loading
close
SON DAKİKALAR

Sinan Meydan Cumhuriyet Gazetesinde köşe yazarı oldu

Sinan Meydan Cumhuriyet Gazetesinde köşe yazarı oldu
Tarih: 08.03.2023 - 10:37
Kategori: Medya

Sinan Meydan; Cumhuriyet’te olmak büyük onur; tam bağımsız, laik ve demokratik Cumhuriyet ülküsünün yılmaz savunucusu Cumhuriyet’te yazmak büyük gurur

Tarihçi yazar Sinan Meydan artık yeni yazılarıyla Cumhuriyet gazetesinde olacak. Sinan Meydan'ın ilk yazısı;

Akıl, bilim, ahlak ve liyakat...

“Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir…” (Atatürk, 1933)

Merhaba sevgili Cumhuriyet okuru… Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin yüzüncü yılında Atatürk’ün kurdurduğu Cumhuriyet’te olmak büyük onur; tam bağımsız, laik ve demokratik Cumhuriyet ülküsünün yılmaz savunucusu Cumhuriyet’te yazmak büyük gurur… 

YIKIMLARIN NEDENİ

6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş Pazarcık ve Ekinözü merkezli 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki iki yıkıcı depremle sarsıldık. Bu iki depremde en az 20 bin 662 bina yıkıldı ve -resmi açıklamaya göre- şimdiye kadar 46 bin 104 kişi hayatını kaybetti. Yakın tarihimizin en büyük felaketlerinden birini yaşadık. Ulusça kenetlenip yardıma koştuk. Acımız çok büyük, yüreğimiz yangın yeri...

Bu depremler, yaşadığımız yıkımlar, verdiğimiz kayıplar “kader” mi? Asla!

Deprem dahil yaşadığımız tüm yıkımların nedeni bilime kulak verilmemesi, daha çok kazanmak uğruna ahlaki / etik ve insani değerlerin ayaklar altına alınması, liyakatin ve adaletin yok edilmesidir. 

Peki, sorumlu kim? Sadece yönetenler-hükümetler değil, onların yanlışlarına ses çıkarmayan, değişik kaygılarla o yanlışları görmezden gelen herkes, hepimiz suçluyuz. Oysa cumhuriyet, ulusun egemenliğine büyük bir kıskançlıkla sahip çıkmasını gerektirir. Demokrasi ancak, ulus egemenliğine gerçekten sahip çıkarsa “kurtarıcı” bir nitelik kazanır.

Atatürk’ün deyişiyle; “Herhalde millet, hükümetin gözcüsü olmak gerekir. Çünkü hükümetlerin yaptığı işler olumsuz olup da millet itiraz etmez ve düşürmezse, bütün kusur ve suçlara katılmış demektir.” (Nutuk III, s.1188)

KURTULUŞUN FORMÜLÜ

Kurtuluş için her şeyden önce “akıl”, “bilim”, “ahlak” ve “liyakat” gerekir. Osmanlı’nın küllerinden doğan Türkiye Cumhuriyeti de bu değerler sayesinde yükselmiştir. 

Atatürk, yüz yıl önce “en büyük düşmanın” bilgisizlik olduğunu görmüş; “gerçek kurtuluş için bu bilgisizliği yok etmek gerektiğini” söylemişti. 1923’te şöyle demişti: “En büyük düşman bilgisizliktir. Milleti asırlarca kendi benliğine sahip yapmayan, milleti asırlarca kendi hakkında ihtiyatsız bulunduran hep bu bilgisizliktir. Hükümdarların, şunun bunun milleti esir gibi, köle gibi kullanmaları, bütün vatanı kendi özel arazileri gibi saymaları, hep milletin bu bilgisizliğinden istifade edilmesi sayesinde idi. Gerçek kurtuluşu istiyorsak her şeyden evvel bütün kuvvetimiz, bütün süratimizle bu bilgisizliği yok etmeye mecburuz…” (Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1999, s.138)

AKIL VE BİLİM

Atatürk, “bilgisizliği” yok edip “cehaleti” yenmenin ancak “bilimle” mümkün olduğunu görmüştü. O, bu gerçeği 22 Eylül 1924’te Samsun’da öğretmenlere seslenirken şöyle açıklamıştı:

Efendiler, dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarılar için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir, sapkınlıktır…” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, ATABE, C.17, s. 44.)

 27 Ekim 1922’de Bursa’da yine öğretmenlere yaptığı konuşmada da şöyle demişti: “Gerçek kurtuluş toplumdaki marazı (hastalığı) tespit edip tedavi etmekle elde edilir ve marazın tedavisi ancak ilmi ve fenni bir tarzda yapılacak olursa şifa verici olur. Yoksa ilmin ve fennin dışında bir tedavinin hiçbir zaman hiçbir marazı tedavi edemeyeceği malumdur. “ (ATABE, C.14, s. 42-44)

Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin temeline “pozitif bilimi” yerleştirmek istedi. Ancak pozitif bilimin gelişmesi için aklın ve vicdanın özgürleşmesine, bunun için de “laikliğe” ihtiyaç vardı. Bu nedenle siyaseti, hukuku, eğitimi; devleti laikleştirdi. Aklını kullanan ve pozitif bilime değer veren “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek” ancak laik bir düzende mümkün olabilirdi. 

Peki, kurtuluş için akıl, bilim ve laiklik yeterli midir? Hayır! Ahlak da gereklidir. 

ULUSAL AHLAK

Atatürk, “milli ahlâk” kavramına vurgu yapmıştı. Ona göre “Milli ahlak ortak vicdanın bir ifadesidir.” (Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, s. 302). “Türk milleti yüksek ahlaka sahiptir. Ahlakın milletin oluşumunda yeri büyüktür.” “Ahlak kutsaldır ve başka hiçbir çeşit kıymetle ölçülmez.” (Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, s. 358, 362).

Atatürk, milli ahlakın “çağdaş ilkelerle ve düşüncelerle geliştirilmesi gerektiğini” belirtmişti. Ahlakın niteliğine dikkat çekmişti; “Tehdit esasına dayanan ahlak, bir fazilet olmadıktan başka itimada (güvene) da layık değildir” demişti. (Kocatürk, s.219)

Atatürk, 1925’te “ahlaki fazilete dayanan bir idare” diye tanımladığı cumhuriyetin “faziletli” ve “namuslu” insanlar yetiştirdiğini; buna karşın “korkuya, tehdide dayanan” saltanatın ise “korkak, alçak, sefil, rezil insanlar yetiştirdiğini” belirtmişti. (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, ASD, II, s.231). Çünkü cumhuriyetin ve saltanatın ahlak anlayışları birbirinden farklıydı. 

Bilimin ve ahlakın temelinde “gerçeğe bağlılık” vardır. “Birbirimize daima gerçeği söyleyeceğiz. Felaket ve mutluluk getirsin, iyi ve fena olsun, daima gerçekten ayrılmayacağız” (ASD. II, s. 226) diyen Atatürk, halka hep gerçeği söylemişti. Ahlak sahibi olmak dürüst olmayı ve hesap vermeyi gerektirir. Cumhuriyetin “faziletli ve ahlaklı yöneticisi” halkına gerçeği söyleyen ve halka hesap verebilen yöneticidir. Atatürk’ün deyişiyle “Her an tarihe karşı, cihana karşı hareketimizin hesabını verebilecek bir vaziyette bulunmak gerekir.” (ASD. II, s. 257)

LİYAKAT

Cumhuriyetimizin temel direklerinden biri de “liyakat”ti. Atatürk,“Memleket işlerinde, millet işlerinde, gerçek işlerde duygulara, hatıra, dostluğa bakılmaz” demişti. (ASD, l, s. 213) Onun, önce Kurtuluş Savaşı’nı, sonra Cumhuriyet Devrimi’ni çok zor koşullara rağmen başarabilmiş olmasında “işi ehline vermesi” çok etkilidir. Atatürk döneminde asker-sivil yetkililer; komutanlar, bakanlar, kurum başkanları liyakat sahibidir.

Devlette “liyakatin” esas alınması için “fırsat eşitliğinin” ve “adaletin” sağlanması gerekir. Cumhuriyetimiz, saltanat ve kapitülasyon hukukuna son vererek “yurttaşların eşitliğini” sağlamıştır. Böylece “liyakat sahibi” Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları devletin en tepesine yükselebilmiştir.

İkinci yüzyılına giren Cumhuriyetimizi yeniden ayağa kaldırmak, anayasadaki ifadesiyle “laik, demokratik bir sosyal hukuk devleti” haline getirmek ve Atatürk’ün gösterdiği “muasır medeniyetler düzeyine“ çıkarmak için yeniden “akıl”, “bilim”, “ahlak” ve “liyakat” temelli bir yapılanmaya ihtiyaç var. Bunu başarabilecek birikime ve yeteneğe sahibiz. 

Bugün 8 Mart, laik Cumhuriyetimizin eşit ve özgür bireyleri kadınlarımızın kadınlar gününü kutluyorum.

Kaynak : www.istanbulgercegi.com

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları