Müsavat Dervişoğlu'ndan metan gazı şehitleri için tepki: Türkiyem 12 evladını, 12 askerini bu şekilde yitirmiş olamaz!

İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, "En düşük emekli maaşını asgari ücret seviyesine getirin. Sadece en düşük maaşla sınırlı kalmayın, daha yüksek emekli aylığı alanlara da aynı oranda artışı yansıtın." dedi.
İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, birçok insanın kendisinden Pençe-Kilit Harekatı bölgesinde bir mağaradaki arama-tarama faaliyeti sırasında metan gazına maruz kalarak şehit olan 12 asker için rahmet dileyip taziye bildirmesini, "Şehitler ölmez, vatan bölünmez" ifadesini kullanmasını beklediğini söyledi.
Taziye dilemekle yetinmeyeceğini dile getiren Dervişoğlu, "O vatan bekçisi yiğitlerin hesabını soracağım çünkü bir vatan evlatları sağ olmadan sağ kalamaz. Bir devlet öz evlatlarının canına kıymet vermeden ayakta kalamaz. 12 askerimizi yitirmemizin sorumlusu hırdavatçıda 500 liraya satılan bir alet olamaz. Böyle bir sorumsuzluk, duyarsızlık, iş bilmezlik olamaz. Türkiye'm 12 evladını bu şekilde yitirmiş olamaz. Yeter artık! Böylesine bir garabetin ancak sorumluları olur. Sorumlular her kim olurlarsa olsun TBMM'de Türk milletine hesap vermelidir." ifadelerini kullandı.
Müsavat Dervişoğlu, partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada şunları söyledi;
"Biliyorum ki bugün bu kürsüde, birçoklarınca benden beklenen,
“Sadece” Şehit düşen 12 askerlerimize rahmet dilemem,
Ailelerine ve yakınlarına taziye bildirmemdir.
Şehitler ölmez, Vatan bölünmez diye de eklemem.
Arkasından ise,
Gözü yaşlı anaların ve babaların “vatan sağ olsun” vakurluğu ile susmamdır.
Hayır, ben sadece taziye dilemekle yetinmeyeceğim.
O vatan bekçisi yiğitlerin hesabını soracağım.
Çünkü, bir vatan,
Evlatları sağ olmadan, sağ kalamaz.
Bir devlet, öz evlatlarının canına kıymet vermeden, ayakta kalamaz.
TÜM RESMİ AÇIKLAMALARI DOĞRU KABUL ETSEK BİLE,
12 askerimizi yitirmemizin sorumlusu,
Hırdavatçıda 500 liraya satılan bir alet olamaz.
Böyle bir sorumsuzluk, böyle bir duyarsızlık, böyle iş bilmezlik olamaz.
Türkiyem 12 evladını, 12 askerini bu şekilde yitirmiş olamaz.
Yeter artık yeter!
Böylesine bir garabetin ancak sorumluları olur.
Sorumlular her kim olurlarsa olsunlar,
Öncelikle Milli Savunma Bakanlığı,
Etkili, yetkili, tüm kişi ve kurumlar,
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde,
Türk milletine hesap vermelidir.
Acilen, behemahal hesap vermelidir.
Sorumlular hesap vermezse,
Emin olun bu salon, bu parti, bu millet bu hesabı soracaktır!
Mutlaka soracaktır!
“Olayın şüyuu, vukuundan beterdir, beter!”
Türkiye Büyük Millet Meclisi,
Teröristle müzakerede aparat olarak kullanılacak yer değil,
Bu millete, bu milletin evlatlarına hesap verilecek yerdir.
Dün İYİ Parti olarak bu konunun araştırılması için önerge verdik!
Utanıp sıkılmadan ar haya etmeden,
Millete sözde terörsüz Türkiye masalları anlatan cumhur koalisyonu
eski ve yeni ortaklarıyla tekmili bir oldu,
AKP-MHP-DEM oylarıyla önergeyi reddettiler.
Gördük, yerlilik, millilik hassasiyetlerinizi,
Ama iyidir iyi!
Saflar netleşsin, kim kiminle birlikte cümle alem görsün.
Elbet Türk’ün de günü gelecektir.
Elbet bu hesap görülecektir.
Aziz milletim;
Bu iktidarın milletten nasıl koptuğuna, milletin duygularına nasıl yabancılaştığına bir kez daha şahitlik ettik.
12 vatan evladının şehadet haberi milletimizi yasa boğarken, Sayın Erdoğan ne yaptı?
İmralı’daki katilin ulaklarıyla görüştü.
Böyle bir günde böyle bir görüşme için hiçbir sakınca görmedi.
Ama Adalet Bakanı, aynı heyetle, şehit cenazeleri var diye dün planlanan görüşmesini erteledi.
Sormak isterim;
Madem bir hassasiyet gerekiyordu, Cumhurbaşkanı neden bu hassasiyetten kendini muaf tutmuştur?
12 vatan evladının şehadetini de mi umursamadınız?
Milletin gözyaşı döktüğü bir günde, o katilin ulaklarıyla görüşmekten hiç mi rahatsız olmadınız?
Yurdun dört bir yanında programlar iptal edilirken,
ertelemek de mi gelmedi aklınıza?
Vicdandan ve milletten bu kadar mı koptunuz?
Üstelik, memlekette gece ekran karartan iktidar, sabahına, İmralı’daki teröriste görüntülü mesaj çektirip dünyaya dağıttırabilmektedir.
Özgür medyaya yasak olan yayın, teröriste serbest!
Şu aymazlığa bakar mısınız?
Hem de mesajında, hala ulusal kurtuluş mücadelesi diyor, hala kazandığını ilan ediyor.
Bu orta oyununda kazananın kim olduğu ortadadır.
Ve ben, böyle bir aymazlığı tarif edecek söz bulamıyorum.
Yazıklar olsun!
Büyük Türk milleti!
Yangın çıkar, söndürecek uçak, inisiyatif alan bakan yok!
Deprem olur, müdahale edecek kadro yok!
Çöp tesisi yaparlar, (işte Lütfü Bey söylesin) Kandıra’da
akarsuyun, meranın, tarlanın doğanın tam ortasına yaparlar.
Devletin kasası boş, her afette vatandaştan para dilenir.
Pandemi çıkar, öngörüyle olaya yaklaşacak iktidar yok!
Barış havarisi ilan ettikleri PKK askerime saldırır,
Açıklama yapacak devlet adamı yok!
26 Haziran tarihinden beri sinsi bir sessizlik,
Ve cevapsız sorular zihnimizi kemirmektedir.
Terör örgütü PKK’nın Pençe Kilit Harekatı bölgesinde
9 askerimizin yaralanmasına sebep olan
Drone saldırısıyla ilgili, halen resmi bir açıklama yapmadılar.
Şimdi de 12 askerimizin şehadeti!
Biz zarfa değil, mazrufa bakıyoruz.
23 yıldır hiçbir meseleyi çözmeyen,
Yaşayanın hayatını burnundan getiren bu iktidardır.
Bir Allah’ın kulunun dahi derdine derman olamayan,
7’den 77’ye milletin gurur ve haysiyetini çiğneyen bu iktidardır.
Askerinin, Mehmet’inin şahadetine bile ilgisiz, umursamaz kalan bu iktidardır.
Daha beteri,
Koalisyon ortakları cani Öcalan ve PKK ile olan ilişkilerine halel gelmemesi adına,
Askerimizin canı da devletimizin onuru da tehdit altındadır.
Aylardır, yıllardır,
Hiçbiriniz o kadar güven vermiyorsunuz ki,
Her sözü o kadar yere düşürdünüz ki,
Bunun altından ne çıkarsa şaşırmayacağız!
Çünkü, 23 yıldır bize yaşatmadığınız hiçbir milli felaket kalmadı.
Kösele tanımlaması, artık sizin yüzünüzü anlatacak bir benzetme olmaktan çıktı.
Efendiler!
Bu bir milletin yaşayabileceği en korkunç SON’lardan biridir,
Askerinin canına dahi, kendi pazarlığı için kastetmek.
Bu en büyük lanetlerden biridir.
Bu, balığın baştan koktuğu bir mesele değildir.
Keşke sadece baş koksa ve kesip atsak.
Burada beyinden kalbe, tepeden tırnağa bir çürümeden bahsediyorum.
Çürüme tüm bedeni sarmıştır.
Aksi olsa gök yarılırdı, gök!
Türk devletini yönetenler, gökleri yarardı da,
Başta kendilerinin, sonra Türk’ün şerefini çiğnetmezlerdi.
Demek ki bu mefhum da kalmamıştır, bitmiştir, tükenmiştir.
Hepinize yazıklar olsun. Aldığınız nefes haram olsun!
Aziz milletim;
Önüne gelen bu iktidarın ajandasından cüret alıyor.
Şimdi de varlığı unutulan eski bir milletvekili ki,
Siz onu sahte isimlerle açtığı sosyal medya hesaplarında tanıyorsunuz,
Ortaya çıkmış, utanmadan Cumhuriyet’e dil uzatıyor.
Cumhuriyet’in ilanına kanlı darbe benzetmesi yapıyor.
Bakın ben size yüzlerce yıldır anlatılan bir hikayeyi hatırlatayım.
Roma’nın deliliği ve zalimliğiyle meşhur imparatoru Kaligula,
Atını senatör yapmış, yetinmeyip bir de rahip payesi vermiştir.
Önümüzdeki olayda da tarih tekerrür etmiştir.
Kendini imparator zanneden Erdoğan,
Yeliz takma isimli bu meczubu önce şoförü, sonra da milletvekili yapmıştır.
Bugünkü tekerrürde gülünecek bir şey yoktur.
Dün at, bugün otomobil…
O sebeple, önce bilinmelidir ki;
Türkiye Büyük Millet Meclisi, beygirlere emekli maaşı ödemekle mükellef değildir.
Söyleyecek çok fazla şey var ama, fazlası bu kürsüye haksızlık olur.
Ben diyeceğimi dedim.
Ama bu ahlaksızlığa dur demek ve bedelini ödetmek,
Herkesten önce Cumhuriyetin Cumhurbaşkanı’na düşer.
Buradan sesleniyorum;
Sayın Erdoğan, sen kanlı bir darbeyle meydana gelmiş bir makamda mı oturuyorsun?
Bugün, millet iradesi ve kararıyla bulunduğun makam,
Kanlı bir darbeyle inşa edilmiş bir makam mıdır?
Bu kendini bilmezin, “Kanlı bir darbe” diye tanımlamaktan utanmadığı
Cumhuriyet devletini temsil eden sensin.
Bu haddini bilmeze hepimizden önce,
Senin müdahale etmen, senin cevap vermen yakışır.
Sükut ikrardan doğar!
O yüzden, bu konuda susamazsın.
Bundan sonrası, 5064 savcı içinden birisinin çıkıp,
“Ben Cumhuriyetin Savcısıyım” diyerek gereğini yapmasıdır.
Emin olun binlerce kahraman Türk polisi,
Bunun kendini bilmezin başını öne eğip, ters kelepçe takmak için hazır ve nazırdır!
Büyük Türk milleti;
Yanan ormanlardan geriye
Küle dönmüş topraklarımız kalmıştır.
Bir tarafta çiftçiyi vuran zirai don ve sel felaketleri,
Bir tarafta zeytinlik katliamı,
Öte yanda ise iklim yasasıyla daha da kısıtlanacak olan tarımsal üretim vardır.
Hayvancılık zaten bitme noktasındayken,
Üreticimiz bu sene meyveyi de unutun demektedir.
Tablonun devamında;
Çiftçinin sadece Ziraat Bankas’ına olan borcu 700 milyar liranın üzerindedir.
Çiftçilerimizin toplam borcunun, toplam gelirlerine oranı yüzde 40’a yaklaşmıştır.
Yani onlar da her vatandaşımız gibi, borcu borçla kapatarak yaşamaya mahkum edilmiştir.
Bu yüzdendir ki,
Neredeyse her altı ayda bir
Tarım ve hayvancılıkta, yani yediğimiz ette, hububatta, bakliyatta ithalat kararnameleri imzalıyorlar.
Türk çiftçisinin durumuyla ilgilenen kimse yoktur.
Şap hastalığından Anadolu kırılırken, kılını kıpırdatan yoktur.
Sorarsanız, sığır eti üretiminde Avrupa birincisiyiz!
Gerçekte, ithal ettikleri ürünleri, yeniden işleyip etiket basıp, yurtdışına satıyorlar.
Hayatları şovdur, gösteridir, temaşadır.
Gerçekle en ufak bağları yoktur.
Bu ithalat bağımlılığındandır ki, üretici sefalette, fiyat etiketleri zirvededir.
Türk üreticisi üvey evlattan beter hale geldiği için durum bu haldedir.
Bu konuda hazırladığımız kanun teklifine kulak assaydınız,
Milletin karnı doyacaktı, çiftçinin de alın teri karşılığını bulacaktı.
Ancak siz, her zamanki gibi, Türk toprağını, Türk çiftçisini ve Türk milletini değil,
Küresel baronların çıkarlarını tercih ettiniz.
Bu memlekette kendi toprağına bağlı bir iktidar gelmedikçe,
Bu toprağın insanı da canlısı da bitkisi de berekete kavuşmayacaktır!
Bu yüzden çalışmaktan vazgeçmeyeceğiz.
Bu toprakların bereketi,
Bu toprakların insanlarına ait olmadan durmayacağız!
Kıymetli yol ve dava arkadaşlarım!
Milletimizin belki de en mağdur kesimi emeklilerdir.
Süslü cümlelere gerek yoktur.
Durum ortadadır.
Bugün burada, yıllarını çalışarak geçirmiş
Ama bugün açlık sınırının bile çok altında yaşam mücadelesi veren
Milyonlarca emeklinin sesi olmak için konuşuyorum.
Sokakta yırtık ayakkabısıyla yürüyen,
Pazarda çürük sebzelerin döküldüğü kasaya yönelen,
“bir canım var, başıma bela olmuş” diyen emekliyi konuşuyorum.
Yıllarca çalıştılar, alın teri döktüler, vergisini, primini ödediler.
Bugünse lütuf değil, sadece haklarını istiyorlar.
Ey, devleti yönettiğini zannedenler!
Sizlere sesleniyorum:
Kimse sizden sadaka istemiyor. Alın terinin karşılığını istiyor.
Ama siz ne yaptınız?
En düşük emekli maaşına yaptığınız zam, 2500 lira bile değil!
Bunu da şimdi müjde diye anlatıp duracaksınız!
4 milyon emekli,
Açlık sınırının neredeyse 10 bin lira altındaki bu maaşla geçinmeye çalışıyor!
Eskiden yoksulluk sınırına kıyas yapılırdı, o lüks oldu.
Şimdi açlık sınırıyla kıyas bile abes olmaya başladı.
Utanmıyorsanız, bir ölüm sınırı hesaplattırın da onunla kıyaslayalım!
Ekonomiyi ve sosyal güvenlik sistemini o kadar kötü yönettiniz ki,
Çalışma Bakanı sonunda itiraf etti.
Hatırlayın, Bakan “Emeklilerimize aylıkları düzenli nasıl ödeyebiliriz telaşındayız” dedi.
Bunun bedelini emekliye ödetemezsiniz.
Dönüp diyorsunuz ki:
Maaşlar bütçeye yük getirecek!
Bugün ödediğiniz maaşlar, yıllarca prim olarak zaten devletin kasasına kondu.
Ulufe dağıtmıyorsunuz.
Her zaman olduğu gibi rantı ve yandaşı tercih ediyorsunuz, Türk insanını değil!
Saltanatınıza, şatafatınıza, yandaş müteahhitlere, komisyonculara,
Çifter maaş alanlara milyarlar aktarılırken “bütçe disiplini” aklınıza gelmedi mi?
Saray için bütçe her zaman bol ama emekliye, memura,
Asgari ücretliye gelince kemer sıkılıyor.
Bu adalet değil; bu düpedüz yağmadır, zulümdür!
Bir de “kök maaş” adı altında bir aldatmacaya başvurdunuz.
Olan aklınızı böyle hilelere değil de hayırlı bir işe kullansanız, belki ülke refaha kavuşurdu.
Buradan açıkça söylüyorum:
Sunduğumuz kanun teklifini gündeme alın,
En düşük emekli maaşını asgari ücret seviyesine getirin!
Sadece en düşük maaşla sınırlı kalmayın;
Daha yüksek emekli aylığı alanlara da aynı oranda artışı yansıtın.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın X hesabında hala duran
“Emekliye seyyanen zam.” vaadini de yerine getirin.
Memur emeklilerine verdiğiniz sözü tutun!..
Tweet atarken mangalda kül bırakmıyorsunuz, icraata gelince üç maymun!
Bir Cumhurbaşkanı kuru sıkı atamaz.
Milyonlarca emekliye “vaat ettim ama unuttum” diyemez!
Emekliyi, kandırdığınızı sandığınız yerde kaybettiniz.
Artık kimse yutmuyor bu masalları.
Çünkü siz de biliyorsunuz,
Bugün emekli sadece aç değil, açlığın da ötesinde, ölüm sınırında!
Evinde et yok, süt yok, huzur yok, gelecek yok!
Bilin ki biz İYİ Parti’yiz!
Siz yapmazsanız biz yapacağız!
Sandık gelir, siz de gidersiniz.
Bu düzeni değiştirmeden, bu soygunu durdurmadan durmayacağız!
Emekli size mahkûm değil! Bu millet size mecbur değil!
Vatandaşa verecek para yoktur ama, iktidarın açtığı gediklerin yamaları için
Vatandaşın gırtlağına yapışılmaktadır.
Bugün Türkiye’nin dış borç stoğu, gayrısafi hasılasının neredeyse yüzde kırkıdır.
Sorun bakalım İngiliz Mehmet’e, bu borç niye kapanmıyor?
Bu delik niye kapanmıyor?
Memura, emekliye, asgari ücretliye verilen maaşlardan mı?
Yoksa yolsuzlukla mamur, tepeden tırnağa çamura batmış yağmacı şebekelerden dolayı mı?
Evet yolsuzluk!
Türkiye’nin çeyrek asırlık acı dolu özetidir.
Deveyi hamuduyla yutanlar, bal tutup, bal kavanozunu da yemeye çalışanlar var.
Ayakkabı kutusuyla çalanlar, baklava kutusuyla çalanlar.
Gücü yettiğince makamının hakkını, çalarak vermeye çalışanlar!
Balığın baştan aşağı çürüdüğü,
Her makam sahibinin, tesbih gibi, imamenin arkasına dizildiği düzen!
Türkiye, onu yöneten kimsenin hesap vermeyeceğini düşündüğü,
Neticede milletin bitmez tükenmez bedeller ödemekle yükümlü kılındığı ülke!
Yoksulluk nasıl bile isteye yönetiliyorsa,
Yolsuzluk da aynı öyle yönetiliyor.
Yoksullukla nasıl topyekûn mücadele edilmiyorsa
Yolsuzlukla da topyekûn mücadele edilmiyor.
İşte turnusol kağıdı budur.
Türkiye’de yolsuzlukla derdi olan makam sahipleri yoktur.
Türkiye’de yolsuzluğa, kimin yolsuzluğu diye bakanlar vardır.
Yolsuzluk vatandaşın rızkından çalmaktır.
İşte bu hayasızlık ortadan kalkmadıkça yolsuzluk ortadan kalkmaz.
Yoksulluk da ortadan kalkmaz.
Altın kaçakçılığı yapıyorlar, benim yolsuzum deyip sümenaltı ediyorlar.
İnsan kaçakçılığı yapıyorlar, bizimkiler deyip aklıyorlar.
Hazine malını kaçırıyorlar, bize helal diyorlar.
Türk insanının hayatı, ayakkabı kutularıyla, baklava kutuları arasında heba oluyor.
İYİ Parti’nin ise bu konuda tek bir hedefi vardır;
Yolsuzlukla sistematik mücadele.
Kim yaparsa yapsın, kimden gelirse gelsin,
Milletin malına, hakkına, rızkına uzanan eli kıracak bir sistem getireceğiz!
Şiarımız bellidir.
Hem hukuk hem vicdan.
Ne itiraf ne iftira.
Sadece hakikatler üzerinden giden bir sistem!
Yani devleti olması gerektiği şekilde geri getirerek,
Devleti olması gerektiği şekilde yöneterek.
Partili olmaktan çıkartarak, onu yeniden milletin ortak kurumu yaparak,
Bu haram çarkını kırıp atacağız.
Aziz milletim!
Geçtiğimiz hafta iktidarın,
Teröristlerle ittifak kurmasının bir parçası olarak,
Meclis’te paralel bir yapı, sözde komisyon kurma niyetini anlatmıştım.
Terörsüz Türkiye yalanına gizlenen gerçekler
Neredeyse 1,5 yıldır anlattığım gibi, maalesef tek tek gerçekleşiyor.
İşte bu ihanet kumpanyasının bir ayağı da “silah bırakma” gösterisidir.
PKK, “iyi niyet gereği” 20-30 kişilik bir silah bırakma töreni düzenleyecekmiş.
- Önümüzdeki gün hatta saatlerde, İletişim Başkanlığı eliyle yayınlarlar.
- Öyle ya artık İletişim Başkanlığı, cumhur koalisyonunun tüm ortaklarından,
Yani İmralı ve Kandil’in de iletişiminden sorumlu.
Bu meselenin bir kalkışma ve dolandırıcılık olduğunu defalarca söylemiştim.
İşte şimdi Türk milletine bir delil daha sunuyorum:
Bu silahlar, onu kimin ne için kullandığına bakmadan imha mı edilecektir?
Yoksa olması gerektiği gibi adli emanete mi alınacaktır?
Görelim bakalım hangisi olacaktır!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin istihbaratı,
Askeri, polisi, terörle mücadele eden kurumlardır.
Bu hain terör örgütünün varlığının ve işlediği suçlarını cezalandıran ise Türk yargısıdır.
Bu silahlar, Türk milletine ve devletine karşı kuşanılmış ve kullanılmıştır.
Yani bu silahlar, suçta kullanılmış silahlardır.
Bunun temini dahi suçken, bu silahlarla
Bebeğinden çocuğuna, mühendisinden öğretmenine, askerine,
Nice insanımızın kanını dökmüşlerdir.
Şimdi birileri, bir deliliğin içindedir ve insanımızın katillerini devlete ortak etmektedirler.
Devlete eş saymaktadırlar.
İkinci mesele ise şudur:
Bu silahları bırakacakları yer neresidir?
Türkiye, kendisine karşı 40 sene bölücü terör yürütmüş bu örgütün silahlarını
Niçin başka bir ülkenin toprağında teslim almaktadır?
Ayrıca teslim de alınmayacakmış.
Teröristler silahlarını imha edeceklermiş.
Herhangi bir etkin pişmanlıkta bulunup, yargılanmaları da söz konusu olmayacakmış.
Geldikleri gibi gideceklermiş.
Bu nasıl bir tiyatrodur Allah aşkına!
Biz ne yapıyoruz diye soran bir Allah’ın kulu kalmadı mı?
Devletin önemli kurumlarında bir tane Türk yönetici kalmadı mı?
Hepiniz mi mankurtlaştınız!
Efendiler,
Cumhuriyet tarihimiz boyunca ihanetler,
Milletini arkadan vurmaktan çekinmeyenler olmuştur ama
Milletine ihanet içerisinde olan böyle organize bir grupla karşılaşılmamıştır.
Adı çözüm, özü “İhanet Sürecinin” ikinci versiyonunda,
İktidar kadrosu öyle alengirli işler çevirmeye başlamıştır ki;
Milletinden aldığı yetki ile milletini aldatan bu kadrolar, tarihe kara bir leke olarak geçecekler.
Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Ak Parti Genel Başkanı,
Vatandaşlarımızı şehit eden bölücü örgüt üyelerini affetmektedir.
Neredeyse her gün Resmi Gazete’de affedilen teröristler ilan edilmektedir.
Çözüm süreci denilen ihanet sürecinde,
Kapalı kapılar ardında nasıl bir pazarlık yapıyorlar,
Büyük Türk milletini hangi ahlaksız anlaşmalara konu ediyorlar,
Hangi sözleri veriyorlar bilinmez ama bir dümen çevrildiği açıktır.
İhanet sürecini
Bu millet ve temsilcisi bizler olduğumuz sürece başaramayacaklarını çok iyi bildiklerinden kaçak dövüşüyorlar.
İsyanımızı ve uyarılarımızı duymazdan geliyorlar.
Gerçekleri konuşmaya cesaret edemiyorlar.
Terör örgütüne ve örgütün dış patronlarına göbekten bağlanmışlar.
Onlar ne söylerse karşı çıkıyor gibi görünüp,
Emir eri gibi yerine getirmekten zerre çekinmiyorlar.
Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Ak Parti Genel Başkanı,
Artık bir unvanın daha var.
Sen artık Cumhurbaşkanlığı yetkisini kullanarak “TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYELERİ” ni affeden birisin.
Sen vatandaşlarımızı şehit eden hainleri imzan ile affeden bir Cumhurbaşkanısın.
Sen, seni her eleştireni hapse attırmaktan çekinmeyen,
Milletine silah sıkanları ise affetmeyi tercih edensin.
Türk milletinin karşısına çıkıp,
Teröristleri affedeceğini söylemeye cesareti olmayanlar;
Yetkileri ile “MİLLETİ ALDATMAKTADIRLAR.”
Büyük Türk milleti bunu çok iyi bil:
İktidar; teröristi – haini- devletine/milletine silah sıkanı affediyor,
Cezaevlerinden çıkarıyor.
Cezaevlerini belediye başkanıyla, gazeteciyle, öğrenciyle, siyasetçiyle, akademisyenle,
Kısacası kendilerine biat etmeyen aykırı ses çıkaran kim varsa onlarla dolduruyor.
Milletimiz artık ne verdiğiniz kararları ne yaptığınız işleri ne de girdiğiniz yolu destekliyor.
Eğer tersini düşünüyorsanız buyurun sandığı getirin!
Teröristleri hükümet ortağı yaptığınız hale milletimiz karar versin.
Referandumla sorun:
Ben artık senin katillerini bile affediyorum.
Vatan hainlerini Cumhur İttifakı’na aldım,
Ne düşünüyorsun diye bir sorun bakalım.
Aziz milletim;
23 yıllık iktidarın sonunda kurulan bu tek adamlık düzeni,
Artık aynı zamanda tek parti dönemine evrilmiştir.
Anayasa değişiklikleri o tek partinin ve liderinin ihtiyaçlarına göre yapılmaktadır.
Kanunlarda değişiklikler, yeni kanunlar,
O tek partinin ve liderinin ihtiyaçlarına göre düzenlenmek istenmektedir.
Cumhuriyetin idari yapısı, kadroları,
Hep o tek partinin ve liderinin ihtiyaçlarına göre belirlenmektedir.
Meclis çoğunluğuyla, sadece kendi kararlarını onaylayan,
Muhalefetin hiçbir önergesini önemsemeyen,
Muhalefetin millet menfaatine getirdiği tüm teklifleri
“İstemezük” diye reddeden bu anlayışla,
Türkiye yeni bir TEK PARTİ dönemi yaşamaktadır.
O yüzden, Türk siyasetinde son dönem yaşanan sancılar,
Aslında, yeniden ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞİN sancılarıdır.
Tarihimizde yaşanan örneğinde olduğu gibi, milletimiz bir kez daha, tek parti ve tek adam düzenine hayır demektedir.
Milletimiz açıkça haykırmakta ve demektedir ki;
Yeter söz milletindir!
Sansürle, karartmayla bu ülkenin gidebileceği bir yer yoktur.
Bu ülkeyi yönetenlerin de gidecek bir yeri yoktur.
Halk TV’yi, Sözcü’yü, Fatih Altaylı’yı ve daha nice gazeteciyi, yazarı,
Söyleyecek sözü olanı susturarak gidilebilecek bir yer yoktur.
Geç olmadan gelin, yapalım diyorum.
İşler daha da çığırından çıkmadan, gelin memleketi bu bataktan çıkaralım diyorum.
Bu çıkış, tek adam düzenine son verip, parlamenter sisteme geçişle mümkündür.
İşte biz bu yüzden ısrar ediyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk milletinin kaderini bir kişinin iki dudağı arasından alıp,
Yeniden millet iradesinin kontrol ve denetimine bırakacak sistem, parlamenter sistemdir.
Milleti kandırarak, uygulamaya sokulan bu sistem, bir tek adamlık düzenidir.
Tek adam ve tek parti düzenidir.
Türkiye, parlamenter sisteme geçerek,
Aslında yeniden çok partili siyasi hayata geçecektir.
Bu da daha fazla demokrasi demektir.
Daha fazla özgürlük demektir.
Daha fazla hukuk ve adalet demektir.
Daha çok kazanmak, refahı artırmak,
Gençlerimizi yeniden umutlandırmak demektir.
Reçete belli;
Türkiye parlamenter sistemle tekrar çok partili hayata döner,
Ve bugün çekilen sıkıntılar hızla ortadan kalkar.
Aziz milletim!
Daha önce bu kürsüden söylemiştik.
Trump, Netanyahu ve Erdoğan’ın aynı fotoğrafı verecekleri gün yakındır.
İşte 29 Haziran günü Anadolu Ajansı’nın,
Adeta “piar” çalışmasını üstlenerek, ballandıra ballandıra duyurduğu mülakatta,
ABD’nin Türkiye Büyükelçisi Tom Barrack’ın açıklamaları da bunun göstergesidir.
Ne diyor Sayın Barrack?
"Benim için İzmir, Yahudilerin, Müslümanların, Hıristiyanların bir arada yaşadığı,
bu toplulukların harmanlandığı bir örnek." diyor. Ne güzel.
"Bu tüm dünyada ve Orta Doğu'da olması gereken bir durum" diyor.
Ne güzel.
25 yıllık Büyük Ortadoğu Projesine yeni bir defter kabı geçirmiş.
Kendinizi bir ulus olarak tanımlamaktan vazgeçin diyor!
Kurtuluş Savaşı’nı niçin verdiğinizi de boşverin, artık zaman değişti diyor.
Türk olmaktan vazgeçin, Türkiyeli olun, ne var ki diyor!
Basındaki her ihanet sürecinin kadrolu borazanları da bunu tekrarlayıp duruyorlar.
İşte Terörsüz Türkiye zarfının içindeki mazruf budur.
Erdoğan, Bahçeli, APO ve onların medyadaki ortak dili budur.
Türksüz Türkiye, Cumhuriyetsiz Türkiye!
Seçimsiz Türkiye, istibdat Türkiye’si budur.
Bölüne bölüne “çoğaltılacak” yeni Türkiye, Erdoğan’ın hayallerini süsleyen Türkiye budur.
İşte size Osmanlı diye, Misak-ı Milli diye satılan,
Bunu satanların da kendilerini, bu yolda sattıkları projenin itirafı budur.
Sadece bundan ibaret değil anlattıkları.
"İsrail'in yeniden tanımlanması gerekiyor,
İsrail ile İran arasında yaşananlar, yeni bir yol açalım' deme fırsatı diyor. Ne güzel!
Devamında ise “Bu yolun anahtarı Türkiye." diyor.
Yani İsrail’in güvenliğini Türkiye ile ve Türkiye üzerinden kuracaklarını söylüyor.
Aynı dilin, Suriye yönetimiyle,
Suriye’de doğurtulmaya çalışılan özerk yönetim ile muhabbetini hatırlatmak isterim.
İşte bu süreçlerin taşeronu olarak görevlidir Erdoğan’dır.
Tıpkı 25 yıldır olduğu gibi,
Eşbaşkanlığını yürüttüğü Büyük Ortadoğu Projesi’nin işleyişinden sorumludur.
Yeni Anayasa diyerek,
Yeni Türkiye diyerek,
Sen Türk değil, Türkiyelisin diyerek
Bizi soktukları bataklığı anlatıyorlar.
Trump, Erdoğan’ın ve Netanyahu’nun el sıkışacaklarını söylemiştim.
Gücü muhalefete yeten Erdoğan’a söylüyoruz:
Birdenbire aklınıza düşüveren bu İmralı aşkının esbab-ı mucibesini hele bir açıkla!
Kapalı kapılar ardında pazarlık yaptıklarınız,
Çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı,
Halkların, kendi kaderlerini özgürce tayin edebilecekleri,
Eşit hukukla tesis edilmiş bir ortak yaşam modelinden bahsediyorlar.
Buna da demokratik cumhuriyet diyorlar.
Bu üniter devlet yapısının ve vatandaşlık tanımının doğrudan inkarıdır.
Bu şartlar altında,
Sözde Terörsüz Türkiye’nin, Türksüz, Türkiye olmadığını açıkla bakalım!
Yeri belirsiz yerlilik,
Milleti belirsiz, millilik projeni anlat bakalım.
Sonra Türk milletine dön, bir daha söyle:
Sen Türk değil, Türkiyelisin.
Ölen askerlerimize drone çarptı,
Bazıları da metan gazıyla boğuldu,
İmralı ve Kandil bizim kardeşimizdir de bakalım!
Büyük Türk milleti!
Gelenlerin gitmediği yer, Cumhuriyet değildir.
Ormanların göz göre yandığı yer, Cumhuriyet değildir.
Şehit katillerinin gizlendiği yer, Cumhuriyet değildir.
Biz, Cumhuriyet istiyoruz.
Şerefli, onurlu, haysiyetli bir Cumhuriyet istiyoruz!
Biz, bu ne idüğü belirsiz rejimin,
Onun kolpa memurlarının ve çakma ortaklarının,
Çapsız ihtiraslarıyla susacak, ezilecek bir millet değiliz.
İtiraflar ve iftiralar arasında,
Kendi doğrularını yarıştıranların arasında
Çaresiz kalacak bir millet değiliz.
Biz fani bir adama,
Ezeli ve ebedi varlığını ve egemenliğini ipotek edecek bir millet değiliz!
Hiç olmadık, asla olmayacağız!
Kendi neseplerinden şüphe edenler,
Kendilerine coğrafi işaretlemelerden bir kimlik devşirebilirler.
Biz ise Türk’üz.
Milli kimliğimizle, bölünmez bütünlüğümüzle
Ve göz bebeğimiz Cumhuriyetimizle gurur duyuyoruz.
Bu vatanda yaşayan her bir kardeşlerimizle de mutluyuz.
Hep söylediğim gibi,
Bu vatanı kimse bize müjdelemedi.
Biz bu vatanı her defasında kurtararak,
Her defasında da kurarak vatan bildik.
Biz bu vatanı hak ettik.
Türklüğümüzse binyıllardır taşıdığımızdır.
Bu toprakların her bir mezar taşına,
Her bir ağaç gövdesine kazıdığımızdır.
Orada da “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” yazmaktadır!
Değişmeyecek, değiştirilemeyecektir!
Ne planlarsanız planlayın.
Siz bu sesi kısamaz, bastıramaz, yok edemezsiniz!
Unutmayın!
Cumhuriyeti kuran millet, onu yaşatma iradesini sonsuza kadar ayakta tutacaktır.
Yaşasın Türk milleti,
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti!
Ne Mutlu Türk’üm diyene!"
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları