loading
close
SON DAKİKALAR

Gezi'ye orayı kirletirim korkusuyla gitmedim

Gezi'ye orayı kirletirim korkusuyla gitmedim
Tarih: 23.03.2014 - 08:25
Kategori: Söyleşi

Ertuğrul Özkök, yeni kitabı ‘Bir Beyaz Türk’ün Hafıza Defteri’nde kendi yaşamından yola çıkarak, Türkiye’deki ayrışmayı ve çözümünü anlatıyor.

Ertuğrul Özkök, yeni kitabı ‘Bir Beyaz Türk’ün Hafıza Defteri’nde kendi yaşamından yola çıkarak, Türkiye’deki ayrışmayı ve çözümünü anlatıyor. Formülü basit: Herkesin kendi hayat tarzı ve inançlarıyla yaşayacağı ‘melez’ bir Türkiye. En büyük engelin Başbakan Erdoğan’ın kişiliği olduğunu düşünüyor, “Şansı varsa unutulur yoksa hiç iyi hatırlanmayacak” diyor.

Kimdir bu Beyaz Türkler?

- Renklerin anlamlarını bizler veriyoruz. Benim kafamda siyah ve beyaz diye bir ayrım yok. Türkiye’de ‘Beyaz Türk’ kavramına birtakım anlamlar yüklendi. Kötü bir anlamdı bu. Ben renklerin anlamlarının değişebileceğini anlatmaya çalışıyorum. Beyaz Türk kavramına Türkiye’deki aydınlar çok karşı. Halkta öyle bir sorun olduğunu sanmıyorum. Klişelerle dolu bir kavram yaratıldı. İnsanlar bu kalıba sokuldu. Ben diyorum ki bu yanlış. Tayyip Erdoğan bunu, işine geldiği için çok güzel kullandı. “Biz zenciyiz” dedi. Geçmişte Beyaz Türk dediğimiz insanların başörtüsü gibi meselelere bakışında arıza olabilir. Ama bu geride kaymış şeylerle hayatımızı sürdüremeyiz. Ona bakarsan İsa’yı da Yahudiler öldürmüştü 2000 yıl önce. Bugün 10 yıl öncesi aradaki 2000 yıl kadar uzak. Biz başka bir yerde yaşıyoruz artık.

Peki eski meselelerle yüzleşmek gerekmiyor mu?

- Yüzleşilecek ve bir arada yaşamasını öğrenecekler. Zaten kitabın temel tezi şu: Ben Türkiye’nin melezleşmesi gerektiğine inanıyorum. Nasıl bir melezleşme? Herkesin kendi hayat tarzını, kendi inançlarını, kendi ilişkiler sistemini ve hatta kendi ahlak sistemini özgürce yaşayabildiği bir ittifaktan bahsediyorum.

Gezi'ye kirletirim diye gitmedim

Türkiye’nin buna yaklaştığı bir dönem oldu mu hiç?

- Böyle bir dönem yaşadık. Ama o zaman bazı insanlar kendilerini ezilmiş hissetmiş. Bunun farkına varamadık. Bu bahane olmayabilir ama bilmiyorduk. Ama Beyaz Türk kavramına tepki gösteren Türk aydınlarının bir bölümü beyaza değil Türk kavramına itiraz ediyor. Türk kavramını sevmiyorlar.

Neden?

- Kompleksliler Türk kavramına karşı. Beyaza itirazları olsa “Niye Ak Parti koydun partinin adını?” derlerdi. Başbakan hem “Zenciyiz” diyor hem partisinin adını ‘AK’ koyuyor. Buna değil, Beyaz Türk lafına tepki gösteriyorlar. Beyaz Türk ırksal bir şey değil. Bir milleti anlatmıyor. Belli bir hayat tarzını paylaşan insanlar Beyaz Türkler... Ben kendi hayatımdan yola çıkarak Beyaz Türklerin masumiyetini ve hatalarını anlatıyorum. Tek kişilik genellemeler yaptım.

Bir kişiden yola çıkıp Beyaz Tük genellemesi yapmak doğru mu?

- Kitabın özelliği bu. Şahsi bir anlatım. Benim yaşadığım Beyaz Türk hayatı böyleydi. Ben 10 yaşındayken bira içtim. Babam bana futbol topu aldı, oynayayım diye. Tayyip Erdoğan’ın babası, futbol oynadı diye onu dövüyormuş. Bu onu küçümsememe neden olmaz. Demek istediğim farklı yaşamlardan, yetişme tarzlarından geliyor olabiliriz ama birbirimize saygı duyalım.

Siz de üniversite yıllarında TRT muhabiriyken sağlam bir dayak yemişsiniz...

- Solcu üniversite öğrencileri kayıt cihazım yüzünden beni MİT ajanı sandılar. Yere yatırıp, çamurun içinde tekmelediler beni. Koleksiyon mağazalarının sahibi Faruk Malhan kurtardı. O zaman Mao’cuydu. Elinde megafonla “Durun o benim arkadaşım” deyip saldıranları durdurdu.

Kitapta, kişiliğim 1964’te gelişmeye başladı diyorsunuz. Ne oldu 1964’te?

- Kişiliğimin iki yanı ortaya çıkmaya başladı. Bir tanesi pop yanım: Beatles, Rolling Stones ve o kuşağın ‘beat’ şairleri… İkincisi Sartre, Camus okumaya başladım. Bir tarafta politik yanım diğer tarafta pop yanım gelişmeye başladı. Ama pop yanım benim açımdan çok daha önemli oldu. Benim için Beatles devrimi dünyadaki en önemli devrimlerden biri...

Rolling Stones’un “‘Little Red Rooster’ı ve Bob Dylan’ın ‘Like A Rolling Stone’ şarkısı hayatımın dönüm noktası oldu” diyorsunuz...

- İlk defa bana genç olmanın farklı bir şey olduğunu anlattı o şarkılar. Bazıları beni hiç devrimci kabul etmedi. Umurumda da değil. Geriye baktığım zaman ben devrimciliği bir moda olarak yapmışım. Çok içten benimsediğim bir siyasi duruş olarak yapmamışım. Asıl beni ben yapan, pop yanım olmuş. Fehmi Koru bana ‘pop sosyolog’ dediğinde hakaret ettiğini sanıyor ama ben pop sosyoloğum. Umberto Eco, Jacques Attali, Alain de Botton da pop sosyolog.

Beatles, Karl Marks’tan daha büyük diyorsunuz...

- Bana göre öyle. Beni daha çok etkiledi. Belki işçi sınıfını Marks daha çok etkilemiştir. Nasıl etkilemiş hâlâ cevabını verebilmiş değilim. Marks entelektüelleri etkilemiştir de işçi sınıfında kaç kişi Kapital’i okumuştur merak ediyorum. Ben okuyamadım. Adamın ne dediğini de anlamadım. Bugün telefonda babasının lafını anlamayan gençler var. Onların yanında benim Marks’ı anlayamamam çok masum bir şey...

Beyaz Türklük tarihinizin dönüm noktası Visconti’nin ‘Venedik’te Ölüm’ filmi ve Mahler imiş?

- 1971’de Fransa’da o filmin kuyruğunda bekliyorum. Yandaki plakçıdan bir müzik yükseldi. Sıradan çıkıp plakçıya gidip sordum, bu nedir diye. Mahler’in ‘Ölmüş Çocuklar Şarkısı’ dedi plakçı, aldım. Sinemaya girdim filmin girişinde Mahler çalıyor. Olağanüstü bir estetik anlayışı. O gün iki şey anladım: Ben reel dünyada yaşayacak bir adam değilim. Kendi kuracağım bir adada yaşayacağım. İki benim estetik değerlerim, hayat tarzım budur. Ve ilk defa o gün para kazanma duygusu içime doğdu.

Kitapta “Tayyip Erdoğan’ın yakasına yapışıp ‘bak arkadaş’ demek istiyorum. ‘Sanma ki senden geriye bir evliya bir aziz kalacak. Sanma ki Çamlıca sırtlarına dikilen o caminin sana bir hayrı dokunacak; arkandan hayır duası alacaksın. Allah’ın hâlâ sevdiği kuluysan unutulacaksın” diyorsunuz. Ne kalacak Tayyip Erdoğan’dan geriye?

- Şansı varsa unutulur. Şansı yoksa iyi hatırlanmayacak. Kendini Fatih sanıyordu. O estetikten yoksun camiyle İstanbul’a o kadar ihanet ediyorlar ki, Tarihi Yarımada’nın silüetini bile bozuyorlar. Çok fazla beddua alacaklar.

2007 sonrasını bir ara rejimi olarak gördüğünüzü söylüyorsunuz. Ne değişti 2007’de?

- Adı konmamış bir olağanüstü hal rejimi.

Size en çok yapılan eleştirilerden biri, AK Parti iktidarının ilk döneminde Başbakan’a ve politikalarına verdiğiniz destek oldu. Bugün o yazılardan pişman mısınız?

- O gün destek verdiğim konularda hâlâ destek vermeye hazırım. Samimilerse AB, demokratikleşme, Kürt sorunu gibi konularda hâlâ destek veririm.

Peki bunların bir aldatmaca olduğunu mu söylüyorsunuz?

- Bizi onlarla aldatıp pespaye bir ara rejim kurdular. Anti-demokratikleşmeden her gün biraz daha diktatörlüğe giden, kibri zehirli oklar gibi üzerinize atan bir rejim kurdular.

2007’deki bayrak eylemlerinde sokağa dökülen binlerce insan da benzer şeyler söylüyordu. Tarih onları haklı mı çıkardı?

- Bence onlar haklı çıkmadı. 2007’dekiler çok büyük eylemlerdi ama süreç kötü yönetildi. Kitleler kullanıldı orada. Samimiyetini çok erken kaybetti. Daha sonra Ergenekon’da yargılanan birtakım insanlar oldu. O miting meydanlarında yapılan konuşmaların hiçbiriyle mutabık değilim ben. O insanlar o meydanlara o konuşmalara muhatap olmak için gitmemişlerdi. İnsanlar kandırıldı.

Ya Gezi hareketi?

- Gezi, Türkiye’de tekrar itiraz kültürünün masumiyetini ispatlayan bir hareket oldu. Ruhu itibarıyla bence geri dönülmeyecek ve hiç silinmeyecek birtakım izler bıraktı. Gelecek kuşaklar bizden çok daha iyi anlayacaklar bunu. Gezi benim Türkiye’ye bağlılığımı tahmininizin çok ötesinde artırdı.

Gezi’de, 1968’de yapılamayan gerçekleşti diyorsunuz...

- Evet. Türkiye’de 1968 kötüydü. Sonraki 20 yılda 27 Mayıs darbesinden daha çok zarar veren yanları oldu. Bana da 68’li diyorlar. Ben 68’li değil, 64’lüyüm. Benim kişiliğim 64’te oluştu.

“O gün Gezi Park’ındaki çocuklar Türkiye’nin kurucu ataları olacaktır” demişsiniz..

- Biz hep kurucu babalar efsaneleriyle büyüdük. İlk defa kurucu evlatlar çıktı ortaya. Bu Türkiye’den bütün dünyaya tek olumlu imaj olarak yayıldı. Bunun Müslüman bir ülkeden çıkmasından da ayrıca mutluyum. Eminim ki Gezi’nin tohumları öbür Müslüman ülkelerde de filizlenecek. Tayyip Erdoğan Gezi’yi sadece kendine tehdit olarak gördü. Halbuki yerleşik düzene itirazdı. Bana da bir tehditti. O hafta sonu ben kendimi eskimiş hissettim. Oradaki zekayı, esprileri, eylemciliği gördüğümde böyle düşündüm

Gezi Parkı’na gittiniz mi?

- Gitmedim. Sırtımda taşıdığım bagaj yüzünden oraya gitme hakkını kendimde görmedim. Orayı kirleteceğim duygusunu taşıdım. Gönlüm oradaydı ama vicdanım “Sen görünme” dedi.

Size karşı bir tepki olacağından çekinmiş olabilir misiniz?

- Ben tepkiden korkmam. Gider konuşurum onlarla. Kendi isteğimle gitmedim. Tepki çekebilecek bir sürü insan da gitti ayrıca...
Kimseyi de kovmadılar parktan. Kovmadılar. Ben İslami mahallelere de gidip oturuyorum. Ak Pazar’a gidip şerbet içiyorum. “Siz şarap seversiniz ama bizde şerbet var” diye takılıyorlar. Ama gayet güzel anlaşıyoruz.

Bu normal değil mi?

- Erdoğan’a en çok kızdığım husus kendi tarafındaki insanlara, Beyaz Türklerle yaşamanın normal olmadığını anlatması sürekli. Beyaz Türk kavramını artık o yüzden daha yüksek sesle söylüyorum. Türkiye melezleşmeli. Ama sahillerle iç kesimler kopuyor. Zaten Güneydoğu’su Kürt bölgesi olarak kopmuş. Ayırmanın anlamı yok. Melezleşmek lazım. Bunu yaparken de bir kesim diğerine uymamalı. Erdoğan bizi kendine uydurmaya çalışıyor. Ben Beyaz Türk olarak yaşamak istiyorum.

Dindar, kindar nesil’ yetiştirmenin tutmayacağını söylüyorsunuz kitapta...

- Kesinlikle tutmayacak. Ayrıca oğluyla, kızıyla ilişkilerini görüyoruz. Bu mu bize empoze etmeye çalıştığı çocuk-baba ilişkisi. Ezilmiş, devamlı azarlanan bir oğlan. Görmek istediği nesil bu mu? Ne ben böyle bir şey isterim ne benim kızım, torunum benimle böyle bir yaşam tarzını kabul eder. Muhafazakârlar azıcık babalarına itiraz etmeyi öğrenmeliler.

Bu durumda rol modelimiz Beyaz Türkler mi?

- Ben Beyaz Türkleri savunup imtiyaz istemiyorum. Kaynaşmayı, melezleşmeyi savunuyorum. Beyaz Türklerin çoğu orta sınıf insanlar. İzmir’de Erdoğan’a itiraz eden insanlar da öyle snop, kibirli insanlar değil. Sadece kendi hayat tarzlarında yaşamak istiyorlar. “Bana karışma, burası sahil ben akşam bir kadeh içeceğim. Kızlı-erkekli oturacağım parklarda” diyor.

Melezleşme Beyaz Türkler, muhafazakârlar ve Kürtler arasında mı yaşanmalı?

- Bunu İngiltere’den Amerika’ya kadar bir sürü ülke başarmış. Ama ABD’de herhangi bir başkan çıkıp kendi fikrini topluma empoze etmeye çalışabilir mi?

“Kimsenin hayat tarzına karışmadık” deniyor...

- Daha ne yapacaksın, içkime karıştın. Ücretsiz şarap tadımı yapılamadığı için geçenlerde bir evde kaçak olarak şarap tadımına katıldım. Ahmet Hakan’ın Başbakan’ı konuk ettiği bir programa katılmıştım. Program arasında Başbakan’a şarap üreticilerinin sorunlarını anlatmaya çalıştım. Döndü bana, “Bu ülkede kaç kişi şarap içiyor?” dedi. “Bir kişi içiyor, ben” deyince şaşırdı. “Bir şeyi hak olarak sizden talep etmemiz için kaç kişi olmamız gerekiyor? Yüzde 51 olmadan bir hak talep edemeyeceğiz sanırım” dedim.

Her şeyin çözümü sandıkta olabilir mi?

- Demokrasilerde seçimin bir tek anlamı vardır. Dört veya beş yıl boyunca ülkeyi anayasanın çizdiği çerçevede iyi yönetme iznidir. Bu iznin içerisinde insanların hayat tarzına musallat olma izni yoktur. Kanunların suç saydığı şeyleri yapma ehliyeti de yoktur. Hiçbir demokraside, kötülerinde bile böyle bir milli irade kavramı yok.

Seçimden birinci parti olarak çıkması bu iddialara bir meşruiyet sağlar mı?

- Hayır. Hırsızlık varsa, vardır. Halk jüri değil ki. O zaman bütün davaları referandumla çözelim. Referandumla idam cezasını kaldırabilir miydiniz? Temel haklar referanduma götürülemez. Demokrasiler kantite üzerinden değerlendirilmez.

Beyaz Türklerle, Zenci Türklerin savaşından kim galip çıkar?

- Şu andaki çatışmayı sadece oylar üzerinden hesaplıyoruz. Ben başka bir şey sormak istiyorum. Erdoğan faktörü aradan çıkarılırsa, kutuplaşma kalkarsa Beyaz Türkler ve Zenci Türkler savaşmazsa kim kazanır ona bakmak lazım.

Kim kazanır?

- Melez Türkiye kazanır. Bu çatışma ortamından ne muhafazakarlara ne Beyaz Türklere hayır gelir. Bir araya gelip sorunu çözmemiz lazım. Benim gördüğüm sorun, Tayyip Erdoğan’ın kişiliği. Türkiye böyle bir kişilikle yürüyemez. 30 Mart seçimlerini kimin kazandığının hiçbir önemi yok. Erdoğan ne kadar fazla oy alırsa bölünme o derece artacak. Bu otoriter kişiliğin geri vitesi yok. Ama Beyaz Türkler umutsuzluğa kapılmasın. Melez Türkiye’yi hep birlikte kuracağız.

Burjuvalar da bir şeyler  kaybetmeyi göze almalı

Ara rejim dediğiniz dönemde Türk burjuvazisine de ağır eleştirilerde bulunuyorsunuz. Başbakan’ın annesinin öldüğü günkü ilan yarışını eleştiriyorsunuz.

- Dünyanın hiçbir yerinde bir başbakanın annesi ölünce bu kadar ölüm ilanı verilmez. Obama’nın annesi ölürse bu kadar ilan verilmez. Erdoğan’ın annesine saygım sonsuz ama o ilanların hepsi korkuyla, yaranma duygusuyla verilmiş ilanlardı. Türk burjuvazisi bu dönemde çok kötü bir sınav verdi. Kitapta da yazdım, Aydın Doğan’ı ayrı tutuyorum. Bütün servetini kaybetme pahasına müthiş bir irade gösterdi. Patronum olduğu için söylemiyorum, bir gazeteci olarak hayatım boyunca bunu unutmayacağım.

İş dünyası kaybedeceği şeyleri düşünüyor olabilir mi?

- Ben Kasımpaşa’nın İzmir’deki muadili Kahramanlar’da doğdum. 1971’de burjuva değerlerine sahip olmayı istedim. Kahramanlar’da burjuva olarak doğulmaz. Burjuva olarak doğmadım ama iyi bir burjuva olarak ölmek istiyorum. Türkiye’ye şunu kanıtlamak istiyorum. İyi bir burjuva olmak için çok zengin olmak gerekmiyor. Ama Türk iş dünyası bu ara rejim dönemindeki sakilliği kendi kendine oturup konuşmalı ve çocuklarına bu kültürü vermemeli. Gezi’deki çocuklar haysiyetleri için hayatlarını kaybetmeyi göze aldılarsa burjuvazinin de kaybetmeyi göze alması gereken bazı şeyler var.

Gezi’yle birlikte değişen bir şeyler var mı Türk burjuvazisinde?

- Hâlâ korkak bir burjuvazi var. Son iki yılda ramazan aylarındaki tutumlarından çok sıkıldım. Saygıdan değil, korkudan. Ama Gezi’de mesela Divan Oteli, sergilediği tutum nedeniyle bence Nobel kazanmalı. Böyle bir sistemde boykot edilmeyi göze alıp, insanlara kapılarını açtığı için hak ediyor bunu. Boyner de Berkin Elvan’ın cenazesinde gayet insani bir tavır takındı. Tarih ileride o boykot çağrısını mı hatırlayacak, Koçların, Boyner’in insani tavrını mı? İnsani tavırlar hatırlanacak.

Yayın yönetmenliğinden
Geriye yalnızlık kalıyor

Egosu azmanlaşmış bir köşe yazarı ve yayın yönetmeninden geriye ne kalır?

- Büyük bir yalnızlık kalıyor. Genel yayın yönetmenliğinden ayrılmamdan bir gün sonra telefonlarım yüzde 75 azaldı. Şimdi bakanlık yapanlardan biri beni gece üçte arıyordu. Bakan olduktan sonra tebrik için aradım, telefonuma cevap bile vermedi. Ben buna alışıktım. Yalnız bir adam olarak geldim, yalnız bir adam olarak yaşadım, hâlâ devam ediyorum. Genel yayın yönetmenliğinin son beş-altı yılını bu egoyu kontrol etmeye çabaladım. Geride yapayalnız kalıyorsun. Yalnızlığın idmanını yapmak lazım. Erdoğan da yalnız kalacak. O zaman geriye bakacak.

Gökçe Aytuğlu - Hürriyet

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları