loading
close
SON DAKİKALAR

MİT ile PKK'yı buluşturan ülke

MİT ile PKK'yı buluşturan ülke
Tarih: 18.06.2012 - 11:27
Kategori: Söyleşi

PKK yönetcilerinden Murat Karayılan’la röportaj yapan gazeteci Avni Özgürel, Oslo görüşmelerini İngiliz istihbaratının organize ettiğini söyledi...

Taraf Gazetesi’nden Neşe Düzel’in sorularını cevaplayan Özgürel’in açıklamalarından satır başları şöyle:


“Oslo görüşmelerinin tutanakları sadece üç yerde var. Bir, bu görüşmeye aracılık eden İngiltere’de var. Görüşmeleri İngiliz İstihbaratı organize etti, kayıtları onlar yaptı. İki, Karayılan’da var. ‘Edilen her sözden haberdarım’ diyor. Üç, MİT’te var.”


“PKK ile görüşmelerde Talabani devrede! Barzani’yi çok Ankara yanlısı görüyorlar. Ankara’ya fazlasıyla endeksli bir Barzani Türkiye açısından avantaj ama PKK için dezavantaj. Talabani’ye daha fazla itibar ediyorlar. Talabani’nin telkinlerine daha açıklar.”


 
“Karayılan, Silvan olayını örnek verdi ve PKK içinde kimi unsurların barışı provoke etmiş olabileceği ihtimalini ilk kez söyledi. Bu çok önemli! 35 yıldır ilk kez PKK’nın bir numarası, barışa çok yaklaşılmışken, PKK’nın barışı sabote ettiğini söylüyor.”


“Oslo süreci, Milli Güvenlik Kurulu kararıyla başlatılmış. Karayılan, ‘KCK operasyonları da Oslo görüşmeleriyle birlikte başladı. KCK operasyonu başladığında biz uyanmalıydık. Barışın hançerleneceğini anlamalıydık. Ama anlayamadık’ diyor.

İşte o röportaj

 

NEŞE DÜZEL: Murat Karayılan’la görüşme yapmayı siz mi istediniz yoksa sizi davet mi ettiler?

AVNİ ÖZGÜREL: Ben istedim. Çünkü “PKK 2012’de silah bırakacak diye yazmıştım ben. Ama bir sürü olay oldu... Oslo görüşmelerinin bantları ortalığa saçıldı, KCK operasyonları yapıldı, Silvan yaşandı, Uludere faciası oldu... Ben de “Ne oluyor, silah bırakma işi yattı mı?” deyip, kendi iddiamın peşine düştüm. Zira 2012 geçirilirse, Kürt sorununun çözümü artık bir başka bahara kalır, cumhurbaşkanlığı ve yerel seçimlerin yapılacağı 2014 sonrasına sarkar.

Kürt sorununun çözümünden neyi kastediyorsunuz?

Birincisi, PKK’nın dağdan inmesini ve silahların bırakılmasını kastediyorum. İkincisi, Kürtçenin okullarda eğitim müfredatına dâhil edilmesidir, ki seçmeli ders de olsa bu kısmen yapılıyor şimdi. Üç, dağdakiler için kapsamlı bir af projesinin devreye sokulmasıdır. Dört, Öcalan’la ilgili ev hapsine geçilmesidir. İşte çözüm denen, bütün bunların bir takvime bağlanmasıdır. Kandil’e barış işinin yatıp yatmadığını konuşmak için gittim. Toplam dört gün kaldım, iki gün Kandil’de yattım.

Kandil’de nerede kaldınız?

Bir evde kaldım. Kandil denen yer bin kilometrekarelik bir alan. Orada yerel halkın yaşadığı köyler var. Suriye hududundan başlayıp İran hududuna kadar uzanan ve derinliği12 kilometre olan bir coğrafya bu. Bu bin kilometrekarelik alanının tamamını PKK kontrol ediyor. Giriş çıkışları o denetliyor.

Kandil’de kaç gerilla var?

Orada edindiğim izlenim ve bilgiye göre, beş bin civarında silahlı unsur var Kandil’de. Türkiye’de de bu sayı üç bin kadardır.

 

Sekiz bin silahlı insan, öyle mi?

Tabii canım...

 

Örgütün en tepedeki ismi Murat Karayılan’la Kandil’de yaptığınız konuşmaları yeni kurduğunuz “birleşikbasın.com” isimli internet sitenizde yayınlıyorsunuz. O konuşmaların ötesinde sizin kişisel kanaatiniz ne? Karayılan’la görüştükten sonra bir süredir yaşananlar hakkında ne düşündünüz?

Bir kere şunu düşündüm. Türkiye, Kürt’üyle, Türk’üyle, Ankara’sıyla PKK’sıyla bugüne dek ayağına her gelen her barış şansını kaçırmış. Kaçırılan fırsatlar yüzünden de ne kadar çok çocuk ve genç ölmüş. Artık böyle bir ortamı sürdürmeyi ne Kürt ne Türk hiç kimse içine sindiremez. Zaten 13 askerimizin şehit düştüğü Silvan hadisesinin Karayılan’da ne kadar büyük bir sarsıntı meydana getirdiğini gördüm.

 

Niye sarsılmış Karayılan?

“O kadar kötü bir zamana denk geldi ki” diyor. Bir tarafta Oslo müzakereleri tamamlanmış, bir protokol hazırlanmış. Bunlar “bitti bu iş, artık barış oldu” demişler. Sadece Ankara’dan, protokole “tamam” demesini bekliyorlar. İşte tam o sırada Silvan hadisesi yaşanıyor, 13 askerimiz şehit oluyor ve Türkiye’de yer yerinden oynuyor. BDP ve PKK dâhil herkes, her şey farklı bir yere savruluyor. O gün Başbakan Erdoğan, “barış süreci bitti” diyor ve tamamen güvenlik politikalarına dönüyor. Silvan’ın, Karayılan’ın şahsında ne kadar sert bir etki meydana getirdiğini gördüm ben.

 

Karayılan, barış sürecinin kırılma noktası olan Silvan’la ilgili size, “Silvan’ın bize de, sürece de büyük zararı oldu” demiş. Bildiğim kadarıyla ilk kez söylüyor bunu. Niye söyledi bunu sizce?

Silvan eyleminin, örgütün ve kendisinin bir kararı neticesinde gerçekleşmediğini söyledi Karayılan. “Yerel unsurlar yaptı, kontrol edemedim” dedi. Yerel unsurlar dediği, örgütün o bölgedeki elemanları. “Ama bu olay, Türkiye’de Başbakan tarafından bizim kararımız olarak algılandı. Oysa benim ve yönetimin böyle bir kararı yok. Biz, bu iş bitti, çözüldü. Protokol kabul edilecek ve barış gelecek derken Silvan yapıldı ” diyor Karayılan. Düşünün ki, Oslo müzakereleri üç buçuk yıl sürüyor ve Silvan oluyor.

 

Karayılan, Silvan’ın bir provokasyon olabileceğini mi düşünüyor?

Evet. Silvan’ın kendisi tarafından araştırıldığını, soruşturulduğunu da gösteriyor bu zaten.

 

Bu provokasyonu kimin yaptığına dair bir fikri var mı sizce?

Söylediğinden benim anladığım PKK’nın içindeki unsurlar! Bu unsurlar, Türkiye’yle de irtibatlı olabilir. Barış olmasın diye Türkiye’de uğraşan unsurlarla, barışı engellemeye çalışan PKK’nın içindeki elemanların irtibatı neticesinde Silvan gerçekleşmiş olabilir. Türkiye’de barış sürecine karşı çıkanlar nasıl var ise ve bunların bazı provokasyonlarıyla Ankara zaman zaman nasıl boşluğa düşüyorsa, PKK’nın bünyesinde de kimi unsurların barış sürecini asla arzu etmediğini onlar da biliyorlar. Bunu bu cümlelerle ifade etmiyorlar ama, Silvan’ın provokasyon olabileceğini, PKK’nın içinde bazı insanların barış sürecini provokasyonla akim kılabileceğini düşünüyorlar.

 

Karayılan’ın size konuşmalarını bir barış mesajı olarak değerlendirebilir miyiz?

Barışın tesisi konusunda ümidini yitirmemiş olan ve barış yolu yeniden nasıl açılır diye bir fırsat arayan bir insan gördüm ben Karayılan’da. Aslında ilginç olan şu: Üç buçuk yıl süren Oslo görüşmeleri, PKK’yı barışa kilitlemiş. Örgüt artık barışa endekslemiş vaziyette. Karayılan’a, “Barışı istemenizde, güvenlik kuvvetlerinin bu kış yaptığı başarılı operasyonlar sonucunda bunalmanızın etkisi var mı” diye sordum

 

Ne cevap verdi?

“Ha oldu ha oluyor diye barışa o kadar endekslenmiştik ki, dağda herkes gevşedi. Gerilla, kendini siyasi çözüm olacak fikrine fazlasıyla kaptırdı. Kurallara uymadı, açık noktalar bıraktı. Güvenlik güçleri de, bundan istifade edip darbe vurdu” dedi. Bence Kandil’de insanların hâlâ zihninde “barış ne zaman olacak, vatana ne zaman döneceğiz” düşüncesi var. Vatan dedikleri de Türkiye. Öyle dendiği gibi Türkiye’den duygusal bir kopuş sözkonusu değil. Barışı ha bugün ha yarın olacak diye bekliyorlar.

 

Karayılan Oslo sürecinden çok olumlu söz ediyor. Çözüme yaklaşılmış sanki o süreçte. Siz de konuşma sırasında böyle mi algıladınız?

Karayılan “yaklaşıldı” bile demiyor. Sorunun çözüldüğünü düşünmüş o. “Sorun çözülmüştü, iş bitmişti. Her şeyde anlaşmıştık. Bir protokol hazırlandı ve sadece siyasetin mutabakatı alınacaktı” diyor. Zaten Oslo süreci de Milli Güvenlik Kurulu kararıyla başlatılmış.

 

O sırada Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ mu?

Evet. Bu konuda Başbakan’ın emri var ama görüşmeler MGK’nın bilgisi dâhilinde olmuş. Üç buçuk yıl boyunca her yıl birkaç defa görüşülmüş ve heyetler gelip gitmiş. MİT Müsteşarı Hakan Fidan o görüşmelere Başbakan’ın danışmanı olarak katılmış. Karayılan, “KCK operasyonları Oslo görüşmeleriyle birlikte başladı. Aslında KCK operasyonları başlayınca biz uyanmalıydık. KCK operasyonları barış sürecini bir hançerlemeydi çünkü. Biz başımıza neler geleceğini, barışın hançerleneceğini anlamalıydık. Ama bunu anlamadık” diyor.

 

Karayılan, MİT’e, “Oslo belgelerini sızdırdık mı sızdırmadık mı, Kandil’e gelin bizi soruşturun” mu diyor?

Evet. “Bu belgeler tek kopya olarak sadece bende var. Benim dışımda kimsede belge yok. Okuyanlara da ben verdim, okuttum ve geri aldım. Dolayısıyla bu belgelerin bizden çıkması mümkün değil. Bu belgeler kimseye gitmedi. BDP’lilerde hiçbir belge yoktur” dedi Karayılan. Hatta sayı da verdi. Bu görüşmeleri kendisi de dâhil KCK-PKK-BDP bünyesinde sadece 11 kişinin bildiğini söyledi.

 

Karayılan Oslo görüşmelerinin belgelerini kimin sızdırdığını düşünüyor?

“Önce acaba İsrail falan olabilir mi diye düşündük ama sonra polis, ‘biz bunu BDP’lilerin çekmecesinde bulduk’ dedi. Benden başka kimsede de belge olmadığına göre, işte o zaman bu belgelerin polis eliyle Diyarbakır’da BDP’nin çekmecesine konduğunu düşünüyorum. Kesin kanaatim budur” diyor.

 

KCK-PKK’nın Avrupa kanadı da Oslo görüşmelerine katıldı. Onlarda protokolün bir kopyası yok muymuş?

Hayır yok. Oslo görüşmelerinin tutanakları sadece üç yerde var. Bir, bu görüşmeye aracılık eden İngiltere’de var bu belgeler. Çünkü görüşmeleri İngiliz istihbaratı organize etti. Oslo’nun zeminini onlar hazırlamış ve kayıtları onlar yapmışlar. İki, Karayılan’da bir kopyası var. “Orada konuşulan her kelimeden haberdarım” diyor Karayılan. Bir de belgeler MİT’te var.

 

Şerafettin Elçi, kendisiyle seçim öncesinde yaptığım röportajda, birkaç BDP’li yöneticiyle birlikte protokolü okuduklarını söylemişti.

Protokol ve belgeler BDP’ye bir şekilde intikal ettirilmiş. Sonra da kim, kimden aldı, nereye gitti, kim okudu takip edilmiş. Yani BDP’nin içinde belgelerin izi sürülmüş. Eeee.... BDP’de yakalanacak ya belgeler!

 

Belgeleri kimin sızdırdığını düşünüyor Karayılan?

“Belgeler, MİT elemanları tarafından MİT’ten çalındı, dışarı çıkarıldı” diyor. Ama bunu derken, MİT’in duvarlarından atlayıp hırsız içeri girmiş ve belgeleri çalmış gitmiş değil tabii ki. Bundan söz etmiyor Karayılan. “Türkiye’de güvenlik bürokrasisinde bazı kırılmalar var” diyor. MİT’in bünyesine de sızmış insanlardan, güvenlik bürokrasisinin içindeki farklı eğilimdeki unsurlardan söz ediyor. MİT’in içinde de Oslo sürecine karşı olanlar olabilir. Belgelerin sızdırılmasını bunların bir faaliyeti olarak düşünüyor.

 

Peki peki, bu konuda başka ne diyor?

“Belgelerin MİT’ten çalındığını, bazı MİT elemanlarına ihtimal olarak söyledik biz. Belli ki burada MİT Müsteşarı hedeflendi. Bir de tabii bununla asıl Başbakan uyarılmak istendi. Başbakan da, MİT Müsteşarı da biliyorlar bunu. Başbakan uyarıldığının farkına vardı. Bu, Türkiye’nin iç dengeleri meselesidir. Nitekim Başbakan olayın nasıl meydana geldiği konusunun ve sorumlularının üzerine gitmedi. Bu önemli” diyor. Bence de önemli. Düşünün, Türkiye’nin en önemli devlet sırrı niteliğindeki belgeleri, bilgileri, bantlar, kayıtlar ortalığa dökülüyor ve Başbakan bunun üstüne gitmiyor.

 

MİT’ten çalınan belgeler konusunda polis nerede devreye giriyor peki?

Polis, bu belgeleri Diyarbakır BDP’de yakaladı. Ben, Karayılan’ın bu operasyondan zımnen Emniyet İstihbarat’ı sorumlu gördüğünü anlıyorum. Cümlesinde bu yok ama onun öyle düşündüğünü ben anlıyorum. Emniyet İstihbarat’ın, protokolün MİT’ten sızması ve belgelerin yakalanması sürecinde fevkalade aktif rol oynadığını ima ediyor.

 

Peki, Karayılan çözüm konusunda size herhangi bir ayrıntı verdi mi?

 

Karayılan, “O protokol geçerli, biz hâlâ o noktadayız, Oslo sürecine bağlıyız, O protokol barış getirir” diyor. O protokolü tekrar devreye sokmanın ve barışın yolunu açmanın kilidi olarak da Öcalan’ın üzerindeki tecridin kaldırılmasını gösteriyor.

 

Silvan olayından beri, Öcalan’ın avukatları ve ailesiyle görüşmesine izin verilmiyor.

Karayılan, Öcalan’dan on aydır haber alamamanın rahatsızlığını duyuyor. Çünkü Öcalan’ın ne düşündüğü Kandil’de fevkalade önemli. Karayılan, “Ben barış kararını daha önce verdim ama, şimdi mutlaka tekrar teyidini almam lazım. 35 yıldır birlikte yürüdüğüm insan o. Onun arkasından dolanmam” diyor. Yani, “Ben barışa elbette karar veririm ama, Öcalan’ı satmam, başına ne gelirse gelsin diyemem. Onun arkasından oyun çeviren insan durumuna düşmek istemem. Onun durumunu öğrenmem lazım. Üzerindeki tecridi kaldırın. Benim istediğim, normal mahkûm haklarının kapsamında bir şey ” diyor.

 

Bu protokolde, bölgede görev yapan Türk ordusunun bazı subaylarının savaş suçlusu olarak yargılanacağı konusunun da yer aldığı iddia ediliyor şimdi. Böyle bir madde var mı protokolde?

Hayır. Barışa karşı olanların yaydıkları haberler bunlar. PKK’ya karşı operasyonlara katılan askerlerin zihninde, “yarın bir gün bizden de hesap mı sorulacak” diye tereddütler oluşturulmak isteniyor. Oysa Oslo görüşmeleri sırasında Diyarbakır cezaevinde işkence yapanlardan söz edilmiş. Türkiye zaten bunu soruşturuyor ve faili meçhul cinayetleri araştırıyor. Bu suçların faillerini bulduğunda Türkiye bu sorumluları yargılamayacak mı?

 

Karayılan, “Bir güç aramıza girdi” diyor. Anladığım kadarıyla Gülen Cemaati’ni kastediyor. Süreci Cemaat’in baltaladığını mı düşünüyorlar?

Öyle düşündüğünü zannetmiyorum. Bir güç aramıza girdi derken, bu güç Emniyet İstihbarat mı yoksa PKK içindeki kimi unsurlar mı bilmiyorum. Çünkü Silvan’ı örnek verdi ve PKK içinde kimi unsurların barışı provoke etmiş olabileceği ihtimalini ilk kez söyledi. Bu çok önemli! İlk kez PKK’nın bir numarası, barışa çok yaklaşılmışken, PKK’nın gerçekleştirdiği bir eylemin barışı sabote ettiğini söylüyor. Öcalan’ı bir tarafa bırakırsak, böyle bir şey 35 senedir ilk kez söyleniyor. . Unutmayın ki Karayılan hem KCK’nın hem de Kandil’in tepesindeki adam. “Bu eylem, barış sürecini baltaladı” diyor.

 

Karayılan, çözüm noktasına yaklaşıldığını ama daha sonra hükümetin bundan vazgeçtiğini söylüyor. Hükümet ise PKK’nın Silvan saldırısıyla süreçten vazgeçtiğini ima etmişti. Kim doğru söylüyor sizce?

İkisi de doğru aslında. Karayılan’ın bu noktada samimi olduğunu düşünüyorum ben.

 

Sizce hükümet mi ürktü çözümden?

Hükümetin ürktüğünü düşünmüyorum. Ürküyor olsa süreci o noktaya getirmezdi. Leyla Zana’nın o cümlesine katılıyorum. Türkiye’de çözümü gerçekleştirme kabiliyetinde olan tek siyasetçi Erdoğan’dır. Ama Silvan hadisesi Başbakan’ı süreçten soğuttu. Mesela Başbakan Habur’da da tedirgin olmuştu. Ama bence o olayda haksızdı.

 

Niye?

Habur o kadar büyütülecek bir hadise değildi. Ama Türk basını Başbakan’ı kışkırttı. Daha doğrusu Türk basını Habur olayında barışı sabote etti. Habur’da yaşananları öyle abarttı ki, sanki Türkiye Cumhuriyeti’nin bir yenilgisiymiş gibi sundu olayı. Vatanlarına geri dönen insanların sevinç gösterileriyle karşılanmasını sanki bir ihanet projesi gerçekleşiyormuş, sanki Türkiye yenilmiş ve siyaset de bu yenilgiyi Türkiye’ye kabul ettiriyormuş gibi sundu Türk basını. Bununla Başbakan’ı öyle kışkırttı ki! Türk basınının bu barış sürecinde günahı öyle büyük ki yatacak yeri yok.

 

Kandil’den gelenlerle olayın hemen ertesinde yaptığım röportajda, insanlar, “Biz dağdan geldik. Kıyafetlerimiz de doğal olarak gerilla kıyafetiydi. Eğer devletin yetkilileri tarafından bize başka kıyafet verilseydi onları giyerdik” dediler.

Karayılan da bunu söyledi. “Mahmur’dan hareket ederlerken onlarla konuştum ben. Zaten onları Türkiye’ye gitmeye ikna eden kişi benim. Dağ kıyafetiyle olmaz, sivil kıyafet giysinler denseydi, onları sivil giydirirdik” dedi. Bu ülkede medya, barışın önündeki en büyük engel oldu hep. Oslo sürecinde de aynı davrandı bu basın. Öyle ki İstanbul Savcısı, MİT Müsteşarı’nı şüpheli sıfatıyla sorguya çağırdığında, bir sevinç çığlıkları atılmadığı kaldı. Sanki Başbakan’ı tutuklayacaklar. Anlıyorsun ki bu başka bir iş.

 

Karayılan’la görüştükten sonra PKK’nın silah bırakmaya hazır olduğu izlenimini edindiniz mi?

Evet edindim. Birkaç sebebi var bunun. Bir, barışa bu kadar çok yaklaşılıp son anda uzaklaşıldıktan sonra adamlar artık barıştan vazgeçemezler. İki, bu süreçte Amerika da var. Uluslararası şartlar artık barışa evet demeyi getiriyor. Sadece PKK değil Türkiye için de bu böyle. Biz de artık barıştan imtina edemeyeceğimiz, kaçamayacağımız bir noktadayız. Karayılan’da gördüğüm bir başka şey de şu: Barzani’yi çok Ankara yanlısı görüyorlar. Bundan dolayı da Talabani’yle daha yakınlar. Onun telkinlerine daha açıklar. Arabulucunun Talabani olması bana göre de daha gerçekçi.

 

Niye daha gerçekçi?

Talabani, Öcalan’ın da amca dediği biri. “Mam Celal” diyor ona. Talabani’nin ilerlemiş yaşına ve sağlık problemine rağmen, devreye girmiş olması, hem PKK hem Ankara nezdinde süreci daha geçerli kılacak bir şey. Talabani’nin devreye girmesiyle, bizi sonuca götürecek bir sürece girdiğimizi düşünüyorum.

 

Şu anda PKK devletle görüşüyor mu?

Zannediyorum. Şu anda da gerek Kandil gerek İmralı sözkonusu olduğunda, birtakım görüşmelerin Talabani üzerinden yapılmakta olduğunu ve işin içine Washington’un da girdiğini düşünüyorum ben.

 

Kandil’le Barzani değil de Talabani mi görüşüyor? Yani PKK ile görüşmelerde Barzani değil, Talabani mi devrede?

Evet. Talabani devrede. Kandil’le ve İmralı’yla Talabani devrede. Tabii Talabani’nin gidip gidip gelme imkânı yok ama devrede. Şu anda Barzani’nin liderliğindeki Kuzey Irak yönetimi Ankara’yla son derece yakın. K.Irak’ın geleceğini şekillendirmeyi Ankara’yla müşterek hareket etmeye bağlamış vaziyette Barzani. Bağımsızlık ilan edecekse, Ankara’nın eğilimlerini gözönüne alarak Ankara ile işbirliği halinde yapacak bunu. Barzani her meselesini Ankara ile görüşüyor. Çok fazla Ankara’ya endeksli bir Barzani Türkiye açısından avantaj ama PKK açısından bir dezavantaj. Oysa Irak Cumhurbaşkanı Talabani hem genel Irak devletinin eğilimlerini yansıtıyor hem de Öcalan’la geçmiş hukuku ona bazı şeyleri söylemesine imkân veriyor. Bu bakımdan Talabani’ye daha fazla itibar ediyorlar.

 

Özal da Talabani’yi arabulucu olarak kullanmamış mıydı? Ama o zaman da barışa çok yaklaşılmıştı ve 33 erin Bingöl’de öldürülmesi olayı oldu, barış süreci engellendi. Aynı şekilde Silvan olayı da barış sürecini 10 ay erteletti. Her şey ne kadar çok tekrar ediyor değil mi?

Evet, dediğin çok doğru. Bundan sonra barışa kurulacak tuzaklar barış sürecini daha da uzun süre erteletir üstelik. Çünkü 2013’te Türkiye’nin gündemi değişecek, gündeme cumhurbaşkanlığı ve yerel seçimler oturacak.

 

Barzani’nin son görüşmelerdeki rolü ne sizce?

Dağdan birileri inecekse, Barzani’nin bunda mutlaka rolü olacak ama son görüşmelerde rolü belirleyici değil. PKK-Türkiye arasındaki görüşmelerde belirleyici olmayı kendisi de istemiyor bence. Barzani’nin, PKK üzerinde sadece, “Ankara’yla aramı bozacak bir iş açmayın başıma” diye bir baskısı var. “Sizin yüzünüzden Ankara’yla ilişkilerimizi bozuyoruz. Bana faydanız yok, zararınız var” diye düşünüyor Barzani. Ama bugün için önemli olan şu. Barış süreci çok hızlandı! Amerika’nın telkinleri de bunda etkili.

 

Barış süreci hızlanırken, bu arada KCK operasyonları da hızlandı ve en son Van Belediye Başkanı tutuklandı. Bunu nasıl açıklamalı?

Üstelik, Başbakan’la Kılıçdaroğlu’nun çözüm için görüşme yaptıkları gün tutuklandı Van Belediye Başkanı. Türkiye’nin güvenlik bürokrasisinin barışa attığı bir tekmedir bu! Karayılan, “Ben KCK’nın başıyım. İçeride sekiz bin kişi var. Bunların sadece bini PKK’lı. Yedi binini ise ben tanımıyorum. Bunlar PKK’lı değil. Bunlar sıradan Kürtler, sokaktaki insanlar. Bize, hem dağdan inin, silahı bırakın ve siyaset yapın diyorlar. Hem de eline silah değmemiş insanları içeri atıyorlar. Aslında bunlar bize, barıştan uzak durun. Sizin Türkiye’de siyaset yapmanıza imkân yok. Bakın, eline silah almamış insanları bile biz içeri atıyoruz, demek istiyorlar ” diyor.

 

Peki, hükümete ve Erdoğan’a rağmen bu dozda ve yaygınlıkta bir KCK operasyonu yapılabilir mi?

Olabilir. Bu kadar güçlü bir başbakan Oslo belgelerinin sızdırılmasını soruşturamadı, hatırlayın. İstanbul Savcısı neredeyse Başbakan’ı içeri atmaya kalktı. 250. Madde tartışmaları, Özel Yetkili Mahkemeler meselesi durup durdururken ortaya çıkmadı! KCK’da herhalde bir denge, bir orta yol bulunacak. Dağdakini siyasete sokmaya çalışırken ovadakini hapse atmak mümkün değil. Ben Tayyip Erdoğan’ın barış yolunda bu sefer daha kararlı yürüdüğünü düşünüyorum

 

Karayılan “Asker bizi arazide sıkboğaz ediyor” diyor. Tam olarak ne söylemek istiyor bu sözleriyle?

Her sene Nisan ve Mayıs aylarında çok yoğun ve güçlü PKK saldırılarına tanık olurduk. Bu sene böyle bir olay yok. Karayılan, “Biz daha çok izleme konumundayız” diyor. “Saldırı olursa cevap veriyoruz. Ama merkezin kararıyla karakol baskınları gibi eylemler yapmıyoruz. Ama çok yoğun bir operasyon dalgası var. Asker sahada olduğu için zaman zaman karşı karşıya geliyoruz” diyor.

 

Karayılan Apo’nun tecritte olmasından çok rahatsız olduğunu belirtiyor. Bülent Arınç ise bazı şartlar gerçekleşirse Apo’nun ev hapsine çıkabileceğini söyledi. Bu iki sözü yan yana okuyunca, yeni bir çözüm süreciyle karşı karşıyayız diyebilir miyiz?

Kesin. Türkiye Kürt sorununun çözümüne, barışa hızla yaklaşıyor. Önümüzde altı ay daha var. İnşallah 2012’de Türkiye barışa kavuşacak. Aynı protokol masaya konulacak. Bu protokolde af var, dağdan inişin planlanması var, rehabilitasyon ve yargılama süreci var. Geldiniz, hadi herkes serbest diye bir şey yok. Protokolün getirdiği bazı aflar ve ceza indirimleri var ama bir kısmı da hapse girecek. Ayrıca Türkiye belli bir zaman yeni anayasasıyla birlikte güçlendirilmiş yerel yönetim modeline geçecek. Valilerin seçimle gelmesi gibi düzenlemeler yapılacak. Mesela Kürtçenin seçmeli ders olarak okullarda müfredata dâhil olması, önemli bir aşamadır.

 

Bu durumda Erdoğan protokolü mü uygulamaya başladı?

Bir anlamda öyle söyleyebiliriz. Gerçi bunları protokolde yazıyor diye değil, siyasi karar olarak yapıyor ama... Çok şükür Kürtçe müfredata konuldu. 11 asır beraber yaşadığın bir halkın dilinden korkulur mu yahu?

 

Protokole göre Karayılan ve tepe kadro nereye gidecek? Irak Kürdistan’ında mı kalacaklar?

Bu Kuzey Irak da olabilir, Almanya da olabilir... Yurtdışında bir ülkede kalırlarsa Türkiye buna itiraz etmeyecek.

 

Siz Karayılan’ın yanından ayrılırken barış için umutlu mu ayrıldınız?

Kesinlikle. Karayılan her zaman için daha farklı, daha ılımlı mizacı ve üslubu olan biri. O nedenle, barış sürecinde PKK’nın tepesinde bir numarası olarak bulunması Türkiye’nin avantajınadır. Mesela Cemil Bayık’ı tanırım. O öyle değildir, serttir.

 

Şahinler güçlü mü PKK’da?

Hayır. Karayılan’ın otoritesi tartışılmaz PKK’da. Ben oradayken bir not geldi. Karayılan’ın yüzü, ne yapalım dercesine biraz değişti. Yanımdan kalktı gitti, birisiyle görüştü ve sonra tekrar geri geldi. Sonra Kandil’den giderken bana, “Avni Bey merak etmişsinizdir, söyleyeyim. Bana Bağdat’tan bir not geldi” dedi. Belli ki bu not Talabani tarafından geldi. Bağdat’a not Ankara’dan gelmiş.

 

Notta ne yazılıymış?

“Karayılan’ın yakınındaki korumalarından biri tarafından zehirlendiği ve çok kötü durumda olduğu söyleniyor, tıbbi olarak bir yardımımız olur mu, ne yapalım?” diyormuş mesajda. Hatırlarsan, bir süre önce de “Karayılan yakalandı, İran’a götürüldü. Başbakan araya girdi, İran’la konuşuldu ve Karayılan teslim alındı” haberleri yayılmıştı. Karayılan, “Türkiye’de zaman zaman birileri Karayılan öldü, Karayılan’ı yakaladılar, Karayılan’ı arkadaşları öldürdü gibi haberler yayıyor Ne yapayım bunlara alıştım ben” diyor.

 

Bu haberler barışı engellemek isteyenler tarafından mı yayılıyor?

Tabii. Barışı yapabilecek adam Karayılan çünkü. “Bu haberler medya aracılığıyla yayılıyor ve bu haberler PKK unsurlarını demoralize ediyor” diyor Karayılan. Bu haberler, şahinlerin elini güçlendiriyor ve barışı engelliyor.

 

Türk medyası niye barış istemiyor?

Türk basını olaylara kendi algısıyla değil, amel ettiği bürokrasinin algısıyla yaklaşıyor. MİT’te hangi kanada yakınsa o kanadın görüşlerini, Genelkurmay’da, Polis’te kime yakınsa onun görüşlerini dile getiriyor. Böyle gazetecilik olur mu? Ondan dolayı zaten basın bu hale geldi, bu basını ciddiye alan yok. Türk basınının tek günahı bu değil ki! Türkiye’de bankalar soyulurken de basın buna çanak tuttu. Egebank 17 milyon dolar reklam parası verirken, bu para nereden geliyor diye sormuyorsan eğer, bu durum seni gazetecilikte belli bir yere savurur tabii!

 

Karayılan’la Kandil’de görüştükten sonra Ankara’ya gittiniz. Devlet yetkilileriyle görüştünüz mü?

Hayır.

 

Herhangi bir mesaj getirdiniz mi?

Ne mesaj götürdüm ne de mesaj getirdim. Zaten böyle bir şey olmaz. Gazeteciliğin dışında bir şeydir o. Öyle bir şeyi kendime yakıştıramam. Görüşmeyle ilgili neyin yayınlanacağını sadece ben biliyorum.

 

Yakın bir zamanda nasıl gelişmeler bekliyorsunuz?

Bu yaz her manada sıcak geçecek inşallah. Yani anayasada çok önemli mesafe alınacak. 2013’e sarkma ihtimali olsa da, demokratik bir anayasa çıkacak.

 

Başkanlık sistemi getirecek mi bu anayasa sizce?

 

Tayyip Erdoğan bu konuda çok kararlı. Israrcı olacak ve CHP bunu kabul edebilir... Çünkü başkanlık sistemi yüzde 50 esası üzerine inşa edilmiş bir sistem. İş en sonunda iki aday arasında yarışmaya geldiğinde AK Parti’ye gitmeyen bütün oylar CHP’ye verilebilir. CHP için de iktidar şansı yaratan bir model bu. Başkanlık modelini Karayılan da benimsiyor ve destekliyor.

 

Barışa yakın mıyız?

Kesinlikle yakınız. Çok büyük bir tuzağa düşmezsek, bu sefer barış şansını yitirmeyeceğimiz kanaatindeyim ben.

 

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları