loading
close
SON DAKİKALAR

Bilim insanlarının en büyük problemi: Çok büyük ikinci atak riski

Bilim insanlarının en büyük problemi: Çok büyük ikinci atak riski
Tarih: 05.05.2020 - 00:39
Kategori: Söyleşi

Prof Dr. Bekir Kocazeybek, Odatv'den Halit Kakınç'a COVID-19 ve etken virüs SARS-CoV-2 ekseninin gerçeklerini, bilimin nesnel ve pozitif verileri ışığında irdeleyip "Gelecekte bizleri ne bekliyor" sorusunun cevabını verdi

Prof. Dr. Bekir Kocazeybek Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı İÜ-C, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Tıbbi Mikrobiyoloji AD Öğretim Üyesi.

Küresel düzeyde insanlığa can kayıpları, ruhsal derin travmalar ile sosyal ve ekonomik krizlerle zarar veren…

Mevcut siyasi iktidar ve güç odaklarının sağlık ve sosyal politikalarını ciddi şekilde sorgulatıp ve yeni bakış açılarına doğru kaçınılmaz olarak götüren pandemik hastalık COVID-19 ve etken virüs SARS-CoV-2 ekseninin gerçeklerini, bilimin nesnel ve pozitif verileri ışığında irdeleyip "Gelecekte bizleri ne bekliyor" sorusuna yanıtı Prof Dr. Bekir Kocazeybek’ten alıyoruz.

“Tarihin hiçbir döneminde siyaset ve güç odakları bilimden elini çekmediği için 30 Aralık 2019’dan bugünlere kadar insan sağlığın yön veren iktidar güçleri ataması ile oluşan ve onların bir anlamda denetimindeki (özellikle gelişmekte olan ülkeler ve daha yoksul ülkelerde bunu görüyoruz) bilim kurulları epidemiyoloji biliminin olmazsa olmaz gerçeklerini, aslî görevlerini (öncelikle halkın sağlığını korumaya dönük mevcut salgından koruyucu ve yok edici çözümleri üretmek ve uygulatmak gibi) unutmadan gerçekleştirmelerinde ciddi problemler yaşadıklarını söyleyebilir ve bir kıskaç (halk sağlığı mı yoksa ülkenin ekonomi politikaları mı?) altında görev yaptıklarını öngörebiliriz.”

Prof. Dr. Bekir Kocazeybek

YAŞAM MI ÖLÜM MÜ...


- 2003/SARS, 2012/MERS ve 2020/COVID-19 salgın hastalıklar süresince bu salgınların yaratıcısı coronavirisüleri 15 yıldan beri fakülteniz öğrencilerine akademik olarak anlatan ve doğal olarak da bu işleve bağlı epidemiyolojik bilimsel araştırmaları inceleyen ve irdeleyen bir bilim insanı ve klinik mikrobiyoloji uzmanı olarak nasıl bakıyorsunuz bu mücadeleye?

Elbette ben bu kıskaçta halk sağlığının yanındayım. Diğer husus benim uzmanlık alanımın dışında. Ancak yaşam mı? ölüm mü? ikileminde, yaşam için Bilim ve Gerçekler diyorum.

2003, 2012 ve 2020’de 8-9 yıl aralıklarla pandemik salgın hastalık yapan ve yabani hayvan-insan ekseninde bulaşlara neden olan koronavirüsler ve neden olduğu salgın hastalıklarla ilişkili olarak 3-4 aydır siyasilerin, sansasyonel medyanın, küresel iletişim ağlarındaki (Twitter, Instagram ve Whatsapp) komploseverlerin ve biraz da bizim akademi Dünya’sında konunun uzmanı olmayan ve PR derdindeki akademisyenlerin (klinik mikrobiyoloji, enfeksiyon hastalıkları ve bağlantılı göğüs hastalıkları dışı çok da ilgili olmayan uzmanlık alanları) epidemiyoloji biliminden uzak, mesnetsiz, nalıncı keseri gibi kendine kesen öngörü ve söylevleri devam edegeliyor.

- Sizce eksik kalan temel hususlar neler bu süreçte?

Bu kaotik, toplum sağlığına zarar veren kakafonik süreç önümüzü ve geleceğimizi görmemizi de güçleştiriyor. Bundan dolayı 11 Mart’tan (Türkiye’den ilk COVID-19 olgusunun bildirildiği tarih) bu yana bu süreçte yazdığım üç ayrı analizde de (8 Nisan/BirGün, 16 Nisan/Cumhuriyet ve 20 Nisan/Odatv yazılarım) COVID-19 hastalığı ve etken virüs SARS-CoV-2 ile ilgili başlıca hususları irdelemiş ve yazmıştım:

a) WHO tarafınca Pandemi ilanı geç alındı, salgın dikey ve agresif ilerliyor.

b) Salgına karşı çok test, etkili filyasyon ve sürveyans (izlem) yapılmalı.

c) Belli görevler dışında mutlaka süreli sokağa çıkma yasağı kararı (10 Nisan gecesi ve sonrası ve şimdiki gibi değil) hemen alınmalı.

d) COVID-19 test yöntemi PCR’ın tanısal etkinliği zayıf (%40-63), hastaları atlıyor, yeni vak’a ve ölümlerde klinik dikkate alınmıyor.

e) Bu virüs RNA virüsü, mutasyonlara çok açık, R0 (bulaştırıcılık oranı) katsayısı geçmişteki diğer ikisine göre yüksek ve CFR’si (ölüm oranı) ise sadece ileri yaş ve komorbidlerde yüksek.

f) Aşı eldesi çok zor, şimdilik belki 1 yıl için üretilme olasılığı var. Çözüm ise; “iğne ile kuyu kazmak gibi” olsa da tedavi kombinasyonlarında ve immünplazma tedavi çözümü de bu virüs için tatlı bir umut ve sonucu kestirilemez (örn; HBV ve kuduz gibi değil).

g) Bu virüste toplum (sürü) bağışıklığı, ‘Gerçek korunmalı kişilerle, genel popülasyonun korunması’ geçerli bazı viral enfeksiyonlar (HAV, Kızamık virüsü gibi) hariç, bir hipotez. Ancak bu virüsler için gerçekliği henüz söylenemez, çünkü bu hastalığı geçirenler, asemptomatik veya subklinik olarak ayakta atlatanların immün yanıtının koruyuculuğu net belli değil. (HIV ve HCV örneği) Şimdilik bilimsel kanıtı yok.

11 Mart’tan bu yana yaptığım bu tespitler ve virüslerin enfeksiyon immünolojisi ve epidemiyolojisinin bilimsel gerçeklerin ışığında bugünden geleceğe COVID-19/SARS-CoV-2 ekseninde nasıl olabileceğini öngörebiliriz.

"AŞI ÇALIŞMALARINDA HENÜZ SOMUT BİR ÜRÜN YOK"

-  Hocam, bugün ne durumdayız?

a) Bazı ülkelerde WHO’nun PCR + klinik tanı kodlu Türkiye’nin de içinde bulunduğu ülkelerde ise sadece PCR (+) tanı kodlu girişlere göre sayısal anlamda; 3 milyon 522 bin. Dünya’da toplam COVID-19 olgusu ve hayatını kaybeden ise 247 bin. Olgu/Ölümde ABD 1. sırada (1 milyon 158 bin/67bin), Türkiye ise olgu ölüm sayısında (126,045/3397) ile 8. sırada.

b) Pandemi bazı ülkelerde pik yaptı, inişe geçti (Çin, Japonya, Güney Kore gibi Uzakdoğu ülkeleri, bazı Avrupa ülkeleri) pik yapmayı halen göremeyenler (ABD ve bazı Avrupa ülkeleri ile ülkemiz?)

c) R0 (bulaştırıcılık oranı): yüzde (genelde 1 kişi 3 kişiye bulaştırıyor) ülkemizde ise özellikle bakanlık verilerine göre Türkiye’nin Wuhan’ı sayılan İstanbul’da 1/16 kişi.

CFR (ölüm oranı) en yüksek yüzde 15.5 Belçika ve yüzde 14.1 ile Fransa ilk sıraları paylaşırken Türkiye yüzde 2.61 (Tanı kodlarıyla ilişkili olarak defin ruhsatlarındaki ölüm tanısı tartışması bakanlık ile TTB arasında halen devam ediyor. Ben de bu tartışmaya TTB gözüyle bakıyorum ve epidemiyoloji biliminin gereği olarak vaka ve ölüm sayıları arasında ve geçmiş yılların aynı aylarına göre ölüm oranlarında bir paradoksallık görüyorum. Hatta 4-5 gün öncesi TTB bakanlık Koronavirüs bilim kuruluna bu hususla ilgili çok net 10 soru sordu. Sanırım hala buna dönük bir yanıt ben görmedim) ile listede yer alıyor, Dünyadaki CFR oranı ortalaması ise yüzde 7.2 (bu oran SARS-CoV’da yüzde 10, MERS-CoV’da yüzde 37-39 arası idi.)

d) Aşı çalışmalarında henüz somut bir ürün yok. Zaten beklenemez de (2003 ilk salgından beri geliştirilemedi). Bugün halen WHO’ya göre şu ana kadar 90’ın üzerinde aşı çalışması var 7’si Faz: 1 çalışması, gerisi preklinik çalışma arasında (Örneğin; Oxford Üniversitesinde Adv virüs aracılı SARS-CoV-2 spike antijeni insan üzerindeki uygulamaları henüz başladı, insanlardaki etkinlik ve toksisite sonuçları Haziran’da belli olacak ancak sonuçlar kestirilemiyor).

e) Tedavide birçok (50’yi aşkın) anti-viraller, anti-enflamatuvar/sitokin kortikosteroidler, anti-bakteriyeller, vitamin kompleksleri üzerinden 400 ile 500 arası klinik çalışma (clinical trial) COVID-19 hastalarında uygulanarak belki de bu pandemi savaşında şimdilik en olumlu konuşulabilecek parametre, ancak bu olgularda ileriye dönük tedavi sonrası komplikasyonlar (özellikle anti-enflamatuvar/sitokin preparatlarına bağlı) soru işareti olarak bugün için gündemimizde olmasa da ileride mutlaka olacak.

f) Tedavide immünplazma; salgının ortalarına doğru gündeme geldi. Bugün için insanlarda deneniyor, uluslararası ciddi dergilerde hakemlik süreci olmadan yayınlanmış (fast-track) derleme (review) dışında çok olgulu klinik, randomize, kontrollü çalışma yok (zaman açısından zaten erken) ya da sosyal medyada anti-bilimsel, kanıta tam dayanmayan COVID-19 iyileşmelerini ciddiye almıyoruz (geçenlerde basında çıkan ülkemizde bir üniversitemizin rektörünün immünplazmada iyileşen tek bir COVID-19 hastası haberi gibi)

g) İngiltere başbakanı salgının ilk günlerinde ifade ettiği ve halen ülkemizde de siyasi iktidarın COVID-19 mücadelesine dönük bazı uygulamalardan da gördüğümüz yanlış toplum (sürü) bağışıklığı stratejisine ya da salgının artmasına katkı sunabilecek, zikzaklı kararları… Etkili ve süreli sokağa çıkma kararı yerine, 5 gün sokağa çık 2 gün eve kapan!

Ya da 10 Nisan gecesi sokağa çıkmada yaşanılan öngörüsüzlük veya halen maske dağıtımındaki tutarsız uygulamalar ve bu hafta medya destekli yavaş yavaş başlayan ve bazı Koronavirüs bilim kurulu üyelerinin ağzıyla desteklenen yakın zamanda AVM ve okul açılışları ile eski sistem klasik bayramlaşma ritüellerinin olacağı haberleri…

-  Peki, COVID-19/SARS-COV-2 ekseninde gelecekte dünya insanlığını ne bekliyor?

Falcı ya da astrolog değilim. Ancak, virüslerin patogenezi, epidemiyolojisi ve immünolojisi ile salgınların epidemiyolojisini akademik ve bilimsel yönden bilebilen ve özellikle 2003’ten bu yana Koronavirüslerin gerek virüse spesifik tüm özelliklerini, gerekse salgın hastalık yapma performanslarını akademik ve bilimsel temelde her yıl izleyen (hatta 2012’den sonra MERS-CoV salgını ile ilgili kendi fakültemde Umreden acile gelebilecek olguları da izlemiştim, ancak herhangi bir olgu bulamamıştık, zaten Türkiye’de Hatay’da tek bir olgu belirlenmişti) biri olarak gelecek yıllara ilişkin kamuoyunu meşgul eden en önemli 2 hususu (Aşılama ve 2. atak) irdeleyelim:

COVID-19 hastalığından gelecekte aşılama yoluyla korunma sağlanabilecek mi? Bu salgının en sorunlu parametresi ve kanaatimce kısa veya uzun vadede çözümsüz ve açmazda hususu aşılama yoluyla bu virüsten korunmadır.

Virüslerin salgın hastalıklarından korunmada en etkili yol olan ve bu yolla çiçek virüsünü Dünya’da yok eden, çocuk felcini neredeyse yok etme noktasına getiren bilim; HIV/AIDS ve HCV gibi ciddi viral enfeksiyon hastalıklarında yıllardır başarısızdır.

Bu virüsler gibi SARS-CoV-2 virüsü de bir RNA virüsüdür. Genetik mutasyonlara çok açık, alt tip çeşitliliği çok fazla ve stabil olmayan antijenik özellikleri ile aşı eldesi için uygun olmayan bir virüstür. Belki bu virüsler için en erken 1 veya 2 yıl içinde 1 yıl korunmalı yüzde 60 civarlarında etkinliği olabilen farklı en yaygın tiplerden (Grip aşısı gibi) elde edilebilecek aşı kombinasyonu (Wuhan/New York ve başlıca bir Avrupa ya da İran tipi) geliştirilebilir.

"KIŞA DOĞRU GÜNDEMİMİZDE OLACAK"

- Yeni ataklar ortaya çıkabilir mi?

“Yani bu bu salgının ve virüsün 2. atak (hatta 3. veya 4. atak) yapıp yapmayacağı…

Son günlerde dışkı ile virüsün bulaşını gösteren uluslararası yayınlarda artış var ve buna ben de katılıyorum. Çünkü bu virüslerin dış zarf yapısında bulunan çok yoğun protein tabakası, tıpkı Hepatit B’de olduğu gibi bu virüse dışkı ve bazı çevre ortamlarında direnç kazandırabiliyor.

Bu husus yaz yaklaşırken su tüketimini göz önüne alırsak ciddi bir problem ve demografik (cinsiyet olarak erkek ağırlık, ileri yaş ve komorbidli -Hipertansiyon, Diyabet vb. kişiler ağırlıklı) özelliklerinden öngörebiliriz ki, bu 2. atak (hatta önümüzdeki yıllarda 3. veya 4. ataklar olası tabii ki insanların koruyucu önlemlere çok dikkat etmeleri burada önemli) önümüzdeki sonbahar ve kışa doğru yüksek olasılıkla gündemimizde olacaktır.

Bu hususu üç başlık altında irdeleyelim;

I. Virüsün genetik özelliklerine bağlı uygun konak (burada insan veya yabani hayvan) ve mevsim koşulları bulduğunda yaşamı için evrilmeyi yapabilmesi, bunu geçmişte yaptı (2012-ABD/CDC verileri incelendiğinde Koronavirüslerin 1960’lı yıllarda olduğu gibi önümüzdeki sonbahar ve kış aylarında 2. atakla tekrarlayabileceğini, üstelik griple birlikte) bize gösteriyor. Tıpkı 2009 H1N1 domuz gribinde olduğu gibi.

Ayrıca; 2003/SARS ve 2012/MERS’den sonra 2020/COVID salgınını tekrar yaptı. Önümüzdeki yıllarda da 2. atağın tekrarlanmasının yapabilecektir (zor da olsa farklı kombinasyonlarla aşı eldesi ya da insanlık bu salgının yayılmasını önlemede şu an en etkin yol olarak görülen maske takmak ve sosyal izolasyonu istikrarlı şekilde uygulamak ve virüsü etkili testlerle primer ve tedavi sonrası tanı koyup, kesinlikle anti-virallerle eradike etmeyi başarabilirse bu 2. atak belki engellenebilir).

Ayrıca bu hususla ilgili virüsün genetik özellikleri, mutasyona çok açık olması ve enfekte ettiği kişilerde immün sistemi uyarması ve buna bağlı gelişen koruyucu immun mekanizmaların (özellikle COVİD-19’da gelişen kişiye özgü IgG antikorlarının virüsü nötrleyici ve kişiyi tekrar bir enfeksiyondan koruduğuna ilişkin veri henüz elimizde yok) olup olmadığı deneysel ve klinik çalışmalarla ortaya konamadığı için COVID-19’dan iyileşenlerle ve şu an toplumda dolaşan asemptomatik ve subklinik olgunların tekrar COVİD-19 olmaları ve 2. atağın gelişiminin en büyük aktörleri olmaları kaçınılmaz olacaktır.

II. Komorbidliler ve 65 yaş üstü kişiler şu an evde, yarınlarda bunlar sokağa çıkacaklar ve taşıyıcı ancak hastalığı geçirip koruyuculuğu net olmayanlar asemptomatik veya hafif belirtili SARS-CoV-2 taşıyıcı özellikli genç ve orta yaşlı kişilerle sosyal mesafeleri bozulmuş halde temas edecekler. Bu çok büyük 2. atak riski.

III. 2. Atak olasılığının en önemli, belki birinci nedeni ise siyasi iktidarların salgın yönetimleri ve geliştirdikleri halk sağlığı-rutin yönetim eksenindeki politikalarıdır. İşte bu parametre biz bilim insanlarının en büyük problemidir.

ABD/Mayo Klinik, Minnesota Üniversitesi ve Harvard Üniversitesi kaynaklı bilim insanlarının da belirttiği üzere ve benim de daha önceki analizlerimde açıkladığım gibi salgını kontrol altında tutmada ve özellikle önümüzdeki sonbahar ve kış aylarında 2. atağın gelişmesi için son günlerde farklı nedenlere bağlı elde edilen olgu ve ölüm sayılarındaki düşüş gerekçe gösterilerek (gerçekte ekonomik, sosyal ve politikaların öne çıkması ve halk kitlelerinin açlık-virüs ekseninde açlıktan dolayı sosyal ve siyasal tepkilerini önlemeye dönük) siyasi iktidarın rehavete girmesidir.

Siyasi iktidardaki bu rehavet duygusu ve buna bağlı geliştirilen salgın politikalarının medya aracılığıyla pompalanması, halk kitlelerinde sosyal mesafe, izolasyon çözümleri, maske takılması vb. davranışlardaki uygunsuzluklar ve kitlelerin yeni olgu/ölüm sayılarına karşı günlük hayat mücadelesi içinde kaçınılmaz olarak duyarsızlıklarını getirecektir ve 2. atağın fitilinin ateşlenmesi için en uygun ortamı sağlayacaktır.

Özellikle ülkeleri yöneten siyasi iktidarların rehavetten uzaklaşıp, nesnel salgın yönetim politikalarını bilim insanlarıyla birllikde ileriye taşımaları son derece hayati öneme sahiptir.

Bu hususun özellikle ülkemizi yönetenler için önemli bir uyarı olması ve ülke insanlarımızın tipik Akdenizli davranış modellerini, yaz mevsimi yaklaşırken kural ve disiplin hususundaki özene uyup uymayacaklarını ve bazı toplumsal ve dinî ritüellerde (Özellikle Bayram kutlamaları gibi) ısrarlarını devam ettirebileceklerini çok dikkate almaları gerektiği kanaatindeyim.

- Son sözünüz…

Türkiye’nin Wuhan’ı olarak tanımlanan ve COVID-19 olgularının ve ölümlerinin yüzde 60 civarında en yüksek olduğu bir kent olan İstanbul’da yaşayan bir bilim insanı olarak, gelecekte hem yaşadığım kent hem ülkem için COVID-19 salgınının ve virüslerin gerçeklerini doğru kavrayan, ekonomik ve politik tercihleri önceleyen kararlar yerine, epidemiyoloji biliminin gerçeklerini savsaklamayan ve gevşetmeyen, doğru salgın önleyici, geriletici kararların alınarak sürecin götürülmesi gerektiği kanaatindeyim.

Yaşadığımız sürecin, salgının 2. atağına evrilerek yeni olgular ve ölümlerin oluşmaması için bizi yönetenlerin ve özellikle Koronavirüs bilim kurullarının bir umut, bir medet bekleyen halk kitlelerine iyimserlik veya karamsarlık tablosu ikileminden kurtarıp, bilimsel gerçekçilik çizgisinde doğru bilimsel önderlikle ileriye dönük umut vermeleridir.

Buna en başta 65 yaş üstü büyüklerimizin ve 2. hastalığı (hipertansiyon, diyabet, KOAH, kanser gibi) olanlar ile tüm diğer halk katmanlarının çok büyük gereksinim içinde olduğunu düşünmekteyim.

Tabii ki yaz ve hastalık risklerinin yüksek olacağını öngördüğümüz sonbahar ve kış mevsimi yaklaşırken...

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları