Yankı Bağcıoğlu; Savunma sanayi, milli güvenlik ve personel konularındaki tespit, değerlendirme ve önerilerini aktardı
CHP Milli Savunma Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Bağcıoğlu, genel merkez düzenlediği aylık bilgilendirme toplantısında, savunma ve milli güvenlik politikalarına dair tespit, değerlendirme ve önerilerini paylaştı.
Cumhuriyet Halk Partisi Milli Savunma Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Yankı Bağcıoğlu, Parti Genel Merkezi’nde düzenlediği aylık bilgilendirme toplantısında, savunma ve milli güvenlik politikalarına dair tespit, değerlendirme ve önerilerini paylaştı. Bağcıoğlu, TSK personelinin özlük haklarından hava gücü projelerindeki zafiyetlere, askeri alanların ranta açılmasından Doğu Akdeniz’deki risklere kadar birçok kritik başlığa değindi.
Türkiye’nin bölgesel ve küresel güvenlik ortamına ilişkin önemli açıklamalarda bulunan Genel Başkan Yardımcısı Bağcıoğlu, sözlerine Manisa Şehzadeler Belediye Başkanı Gülşah Durbay’a acil şifalar dileyerek başladı.
C-130 KAZASI VE HAVA LOJİSTİK YAPISININ YENİDEN ELE ALINMASI:
Bağcıoğlu, 11 Kasım’da Azerbaycan-Gürcistan sınırında düşen Türk Hava Kuvvetleri C-130 uçağında şehit olan 20 askeri hatırlatarak, ulusal yas ilan edilmemesi eksikliğinin üzüntülerini artırdığını belirtti. Olay sonrası yaşanan iletişim zafiyetlerine dikkat çeken Bağcıoğlu, şunları kaydetti:
Geçtiğimiz ay içerisinde 11 Kasım günü maalesef çok acı bir gelişmeyle sarsıldık. Azerbaycan-Gürcistan sınırında düşen Türk Hava Kuvvetleri C-130 uçağında 20 kahraman askerimiz şehit oldu; bu olay toplumun her kesiminde büyük üzüntü yarattı, askeri havacılığımızın en kara günlerinden biri olarak tarihe geçti.
Maalesef ulusal yas ilan edilmedi. Geçmişte ulusal yas ilan edilen değişik olaylar hatırlanınca bu eksiklik üzüntümüzü daha da artırdı. Resmi ilan olmasa da Türk milleti kara günü yüreğinde yaşadı, kederli ailelerin acılarını paylaştı.
Aziz şehitlerimizi kalbimize gömdükten sonra bazı tespit ve önerileri belirtmekte fayda var
Arama-kurtarma açıklamaları Millî Savunma Bakanlığının koordinesinde olmalıydı ama devletin farklı birimleri tarafından yapıldı; bu devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan görüntü verdi.
Özellikle TSK'yı ilgilendiren olaylarda açıklamalar sadece Millî Savunma Bakanlığı tarafından yapılmalı; böylece ciddiyet gösterilir ve kamuoyu tek resmi kanaldan bilgilendirilir. Kamuoyuna bilgi vermede yaşanan gecikmeler, ilgisiz kurum ve kişilerin yetersiz, eksik yorumlar yapmasına yol açtı; böylece halk yanlış bilgilendirildi. Şehit isimleri resmî açıklama öncesi paylaşıldı, kaza nedenleri hakkında spekülasyonlar erken başladı; bunlar etkin iletişim politikasının uygulanmamasının sonucudur. Türk Hava Kuvvetleri; uçuş, bakım ve kaza kırım ekipleri ile dünya standartlarında bilgi ve tecrübeye sahiptir. İncelemenin en titiz şekilde yapılacağına ve düzeltici tedbirlerin alınacağına inanıyoruz.
Bu çerçevede, kaza kırım incelemesinin durumuna yönelik periyodik olarak bilgi verilmesi ve güncellenme yapılması, nihai Kaza Kırım İnceleme Raporunun kamuoyuyla paylaşılması, TBMM’ye (Milli Savunma Komisyonu) detaylı bilgi verilmesi uygun olacaktır.
Ayrıca;
- 25 yıldır bekletilen Türkiye Askeri Havacılık Sertifikasyon Otoritesi’nin kurulum süreci tamamlanmalı,
- Birleşik Krallık’tan C-130J tedariki zafiyeti kısmen giderecek olsa da Hava Kuvvetleri Komutanlığı değerlendirmesi çerçevesinde ilave nakliye uçağı projelerine öncelik verilmeli,
- Millî Savunma Bakanlığı onarım teşkillerinde deneyimli personel kaybı riski gözönüne alınarak teknik kadrolar güçlendirilmeli,
- Uçuş ve bakım personelinin özlük hakları görev yüküyle orantılı iyileştirilmeli, sürdürülebilirlik güvence altına alınmalıdır.
PARTİ PROGRAMI
28 Kasım tarihinde 39’uncu Kurultayımızda onaylanan ve detaylarını paylaştığımız parti programımızdan sonra, müteakip dönemde Hükümet Programımızı ve bu programın nasıl uygulanacağını ortaya koyan, sürekli geliştirilmeye açık Milli Güvenlik Politika Belgemizi kamuoyuyla paylaşacağız.
Bu çerçevede Yedi Maddede özet olarak Milli Güvenlik Politika Yaklaşımımız
1. Siyasetin etkisinden uzak, profesyonel bir Türk Silahlı Kuvvetleri.
2. “Barışta caydıran, savaşta kazanan” bir silahlı kuvvetler yapısı.
3. Liyakata dayalı personel temin, eğitim, atama, terfi ve emeklilik sistemi oluşturulması.
4. Muvazzaf ve emekli personelin özlük ve sosyal haklarının korunması.
5. 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan olumsuz dönüşümlerin düzeltilmesi.
6. Savunma sanayinde etkin, adil, denetlenebilir proje yönetimi ve kayırmacılıktan uzak personel politikaları uygulanması.
7. Şehit aileleri ve gazilerimizin tüm sorunlarının çözülmesidir.
SAVUNMA SANAYİMİZİN GÜNCEL DURUMU VE ÖNE ÇIKAN BAŞARILAR
Dünya çapında artan kriz ve çatışmalar ile güvenlik yaklaşımının öncelik kazanması, devletlerin güvenlik ve savunma bütçelerini artırması, buna bağlı olarak 2025 sonu itibarıyla küresel askeri harcamaların %8-10 civarında artması ve Türk savunma sanayisinde 50 yıl önce atılan temellerin sonuçlarını vermesi; Savunma Sanayii sektörünün tarihi bir ihracat çıtasına ulaştığını göstermektedir:
- İlk 11 ay ihracatı 7,4 milyar dolar olarak gerçekleşmiş ve geçen yılın rekoru yıl bitmeden aşılmıştır (%30 artış).
- Kasım ayı ihracatı ise 747 milyon dolar olarak gerçekleşmiş ve geçen yılın aynı ayına göre %22 artış meydana gelmiştir.
Türkiye savunma sanayisinin gücünü dünya çapında tescilleyen beş Türk firması; 1975 yılında kurulan ASELSAN, ilk temelleri 1925’de atılan, bugünkü yapısı 1973’de oluşturulan Türk Havacılık ve Uzay Sanayii – TUSAŞ, 1984 yılında kurulan Baykar, 1988’de kurulan Roketsan ve 1950 yılında kurulan Makine Kimya Endüstrisi olup, bu şirketlerin tamamı dünyanın en büyük savunma şirketlerinin yer aldığı küresel ilk 100 listesine girerek hem teknolojik yetkinliklerini hem de uluslararası rekabet güçlerini açık şekilde ortaya koymuştur.
Son dönemde kritik gelişmelerden biri olarak; tamamen milli sistemlerle oluşturulan konfigürasyon üzerinden gerçekleştirilen görev profili testinde, Kızılelma Muharip İnsansız Uçak Sistemi, hedef tespit–teşhis–takip–angajman zincirini kesintisiz şekilde icra etmiş; atış senaryosunu başarıyla tamamlayarak önemli bir eşiği geride bırakmıştır.
Savunma sanayinde elde edilen bu ve benzeri başarılar son 20-25 yılın ürünü değildir. Bu başarıların arkasında 50 yıl önce kurulan savunma şirketleri ve emektar personelin gayretleri vardır.
Günümüzün başarılarının gururunu yaşarken, bu konuda geçmişte atılan adımlara duyduğumuz minneti de açıkça ifade etmek zorundayız. Geçmişten günümüze savunma sanayimizin bu seviyeye gelmesine katkıda bulunan herkese şükran borçluyuz.
Bu projelerin arkasında, 1974’ten bu yana tüm hükümetlerin katkısı, kaynak sağlayan milletimiz, harekât ihtiyaçlarını belirleyen şehit ve gazilerimiz ile FETÖ kumpaslarına rağmen bu projeleri omuzlayan Türk Silahlı Kuvvetleri personeli bulunmaktadır.
Türk milletinin ortak eseri olan, milli Savunma Sanayimizde hedefimiz DAİMA İLERİDİR.
CHP iktidarında özel şirket veya kamu kurumu ayrımı yapmadan milli savunmamıza katkı sağlayanları etkinlikle desteklemek en önemli görevimizdir.
Bu çerçevede birçok kez gündeme getirdiğim önerilerimizi tekrarlamak istiyorum.
İçinde bulunulan ekonomik kriz ortamı, milli güvenliğimize yönelik gelişen tehditler ve mevcut kısıtlı kaynaklar dikkate alındığında; savunma sanayi yönetiminde etkin, adil, koordineli ve denetlenebilir proje yönetimi ile kayırmacılıktan uzak personel yönetiminin hayati önemde olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bu çerçevede, 3000’den fazla savunma projesinin Savunma Sanayi Başkanlığı koordinesinde harekât ihtiyaç makamlarıyla tekrar önceliklendirilmesi gerekiyor.
Kısıtlı kaynaklar nedeniyle iç politika odaklı popülist projeler yerine ertelenemez acil güvenlik projelerine öncelik verilmeli.
Gerekirse bekamız için acil ve kritik projelere diğer kurumların bütçelerinden uygun kalemlerden tasarruf yapılarak kaynak aktarımı sağlanmalıdır. Örneğin zengini daha da zengin yapacak vergi istisnaları için ayrılan 768 milyar lira bu kapsamda değerlendirilebilir.
Altay tankı, Çelik Kubbe, TF-2000, KAAN gibi kritik projeler için popülist söylem yerine gerçekçi zaman planları açıklanmalıdır.
Proje yönetiminde yaşanan zafiyetler ve yanlış politikalar nedeniyle savaş uçağı ve ana muharebe tankı gibi ana muharip platformlarda son dönemde yaşanan proje gecikmelerinin ve zafiyetlerin tekrarlanmasına asla izin verilmemelidir.
HAVA GÜCÜ
Planlama ve yönetim hataları nedeni ile son 22 yılda sadece 30 F-16 savaş uçağının envantere girebilmesi büyük zafiyettir.
Milli güvenliğimiz için hayati öneme haiz, Hava Kuvvetlerimize güç katacak Typhoon’ların, en kısa sürede harekâta hazır olmasını bekliyoruz.
Ayrıca şu andan itibaren,
- Semalarımızdaki harekât ve teknolojik bağımsızlığımızın sembolü olan Kaan muharip uçak projesinde, gecikme yaşanmaması için her türlü tedbir tavizsiz alınmalı,
- ANKA-3 ve Kızılelma muharip insansız uçak sistemlerinin geliştirme ve envantere dâhil olma süreçleri hızlandırılmalı,
- 2023’te sözleşmesi imzalanmasına rağmen arzu edilen seviyeye ulaşmayan F-16 Özgür- 2 modernizasyonu süratlendirilmeli,
- En azından ödemesini yaptığımız F-35’lerin tedariki için tüm imkânlar kullanılmalı,
- Ön ödemesini yaptığımız F-16 Blok 70 tedarikinde, Hava Kuvvetleri Komutanlığı ihtiyaçları çerçevesinde, yeniden belirlenecek sayıda uçak alınmalıdır.
Bu projelere yönelik olarak algı yönetimi ve dezenformasyon önlenmesi maksadıyla periyodik olarak kamuoyu bilgilendirilmelidir.
TCG ANADOLU VE F-35B KONUSU:
Müteakip dönemde; Türkiye ve ABD arasında F-35 programında ilerleme sağlanabilirse, tedarik edilmesi planlanan F-35 uçaklarından 10-12 adedinin kısa kalkış ve dikey iniş (STOVL) kabiliyetine sahip F-35B varyantı olarak seçilmesi, Anadolu amfibi hücum gemisinin potansiyelini tam anlamıyla realize edecektir.
Anadolu, mevcut altyapısı veya kısa sürede yapılacak uyarlamalarla F-35B uçaklarını destekleyecek şekilde hazır hale getirilebilir. Buna ilave olarak deniz piyade birliklerinin hava hücum harekâtı için genel maksat / nakliye helikopteri tedariki de önemli bir adım olabilir.
Bu, Türkiye’ye bölgede muharip uçaklar ve İHA’larla destekli üstün yetenekli bir amfibi hücum gemisi kabiliyeti kazandırarak, küresel ölçekte stratejik konumunu pekiştirecektir.
F-35B entegrasyonu, ilave gemi inşa maliyetlerini ortadan kaldırarak, kaynakların yeni bir uçak gemisi gibi popülist, iç politika maksatlı ve masraflı araçlara yönlendirilmesi yerine, ulusal güvenliğe doğrudan katkı sağlayacak bir yatırıma odaklanmasını sağlayacaktır.
DİHA PROJESİ
Muharip platform tedariki kadar önemli bir konu da kuvvet çarpanı olarak kullanılabilecek yardımcı kabiliyetlerin kazanılmasıdır.
Bu çerçevede; yıllardır devam eden fırkateyn / korvetler için dikey iniş/kalkış yapabilen İHA (DİHA) projesinin süratle sonuçlandırılması deniz harekâtında keşif-gözetleme, kimlik belirlenmesi-teşhis ve hedef raporlama faaliyetleri açısından çok önemlidir.
Gemiden iniş/kalkış elektromanyetik müdahale ve meteorolojik şartlardan etkilenme nedenleri ile oldukça zordur, ancak bir o kadar da bu kabiliyetin kazanılması önemlidir.
Kısıtlı kaynaklar ve gayretler, gerçekten harekât ihtiyacı olan bu tip “oyun kurucu” projelere tahsis edilmelidir.
İHRACAT – KUVVET İHTİYACI DENGESİ:
Ukrayna ve Romanya’nın da ithalatı ile Karadeniz MİLGEM (Milli Gemi) denizi oluyor.
Bu vesile ile 1993’te sadece Korvet ile sınırlı kalmayacak Milli Gemi Projesini başlatan, akamete uğrayan projeyi yoluna koyan merhum Kuvvet Komutanları Vural Bayazıt ve Özden Örnek ile projede görev alan, başarılarının bedelini kumpaslara hedef olarak bazıları ise hayatları ile ödeyen Deniz Kuvvetleri personelini minnetle anıyorum.
Kumpasçıların ve bu kumpaslara göz yumanların yaşattıkları acılar, yapılan fedakârlıklar bu büyük başarıyı daha da önemli hale getiriyor.
Müteakip dönemde, Türkiye’nin sahip olduğu nitelik ve nicelik açısından güçlü araştırma ve sondaj gemileri filosu ile Libya, Somali ve Pakistan gibi denizaşırı bölgelerde sörvey ve sondaj faaliyetinde bulunması muhtemeldir.
Ağustos 2020’de doğu Akdeniz’de münhasıran haklarımızın bulunduğu ancak tartışmalı bölgelerde yapılan araştırma faaliyetimiz, refakat görevlerinde açık deniz karakol gemilerine olan ihtiyacı açıkça ortaya koymuştu.
Bu gemiler ile refakat görevleri etkin olarak yerine getirilirken değerli platformlar olan fırkateynlerin mümkün olduğunca az yıpranması sağlanabilecekti.
Açık deniz karakol gemisine yönelik harekât ihtiyacı bu kapsamda tespit edilmiş ve proje süratle başlamıştı.
Özellikle muharip gemi ihracının, ekonomik kazanç, Türkiye’nin küresel etkisini artırma ve ulaştığımız imkân ve kabiliyeti gösterme fırsatı sunduğunu ancak ihraç faaliyetinin donanmamızın harekât ihtiyaçlarına uygun olması ve Kuvvet Hedefleri’ni zafiyete düşürmemesi gerektiğini defalarca vurguladık.
Şimdi öncelikle yapılması gereken Romanya’ya ihraç edilen TCG AKHİSAR yerine en kısa sürede bir gemi inşa edilerek, projeyi devam ettirmek ve Kuvvet Hedeflerine ulaşmak olmalıdır.
Müteakip dönemde ise hem ihracat hem de milli gereksinimleri önceleyen bir model uygulanabilir.
Askeri ve özel tersanelerimiz, iyi bir planlama ile EŞ ZAMANLI olarak hem Kuvvet Hedefleri’ni tamamlayıp hem de ihracat için katkı sağlayabilir.
GÜVENLİK GELİŞMELERİ
KARADENİZ TANKERLERE SALDIRILAR
Türkiye’nin, Münhasır Ekonomik Bölgesinde - aynı zamanda ilan edilen arama kurtarma bölgesi - 4 gün içerisinde Rus petrolü veya petrol ürünleri taşıyan değişik bayraklı üç tankere yapılan saldırı ile Senegal kıyılarında Türk işletene ait MT Mersin gemisine yapılan sabotaj; seyrüsefer serbestisi ve Deniz Hukukunda yer alan harpte bile muharip olmayanların korunması temel ilke ve prensiplerine aykırıdır.
Her ne kadar ilan eden devletin, Münhasır Ekonomik Bölgesinde bu tip olaylarda güvenlik ve emniyetin sağlanması yükümlüğü olmasa da gelişmeler doğrudan Türkiye Cumhuriyeti'nin güvenilirliğini ve saygınlığını zedeleyici niteliktedir. Bu konuda sonuç alıcı gerekli girişimler ivedilikle yapılmalıdır.
Ayrıca, bu saldırılardan dersler alınması gerekmektedir.
- Ticaret gemilerimize yönelik gelişen ve değişen tehditler dikkate alındığında; ihtiyaç olduğunda Deniz Kuvvetleri koordinesinde yürütülen Deniz Ulaştırması İçin İşbirliği ve Rehberlik (DUİR)" faaliyetlerinin ve tedbirlerin yeniden düzenlemesi ve eğitim / tatbikatların gerçekçi olarak icra edilmesi gerekmektedir.
- Muhtemelen uydu kontrollü insansız deniz araçları ile yapılan bu saldırılarda teknik sıkıntı veya hedefin karıştırılması durumunda Türk bayraklı veya Türkiye bağlantılı ticaret gemilerinin de hedef alınabileceği kıymetlendirilerek, bu yönde güvenlik tedbirlerinin artırılması gerekmektedir.
BÖLGESEL GÜVENLİK ORTAMI VE CAYDIRICILIK İHTİYACI
Çevremizdeki devletler veya devlet dışı oluşumlar kapasite artırmaya devam ediyor. Yeni Savunma Sanayi ve askeri işbirliği ittifakları kuruluyor.
Kuzeyimizde devam eden Ukrayna - Rusya Federasyonu Savaşı, Ege Denizi ve doğu Akdeniz’de her an yaşanabilecek oldubittiler, güneyimizde istikrar tesis edilememiş Suriye ve bu ülkede Türkiye’ye tehditini devam ettiren oluşumlar risk ve tehdit seviyesini yükseltiyor.
Barışın yolu etkin caydırıcılık ve farkındalıktan geçiyor. Müteakip dönem, bölgesel caydırıcılık açısından çok kritik olacak.
Özetle; savunma sanayisinde, oyalanmaya, siyasi görüşe göre firma öncelemeye, liyakatsizliğe, kadrolaşmaya, adil olmayan rekabete, aynı işi farklı firmalara yaptırarak gayret harcamaya ayıracak vakit de nakit de yok!
YUNANİSTAN TAHRİKLERİ
Bu noktada Yunanistan’dan değişik makamların yaptığı diplomatik üsluba uymayan, iyi niyetli olmayan ve tahrik edici açıklamalara değinmek istiyorum.
Türkiye - Yunanistan arasında Güven Artırıcı Önlemler; otuz yıla yakın bir süredir devam eden ama kesinlikle arzu edilen hedeflere ulaşmayan bir süreç.
Karşı taraf bunu bir zaman geçirme, süre kazanma aracı olarak kullandığı müddetçe de bir sonuç alınması mümkün değil.
Son dönemde yapılan tahrik edici açıklamalar, Millî Savunma Bakanlığı’nın Yunanistan ile devam eden güven arttırıcı önlemler görüşmelerinde, gündeme getirilmelidir!
DOĞU AKDENİZ
Doğu Akdeniz milli hak ve menfaatlerimizin korunması açısından, gittikçe daha da önem kazanan bir bölgedir.
Son dönemde meydana gelen gelişmeler ve gündeme gelen üçüncü devletlerin muhtemel girişimleri dikkate alındığında; doğu Akdeniz’de uluslararası hukuk çerçevesinde münhasıran haklarımız olan, ancak yıllardır faaliyet gösterilmeyen bölgelerde, “araştırma faaliyeti icra edilerek devlet uygulaması yapılması”, bayrak ve varlık gösterilmesi, milli menfaatlerimiz açısından zorunludur.
GKRY’nin askeri üs ve limanlarını üçüncü devletlerin kullanımına açma yönündeki gayretleri ve Lübnan ile münhasır ekonomik bölge anlaşması mutlaka dikkate alınması gereken hususlardır.
Suriye ile yapılabilecek deniz yetki alanları anlaşması da bu çerçevede değerlendirilebilecek bir konudur.
“Mavi Vatan” seçim öncesi hatırlanan ve billboardlarda kalan bir slogan olmamalıdır.
GKRY VE YUNANİSTAN’IN İSRAİL İLE ASKERİ İŞBİRLİĞİ
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan'ın İsrail ile askeri işbirliğini, bir kısmı uluslararası hukuka aykırı olarak hızla geliştirmesi sadece Türkiye'nin değil, bölgenin de güvenlik ve istikrarını tehlikeye atmaktadır.
GKRY'nin İsrail'den teslim aldığı Barak hava savunma sistemi, İsrail'e tüm Doğu Akdeniz'i kapsayan bir istihbarat ve erken ihbar imkân ve kabiliyeti sunmaktadır.
Yunanistan'ın da "Aşil Kalkanı " projesi ile İsrail'den Ege'deki adaları donatacak şekilde hava savunma silah sistemi ve erken ihbar radarları alacağı bilinmektedir.
Bu hamle, Türkiye'nin Ege'deki yaşamsal çıkarlarını doğrudan tehdit etmekle birlikte, İsrail'i Doğu Akdeniz'den sonra Ege'de de bir aktör haline getirmektedir.
Türkiye’nin bu muhtemel tehditleri önlemek ve caydırmak için hava ve deniz kuvvetlerinin imkân ve kabiliyetlerini daha önce belirttiğim önerileri de dikkate alarak acilen güçlendirmesi zaruridir.
ASİMETRİK TEHDİT
Avrupa, 2025 sonunda Rusya kaynaklı hibrit tehditlerle karşı karşıya.
Baltık Denizi'nde kablo kesintileri, havaalanları üzerinde drone uçuşları, kritik altyapıya sabotajlar, seçimlere dezenformasyon ve siber saldırılar gibi olaylar artıyor.
Türkiye ders çıkarmalı: kritik altyapısını fiziksel/siber saldırılara karşı güçlendirmeli ve kritik tesislere yönelik koruma mekanizmaları geliştirmelidir.
PERSONEL HUSUSLARI
Milli Savunma Sanayimizdeki gelişmeleri ve kazandığımız üstün kabiliyetleri vurguladım.
Türkiye çok gelişmiş sistemler üretebilir; ancak bu sistemlere hayat veren Türk Silahlı Kuvvetleri’nin eğitimli, liyakatli ve moral motivasyonu yüksek personelidir.
Tarihin en zor ekonomik şartlarının yaşandığı dönemde; muvazzaf ve emekli tüm statülerdeki personel (öncelikle emekli astsubaylar, emekli binbaşılar, emekli uzman erbaşlar, emekli devlet memurları) yoksulluk ve açlık sınırı altında maaş alıyor.
Düşük maaş ve kariyer fırsatları nedeniyle nitelikli personel temini risk altında; gençler askerlik mesleğini tercih etmiyor.
TSK’dan ayrılan uzman erbaş ve sözleşmeli erlere yasal istihdam hakkı verilmiyor.
Bu adaletsizlikler silah arkadaşlığı, aidiyet ve birlik ruhunu zedeliyor → milli güvenlik sorunu haline geliyor.
2026 bütçesiyle muvazzaf ve emekli özlük haklarında köklü iyileştirme yapılmalı, muvazzaf personelin barınma sorunları çözülmelidir.
ASKERİ SAĞLIK SİSTEMİ
2016’da “beş saniyelik imza” ile kapatılan askeri sağlık sistemi hâlâ tesis edilmedi.
8-9 aydır çeşitli makamlar “çalışıyoruz” diyor ancak somut adım atılmıyor.
Basına verilen bilgilerle oyalama taktiği bırakılmalı, bir an önce icraata geçilmeli, tüm bileşen ve kademeleri ile askeri sağlık sistemi yeniden tesis edilmelidir.
ŞEHİT YAKINLARI VE GAZİLERİMİZİN KARŞILAŞTIĞI SORUN ALANLARI
Şehit yakınları ve gazilerimizin karşılaştığı sorun alanlarında (özlük hakları, er gazi emsal maaşlar, sağlık, istihdam, eğitim desteği, terörle mücadelede yaralanıp gazi sayılmayanlar vb) hiçbir ilerleme yok.
İyileştirici tedbirler kapsamında verilen 18 kanun teklifi 14 aydır TBMM Komisyonunda bekletiliyor.
Özellikle “Er” gaziler açlık sınırında maaş alıyor, tüm gazilere sağlık desteği son derece yetersiz.
Terörle mücadelede yaralanıp gazi sayılmayanların da durumu hâlâ çözülemedi.
İlgili bakanlık ve kurumları yükümlülüklerini yerine getirmeye davet ediyoruz.
ASKERİ ALANLARIN RANTA AÇILMASI
TSK personeli barınma sorunu yaşarken, büyükşehirlerde neredeyse maaşlarının üçte birini hatta daha fazlasını kiraya vermek zorunda kalırken, askeri alanların ranta açılması kabul edilemez bir durumdur.
Ayrıca, belki daha da önemli olarak Millî Savunma Bakanlığı’nın tasarrufundaki askeri araziler, afet sonrası kritik öneme haizdir.
Son 14 yılda İstanbul’daki askeri alanların %46’sı imara açılmış; yaklaşık 10 bin futbol sahası büyüklüğündeki yeşil alan, deprem toplanma kapasitesini ortadan kaldırmıştır. İBB tarafından yasal süreçler takip edilmektedir.
TSK personelinin barınma ihtiyacı karşılanmazken, bu araziler beton yapılara dönüştürülmektedir.
Kamu yararı, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkeleri doğrultusunda; rant odaklı değil, halk odaklı planlama yapılmalıdır.
Sonuç olarak;
Bölgemiz adeta ateşten gömlek iken, savunma planlamasında yanlış politika ve yönetim hataları ile Türkiye’nin güvenliğinin riske atılmaması gereklidir.
Savunma sanayimizi daha ileri taşırken, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ihtiyaçları, personelin moral - motivasyonu ve bölgesel caydırıcılık kapasitemizin güçlendirilmesi en öncelikli hedeflerimizdir.
Bu çerçevede; değerlendirme öneri ve eleştirilerimizi gündeme getirmeye devam edeceğiz.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları












