından yanayız ve tavrımızı da bu şekilde koyuyoruz. Pakete yaklaşımımızda da bu. Yani iki tarafın sıkıntılı bölümlerini söyledim. Havuç ve sopa politikasını söyledim. Diğer tarafta diğerinin de siyasette ben gelecekte ne olacağım beklentilerinin masada olduğunu söyledim. Ortada da Kürt yurttaşlarımızın beklentileri var.

Sadece bu yasanın 4.maddesinin 2.fıkrasına karşı olduğumuzu net bir şekilde açıkladık. Onu bir kere daha huzurlarınıza getiriyorum. Biliyorsunuz çeşitli şeyler anlatıldıktan sonra bu kanun kapsamında verilen görevleri yerine getiren kişilerin hukuki, idari veya cezai sorumluları doğmaz diyor 4’e 2.

Yani bu özel hukuk yaratıyor. Tekrar bir sorumsuzluk alanı veriyor kişilere. Hukuken yaptığı, sebep olduğu görev içinde veya dışında hiçbir eylemin kanunen muhatabı haline getirilemeyeceğini söylüyor. Bunu MİT yasasında da yaptı biliyorsunuz. Bu konuyla ilgili Anayasa Mahkemesine gittik. Bu konunun bu maddesi son derece sakıncalıdır. Türkiye’de yeni facialar açabilir. Yeni faili meçhuller doğurabilir. Bu konudaki uyarılarımızı, sıkıntılarımızı söylüyoruz. Umarım düzeltme şansı olur. Düzeltilmezse de elimizden geldiğince bu konuyla ilgili daha üst yargı noktasında da arayışlarımızı sürdüreceğiz.

Hem dünkü ve hafta başından itibaren çeşitli polemik noktalarında Başbakanın saçmalamalarına karşı açıklamalarımızı dile getirdik. Hem TBMM’nin gündemindeki önemli konuyla ilgili CHP’nin görüşünü iki tarafında samimiyetini sorgulayan yaklaşımımızı dile getirdik. Bulunduğumuz noktayı ifade ettik. Bunun dışında sorularınız varsa alabilirim.

Soru- Dün Taraf Gazetesinde bir haber vardı. 28 Şubat döneminde Batı Çalışma Grubu benzeri bir grup oluşturulduğu. Kozmik Çalışma Grubu. Bunun da işadamlarını fişlediği yazıyordu. Siz bu konuyla ilgili ne söylemek istersiniz. Bir de bu bilgilerin, fişleme bilgilerinin Efkan Ala’ya sunulduğu iddia ediliyordu. Bu konuyla ilgili görüşleriniz nedir?

Haluk KOÇ- Konuşmamın içinde de değindim zaten. Bakın, yeni vesayetlerle bir devlet tarif ediliyor. Yeni vesayetlerle bir devlet oluşturuluyor, bir kavram oluşturuluyor. Bunun tabi ki ilişkiler boyutu var. Kanunlar boyutu var. Yasalar boyutu var. Yargı boyutu var ve yürütmenin bunları organize etme biçimi var.

Şimdi Türkiye’nin demokrasiden süratle uzaklaştığını, hele bu cumhurbaşkanlığı seçiminin sonucuna göre mevcut Anayasanın bile fiilen değiştirilmeden daha başkanlık sistemi yönünde fiilen içinin boşaltılacağı konusunda da tartışmalar var.

Yani bu yapının egemen olduğu bir yerde takip de normaldir, fişlemede normaldir, her türlü gayri kanuni süreç dinlemeler dahil her şey mubahtır, milletin adayıyım diyen kişi deminde söyledim tam tersine bu derin, karanlık vesayet devletinin en tepedeki temsilcisi olarak bu işlerin temel sorumlusudur.

Sayın İçişleri Bakanıyla ilgili bir şey söylediniz. Kendisine söylediğim Göbers vari taktiklerin uzmanı sözü bir dava konusu yapılmıştır kendisi için. Teşekkür ediyorum. Mahkeme tarafından da Göbersliği tescil edilecektir Efkan Ala’nın. Hiç kimse unutmamıştır. Tapelerdeki Efkan Ala sözlerini hiç kimse unutmamıştır. Sen yap kardeşim, al görevden kır kapıyı al içeri. Gerekirse kanun çıkartırız. O bizim işimiz sen işine bak. Bu sözleri söyleyenler takipte yaparlar, fişlemede yaparlar, demokrasinin ırzına da geçerler.

Sizlere iyi çalışmalar diliyorum.”

Vişne Haber Ajansı

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları