loading
close
SON DAKİKALAR

Metin Feyzioğlu, Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonunu değerlendirdi

Metin Feyzioğlu, Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonunu değerlendirdi
Tarih: 21.12.2013 - 01:36
Kategori: Sendika

TBB başkanı Metin Feyzioğlu; Türkiye Cumhuriyeti'nin Siyasetini sadece Türk Milleti Şekillendirme Hakkına sahiptir...

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu bir basın açıklaması yaptı ve son günlerde Türkiye'nin yaşadığı olağan üztü olayları değerlendirdi...

Metin Feyzioğlu, “Yolsuzluk Operasyonu” olarak yürütülen adli soruşturma özelinde hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye dair zorunlu açıklama...

Soruşturmada İçişleri, Ekonomi ve Çevre Şehircilik Bakanlarının çocukları, banka üst düzey yöneticileri, bir belediye başkanı ve belediye görevlileri ve diğer bazı kamu görevlileri gözaltına alınmışlardır.

Basından takip ettiğimiz üzere iddiaların boyutları daha önce emsali görülmemiş büyüklüktedir.

İddiaların ortasında doğrudan hükümetin 3 önemli bakanının çocuklarının isimlerinin yer alması; bir yandan delillerin karartılması ihtimali karşısında soruşturmanın selameti, diğer yandan soruşturmanın siyasi etkileri açısından, yaşananları benzersiz kılmaktadır.

Nitekim adı geçen 3 bakanın ve bunlara ilaveten bir başka bakanın hakkında fezleke düzenlenerek bakanlara özgü soruşturma usulünün başlatılmasının talep edildiği bilgisi de kamuoyuna yansıtılmıştır.

Buna mukabil siyasi iktidar ve bizzat Başbakan, yolsuzluk soruşturmasının, iktidarlarına yönelik siyasi bir operasyon olduğunu ifade ederek, soruşturmaya yönelik tavır almış durumdadır. Bu çerçevede, başta soruşturmayı yürüten polis amirleri ve bu kişilerle devlet içinde bir başka düzlemde ortak hareket ettikleri ileri sürülen çok sayıda polis amirinin görev yerleri, soruşturma sürerken değiştirilmiştir. Üstelik, görev değişiklikleri oğlu soruşturulan ve kendi hakkında fezleke bulunan İçişleri Bakanının talimatına göre gerçekleştirilmiştir. Bunu toplum vicdanının kabul etmesi mümkün değildir. Öte yandan soruşturmayı başlatmış olan iki savcının yanına süratle iki yeni savcı daha, İstanbul Başsavcılığı tarafından görevlendirilmiş, bu savcıların kararlarını oy çokluğuyla vereceklerine dair bir talimat yazılmıştır. Bütün bunlar soruşturmanın frenlenmek, yönlendirilmek ve ört bas edilmek istendiği, özetle yargıya müdahale edildiği algısını yaratmıştır.

Soruşturma, başta bazı bakanlar olmak üzere, bakan çocuklarının, siyasi iktidara çok yakın duran kişilerin soruşturuluyor olmasından duyulan kaygıya bağlı olsa gerek, bizzat Başbakanın, hükümetin ve iktidar partisinin temsilcileri tarafından, siyasi saikle yapıldığı, amacın hükümeti sarsmak ve hatta devirmek olduğu iddialarıyla karşılanmıştır.

Bu çerçevede siyasi iktidar; düne kadar telaffuz dahi etmediği suçsuzluk karinesi, adil yargılanma hakkı, soruşturma dosyasından kişileri lekeleyecek bilgi ve belgelerin basına servis edildiği, davet edildiğinde ifade vermeye gelecek kişilerin sabaha karşı evlerinden büyük bir operasyon yapılıyor görüntüsü altında alınmasının kanuna aykırı olduğu, polis tarafından sahte deliller üretilmiş olabileceği iddiaları, yargının tarafsız ve bağımsız çalışması gerektiği, hiçbir gurubun ya da devlet içindeki hiçbir yapılanmanın siyasi ve ekonomik menfaatleri adına yargı mekanizmasının kullanılamayacağı, salt operasyonun büyüklüğünü vurgulamak adına birbiriyle pek de ilgisi olmayan 3 soruşturmanın birleştirilerek yürütülmesinin kötü niyetli olduğu, kurunun yanında yaşın da yanmaması gerektiği hususları, sıkça tekrarlanmaya başlanmıştır.

Sayın Başbakan açıkça devletin içinde bir paralel devlet oluşturulduğunu ve buna asla izin vermeyeceklerini ifade etmiştir. Başbakan, yürümekte olan yolsuzluk soruşturmasını, iddia ettiği bu paralel devletin, hükümeti hedef alan bir saldırısı olarak gördüğünü kamuoyuyla paylaşmıştır.

Yıllardır derin devletle mücadele ettiklerini ifade eden başbakan, bu açıklamalarıyla kendi iktidarları döneminde kendi elleriyle bir derin yapılanma oluşturulduğunu ikrar etmiş durumdadır. Dolayısıyla bugün devlet içinde yer alan bir paralel devletin, kendisine karşı yargı yoluyla siyasi müdahalede bulunduğunu iddia eden başbakan, sorumluluğu öncelikle kendinde aramalıdır. Şu halde sorumlusu bizzat siyasi iktidar olan bu vahim tablonun mağduru yurttaşlardır ve Türkiye Cumhuriyetidir.

Yürütülmekte olan yolsuzluk soruşturması vesilesiyle yakın geçmişte bazı çarpıcı örnekleri, kamuoyunun bilgisine hafızaları tazeleme mahiyetinde sunmayı bir görev biliyoruz:

Kamuoyunda bilinen Ergenekon ve balyoz gibi pek çok davada birbiriyle ilgisiz onlarca davanın birleştirilerek adaletin gerçekleştirilemez, sanıkların kendilerini savunamaz hale getirilmeleri, bizzat siyasi iktidar tarafından geçmişte alkışlanmıştır. Avukatlar, duruşmalardan ve adliyelerden polis zoruyla çıkarılırken, celseler boyu duruşmalara katılmaları yasaklanırken, savundukları sanıklar yüzünden kendileri sanık olarak yargılanmaya başlamışken, siyasi iktidar, düşünen, konuşan, savunma yapan herkesi terörist olarak ilan etmekte hiçbir sakınca görmemiştir. Bizzat İçişleri Bakanı “polis boşu boşuna kimseyi gözaltına almaz, beni niçin gözaltına almıyor” demek suretiyle en yetkili kişi sıfatıyla yurttaşların suçsuzluk karinesi temel hakkını hiçe saymıştır.

Silahsız, saldırısız, demokratik yollarla ortaya konan gezi eylemleri, bizzat Başbakan tarafından hükümete karşı dış destekli bir darbe girişimi olarak değerlendirilmiş ve TOMALARA katılan kimyasal sıvılar, ayrım gözetmeksizin kitlelerin üzerine sıkılarak vücutları yakılmıştır.

Polis, gaz kapsüllerini, pek çok olayda yaralamak ve hatta öldürmek amaçlı olarak yurttaşların kafalarına, testislerine ve bacaklarına sıkmıştır. Öldürücü miktarda gaz, toplulukların etrafı çevrilerek dört bir yandan sıkılmış, kimi zaman da kapalı mekanlara cezalandırmak amaçlı gaz bombası atılmıştır.

Ethem Sarısülük, Ankara’da Güven Parkta önce polis tarafından dövülmüş, sonra tabanca ile vurularak öldürülmüştür. Ankara Barosu’nun ve avukatların çabası sonucunda Ethem’in katili yargılanmaya başlanmıştır; ancak duruşma salonuna getirilmeksizin uzaktan yargılama yöntemi tercih edilmiştir.

Ethem’in öldürüldüğü noktaya Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından “Ankara halkı, Ankara polisiyle gurur duyuyor” pankartının asılmasında hiçbir beis görülmemiştir.

Eskişehir’de gencecik üniversite öğrencisi Ali İsmail Korkmaz, ara sokakta gaz maskeli ve eli sopalı polisler ve polislerin kendilerine sağladığı güvenli ortamda sokakları ele geçiren haydutlar tarafından acımasızca dövülerek öldürülmüştür. Uzun süre olay yeri görüntüleri bulunamamış, sorumluların korunması için gözle görülür bir çaba sarf edilmiş, kayıtlar silinmiş, Eskişehir Valisi, Ali İsmail’i arkadaşlarının öldürmüş olduğunu dahi beyan etmekten çekinmemiştir. Eskişehir Barosu’nun ve avukatlarının üstün gayretiyle gerçek ortaya çıkarılmış ve yargılama başlamış, ancak hukuka aykırı olarak dava, bir başka şehre nakledilmiştir.

Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan ve Medeni Yıldırım’ın katillerini; yüzlerce kişiyi gaz bombalarıyla, coplarla ve sopalarla acımasızca yaralayanları, gözlerini kör edenleri, ekmek almak için evden çıkmış 15 yaşındaki Berkin Elvan’ı, “sokakta olduğuna göre hükümet muhalifidir” anlayışıyla kafasından vurup komaya sokanları ve bu talimatı verenleri, talimatı veren ve uygulayanları koruyanları tespit etmeye ve hak ettikleri cezayı almaya yönelik etkin hiçbir çaba sarf edilmemiş ve edilmemektedir. Tam aksine, bizzat sayın Başbakan, yurttaşlarına acımasızca şiddet uygulayan polislerle, onları koruyan vatandaşına “gavat” diyen valilerle gurur duyduğunu, kimseyi üç beş çapulcunun talebiyle harcamayacağının güvencesini defalarca vermiştir.

Buna mukabil, kabinesindeki bakan çocuklarına ve bakanlara yönelik bir adli soruşturma başlar başlamaz, daha önce yurttaşlarına şiddet uyguladığı için destan yazdıklarından bahsederek koruma altına aldığı onlarca polis müdürünü bir günde görevden almıştır.

Demek ki, siyasi iktidar açısından görevden alma ölçüsü, kamu görevlilerinin yurttaşa yönelik hukuka aykırı eziyetleri, şiddetleri, adam öldürmeleri değil, adam öldürenleri korumaları, yurttaşa galiz küfürler etmeleri değil, başbakanın ve hükümet üyelerinin canını sıkmalarıdır.

Sayın Başbakan, devlet içinde özellikle yargıda ve emniyet teşkilatında yapılanmış ve bugün kendisine karşı bir yok etme harekatına giriştiğini söylediği bir paralel yapılanmadan şikayet etmektedir. Bu şikayet, eğer doğruysa, bunun doğrudan doğruya sorumlusu, kısa süre önce basına yansıdığı üzere “ bizden ne istediniz de vermedik” diye geçmişte yaptıklarını adeta ikrar eden Başbakandır.

Başbakanın, dün Ergenekon ve balyoz operasyonlarını başlatan ve hükümete muhalif duruş sergileyen gazetecileri, aydınları, bilim insanlarını, avukatları, pek çoğu terörle mücadelede kahramanlık madalyası almış subayların bilinen bütün adil yargılanma kurallarını hiçe sayarak, PKK terör örgütü üyesi kişilerin gizli tanıklıkları ve sahteliği ispatlanmış dijital verilerle tutuklanmalarını sağlayarak, yıllarca zulme uğramalarına sebebiyet vermiş savcıları, temiz eller operasyonu kahramanı ilan ettiği ve tam bir korumaya aldığı, hatta “bu davanın savcısı benim” cümlesiyle bağımsız olması gereken yargı alanına da girip, savcılık görevini de üstlendiği, hafızalarımızda bütün canlılığıyla varlığını korumaktadır. Bugün ise Başbakan, hükümetinin bakanlarının karıştığı iddia edilen çok büyük bir yolsuzluk olayında, aynı savcılarca yürütülen soruşturmayı bir siyasi komplo olarak nitelemektedir. Demek ki övgü ve yergi, yapılan işe göre değil, soruşturmanın hedefine göre belirlenmektedir. Bu tablonun hiçbir yerinde hukuk devleti, adil yargılanma ve demokrasi yoktur.

Sonuç olarak;

Halen ülkemizin gündemini işgal eden adli soruşturmaların, siyasi saikle yürütüldüğü kaygısı toplumda hakim kanaattir. Toplum, iktidarın iki kanadı (!) birbiriyle çatışmasaydı, yıllardır bilindiği sanılan yolsuzlukların bugün soruşturuluyor olmayacağını seslendirmektedir. Şayet geçmişte yapılanlar bugün yapılmakta olanların teminatı ise, deniz feneri yolsuzluğunun bu iki kanadın el birliği ile kapatılmak istendiği hafızalarda soru işareti olarak varlığını sürdürmektedir.

Soruşturmada ve yargılamada amaç, suçluyu suçsuzdan, haklıyı haksızdan ayırmak olmalıdır.

Ancak, şu an yürütülen soruşturmalara ilişkin uygulamalar çerçevesinde, adaletin tecellisine yönelik bu önemli ayırımın gerçekleştirilemeyeceği konusunda derin endişeler belirmiştir.

Yargı siyaseti şekillendiren bir güç olarak kullanılamaz. Bu sebeple, yargının bütün şaibelerden arındırılması; tarafsız, bağımsız, hukukun üstünlüğünü esas alan bir yargının oluşturulması hepimizin asli görevidir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasetini, sadece Türk Milleti şekillendirme hakkına sahiptir.

Hür ve demokratik seçimler esastır.

Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını doğrudan ilgilendiren bu vahim tespitler karşısında, çağdaş demokrasilerde örnekleri görünen “zorunlu istifa” uygulaması gereği, ilgili bakanlar başta olmak üzere, tüm sorumluların derhal istifa etmeleri kaçınılmazdır.

Muhalefet partileri de, daha önce hukuk dışı yargısal işlemlerle, insan hayatı üzerinden yargı yoluyla siyaseti etkilediği görülen kişi ve yapıları kutsamak yerine, yurttaşı, hukuk devletini ve demokrasiyi esas alan bir duruş sergilemelidir.
Öncelikli olarak hukukun üstünlüğünü savunmak ve korumakla görevli olan Türkiye Barolar Birliği, tüm gelişmelerin kararlı takipçisi olmaya devam edecektir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Metin Feyzioğlu basın mensuplarının sorularını cevapladı...

Muhabir: Muhalefet partileriyle ilgili bir uyarınız var kişi ve yapıları kutsamakla ilgili. Hangi partiyi kastettiğinizi sormak istiyorum.

Metin Feyzioğlu: Bütün muhalefet partilerini kastediyorum.
Bu soruşturmada ortada ciddi bir yolsuzluk iddiası vardır. Ayakkabı kutularında evlerimizde bulunmayacak miktarda paralar bulunmuştur; deliller oldukça çarpıcıdır. Bunların geçerliliği, güvenilirliği yargı sürecinde umut ediyorum ortaya çıkacaktır. Öte yandan Ergenekon, balyoz ve poyrazköy davasında çok sayıda adil yargılama hakkı ihlali yapmış, insanların savunma haklarını hiçe saymış, hatta yeri geldiğinde Atatürk'ün Büyük Nutkunun dahi suç delili olarak masaya konmasına sebebiyet vermiş kişilerin, bugünkü soruşturmada Deniz Feneri savcıları ile karşılaştırılıp kutsanmasını ve “umarım başlarına bir şey gelmez” denilirken, Türkiye'nin siyasal düzenini değiştirmek üzere önemli hamleler yapmış kişilerin hukuk kahramanı olarak ilan edilmesini büyük bir haksızlık olarak kabul ederiz.
Bugün bu yolsuzluk soruşturmasının gittiği yere kadar kararlı bir şekilde götürülmesinin takipçisi olmak zorundayız. Kamuoyundaki algı, amacın yolsuzluğun ortaya çıkarılması değil çok uzun süredir bilinen yolsuzlukların bu dönemde ortaya çıkarılmak sureti ile süre gelen çatışmada bir siyasi avantaj elde edilmeye çalışıldığı yolundadır. Çözüm, hukukun üstün kılınması yoluyla yargının ve bu çerçevede savcıların ister sandıktan çıkmış olsun ister sandıktan çıkanlar eliyle devlete yerleştirilmiş olsun bütün siyasi yapıların güdümünden kurtulduğu ve hukukun üstünlüğünü kayıtsız şartsız gerçekleştirmeye kendini adamış kişilerin görev yaptığı bir sisteme dönüştürülmesidir. Bunu yapmak için A seçeneğini kötülerken B seçeneğini kutsamak olmaz. Doğru seçenek, hukukun üstünlüğü ve demokrasidir.

Muhabir: Efendim polislerin görevden alınmalarıyla ilgili başta emniyet genel müdür Mehmet Kılıç’ta olmak üzere adil yargılamayı engellemek ve soruşturmayı karartma suçlamasıyla savcının yeni bir soruşturma başlatacağı iddiaları var sizce hukuki anlamda soruyorum savcının böyle bir soruşturmayı açma yetkisi var mıdır?

Metin Feyzioğlu: Türkiye'de basına verilen demeçler, bir avukatın mahkeme salonundan çıkıp içerde başından geçenleri kamuoyu ile paylaşması dahi adil yargılamayı etkilemeden dolayı davalar açılmasıyla sonuçlandı. Yürüyen bir soruşturmada, savcının emrinde çalışan polis kadrosunu soruşturma başlar başlamaz görevden almak kuşkusuz polisin adli kolluk görevi henüz bitmediğine göre yargılamayı etkilemeye yöneliktir. Bunu, başbakan, soruşturma bize yönelik siyasi bir komplodur şeklinde açıklıyor ise o zaman bu siyasi komployu delilleri ile ortaya koymak ve sorumluların cezalandırılmasını sağlamak üzere elindeki belgeleri, bilgileri yetkili mercilerle ve kamuoyu ile paylaşmakla yükümlüdür. Aksi takdirde, algı, bakan çocuklarına ve bakanlara dokunan soruşturmada polis müdürlerinin görevden alındığıdır.
İki buçuk milyon Türk vatandaşına sokaklarda acımasızca gaz sıkılmış, coplanmış, gözler çıkarılmış, insanlar öldürülmüştür. Hal böyleyken polisiyle gurur duyan ve "devam edin aslanlarım devam edin az bile" diyen bir düşüncenin, polisin bakanlara yönelik bir operasyonda görev alması sebebiyle hızlı bir refleks gösterip emniyet müdürlerini görevden alması, elbette soruşturmayı etkilemektir. Hele hele görevden alan yetkili, kendi hakkında fezleke düzenlenmiş ve oğlu gözaltında olan İçişleri Bakanı olunca, tarafsızlıktan söz etmek mümkün değildir.

Muhabir: Amirlerine haber verilmemesi konusunda tartışmalar var onları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Metin Feyzioğlu: Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre arkadaşlar polisin adli soruşturma sırasında bir tek amiri vardır soruşturmayı yöneten savcı. Savcı, CMK'ya ve adli kolluk yönetmeliğine göre hangi polisle soruşturmayı yürütüyorsa o polisin adli faaliyete ilişkin amiri, idari amirleri değildir; doğrudan doğruya savcıdır. Şu halde adli bir soruşturmada savcının birlikte çalıştığı polisin adli soruşturma çerçevesindeki amiri emniyet müdürleri değildir, İçişleri Bakanı değildir, başbakan hiç değildir. Ancak tartışmalardan anlaşıldığı üzere, önceki soruşturmalarda bakanın ve başbakanın bilgilendirilmesi, belki de planlama aşamasında yer alması olağan uygulama haline gelmiş ki, bu defa niçin bilgilendirilmedik diye kızıyorlar.
Aslında bütün mesele, yasama, yürütme, yargının birbirinden ayrı güçler olduğunu; yargının yürütmeye bağlı olmadığını, bu çerçevede savcıların ve adli soruşturmada polisin, hükümetin emrinde olmadığını kabul edememekten kaynaklanıyor.
Biz yıllardır adli kolluk kurulsun, soruşturmada savcı, birlikte görev yapacağı polisi emaneten idari kolluktan almasın, kendi emrinde çalışan, kendi yetiştirdiği ve hep kendi emrinde çalışacak bir polisle adli soruşturma yürütsün diye boşuna söylemedik. Ancak bu söylemimiz yine bizzat bu iktidarın duvarına çarptı. Çünkü bu iktidar o zaman adli kolluğu kurmayı polis gücünü bu şekilde elinden kaçırıp parçalamamak adına reddetti.

Muhabir: Efendim 28 Şubat tahliyeleri vardı dün bu süreçte çok sayıda tahliye gelebileceği yönünde bir idaalar var siz genel tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Metin Feyzioğlu: Genel tabloyu konuşabilirim. 28 Şubat tahliyelerinin neye bağlı olduğunu bilemem. Bildiğim şu: Türkiye'de tutuklama hiçbir şekilde kanuna, Anayasaya, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun uygulanmamaktadır. Bu sadece bildiğiniz siyasi içerikli veya meşhur davalarda değil, her davada bu şekilde olmuştur.
Kamuoyundaki kanaat, siyasi iktidarın sandıktan çıkmış kanadıyla sandıktan çıkan kanadın gayreti ile yargı, emniyet, mülki idare ve devletin çeşitli katmanlarında yine bizzat bakanların açıklamalarına göre kontenjanlar ayrılarak yerleşmiş olan kanadı arasındaki ittifak, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimi ve bunun öncesinde de bugünkü büyük kavganın habercisi dershaneler savaşı sırasında çatırdamaya başlamıştır. İki kanadın birbirinden uzaklaşmaya başlamasıyla birlikte, anlaşılan o ki, bizim yıllardır söylediğimiz, benim adli yıl açılış konuşmasında altını çize çize söylediğim ve bugün de sayın başbakan tarafından beğenilip tekrar edilen bir takım hak ve hürriyetler, siyasi iktidarca hatırlanmaya başlamıştır. Sorun şudur: Bir insanın hakkının ihlal edildiği tesbit edildiğinde, bu ihlalin giderilmesi, hukuk öyle emrettiği için yapılmalıdır. Siyasi aktörler yukarılarda bir yerlerde birbirine kılıç çektiği için tahliyeler başlarsa, burada dostlarım yurttaş için güvence yoktur. Filler tepişir, yurttaş çimen rolüne layık görülür. Bu millet çimen rolünü oynamaktan bıkmıştır. O yüzden iktidarına da muhalefetine de sesleniyorum. Devletin çivisini daha fazla toparlanamayacak şekilde çıkarmaktan vazgeçin. Kimseyi kutsamayın, kimseye kan davası gütmeyin, kurumları yakıp yıkmayın. Bu devletin yargısı da, yüksek yargısı da, emniyeti de hepsi bize lazım. Devlet, millet için vardır; birey için vardır.Hiç bir siyasi partinin ya da siyasi yapının siyasi ya da ekonomik menfaati, milletin menfaatinden önce değildir. Kimse, varlık sebebini inkâr etmesin.

Muhabir: Efendim sürecin takipçisi olacağınızı söylediniz peki Türkiye Barolar Birliği'nin bu süreç içerisinde hukuki girişimi olacak mı?

Metin Feyzioğlu: Şu an zaten bunu yapıyoruz; biz buradan sizlerin aracılığı ile milletimizi uyarıyoruz. Bu işi biz takip ediyoruz, siz de takip edin, biz sizi bilgilendirmeye devam edeceğiz diyoruz Milletimize. Türk Milleti şu andan itibaren gözünü iyice açmalıdır, yürüyen çatışma evet vahimdir ama bu çatışmadan sonra siyah beyaz, a-b seçeneklerine sıkışmamış tertemiz bir zihniyet ortaya çıkmalıdır. Bütün siyasi partiler bu yaşananlardan ders almak zorundadır. Bizim de görevimiz tüm siyasi partilerin üzerinde bir kutup yıldızı gibi konumda bulunmaktır. Bizi dinlerse siyasi partiler, Türkiye'yi hukuk devletine, hukukun üstün olduğu demokratik ve özgür bir ülkeye el birliğiyle çevirebiliriz. Ama inatlaşma devam ederse Türkiye'nin bütün kurumları telafisi çok güç olacak şekilde darmadağın olur.

Muhabir: Efendim son olarakta Zekeriya Öz'den dosya alındı, İstanbul Başsavcılığı'na devredildi, Turan Çolakkadı ve beraberindeki iki savcıya daha verildi.

Metin Feyzioğlu: Alınmadı galiba eklendi

Muhabir: Efendim şimdi şöyle bir detay var karar alınırken ikisinin imzası yeterli olacaktır diye.

Metin Feyzioğlu: Onu okudum. Çoğunlukla karar verilecek diyor.

Muhabir: Bunun da bir müdahale olduğu yönünde izlenim var.

Metin Feyzioğlu: Bir müdahale izlenimi edindiğimizi az önce ifade ettik. Bunu bir müdahale olasılığı olarak görüyoruz, evet.

Muhabir: Sayın başkanım bu soruya bağlantılı olarak Ceza Muhakemesi Kanununda soruşturmanın savcılar tarafından beraber yürütülmesi durumunda kararın oy çokluğuyla alınacağına ilişkin bir düzenleme var mıdır yoksa yeni bir kural mı ortaya çıkmış oluyor?

Metin Feyzioğlu: Böyle bir düzenleme yok. Olması gereken, şimdi bir ceza usul hocası sıfatıyla izin verirseniz konuşayım, bütün soruşturmalar aslında ilgili başsavcı adına yürütülür. Sayın Çolakkadı sadece idari işlerden sorumlu, protokol işlerinden sorumlu değildir. Kendisi başsavcıdır. Başsavcı, İstanbul'daki bütün soruşturmaların adına yürütüldüğü kişidir. Dolayısıyla bir heyet kurduysa eğer, bu heyetin kendi arasında anlaşamaması durumunda sanki bir mahkeme heyeti kurulmuş da oylama yapılıyormuş gibi olmayan bir hukuk kuralı getirilemez. Yapılması gereken şudur: Sayın Başsavcıya ben buradan salt idari görevli olmadığını hatırlatıyorum; adli görevi de vardır başsavcının. Başsavcı, savcılar kendi arasında karar veremediğinde her seferinde müdahale edip gereğini doğrudan kendi yapabilir.

Muhabir: Açıklamalarınızda siyası iktidarı buna karşı düne kadar telaffuz etmediklerini şimdi telaffuz ettiğini söylediniz.

Metin Feyzioğlu: Evet buda bizim hoşumuza gidiyor öğrenmeye başladıklarını düşünüyoruz, kendi başlarına bir iş geldiği için öğrenmeleri de öğrenme sürecinin çok arzu etmesek de şahsileşmiş belki, hatta biraz da bencilleşmiş halidir. Yine de öğrenmiş olmaları önemlidir. Sonuçta, sandıktan çıkan, sandık yoluyla gitmelidir. Türk Milleti’nin geleceğini, özgür ve demokratik seçimler yoluyla yine yalnızca Türk Milleti belirlemelidir. Seçim yoluyla gelmiş bir iktidarın despotlaşması, baskıcı, hatta totaliter bir düzene doğru yönelmesi ne kadar yanlışsa, yargı mekanizmasının siyasi saikle çalıştırılarak seçilmiş iktidarı sarsmak amacıyla harekete geçirilmesi de o kadar yanlıştır. Bu itibarla, yolsuzluk soruşturması gittiği yere kadar korkusuzca ve kararlılıkla götürülmeli; siyasi iktidar yargıya müdahale anlamına gelecek her hareketten kaçınmalı, yargı da kanunlarda ve Anayasa’da yazılı olan bütün kişi hak ve hürriyetlerini titizlikle korumalı, adil yargılanma hakkını ve savunma hakkını hiçbir şekilde ihlal etmeden süreci yönetmelidir. 

Nasuh Bektaş

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları