loading
close
SON DAKİKALAR

'Kürt Romeo' gönülleri çaldı

'Kürt Romeo' gönülleri çaldı
Tarih: 10.10.2012 - 12:33
Kategori: Kültür & Sanat

'Evdeki Yabancılar', iyi niyetli bir çabanın ötesine gidemiyor...

Festival, şimdilik vasatı aşamayan filmlerle yoluna devam ediyor. İkinci günün mönüsünde ilk olarak ‘Evdeki Yabancılar’ izlendi. Dilek Keser-Ulaş Güneş Kacargil ikilisinin üstlendiği yapım, kâğıt üzerinde iyi gibi duran ama pelikülde aynı etkiyi veremeyen bir çalışmaydı. 

Bir Ege kasabasında büyük şehir deneyiminin ardından tekrar doğduğu topraklara dönen genç bir adamın geleceğini kurma planlarına, geçmişini arayan yaşlı bir kadının karışmasıyla yaşananları anlatıyordu ‘Evdeki Yabancılar.’ Ya da durumu şöyle özetleyelim, ‘Mübadele’ sırasında doğup büyüdüğü topraklardan ayrılmak zorunda kalan Rum Aghapi Hanım, geri dönme kararı alırsa ne olur? 

Yaşlı kadının torununu da öyküye katan senaryo, böylelikle evin sahibi Yaşar üzerinden adı konmamış bir ilişkinin de peşine düşmüş. Lakin bütün bu anlatılanlar öncelikle karakter analizi safhasında değerini yitiriyordu. Yaşar, sözde felsefe ve sosyoloji okumak için büyük şehre tahsile gitmiş ama bitirememiş. Bitirememişliğinden midir yoksa eğitimi tam özümseyememesinden mi bilinmez ama aldıklarının hakkını veren bir tipleme çizemiyor. En basit İngilizce cümleyi anlayamaması bir tarafa, 70’lerin hit kitaplarından Charriere’nin ‘Kelebek’ini, Sabahattin Ali’yi okuyor ama ne var ki başlarda bu okuduklarının eri gibi davranmıyor.

Zamansızlık meselesi 

Filmin bir başka sorunu da zamansızlığıydı. Bize hiçbir zaman hikâyenin geçtiği dönem hatırlatılmıyor, sadece okunan gazetenin eskiliği bugüne ait olmadığını gösterebilir, bir de ortada hiçbir cep telefonu yok. Yönetmenlerden Kacargil, zamansızlığın bilinçli bir tercih olduğunu söyledi ama öyküye günümüzden bakma durumunda bir kere Aghapi Hanım’ın 95-100 yaşında olması gerekiyor ki, asıl burası akıl dışı olurdu.

 Ayrıca kasabada Sartre-Camus benzeri bir varoluşçuluğun izleri sürüyor gibi takılan Yaşar’ın arkadaş grubu var, bir de son derece tutucu ahali. ‘Evdeki Yabancılar’, klişe bir cümleyle ifade edersek, ‘İyi niyetli bir çabanın ötesine gidememiş.’ 

Günün ikinci hamlesi olan ‘Güzelliğin On Par’ Etmez’, ismini Âşık Veysel’in o muhteşem türküsünden alan sinemasal yanından çok samimiyeti, sıcaklığı ve masumiyetiyle gönülleri çalan bir çalışmaydı. Bir ‘Zor zamanlar masalı’ niteliğindeki film, bir görüşe göre terörist, bir görüşe göre de gerilla olan bir babanın, beş yıl tutuklu kaldıktan sonra siyasi mülteci olarak gittiği Viyana’da, oğullarıyla girdiği ilişkiyi anlatıyordu. 

Bu ilişkiyi film, daha çok 12 yaşındaki küçük Veysel’in cephesinden aktarırken insan ilişkilerini yoğunlaşıyor ve yan öykülerden de son derece etkileyici tiplemeler çıkarıyordu. Özellikle ailenin yaşadığı apartmanda kalan ‘Tutunamayan Türk genci’ karakteri Cem çok iyiydi ve naçizane kanaatim odur ki, bu rolü canlandıran Orhan Yıldırım, ‘En iyi yardımcı erkek’te ödüle uzanabilir. 

Öte yandan ‘Güzelliğin On Par’ Etmez’, beş yıldır Hamburg’da yaşayan Nazmi Kırık’ı da uzun bir süreden sonra perdede görmemize vesile oldu. Önce gece organizasyonun konuklara verdiği yemekte lafladığım Kırık, filmin genç yönetmeni Hüseyin Tabak’ın, Haneke’nin öğrencisi olduğunu söyledi. Hoş film Haneke usulü sertliklerden uzaktı ama alttan alta Batı’nın Doğu karşısındaki çifte standartlara dayalı yaklaşımını vurguluyordu. 

Veysel’in, Kürt olmaktan ve bir teröristin oğlu olarak anılmaktan utandığı için göğsüne Ay-Yıldız çizen ve babasına, “Ne mutlu Türküm” dedikten sonra İstiklal Marşı’nı okuyan abisi de, uzaktan uzağa ‘American History X’te Edward Norton’ın canlandırdığı Derek Vinyard’ı çağrıştırıyordu. Daha çok kalplere işleyen diyalogları ve başarılı oyuncu performanslarıyla dikkat çeken ‘Güzelliğin On Par’ Etmez’, galiba akıllarda en çok Veysel için söylenen ‘Kürt Romeo’ tanımlamasıyla kalacak gibi.

Uluslararası jüri huzura çıktı 

Festivalin Uluslararası Uzun Metraj Film Yarışması jüri üyeleri dün düzenlenen basın toplantısına katıldı. Rixos Downtown Otel’de düzenlenen basın toplantısında konuşan Jüri Başkanı Macar Yönetmen Istvan Szabo, ‘Sanatçının faşizm ve baskıcı yönetimlere karşı sorumluluğu’nun sorulması üzerine “Macaristan’da bir tek aile bulamazsınız ki hayatları siyasi değişikliklerin etkisi altında kalmasın. Macaristan’da bir tek film bulamazsınız ki bu tür konuları işlememiş... 

Bana birinde demişlerdi ki, ‘Şöyle basit bir film çekmiyorsun, bir erkek var, bir kız var, bir kafede oturuyorlar, birbirlerini seviyorlar’. ‘Tamam’ dedim, ‘Seve seve yaparım. Ama ben yönetirsem bunu filmi, sonunda şöyle bir şey olur: Üniformalı bir adam girer ve bunlara kimlik sorar’. Bu bizim deneyimimiz, umuyorum ki buraya 10 yıl sonra genç bir yönetmen gelir. Siz ona sorumlulukla ilgili soru sorarsınız. O da daha ziyade özgürlükten bahseder” diye cevap verdi. ‘Amelie’ ve ‘Arizona Dream’ gibi kült filmlerin yapımcısı Claudie Ossard, bir filmi desteklemek için önce yönetmene ve onun işine inanmak gerektiğini kaydetti.

 Farklı filmleri sevdiğini, yeni yetenekler bulmayı ve farklı filmler çekmeyi sevdiğini belirten Ossard “Önemli olan yönetmen ve yönetmenin yaratıcılığı. Ben onun en iyi filmi çekmesi için elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Benim görevim bu” dedi. Sinema oyuncusu Belçim Bilgin ise Şeyh Sait’in torunu olup olmadığının sorulması üzerine, “Benim babam Şeyh Sait’in küçük kardeşinin torunu” dedi.

 Bilgin, “Şeyh Sait’in gerçek hikâyesini perdeye aktaracak mısınız?” sorusu üzerine ise “Bir gün bir yönetmen bunu anlatmayı düşünecektir” şeklinde yanıt verdi. Toplantıya jürinin diğer üyeleri Polonyalı sinema yazarı Barbara Hollander, Hollanda Film Festivali yöneticisi, Hollanda’nın ilk film komisyonu Rotterdam Medya Fonu’nun (RMF) kurucusu ve yönetmen Jacques van Heijningen ve oyuncu Cem Özer de katıldı.


Radikal

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları